Akademik İncelemeler
Sayı:1 Cilt:1 Yıl:2006
Şerif Benekçi’nin Romanlarında İnsan ve Toplum
Hakan Değirmenci*
Özet
Ünü çapını aşamamış romancılarımızdan biri olan Şerif Benekçi, beş
romanı, değişik dergi ve gazetelerde yayınlanmış yüzlerce hikâye, deneme
ve sohbet yazılarında sergilediği sanatkârlığıyla son dönem Türk
edebiyatının seçkin yazarlarından biridir.
Fransız natüralisti Emile Zola’nın belirttiği gibi, roman yol boyunca
gezdiren bir dikiz aynası gibidir. O aynada hayata dair her şeyi görmek
mümkündür. Bu durumda insan ve toplum kavramları da aynadan
yansıyacak önemli başlıklardan ikisi olarak karşımıza çıkacaktır.
Nihayetinde insan ve insanların oluşturduğu toplum, roman sanatında bir
materyal unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu çalışmada, sessiz sedasız yayınlanan romanlarıyla özellikle entelektüel
çevrelerin dikkatlerini çeken yazarın romanlarında insan ve toplum
meselesinin nasıl ele alındığı incelenmiş; buradan hareketle bireyin
biyolojik varlığının yanı sıra değişik açılardan psikolojik yönleri de
irdelenmiş ve Türk toplumunun son elli yılda yaşadıkları, sebepleri ve
sonuçlarıyla birlikte tahlil edilmeye çalışılmıştır.
Anahtar Kelimeler : roman, insan, toplum
Abstract
One of our novelist, hadn’t been able to exceed its own limits, Serif
BENEKCİ is among the most distinguished writers of the Modern Turkish
Literature with the attitude that he display artistry in his five books,
hundreds of stories, which were take place in different magazines and
newspapers.
As French novelist Emile Zola says “ novel is mostly like a rearview mirror
possible to see everything about life” In this state, man and society
concepts confronts as the two of the most important headlines which will
reflect from the mirror. Nonetheless, yet we see the man and the society
as a material of novel writing style.
In this study, how the writer deal with the problems of man and society in
his quietly and unobtrusively printed books, which were especially take
attentions of intellectual groups, is analyzed. From starting from that
point, in addition to the biologic existence of man in his/her
psychological aspects are scrutinized and the last fifty years of Turkish
society’s is tried to analyzed with their causes and consequences.
* Okutman, Dumlupınar Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümü
E-Posta : hakan4306@mynet.com
Hakan Değirmenci
194
Key Words : novel, human, community
Giriş
İnsan, yaşadığımız hayatın merkezinde yer alması nedeniyle,
üzerinde en çok durulan varlıktır. İnsanın -belki de- dikkate alınır ilk
özelliği de biyolojik bir varlık olmasıdır. Nitekim her insan doğacak,
yaşayacak ve ölecektir. Bu çalışmamızda insanı dışarıdan çevreleyen
ve şekillendiren amilleri psikolojik, sosyolojik, tarihî, iktisadî ve
mistik yönleriyle ele almaya çalışacağız. Yazarın insan anlayışını
ortaya koyarken, hayat-insan ilişkilerinin romanlarda nasıl işlendiği,
çalışmamızın hareket noktasını teşkil edecektir. Şehir ve köy kültürü
arasında kalan Türk insanının bocalayışı, yaşanan kültür çatışmaları
ve bunların bireyler üzerindeki tesirleri, insani ve toplumsal süreçler
bağlamında ele alınacaktır.
Çalışmamızın bir diğer odak noktası da toplum meselesidir.
Sosyolojik analizlerle yazarın toplum kavramını hangi açılardan
değerlendirdiği, toplumun hangi sorunları üzerinde yoğunlaştığı
ortaya çıkarılmaya çalışılacaktır. Özellikle köy toplumlarının kültürel
değişimi üzerinde durulacak; din görevlisi, öğretmen ve jandarma
tipleri ve bu bağlamda gündeme gelen bir takım sorunlar genel
sosyoloji, tarih ve ekonomi bilimlerinin ışığında değerlendirilecektir.
Bu esnada toplumsal tabakalaşma kavramı ve bu kavramla birlikte
akla gelen bazı meseleler neden-sonuç ilişkisi içinde analiz
edilecektir.
Özet bölümümüzün ikinci paragrafında da belirttiğimiz gibi,
roman, hayata dair her şeyin işlendiği geniş bir dünyadır. Dolayısıyla
roman incelemeleri, toplumsal çözümlemelerde ve toplumsal tarih
araştırmalarında bize veriler sağlayabilecek önemli bir kaynaktır. Bu
çalışmamızda söz konusu romanlardan hareketle, bir Doğu derinliği
taşıyan, diğer taraftan da önemli ölçüde Batı perspektifine sahip olan
Türk toplumunun son yarım asırda yaşadığı medeniyet krizine ışık
tutmak temel amacımızdır.
Şerif Benekçi’nin Romanlarında İnsan Ve Toplum
195
İnsan
Şerif Benekçi, kendisiyle yapılan bir röportajda “İnsanı ve
onun varlığını ciddiye almak gerekir... İnsanoğlu, yerin ve göğün
yüklenmekten kaçındığı emaneti kucaklaması ve varoluşun ön
sırasında durması hasebiyle en çarpıcı iniş ve çıkışları kendinde
toplar” (Taşdelen, 1990; 69). demektedir. Ona göre, insan, kâinatın en
önemli öğesidir; bütün kâinat, onun içindir. Bu nedenle insanın varlık
sahnesindeki mücadelesi dramatiktir ve yazar, insanı anlatırken bu
durumu göz önünde bulundurmuş, onun gel-gitlerle dolu serüvenine
dikkatleri çekmek istemiştir.
Benekçi’nin romanlarına bakıldığında anlatılan insan
tiplerinin, bazı küçük ayrıntılar dışında, genellikle aynı özellikleri
taşıdıkları görülür. Benekçi’nin çizdiği insan tipleri, merkezi
kahramanlar ile yardımcı kahramanlar bakımından keskin bir ayrılık
gösterir. Daha on iki yaşındayken babasını kaybeden Benekçi, hayatla
çocuk yaşta tanışmış ve şuuru genç yaşta dul kalan bir annenin
yalnızlık ve yoksulluk ortamında uyanmıştır. Belki bu nedenle
romanlardaki merkezi kahramanlar son derece aktif, mücadeleci, dışa
dönük ve aydın tiplerdir. Denilebilir ki romanlardaki merkezi
kahramanlar, yazarın çocukluğundan itibaren orta yaş dönemine doğru
kendi ruh ve düşünce gelişiminin aşamalarını yansıtır. 1 Yazar, bu
kişilerin psikolojik bunalımlarını, ruhlarında esen fırtınaları, hayata
karşı duruş ve mücadelelerini vermeye çalışırken anlatıcı kimliğini
gizlememiş, bir bakıma Şerif Benekçi’yi anlatmıştır. Buna karşılık,
yardımcı kahramanlar genellikle içine kapanık, pasif, olaylar
karşısında çekingen ve şüpheci bir tip özelliği gösterirler.
Romanlarda genel olarak şehir ve köy kültürleri arasında kalan
Türk insanının bocalayışı gözler önüne serilmiştir. Her iki kültürü de
tam olarak benimsemeyen bu insan tipinde iki ruh, iki çehre sürekli
çatışma halindedir. Karşımıza çıkan bu insan aslında Benekçi’nin
kendisidir. Bir başka ifadeyle Benekçi, romanlarında, gerçek yaşamda
kendi içinde taşıdığı ve sürekli çatıştığı kendi “ben”ini anlatmıştır.
1 Şerif Benekçi ile muhtelif zamanlarda yaptığımız mülakatlardan, dergi ve gazetelerde
kendisiyle yapılan röportajlardan edindiğimiz izlenimler, bizde, yazarın romanlarındaki
merkezi kahramanların bazısı ile kısmen, bazılarıyla da daha belirgin şekilde özdeşleştiği
kanaatini oluşturmuştur.
Hakan Değirmenci
196
Kumsalı Olmayan Ada romanında Salih Bağcı, kendine ait
olmayan bir çevrede, gurbette yediği vurgunla kimlik arayışına
girişmiştir. Onun bu arayış esnasındaki ıstırapları romanda şöyle
verilir: “Birden yüreğimin ortasında bir ağrı duydum. Kalbim
paslanıyor muydu yoksa? Orada hâlâ beni izleyen tel örgüye baktım.
Çürümüş kazıkları, paslanmış telleriyle, ömrünün son günlerini
yaşayan bir insanı andırıyordu. Bakışlarım uzaklara, tel örgünün
insanlardan ayırdığı tarlaların yeşilliğine doğru uzandı. Orada toprak,
bir zamanlar pırlanta olan kalbimi hatırlatır gibi, ıslak yeşilliklerle
örtülüydü” (Benekçi, Kumsalı Olmayan Ada, 1991; 139). Yazar, bu
kısımlarda tasvirlerle kahramanının psikolojisini vermeye çalışmıştır.
Roman kahramanının ruh halindeki bu gerilim, bir süre sonra
kahramanın biyolojik varlığına da tesir etmeye başlar. “Tel örgü
boyunca yürümeye devam ettim. Daha on adım atmadan, ağırlığımdan
bir şey eksilmediğini gördüm. Dizlerim ağrıyordu. Bacaklarım
çürüyor muydu yoksa? Önce bacaklarımda duyduğum ürperti, giderek
bütün vücuduma yayıldı” (Benekçi, Kumsalı Olmayan Ada, 1991;
141) Salih Bağcı, istemediği halde itildiği bu yalan dünyadan iyice
bezmiş durumdadır. “Genç adam...hayatı bir dizginle kavramanın
mümkün olmadığını düşünüyordu. Bütün hücrelerim el olsa, her biri
bir dizgini kavrasa da nafile. Kaygan ve kaypak bir kürede insan
yalnızsa ne yapsın? Yalnızlık Allah’a mahsus, derdi annem. Allah’a
mahsus olan yalnızlığın altından kul nasıl kalksın? Ortak ve mutlak
amaçlar nerede? Birliktelik, bölüşmek, omuz vermek nerede? Nerede
insanlık?” (Benekçi, Kumsalı Olmayan Ada, 1991; 290) Böylesine
fikri bunalımlar içinde çırpınan roman kahramanı, mücadele etmeyi
değil, kaçmayı tercih etmiştir: “Salih, köyüne arttık dönemeyeceğini
şimdi daha iyi anlıyordu. Bu yörenin, dahası bu iklimin insanı değildi”
(Benekçi, Kumsalı Olmayan Ada, 1991; 292) Kaçmayı, bir bakıma
kolay olanı tercih eden Salih Bağcı, altı ay sonra Manisa Ovası’ndan
küçük bir çiftlik almış, orada küçük ve sade bir hayat sürdürmüştür.
Bu, aslında toplumun baskısından ve cehaletinden bunalan Türk
aydınının büyük ve genel davaların mücadelesini vermekten vazgeçip,
kendi özel meselelerinin mücadelesini vermeyi tercih etmesidir.2
2 Mücadeleden vazgeçme ve kaçma şeklinde özetlediğimiz bu tavır, Tanzimat’tan bugüne
kadar bir çok romanda da işlenmiş bir temadır.
Şerif Benekçi’nin Romanlarında İnsan Ve Toplum
197
Almanya ve dolayısıyla dış göç olgusunun ele alındığı Bir
Şafak Yürüyüşü romanında, kendi ülkelerinde bir kaşık suda birbirini
boğabilecek üç ayrı insanın gurbette yaşadıkları değişim ve birbirlerini
tanımalarıyla başlayan dostlukları anlatılmaktadır. Bir molla, bir
milliyetçi ve bir Troçkistin ortak bir şeyleri paylaşabilecekleri ortamın
yoklandığı (Tekşen, 1989; 9) romanda kahramanların gurbetin yalın
hakikatleri karşısında birbirleriyle kaynaştıkları görülmektedir.
Romanın ana temasını oluşturan ‘yalın hakikat’ fikri, “Bütün
anışlarım bana aittir, fakat bu ürpertili hatırlayışlar neyin nesi”
(Benekçi, Bir Şafak Yürüyüşü, 1995; 5) şeklinde daha romanın ilk
cümlesinde okuyucunun idrakinde sunulmuş ve arkasından iklimle
paralellik kurularak kahramanın psikolojisi verilmeye çalışılmıştır:
“İki yıldır içinde yaşadığım iklim, mevsim asaletinden yoksundu.
Hemen daima kurşun rengi bir gökyüzü, akşam saatlerinde giderek
yoğunlaşan puslu bir hava bulurdum başımın üzerinde” (Benekçi, Bir
Şafak Yürüyüşü, 1995; 5). Romanda işlenen konu, yani hayat ve insan
merkezli bir takım meseleler, daha başlangıçta, romanın adında
kendini hemen ele vermektedir: Bir Şafak Yürüyüşü. Hayata
idealleriyle bağlı bir gencin, hayatın hakikatleri karşısında bir bir
tükenen hayalleri romanın ilerleyen bölümlerinde verilirken yazar, bu
kısımlarda iç diyologlara sık sık başvurmuştur. “Lise ve ardından
üniversite yıllarımda ben, çevremi, ülkemin tüm insanlarını ve hatta
tüm dünyayı kucaklayan bir devdim. Sonra bu dev, askerlik ve
ardından gelen iki yıl içinde, önce kıtaları ve onları birbirine bağlayan
okyanusları attı sırtından. Ardından ülkemi, biraz temkinli, düşünce
kırılıverecek yumurta torbası gibi, usulca indirdim kucağımdan. Cami
avlusuna veledini bırakan ana gibi, dönüp dönüp baktım ardımdan.
Zaten bütün boğuşmalar bu vatan için, bütün hırlaşmalar bu millet için
olmuyor muydu? ... Almanya’ya gelişimin üçüncü yılında tüyü
yolunmuş şaşkın bir kaz yavrusu gibiyim. Devlik hak getire, cüce bile
olmadığımı anlayalı bir tuhaf olmuştum. ... Her yönden döküldüğümü,
maddî ve manevî her iki yönden sefaletimi tüylerim ürpererek fark
ettim.” (Benekçi, Bir Şafak Yürüyüşü, 1995; 23). Benekçi’nin hemen
bütün romanlarında olduğu gibi, Bir Şafak Yürüyüşü romanında da
kahramanımız hayatın, bilhassa gurbet hayatının insan psikolojisi
üzerindeki tahribatını en azından -belli bir süre- hissetmemek ve
yorgun düşen bedenini dinlendirmek için uykuya sığınmıştır. Bu
kısımlarda roman kahramanı uyku ile hayat ve insan kavramları
Hakan Değirmenci
198
hakkında felsefî değerlendirmeler yapmıştır: “Uykuyla zaman,
rüzgarla kuytu arasındaki ilişkiyi hatırlatır bana. Rüzgar, varsın dalları
uğuldatsın, kalın ağaç gövdelerini sallasın; umurunda mıdır kendini
kuytuya atmış adamın? Zaman diye bir şey varsa, benim de sığınacak
uykularım var. Şu dünyada ne hiçbir şey uyku kadar haz verdi bana,
ne de uyanmak kadar nefret ettim hiçbir şeyden. Ne çocukluğumda
oyun, ne de ilk gençlik yıllarında yaşadığım gönül ürpertileri; hiç biri
ama hiç biri uykunun tadını vermedi bana. Var olmak zor, uyanmak
daha da zor. ... Koskoca bir toplumu uyandırıp ayağa kaldırmak
uğruna tükettiğim on dört yıl. Belki gözlerimi mutlu bir dünyaya
açmak içindi.” (Benekçi, Bir Şafak Yürüyüşü, 1995; 62). Gözlerini
mutlu bir dünyaya açamayacağını anlayan roman kahramanı, tüketilen
on dört yıldan sonra pişmanlık hissi içinde değildir; ancak ne taraftan
bakılırsa bakılsın bir gönül yorgunluğu yaşamaktadır ve vazgeçmişlik
psikolojisi içindedir. Esasen buradaki kahramanın hayat içindeki
duruşu ve olaylar karşısındaki vazgeçmişlik şeklinde özetlediğimiz
tavrı, Benekçi’nin diğer romanlarındaki kahramanları için de söz
konusudur. Yazar, çizmeye çalıştığı mücadele insanı portresinde
ısrarcı değildir; O, yalnızca çevremizde her an görebileceğimiz türden
insan’ı anlatmıştır. Dolayısıyla ‘gerçek hayat’ın içindeki kahramanları
da o türdendir; sevdalarıyla, idealleriyle, yenilgileriyle ve
vazgeçmişlikleriyle, kısacası takatleriyle ‘gerçek insan’lardır.
Aynı romanda, merkezi kahramanlardan Mehmet ile Hasan
Bey arasındaki diyalogda, insan bahsi, ilahî bir bakışla
değerlendirilmiştir. Hasan Bey, konuşmasında “Biz insanı en güzel
özelliklerle yarattık”3 ayetinden hareketle, “Şimdi, insaf edip
çevremize şöyle bir bakalım ya da yaşadığımız ortamı göz önünde
bulunduralım. Hani güzellikler nerede? Görebiliyor muyuz
çevremizde güzellikten bir kesit? Beyler, dünya çirkef çarşısına
dönmüştür. Önce insan güzelliğini yitirdi” (Benekçi, Bir Şafak
Yürüyüşü, 1995; 282) demiştir. Hasan Bey’e göre, yaratılanların en
güzeli olan insan, zamanla sevimsiz bir mahluk olmuş, buna bağlı
olarak, insanların yaşadığı dünya, ‘çirkef çarşısı’na dönmüştür.
3 Bkz. Kur’an, Tîn Suresi, 95/4
Şerif Benekçi’nin Romanlarında İnsan Ve Toplum
199
Güvercin Geçidi romanında, insanın yalnız bir varlık olduğu
gerçeği vurgulanmıştır. Buna göre insan, neye, ne kadar yaklaşsa da
neticede yalnızdır. İnsanlar arası münasebetlerde her şey
konuşulmamakta, konuşulsa bile detaya inilmemekte, inilse de bir
ayrıntıya gelince yol mutlaka çatallaşmaktadır. İnsan bütün bunların