İki Yüzüncü Ölüm Yıldönümünde: Immanuel Kant ve Kantçılık
Karl-Otto Apel – Manfred Baum – Paul Guyer - Kaan H. Ökten – E. Efe Çakmak
E. EFE ÇAKMAK: Immanuel Kant'ın iki yüzüncü ölüm yıldönümü nedeniyle bütün bir yıl boyunca dünyanın dört bir yanında düzenlenen panel ve sempozyumların Türkiye ayağında, önce İstanbul'da, ardından Muğla'da gerçekleştirdiğimiz iki uluslararası etkinliğin onur konukları, yani Karl-Otto Apel, Manfred Baum ve Paul Guyer ile bugün Cogito dergisinin Kant Özel Sayısı'nda yayımlanmak üzere bir açık oturum düzenleyeceğiz. Oturumu açmadan önce, bugün burada bizimle olan seçkin konuklarımızla ilgili birkaç söz söylemek istiyorum. Etkinliklerimizin en etkin ve en heyecanlı katılımcısı unvanına değer gördüğümüz, ünlü filozof, Söylem Etiği'nin kurucusu ve çağdaş aşkınsal semiyotik çalışmalarının önde gelen temsilcisi, Sayın Apel, kendi deyişle, asla ortodoks bir Kantçı olmasa da, çağdaş bir Kant dönüşümünün en etkin savunucularından biridir. Kant Derneği'nin bugünkü başkanı, aynı zamanda Kant araştırmaları bağlamında köklü yayın organı Kant-Studien'in editörü, genel olarak Alman romantisizmi, özeldeyse Hegel üzerine de çalışmalar yapmış olan ve bugün burada bir anlamda Germanist Kantçılığı temsil ettiğini söyleyebileceğimiz Kant uzmanı Sayın Baum, bizi kırmayarak, uzak doğuda katıldığı bir sempozyumun hemen ardından uzun bir yolculuğu göze alıp bize katıldı. Son dönemde, Cambridge Üniversitesi'nin desteğiyle, Kant'ın yapıtlarının güncel ve en yetkin İngilizce çevirilerini yapmakla görevlendirilen, daha önce de Cambridge Companion'ı hazırlamış olan Sayın Guyer, İngilizce konuşan dünyanın en yetkin ve en ortodoks Kantçısıdır, diyebiliriz. Üç konuğumuza da, hem düzenlediğimiz etkinlikleri bildirileriyle zenginleştirmek üzere Türkiye'ye geldikleri, hem de bu oturuma katılmayı kabul ettikleri için çok teşekkür ederim. Daha fazla uzatmadan, sözü Kaan H. Ökten'e bırakmak istiyorum.
KAAN H. ÖKTEN: Profesör Baum, isterseniz sizinle başlayalım. Doktoranız Kant üzerine. Doçentliğiniz ise Hegel. Ardından yine Kant'a döndünüz. Görebildiğim kadarıyla düşünürler ya sadece Kant ya da sadece Hegel üzerine çalışıyorlar. Veya ikisi üzerinde çalışıp Kant ya da Hegel'i öncel sayıyorlar. Sizin bu konudaki değerlendirmeniz ne olacak? Kant mı, Hegel mi?
MANFRED BAUM: Şu bir gerçek ki, Hegel araştırmacılarının Kant hakkındaki bilgileri oldukça sınırlı. Hegel Kant hakkında çok şey yazıp söylemiştir. Söz konusu araştırmacılar da genellikle Kant'ı, Hegel'in yorumladığı şekilde görme eğilimindedirler. Benim doktora tezim aslında Fichte üzerine olacaktı. Başlangıçta hedefim, Fichte'nin Saf Aklın Eleştirisi'ni nasıl yorumladığı, Kant'ı nasıl anladığıyla ilgili bir tez hazırlamaktı. Bunun ne kadar zor olduğunu o genç yaşta henüz bilmiyordum tabii. Fichte Kant'ı ne kadar doğru anlamıştı, Kant'ın felsefesinin devamı mıydı, neleri yanlış anlamıştı? Ama bu konulara bu şekilde yaklaşamadım. Sadece ve özellikle Kant'a odaklanmak durumunda kaldım. Aynı sorunlarla Hegel'de de karşılaştım. Ömrümün on yılını çok ayrıntılı Hegel araştırmalarıyla geçirdiğimi düşünecek olursak, karşılaştığım sorunların ciddiyeti daha rahat anlaşılır. Benim amacım Hegel'i Kant'a yakınlaştırmak veya Kant'ı Hegelleştirmek olmamıştır hiçbir zaman. Oysa bugün bile Hegel literatüründe Hegel'in Kant'ı ileri taşıyarak aştığını iddia edenlere rastlamak mümkündür. Onlar şöyle düşünüyorlar: Hegel'in anlaşılabilmesi için Kant-Reinhold-Fichte-Schelling çizgisinin dışına çıkmaya hiç gerek yoktur. Bu anlayışa göre Hegel, yukarıdaki çizginin devamcısı gibidir. Ama biliyoruz ki, bu hiç de doğru değil. Hegel araştırmalarım sırasında bulduğum bir şey var ki, o da, Hegel'i anlamak için Platon'u, Yeni Platonculuğu, Kuşkucuları mutlaka çok iyi bilmek gerektiğidir. Hegel diyalektiğini, Kuşkucular'dan Sextus Empiricus'u bilmeden anlamak mümkün değildir örneğin. Ve zannedildiği kadar Kant yoktur Hegel'in eserlerinde, daha çok Platon ve Kuşkucular ve Yeni Platoncular vardır. Ama bunlar bazı somut örnekler. Söylemeye çalıştığım şey şu: Kant ile Hegel'i birbirinden ayrı tutmak lazım. İkisini birbirine bağlamaya çalışmak Kant'ı ya da Hegel'i tahrif etmek anlamına gelir çünkü. Bunun günümüz felsefesi açısından önemine gelince: Bence Hegel daha eski tarzda felsefe yapan bir düşünür. Yani bence Hegel, genel olarak Alman idealizminde olduğu gibi, felsefenin yeniden tanrıbilimleşmesine yol açmıştır. Bu dönem filozoflarının hepsi de teoloji eğitimi görmüşler (Feuerbach dahil) ve onların felsefe anlayışı da teolojinin etkisi altında kalmıştır. Sonuçta hepsi Yuhanna İncili'ni, insan tininin en büyük eseri olarak gördüler ve bunu böyle kabul ettiler. Biliyorsunuz, Kutsal Kitap'ta şöyle bir ayet vardır: “Dünya bilgeliği Tanrı önünde saçmadır”.5 Alman idealizminin temsilcileri, şu ya da bu şekilde tam da bunu diyorlar aslında. Hegel de aynı zihniyetin devamcısı olduğu halde bu konu üzerinde çok durulmuyor, çünkü yorumcular (örneğin Carl Schmitt) onu, Marx ve Lenin'in öncüsü olarak görmeyi tercih ediyorlar. Ama aslında, bana göre, Hegel tam da Hıristiyani bir Spinozacıdır. Oysa bu yöntemin felsefi açıdan yerinde olmadığını Kant çok önceleri kanıtlamıştır. Dolayısıyla Hegel'in Kant'ı aştığını iddia etmek mümkün değildir.
KARL-OTTO APEL: Bu konuda ben size tam olarak katılmıyorum. Ben de Kant'a öncelik vereceğim, ama sizinkilerden farklı argümanlarla: Bence Hegel, Kant'ı eleştirirken kısmen doğru ve haklıdır. Hatta Hegel'in Kant eleştirilerine özellikle kulak verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Yuhanna İncili konusunda söylediklerinize, yani felsefenin Hıristiyanlaştırılmasına ilişkin sözlerinize tamamıyla katılıyorum. Ama Hegel'in Kant'a yönelik olarak kullandığı pek çok argüman doğru ve yerindedir. Öte yandan günümüz açısından, yani anlam-eleştirel duruş açısından baktığımızda Hegel'in pek çok eleştirisinin yerindeliği tartışılmazdır.
M.B.: Şu noktanın altını çizmek isterim: Son zamanlarda yine dikkatler Hegel'in hukuk felsefesine çevrilmiş durumdadır. Bu, Hegel'in Kant'ta, radikal biçimde hesaplaşılan bir şeyleri yeniden geriye çevirdiğinin güzel bir örneğidir aslında. Bu da hukuk ile etiğin birbirinden ayrılması meselesidir. Hegel etiğin hukuk alanı içinde yer alması gerektiğini açık açık söylemektedir. Aslında bu, Christian Wolff'un çok önceleri savunduğu pozisyondur. Oysa böyle bir argüman, Kant'ın çok gerisine düşmek anlamına gelir. Bu nedenle Hegel, örneğin hukuk felsefesi açısından Kant'ın gerisinde kalmıştır. Aslında Hegel'in hukuk felsefesi bir hukuk felsefesi bile değildir. Onun yaptığına spekülatif sosyoloji denir. Hegel'in toplum öğretisinin Kant'tan pek çok açıdan üstün olduğunu kabul ediyorum. Çünkü Hegel, İngiliz iktisatçılarının çalışmalarını çok daha ayrıntılı biçimde incelemiş ve özümsemiştir, buna kuşku yok. Ama unutmayalım ki, Kant da Adam Smith'i ayrıntılı biçimde okumuştur. Fakat Hegel'de işin içine David Ricardo, Jean Baptiste Say ve diğerleri girmektedir. Hegel bu iktisatçıların kuramlarıyla çok ayrıntılı biçimde ilgilenmiştir. Onun burjuva toplumu çözümlemeleri çoğu kesimlerce bugün bile büyük bir hayranlıkla etüt edilmektedir. Hukuk felsefesinin dışında Hegel'in önemi, özellikle, verdiği derslerde kendisini daha net biçimde göstermektedir: Din felsefesinde, tarih felsefesinde, estetik felsefesinde (bu Hegel'de sanat felsefesi anlamına gelmektedir) Hegel'in Kant'a göre çok daha zengin olduğu tartışmasızdır. Ama özetleyecek olursak şunun altını çizmek isterim: Hegel'in ortaya koyduğu hiçbir felsefi bilgi, Kant'ta olmayan ya da Kant'ın göremediği bir şey olmamıştır. Hegel'in Kant'a yönelttiği eleştirilerin tamamının yanlış olduğunu tek tek kanıtlamak mümkündür.
K.O.A.: Bu son söylediklerinize kesinlikle katılmıyorum. Şöyle ki: Hegel tümüyle yeni bir şey keşfetmiştir. Hegel, tin bilimleri ya da kültür bilimleri gibi bir şeyin mümkün olabilmesi için gerekli olan zemini kurmuştur. Onun geliştirdiği “nesnel tin” kavramı olmaksızın gerçekliği bilmek mümkün olamaz ki. Kant'ın temel sorusu olan “olanaklılığın koşulları nelerdir?” sorusunu tin bilimlerine uygulamak ancak bu şekilde mümkün olabilmiştir. Bunu bir örnek üzerinden göstermek istiyorum. Kant'ta şöyle bir örnek bulunmaktadır: Birisi, sol avucunda bir elma taşıyor. Yer çekimi nedeniyle avucunda bir basınç hissediyor. Kant'a göre bu basınç hissi, doğa bilimleri anlamında bir deneyimdir. Ancak diyelim ki, söz konusu elma, o kişiye ait değil. Elma başkasının, örneğin yan odadaki birisinin elması. Peki bu nedir? Elmanın varlığı son derece empirik olduğu halde bir de öyle bir deneyim dünyası vardır ki, bu empirik değil töreldir. Yani bir köye gittiğinizde şu tarla şunun, bu tarla bunundur. Bu bilinir. Bu anlamda empirik bilgidir. Ama bütün bu aidiyet, mülkiyet ve ilişki konularını Kant'ta bulamazsınız. Bunları temellendiren Hegel olmuştur. Kant'ın deneyim dünyasında edim ya da önerme diye bir şey yoktur. Kant'ta sentetik önermeler ve analitik önermeler vardır, doğru. Ama bu önermeler, deneyim dünyasıyla ilgili değildir ki! Kant'ın anladığı anlamda “deneyim dünyası” bütün bunlardan yoksundur. Avucumda tuttuğum elmanın başkasına ait olması şeklindeki deneyimsel bilgi, bir özgürlük ilişkisini yansıtmaktadır ve dolayısıyla düşünülür olan dünyaya aittir. Kant'ın ele aldığı biçimiyle doğa bilimsel dünya ile özgürlük ilişkilerinden meydana gelen düşünülür dünya arasında (düşünülür ben'lerden ve ben'ler topluluğundan söz ediyorum burada) bulunan büyük bir alan vardır: o da “anlayan” toplum bilimleri ya da tin bilimleri alanıdır. Bu alanı keşfeden Hegel olmuştur. İleriki yaşlarında Dilthey bile, Hegel'in nesnel tin kavramına geri dönüş yapmak durumunda kalmıştır. Ayrıca Hegel'in keşfettiği “görünür törellik” [erscheinende Sittlichkeit] ya da “deneyimlenebilir törellik” [erfahrbare Sittlichkeit] de vardır. Bütün bunları Hegel ortaya koymuştur (Johann Gottfried Herder'in önemli ön çalışmalarını unutmamak gerekir tabii). Tüm bunları dikkate almak zorundayız. Ama şaşıracaksınız: Ben yine de Kant'ı tercih ediyor olacağım ve Kant'ın soru formülasyonuna döneceğim. Bu, “olanaklılığın koşulları nelerdir” sorusudur. Bu soruyu örneğin Dilthey da sormuş ve tarihsel aklın eleştirisini yazmak istemiştir. Yani burada Dilthey da Kant'tan hareket ederek düşünmektedir. Fakat nesnel tin alanı, görünür törellik alanı, önermeler ve edimler alanı Kant'la karşılaştırıldığında son derece yeni bir keşiftir ve söz konusu keşfi Hegel yapmıştır. Bu son derece büyük bir keşiftir.
(Karl-Otto Apel: 1922'de Düssledorf'ta (Almanya) doğdu. 1950'de Bonn Üniversitesi'nden felsefe doktorasını aldı. 1961'den itibaren Almanya'da ve ABD, Kanada, İtalya, Fransa, Arjantin ve Brezilya'da seçkin üniversitelerde dersler verdi. Yirminci yüzyılın en etkin filozoflarından biri kabul edilen Apel, aşkınsal semiyotik üzerine çalışmalarıyla tanındı, söylem etiğiyle ünlendi. Kitaplarından bazıları: Transformation der Philosophie (Felsefenin Değişimi), Selected Essays: Towards a Transcendental Semiotics (Seçme Yazıları: Aşkınsal Semiyotiğe Doğru), Understanding and Explanation: A Transcendental-Pragmatic Perspectives (Anlamak ve Anlatmak: Aşkınsal-Pragmatik Perspektifler).
Manfred Baum: 1939'da Köln'de doğdu. Köln ve Münih üniversitelerinde İngilizce, Almanca, Pedagoji ve Felsefe öğrenimi gördü. 1970'de felsefe doktorasını tamamladı. Hegel arşivinde çalıştı. Almanya ve ABD'nin seçkin üniversitelerinde dersler veren Baum, Kant Derneği'nin başkanı, ünlü Kant-Studien dergisinin editörüdür.
Paul Guyer: Kant uzmanı, Pennsylvania Üniversitesi'nde felsefe profesörü. Essays in Kant's Aesthetics 'in ve The Cambridge Edition of the Works of Immanuel Kant 'ın editörü. Son dönemde, Cambridge Üniversitesi'nin desteğiyle, Kant'ın yapıtlarının güncel İngilizce çevirilerini yapmakla görevlendirilen, daha önce de Cambridge Companion 'ı hazırlamış olan Guyer, İngilizce konuşan dünyanın en yetkin ve en ortodoks Kantçıları arasındadır.
Kaan H. Ökten: 1969'da Samsun'da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Almanya'da tamamladı. İstanbul'da Avusturya Lisesi'ni bitirdi. İstanbul Üniversitesi'nde uluslararası ilişkiler okudu, Paul Feyerabend üzerine yüksek lisans tezi yazdı. 1996-1997 yıllarında DAAD bursuyla Almanya'da Göttingen Üniversitesi'nde Heidegger, Kant ve Hıristiyanlık konularıyla ilgili doktora çalışmalarını yürüttü. Kant'ın barış anlayışı üzerine hazırladığı tezle 2001'de doktor oldu. Halen İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde çalışıyor