“Daha İyi Anlamak İçin Daha Fazla Açıklamak” İsteyen Bir Yorumbilimci: Paul Ricœur
Mehmet Rifat
–Okuma Notları–
• O kendi düşüncesini başkalarının düşüncelerinden hareketle oluşturdu: Bu açıdan alçakgönüllü bir söylemi her zaman ön planda tuttu.
• Yorumbilimsel anlayışının gücünü öteki insan bilimleriyle olan ilişkisiyle ölçmek istedi. Ona göre, felsefe de bilimlerle ilişkisi olursa yaşayabilirdi. Bu nedenle, antropolojiyle, dilbilimle, psikanalizle, estetikle, göstergebilimle, analitik felsefeyle, bilişsel (kognitif) bilimlerle, tarih bilimiyle, iktisatla, siyaset bilimiyle vb. bağlantı kurdu. Bu dalların yaklaşımlarını yorumladı, onlarla tartıştı, onlardan kavramlar aldı.
• Öteki’nin bilgisiyle çatışmayan, Öteki’nin bilgisiyle tartışmayan bir bilgiye yorumbilimsel anlayışında yer vermedi. Öteki felsefecilerle, yazarlarla düşsel, hayali konuşmalar yaptı. Çatışmayı insan eyleminin temel yapısı olarak gördü. Ötekini sürekli devreye sokan yaklaşımının her aşamasında, karşılıklı konuşmanın hazzı, karşı karşıya gelmenin, buluşmanın mutluluğu en önemli itici güç olarak kaldı. Başkaları onun “cehennem”i değil, mücadelesinin, mutluluğunun, başarısının bir parçasıydı: Ötekiliği bir düşünsel büyülenme olarak görüyordu.
• Karşısına çıkan her engelin doğrudan üstüne gitti ve bundan kendine bir dayanak yarattı.
• Ama başkalarını eleştirmekten de geri durmadı. Ancak, eleştirisini her zaman tahrip etmeden yaptı.
• Yorumbilim felsefesinin merkezine insanı, insan deneyimini aldı. Felsefesini insan deneyimi çevresinde geliştirdi. İnsan deneyiminden hareket etmesi de düşüncesine somutluk kazandırdı.
• En basit şeyleri en karmaşık yanlarıyla görmek hemen her metninde karşımızda çıktı. Ele aldığı konuların karmaşıklığını, derinliğini, çelişkilerini görmeye dikkat etti.
• Paradoksları düşünürdü: Ona göre her sorunun çözümlenmemiş bir yanı, bir kalıntısı vardı. Çözümlere, tam anlamıyla çözümlere ulaşmak diye bir şey yoktu onun için. Her sorunun çözümlenmemiş yanından hareketle yeni bir sıçrama yapmaya çalıştı.
• Açıklamak ve Anlamak: XIX. yüzyılın sonlarına uzanan ve yorumbilimsel araştırmalardan gelen eski bir karşıtlıktı bu. Bir metin karşısında takınılan birbirine karşıt iki tavrı, iki bilgi çeşidini gösteriyordu: Bir yanda olguların açıklamasına dayanan ve doğa bilimlerine özgü olan bilgi; öte yanda anlamaya dayalı olan ve felsefe, edebiyat gibi düşünsel etkinliklerce benimsenen bilgi. Ricœur’ün bir dönem görüşlerinden etkilendiği ve hakkında Mikel Dufrenne ile birlikte bir kitap (Karl Jaspers et la philoso-phie de l’existence,1947) yazdığı Karl Jaspers, açıklamak ile anlamak arasındaki ilişkiyi, daha doğrusu karşıtlığı şöyle tanımlar: “Yanlış anlaşılmaları ve anlaşılmazlıkları önlemek için […], anlamak terimini, psikolojik açıdan birbirinin içine geçme yoluyla elde edilen bilgi için kullanıyorum […] Nedenden sonuca uzanan nesnel bir bağın dışarıdan gözlemlenerek doğa bilimlerinin yöntemleriyle ortaya çıkarılması hiçbir zaman anlama değildir, her zaman için açıklamadır.” (Psychopathologie générale, 1933,
s. 25). İşte çağdaş insan bilimleri böyle bir ayrımla karşılaşınca rahatsızlık duymaya başladılar, çünkü kendilerini bu tür bilgilerden hangisine adayacaklarını bilemiyorlardı. Ricœur de bu tür bir karşıtlığı sürdürmek yerine uzlaştırma yoluna gitti. Ona göre, açıklama ile anlama birbiriyle çatışmaz: Birbirlerinin yerine geçerler, sonunda da biraraya gelirler. Çünkü açıklama sonuçta anlamaya yarar.
Dünya ve onu gözlemleyen, onu anlamaya çalışan insan arasındaki ilişkilerin engellendiği ya da askıya alındığı bir evren olarak metin yapısal türden bir açıklamayla birlikte ele alınabilir. Böyle bir açıklama Ricœur’e göre elbette geçerlidir: Yani metin dış dünyası ve yazarı olmayan bir anlamlı bütün olarak ele alınabilir, dış dünya yokmuş gibi metnin kapalılığı içinde kalınabilir. Böyle bir olasılık vardır ve uygulanmaktadır: Sözgelimi dünyadaki anlatılar aşamalı evreleri olan (hiyerarşili) bütünler olarak betimlenebilir. Ancak mitler dikkate alındığında, Ricœur’e göre, böyle bir betimleme, mitlerin insanlar tarafından yaratılışı ve anlamlandırılışı içine girmez. İşte o zaman da öteki yaklaşım biçimi, yani anlama, yorumlama devreye girer. Bu yaklaşım da metnin (anlatının, mitin) kapalılığını açar, dış dünyayı devreye sokar, toplumsal-tarihsel bağlama gider, metnin göndergesine (referan’ına) yönelir. Yorumlama eylemi de işte bu noktada başlar Ricœur’e göre.