İroni, Nostalji ve Postmodern
Linda Hutcheon
Yeni tarihçilik tarzına boyun eğme riskine rağmen, yazıma kişisel bir anekdotla başlamak istiyorum. Fakat sizlerden, yani okurlardan aktif bir rol üstlenmenizi rica edeceğim: Benim yerimde olduğunuzu varsaymanızı ve biraz sonra anlatacağım duruma nasıl bir tepki vereceğinizi hayal etmenizi isteyeceğim. Tarih, birkaç sene öncesi. İngiltere’de, Londra’dasınız. İroni politikaları ve kuramı hakkındaki kitabınızın metninin son halini yaklaşık bir saat önce yayımcınıza teslim ettiniz. İçiniz kutlama arzusuyla dolup taşarken bir kitapçıya girdiniz. Gözünüze takılan ilk şeylerden biri, –bariz ve son derece kişisel nedenlerden dolayı– The Modern Review adlı İngiliz dergisinin kapağı oldu. Derginin kapağında “sigara içmek yasaktır” işaretine benzeyen kırmızı bir daire ve dairenin içine hafif yatay pozisyonda yerleştirilmiş bir yasak çizgisi var, fakat kırmızı dairenin içinde ve çizginin altında sigara yerine bir tırnak işareti yer alıyor ve derginin başlığını vurguluyor: “İroninin sonu geldi mi? İroni Sonrası Durumun Trajedisi.” Belki biraz şaşırdınız: metninizi yayımcınıza söz verdiğinizden biraz daha geç teslim etmiş olabilirsiniz, fakat kitabın daha yayımlanmadan önce çağın gereksinimlerini karşılamayan bir metne dönüşeceğini hiç mi hiç tahmin etmemiştiniz.
Belki de benim gibi tepki verdiniz: çabucak (ve endişeyle) dergiyi elinize aldınız, metalaştırmaya karşı tek savunmasının ironi olduğu söylenen kuşak (“yirmili yaşlarındaki” kuşak) tarafından metalaştırılan ironi hakkındaki makalenin bulunduğu sayfaları açtınız. Mizacınıza göre, bu tesadüfün tekinsiz denebilecek kadar tuhaf, rahatsızlık verecek kadar ilginç ya da düpedüz sinir bozucu olduğunu düşünmüş olabilirsiniz. Yine de hayal gücünüzü birazcık daha zorlayın ve ironinin sonu hakkındaki makalenin yer aldığı sayfalarda, bu makaleye eşlik eden ve “ironinin sonunu” selamladığı söylenen yedi çeşit (belirsizlik değil de) nostalji hakkında başka bir makale daha bulduğunuzda nasıl hissedeceğinizi düşünün.
Fakat unutmayın, bu hayal gücü egzersizinde benim yerimde olduğunuzu düşünmeniz gerekiyor: Yani son on yıl boyunca (en azından sizin öyle adlandırmak istediğiniz) “postmodern”in nostaljiyle pek bağlantısı olmadığını, aksine ironiyle yakından ilgili olduğunu savunmak için hatırı sayılır ölçüde zaman ve enerji harcadınız. Postmodernizmin böyle bir okumasının karşısında son derece güçlü karşıt görüşler vardı ama zaten siz de her zaman biraz inatçı biri olagelmiştiniz. Çağdaş kültürün büyük ölçüde gerçekten de nostaljik olduğunu asla inkâr etmediniz: gözlerinizi (ve kulaklarınızı) çevrenizde olup biten her şeye kapayamazsınız ki. Ancak aynı zamanda bol bol ironi –belki de gereğinden fazla ironi– vardı ve siz de son birkaç yıldır bu konu üzerinde düşünüp sonuçlara ulaşmaya çalışıyordunuz. Fakat işte ironinin sonu ve nostaljinin hızla çoğalan çeşitleri bir anda karşınıza çıkmıştı; aynı sayfada yan yana boy göstermekle kalmıyor, aynı popüler kültür örneklerini de paylaşıyorlardı. Daha da kötüsü, bu makalelerin yazarlarına inanacak olursanız, nostaljinin böyle çeşitlenerek çoğalmasını gerekli kılan da aslında ironinin sonuydu. Şimdi, (yine hayal gücünüzü kullanın) siz olsanız olanları bir tür meydan okuma olarak kabul eder miydiniz? Tamamlanmamış görev duygusunu içtenlikle (ya da isteksizlikle) karşılar mıydınız? Tahmin edebileceğiniz üzere ben öyle yaptım. Derginin bu sayısının Alınyazı, Kader… gibi hayattaki saplantılarımızı mazur göstermek için kullandığımız ve büyük harfle yazdığımız bütün diğer ucubelerden biri olduğunu düşündüm. Ve bu makale de, daha önce postmodernin nostaljik boyutunu ironik boyutu lehine görmezden gelmeyi niçin tercih ettiğimi anlama ve tamamlanmamış görev duygusuyla başa çıkmaya çalışma denememi temsil etmektedir. Kişiliğimdeki bu noksanlığı itiraf etmek zorunda olmama rağmen, durumu basitçe tamamen nostaljiden uzak bir insan oluşumla açıklamak yeterli olmaz. Aynı zamanda, yıllar boyunca sayısız iş arkadaşımın ve öğrencimin şaşkınlıkla ve şüphesiz, halime gülerek fark ettiği ve anladığı üzere, ironiden de aynı ölçüde uzak bir insanım (pek çok ironiyi kaçırdığım kesin.) Açıkçası, ironinin nostaljiden daha karmaşık, daha ilginç, daha “üstün” olduğuna inanıyordum ve bu inancım yüzünden günümüzde ironi ve nostalji arasında var olan son derece gerçek ve son derece tedirgin gerilimi ihmal ettim.
Burada sadece postmodernin kendine özgü kültürel biçimlerine odaklanmayı planlamıyorum, çünkü çağdaş kültürün belirli formlarının da daha genel bir değerlendirmesini yapmak istiyorum: bunların hepsi eleştirel ve yapısökümcü olma konusunda suç ortaklığı yapıyor dolayısıyla hepsi postmodern değildir. Fakat ironi ve nostaljinin kesişimini mimari formlar aracılığıyla ve gerçek anlamıyla kamuoyuna sunan, postmodernizmdir. Başlangıçta tartışmalar özellikle bu kesişme üzerinde odaklanıyordu: postmodern mimarinin çift kodluluğuna, kasıtlı (ama ironikleştirilmiş) olarak insanlar tarafından inşa edilen ortamın tarihine dönüşüne cevap niteliğindeydi. Bu dönüş, modern mimarinin gösterişçi bir tavırla geçmişi reddedişine, geçmişi reddederken şehrin tarihi dokusunu da görmezden gelişine verilen bir tepkiydi. Tartışma, temelde şu sorular üzerine odaklanıyordu: geçmişe böyle postmodern bir dönüş yapılması, idealleştirilmiş, daha basit bir “gerçek” toplum değerleri dönemine muhafazakâr –ve dolayısıyla nostaljik– bir kaçışın örneği sayılabilir miydi? Yoksa, ironik mesafesi aracılığıyla, “modernite ve sürekli modernleştirmeye duyulan sorgusuz sualsiz inanca karşı hakiki ve meşru bir hoşnutsuzluğu” mu ifade ediyordu? Mesele kısa sürede dönüşüm geçirip şu soruya dönüştü: Aynı kültürel varlık nasıl bu kadar farklı yorumlanabiliyor; ironik ya da nostaljik veya hem ironik hem de nostaljik olarak değerlendirilebiliyordu? Amerikan televizyon dizisi “All in the Family”, bu iki değişkenliliğin iyi bir örneğiydi. –Dizi yaratıcılarının, yanlışlıkların ironiyle açığa çıkarılması olarak nitelendirdiği– sözde ilerici ve yenilikçi bir amaç güttüğü söylense de, anlaşılan o ki, dizinin kahramanı Archie Bunker’ın toplumun çeşitli kesimlerinden çok sayıda insan tarafından sevilmesinin nedeni, şovun muhafazakâr, hatta açıkça nostaljik bir tavırla, büyük olasılıkla bilinçli olarak inkâr edilen fakat derinlerde hissedilen tepkilere hitap etmesiydi.