edebiyatokyanus
İÇERİK  
  ANA SAYFA
  YAZILAR
  => Attila İlhan Şiiri-DoDoç.Dr. Yakup ÇELİK
  => Bunalım Edebiyatı ve Modernizmin Sorunları-Svetlana Uturgauri
  => Karagöz'e Ezgi-Satı Erişen
  => Orta Oyunu Eksikliği-Nihal Türkmen
  => Orta Oyunu ve Karagöz-Nihal Türkmen
  => Dilin Yapısı ve Toplumun Yapısı-Emile Benveniste
  => Türkçe Metinlerde Bağdaşıklık ve Tutarlılık-İrem Onursal
  => Asansörle Yükseltilmek İstenen Çukurlar-Can Yücel
  => KÜLTÜR VE ÖTESİ-Cemil MERİÇ
  => Türkoloji-Cemil MERİÇ
  => Tevfik Fikret ve Batı Retoriği-Rıza Filizok
  => Estetik tarihimize bir bakış-Arslan Kaynardağ
  => MÜRSEL MECAZ-Rıza FİLİZOK
  => Başlıca Dil Bilimi Akımları-Prof.Dr. Rıza FİLİZOK
  => ZİYA OSMAN SABA’NIN NEFES ALMAK ADLI ŞİİR KİTABINDA -Yrd. Doç. Dr. Safiye AKDENİZ
  => HİKAYE VE ROMANDA “ANLATICI”YA GÖRE METİN TİPLERİ, - Yard. Doç. Dr. Safiye AKDENİZ
  => GÖSTERGEBİLİM-Yard. Doç. Dr. Mustafa Ö Z S A R I
  => TÜRKİYE'NİN ÖNEMİ-Emre Kongar
  => KÜRESELLEŞME VE KÜLTÜREL FARKLILIKLAR ÇERÇEVESİNDE ULUSAL KÜLTÜR-Prof. Dr. Emre Kongar
  => TÜRKİYE'NİN KÜLTÜREL ÖZ-ANLAYIŞI: AVRUPA BİRLİĞİ İÇİN BİR ZENGİNLİK-Emre Kongar
  => BARIŞ KÜLTÜRÜ VE DEMOKRASİ-EMRE KONGAR
  => GOP NEYİ AMAÇLIYOR, NEYİ GERÇEKLEŞTİREBİLİR-EMRE KONGAR
  => YENİ EMPERYALİZM, HUNTINGTON VE ELEŞTİRİSİ-Emre Kongar
  => KÜRESELLEŞME BAĞLAMINDA TÜRKİYE-Emre KONGAR
  => DEMOKRASİ KÜLTÜRÜ SORUNLARI-Emre Kongar
  => AVRUPA BİRLİĞİ'NE "ONURLU VE BAŞI DİK" GİRİŞ NE DEMEK-Emre Kongar
  => TOPLUMSAL VE SİYASAL GELİŞMEMİZİ ETKİLEYEN MARKALAR-Emre Kongar
  => KÜRESELLEŞME, MİKRO MİLLİYETÇİLİK, ÇOK KÜLTÜRLÜLÜK, ANAYASAL VATANDAŞLIK-Emre KONGAR
  => NİYAZİ BERKES'DE ÇAĞDAŞLAŞMA KAVRAMI-Emre KONGAR
  => KEMAL TAHİR-Hilm Yavuz
  => OYUNLARIM ÜSTÜNE-Nazım Hikmet
  => OYUN YAZARI OLARAK-Ataol Behramoğlu
  => POPÜLER EDEBİYAT- M. Orhan OKAY
  => HER SÖZ BİR ŞEY SÖYLER-Feyza HEPÇİLİGİRLER
  => Tiyatronun Kökeni, Ritüel ve Mitoslar
  => ROMANDA KURMACA VE GERÇEKLİK
  => Fuzûlî’nin Hikaye-i Leylâ ve Mecnun’u
  => SEZAİ KARAKOÇ ve HİS “;KAR ŞİİRİ”;-Selami Ece
  => İSTANBUL’UN AHMED MİDHAT EFENDİNİN ROMANLARINA TESİRİ
  => AHMET MİDHAT’A ATFEDİLEN BİR ESER: “HÜKM-İ DİL” VE MANASTIRLI MEHMET RIFAT
  => CEZMİ ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER
  => "EDEBİYATEĞİTİMİ"NDE "EDEBÎ METİN"İN YERİ VE ANLAMI
  => Mustafa Kutlu ve Rüzgârlı Pazar
  => BİR BİLİM ADAMININ ROMANI” ÜZERİNE GEÇİKMİŞ BİR TAHLİL
  => ÖLÜMÜNÜN 50. YIL DÖNÜMÜNDE
  => “MİT”TEN “MODERN HİKÂYE” “HİKÂYE”NİN SERGÜZEŞTİ
  => EDEBİYAT DİLİ/EDEBÎ DİL
  => BİR NESLİN VEYA BİR ŞAİRİN ROMANI: MÂİ VE SİYAH
  => İSTİKLÂL MARŞI’NIN TAHLİLİ
  => CAHİT KÜLEBİ
  => TEVFİK FİKRET’İN ŞİİRLERİNDE TRAJİK DURUM
  => MEHMED RAUF’UN ANILARI yahut EDEBÎ HATIRALARIN YAYIMI ÜZERİNE BİR DENEME
  => MEÇHUL BİR AŞKIN SON NAĞMELERİ: TEVFİK FİKRET’İN “TESADÜF” ŞİİRLERİ / YARD. DOÇ. DR. NURİ SAĞLAM
  => Tarihsel Romanın Eğitimsel İşlevi
  => ALIMLAMA ESTETİĞİ VE EDEBİYAT ÖĞRETİMİ1
  => Tanzimat Dönemi Oyun Yazarliginda Batililasma
  => SİNEMA VE EDEBİYAT TÜRLERİ
  => EDEBİYAT EĞİTİMİ, ESTETİK BİR HAZZIN EDİNİMİ
  => EDEBÎ TENKİT
  => ADALET AĞAOĞLU’NUN DAR ZAMANLAR ÜÇLEMESİNDE KİMLİK SORUNU
  => Halit Ziya ve Mehmet Rauf'un hayatları ile romanları
  => YAZIN VE GERÇEKLİK
  => MİLLÎ EDEBİYAT
  => HECE-ARUZ TARTIŞMASI/ Arş.Gör.Oğuzhan
  => AHMET HAŞİM’İN ŞİİRLERİNDE ATEŞİN DİLİ / ARŞ. GÖR. VEYSEL ŞAHİN
  => ROMAN TEKNİĞİ BAKIMINDAN YABAN
  => TANZİMATTAN GÜNÜMÜZE COCUK EDEBİYATI
  => KADIN VE EDEBİYAT
  => Şiirin Temel Özellikleri-Christopher Caudwell
  => EDEBİYAT EĞİTİMİ: HERMENEUTİK BİR YAKLAŞIM Vefa TAŞDELEN
  => VOLTAİRE VE ROUSSEAU ETRAFINDA AYDINLANMA ÇAĞI FRANSIZ YAZINI
  => TÜRKİYE’DE ULUSAL KÜLTÜR TARTIŞMALARI BAĞLAMINDA ÇAĞDAŞ UYGARLIK SORUNU
  => EDEBİYATIN DİLİ ÜZERİNE
  => TARİHİN SINIFLANDIRILMASI
  => Türk Milletini Uyandıran Adam: Attila İlhan
  => EDEBİYAT DERSLERİNİN İÇERİĞİNİN DEĞİŞTİRİLMESİ KONUSUNDA
  => "Yalancı şöhretlerin Gerçek Yüzünü Ortaya Koydum"-Hilmi Yavuz
  => AVRUPA BİRLİĞİNİ YARATAN NEDENLER VE TÜRKİYE Metin AYDOĞAN
  => DİVAN ŞİİRİYLE HALK ŞİİRİNDE ORTAK BİR SÖYLEYİŞ BİÇİMİ
  => divan şiirindeki sevgili tipini alaya alan bir roman
  => ALIMLAMA ESTETİĞİ VE EDEBİYAT ÖĞRETİMİ
  => BAĞLANMA VE ÇELİŞKİ
  => Antik Çağ’da Tarih Yazmak
  => TARİHÎ ROMANDA POST-MODERN ARAYIŞLAR
  => Kültürel Batılılaşma
  => GARPÇILAR VE GARPÇILAR ARASINDAKİ FİKİR AYRILIKLARI
  => Harf Devrimi Üzerine Yeniden Düşünmek
  => EDEBİYAT ÖĞRETİMİNDE WALDMANN MODELİ
  => KEMÂL AHMED DEDE VE TERCÜME-İ MENÂKIB-IMEVLÂNÂ’SI
  => TARİHSEL GELİŞİM SÜRECİ İÇERİSİNDE URDUCA
  => Avrupalılaşmak mı, Avrupalılaştırmak mı?CEMİL MERİÇ
  => ŞAİRANE BİR ÇEVİRİ yahut TOPLUMBİLİMİN SERÜVENLERİ Cemil MERİÇ
  => 47 LİLER YAHUT BİR ROMANIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
  => ZAMAN, ZAMAN – I TERAKKİ Cemil Meriç,
  => Kırk Ambar (Cilt1)
  => KADIN RUHU, Cemil Meriç
  => Umrandan Uygarlığa-C.Meriç
  => Balzac’tan önce modern roman-Cemil Meriç
  => ARİSTARK’LA ZOİL-c.meriç
  => ELİNDE CENNET AÇAN ZEND AVESTA- c.meriç
  => SELEFÎLİK–SÛFÎLİK VE ÂKİF-SÜLEYMAN ULUDAĞ
  => Mehmet Âkif- Mâhir İz’e Yazdığı Mektuplar
  => DİDO SOTİRİYU’NUN ROMANI GİBİ BİR ROMANIMIZIN OLMAYIŞI
  => HİLMİ YAVUZ’UN DENEMECİLİĞİ
  => İRONİ KAVRAMI, GERÇEKÜSTÜCÜLÜK VE ERCÜMEND BEHZAD LAV ŞİİRİ ÜZERİNE
  => OKUNAMAYAN ROMANLAR
  => Gelenekçilik Geleneğe Dahil Değil
  => Türk Tiyatrosunda İronik Söz, İronisiz Metin
  => Postmodernist İroni
  => NÂZIM HİKMET ŞİİRİNİN SİYASİ ETKİLERİ
  => NÂZIM HİKMET ŞİİRİNDE SİNEMASAL ÖĞELER
  => Savaş
  => Newton, Goethe ve Sosyal Bilimler
  => Bir Afyon (!) Olarak Diktatörlükten Demokrasiye Futbol
  => Adorno Yüz Yaşında
  => Theodor Adorno: Kültür Endüstrisini Yeniden Düsünürken
  => ADORNO'NUN KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ KAVRAMI ÜZERİNE
  => ADORNO’NUN KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ KAVRAMI ÜZERİNE
  => Frankfurt Okulu
  => TARİHİ MADDECİLİK VE KAPİTALİZM - ÖNCESİ TOPLUMLARASYA TOPLUMU - FEODALİTE Asaf Savaş AKAT
  => POSTMODERNİZM GEÇ KAPİTALİZMİN KÜLTÜREL MANTIĞI
  => Postmodernizm Ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı 2
  => Postmodernizm Ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı 3
  => DİMİTRİ KANTEMİR'İN DOĞUBİLİM ARAŞTIRMALARINA KATKISI Georges Cioranesco
  => DİMİTRİ KANTEMİR'İN DOĞUBİLİM ARAŞTIRMALARINA KATKISI Georges Cioranesco 2
  => II. MEŞRUTİYET'TE SOLİDARİST DÜŞÜNCE: HALKÇILIK Zafer Toprak
  => II. MEŞRUTİYET'TE SOLİDARİST DÜŞÜNCE: HALKÇILIK Zafer Toprak 2
  => Türkoloji Araştırmaları Makaleler Veritabanı
  => Yeni Makaleler
  => Türkoloji Araştırmaları Dergisi
  => Türkoloji Makaleleri
  => ŞAİR DUYARLILIĞI Afşar TİMUÇİN
  => Yazılar.....
  => SEÇME YAZILAR
  => EDEBİYAT Tez / Makale / Kitap ara
  => Orhan Pamuk: Babamın bavulu Nobel konuşması
  => PiVOLKA'da Çıkan Yazılar
  => Amin Maalouf Üstüne
  => Öykünün Yüzyılı /Feridun ANDAÇ
  => Cumhuriyet Dönemi Türk Felsefesinde Bir Hareket Noktası Olarak Teoman Duralı-oktay taftalı
  => Sofist Bilgeliğin "Empirist" Dayanakları Üzerine 0.TAFTALI
  => Birlik ve Liderlik Hayalleri O.TAFTALI
  => Eğitilemeyen Bir Varlık Olarak İnsan O.TAFTALI
  => Çağdaş Bir Tarım Toplumuna Doğru O.TAFTALI
  => Sosyo-Politik Bağlamda Bir Dekadans Olarak Bilgi Toplumu O.TAFTALI
  => Aşkla Varolan Hayatlar O.TAFTALI
  => Batı Medeniyetinin Mutsuz Çocuğu Entelektüel O.TAFTALI
  => Nihat Genç Yazıları
  => Batılı Tarih Bilimi ve Tarihin Mantığı
  => Bir Hayat Alanı Olarak Aile O.TAFTALI
  => Bir Savaşın Kavramları Üzerine
  => Çalışma ve Erdem Kavramları Arasındaki İlgi Üzerine O.TAFTALI
  => Değer Üreten Hayatlar
  => Doğu'nun Hayal Ülkesi O.TAFTALI
  => Dostlukla Yükselen Hayatlar O.TAFTALI
  => Şiirimizin Hazin Sonu O. TAFTALI
  => Soğuk ve Sıcak Hayatlar OKTAY TAFTALI
  => Yalanın Fenomenolojisi O. TAFTALI
  => Günümüzde Medya Kılavuzluğu - Günümüzde Medya Kılavuzluğu
  => Ermeni Meselesinin Kökenini Batının Irkçılığında Aramak Lazım Prof. Dr. Türkkaya Ataöv
  => Osmanlı’dan Lozan’a Musul-Kerkük
  => “Sözümü Tutamadım, Artık Yaşayamam” Turhan Feyizoğlu
  => Gerilla Mustafa Kemal ve Türk Yurtsever Kurtuluş Hareketi Turhan Feyizoğlu"
  => SİYASİ TARİH YAZILARI -YEREL TARİH YAZILARI
  => Yazarlar - yazılar
  => TÜRKİYE’DE MUHAFAZAKÂRLIĞIN DÜŞÜNSEL - SİYASAL TEMELLERİ
  => yazılar 1
  => yazılar2
  => türk dünyası
  => Derin devlet
  => YAZILAR,
  => SOSYOLOJİ.
  => YAZILAR,,.
  => TANZİMAT DÖNEMİ
  => İdealizm-Realizm
  => Cemil Meriç..
  => ilhan berk
  => NİYAZİ BERKES’İN TÜRK KİTLE İLETİŞİM TARİHİNE KATKILARI
  => yazılar.
  => yazılar..
  => yazılar,
  => yazılar,,
  => yazılar.,
  => YAZILAR.
  => YAZILAR..
  => YAZILAR-
  => YAZILAR-,
  => yazılar.1
  => y.1
  => y.2
  => y.3
  => y.4
  => y.5
  => y.6
  => y.7
  => y.8
  => y.9
  => y.10
  => y.11
  => y.12
  => y.13
  => y.14
  => y.15
  => y.16
  => y.17
  => y.18
  => y.19
  => y.20
  => y.21
  => y.22
  => y.23
  => y.24
  => y.25
  => y.30
  => y.31
  => y.32
  => y.33
  => y.34
  => y.35
  => y.36
  => y.37
  => y,38
  => y.39
  => y.40
  => y.41
  => y.42
  => y.43
  => y.44
  => y.45
  => y.46
  => y.47
  => İnsan-Mekan İlişkileri
  => SANAT VE ELEŞTİRİ
  => Türkiye’de olumsuz Pierre Loti eleştirileri
  => TÜRKiYE’DE MODERN EDEBİYAT ELEŞTİRİSİ
  => ATATÜRK,
  => MAKALELER:
  => MAKALELER,
  => yz
  => yz1
  => yz2
  => yz3
  => yz4
  => yz5
  => yz6
  => yz7
  => yz8
  => FRIEDRICH NIETZSCHE’NİN TARİH ANLAYIŞI
  => Edebiyat Nedir?
  => YM1
  => YM2
  => YM3
  => YM4
  => YM7
  => YM8
  => YM9
  => İbn Battûta’da “Ahı” Kelimesi ve Anadolu
  => Simone de Beauvoir: Abjeksiyon ve Eros Etiği
  => Toplumsal Cinsiyet Düzenlemeleri
  => Psikanalitik ve Post-Yapısalcı Feminizm ve Deleuze
  => Tarihsel Bir Perspektif Üzerinden İroni Tür ve Tekniklerinin Gelişimi ve Bazı Uygulama Örnekleri Tarihi Gelişim
  => İroni ve Melankoli*
  => İroni, Nostalji ve Postmodern
  => “Daha İyi Anlamak İçin Daha Fazla Açıklamak” İsteyen Bir Yorumbilimci: Paul Ricœur
  => Kendi (Paul Ricœur Üstüne)
  => Sersemleşme Okulu
  => Osmanlı ve Avrupa Arasındaki Karşılıklı Etkileşimde Etnomaskeleme
  => Antik Yunan Tragedyasının Metafiziği
  => Sonbahar Mitosu: Tragedya*
  => Ayrışma, Çatışma ve Fanatizm
  => Fanatizm İlkelliktir
  => Tuhaf Bir Çocuk
  => Huzursuz
  => Benjamin’in Mistisizmine “Üç Yönlü Yol”
  => Renan, Irk ve Millet
  => Varlık, Benlik, Hatırlayış ve Unutuş Üzerine
  => Hangi Kilidin, Hangi Anahtarı?
  => Romanda Tarih
  => Bugün Psikanalizi Tartışmak
  => Kültürde Bakış
  => 1930 Goethe Ödülü Dolayısıyla Frankfurt Goethe Evi’nde Konuşma
  => Jacques Derrida ve Konukseverlik Sorusu
  => Metafiziğin Kalesi Hakkında Düşünmek
  => Hakların İadesi
  => Modern Etiğin İki Temel Direği Agnes Heller
  => Ezoterizme Genel Bir Giriş
  => Turnanın Semahı, Ezoterizmin Zamanı: Bektaşi ve Alevi Zaman Kavrayışla
  => Yeni sayfanın başlığı
  => Ulus-Ötesinden Hukuka Bakmak: Jürgen Habermas
  => Yeni Perspektifler Gerçeğin Çölüne Hoşgeldiniz
  => Orlan: Kırılan Ten Kubilay Akman
  => Pusudaki Ten, Vice Versa
  => Cimri ve Çöp Arasındaki Güçlü İlişki Üzerine
  => Demokrasi Kavramı Üzerine Hayli Spekülatif Bir İrdeleme
  => Benim Çöp Bayramım
  => Kamu Yeniden Kurulurken Kadınlara Ne Olacak?
  => Sonsuzluğun Sınırında: Immanuel Kant
  => Kant ve Üniversite İdeası
  => İki Yüzüncü Ölüm Yıldönümünde: Immanuel Kant ve Kantçılık
  => Kant ve Yeni Kantçılık
  => Otuz Beşinci Gece: Ruh, Can, Hayat, Ölüm, Akıl ve Öte Dünya Üzerine1
  => Ölüm Üzerine Tıbbi Çeşitlemeler
  => Ölüme Karşı Ölüm
  => Avrupa İçin Yeni Bir Ethos Üzerine Düşünceler
  => Avrupa ve Ötekileri
  => Sûfî Şiirinin Poetikası
  => Byron ve Romantiklik
  => Kötülük Toplumu ve Biçimin Muhalefeti
  => Balkanlar: Metaforların Çarpıştığı Bir Savaş Alanı
  => Badiou: Etik Üzerine
  => “Semen est Sanguis" Yahudilikte ve Hıristiyanlıkta Kan
  => Âdet Kanaması Tecrübesi: Sınırlar ve Ufuklar
  => Said ve Saidciler ya da Üçüncü Dünya Entelektüel Terörizmi
  => Kültür Endüstrisini Yeniden Düşünürken
  => Adorno ve Tanrının Adı
  => Kant, Adorno ve Estetiğin Toplumsal Geçişsizliği
  => Adorno ve Berg
  => İbn Battûta Seyahatnamesi
  => Irak Savaşı ve Sivil Etkinlikler
  => Yamalı Çelişkiler Semti: Saraybosna'dan Yenibosna'ya
  => Halkla Birlikte Bir Çağdaş Kent Söylemi Üzerine
  => Yeni Dünya Düzeninin Sonu?
  => Selçuklular Anadolu’da
  => Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubâd Dönemine (1220-1237) Bir Bakış
  => 13. Yüzyılın Başında Anadolu’da Ticaret
  => Selçuklular Döneminde Anadolu’da Felsefe ve Bilim (Bir Giriş)
  => Nietzsche ve ‘Akla’ İsyan
  => Bizans Manastır Sistemine Giriş
  => Öğrenci Radikalizmi Üzerine Düşünceler
  => 1968’i Yargılamak ya da 68 Kuşağına Mersiye
  => “Gelecekte İnsanlara Çok Güzel Görüneceğiz”
  => Nevroz, Psikoz ve Sapkınlık
  => Üniversitede Psikanaliz Öğretmeli miyiz? Sigmund Freud
  => Psikanalist Kimdir?
  => Nerelisiniz?
  => Irak’a Kant Çıkarması
  => Bizans Şaşırtıyor
  => 12 eylül dosyası
  => FETHİ NACİ: Cesur, Gerçekçi Ve Halkçı... İzzet Harun Akçay
  => SON OKUDUKLARIM- İzzet Harun Akçay
  => Sabahın yalnız kuşları-İzzet Harun Akçay
  => Bir Portre - Cahit Sıtkı TARANCI - Şükran KURDAKUL
  => ŞİİR NEDİR? Cahit Sıtkı TARANCI
  => Afşar TİMUÇİN - Şair Duyarlığı
  => Ahmet KÖKLÜGİLLER - Karacaoğlan'ın Yaşamı ve Şiirleri
  => Atilla ÖZKIRIMLI - Dadaloğlu ve Çevresi
  => Aysıt TANSEL - Metin Eloğlu
  ARAŞTIRMA-İNCELEME
  SÖYLEŞİ
  DENEME
  ATTİLA İLHAN
  ATTİLA İLHAN-KÖŞE YAZILARI
  E-KİTAP
  ANSİKLOPEDİK
  SATRANÇ VİDEO DERSLERİ DÖKÜMANLAR
  SATRANÇ OYNA
  ŞİİR
  DİL ANLATIM TÜRK EDEBİYATI - LİSE KAYNAK
  EDEBİYAT RADYO
  EDEBİYATIMIZDA ŞİİR ROMAN ÖYKÜ (dinle)
  100 TEMEL ESER (dinle)
  100 TÜRK EDEBİYATÇISI (dinle)
  SESLİ KİTAPLAR
  FOTOĞRAF ÇILIK
  E-DEVLET
  EĞİTİM YÖNETİMİ DENETİMİ
  RADYO TİYATROSU
  ÖĞRETMEN KAYNAK
  EDEBİYAT TV
  SÖYLEŞİLER - BELGESELLER TV
  RADYO KLASİK
  TÜRKÜLER
  GAZETELER MANŞETLER
  ÖYKÜ ANTOLOJİSİ
  DERGİLER - KİTAPLAR - KÜTÜPHANELER
  E-DERGİ
  KİM KİMDİR BİYOGRAFİLER
  ZİYARETÇİ DEFTERİ
  İLETİŞİM
  EDEBİYAT OKYANUS
Byron ve Romantiklik
Byron ve Romantiklik
E. Efe Çakmak


 

Missolonghi, Yunanistan, 23 Şubat, 1824.
[...] Yunanistan'a geleli bayağı oldu, doğrusu, koşullar göz önüne alındığında, burada artık durumun umulduğundan da iyi olduğunu söylemek gerek. Siyasetten bahsedip de başınızı ağrıtmak istemiyorum, savaşlar ya da depremlerden de söz etmek istemiyorum; gerçi üç gece önce epey bir sallandık ve komik sahnelere tanık olduk, zarar ziyan yok – kapılara ya da pencerelere ulaşmak için yarışan kalabalık içinde ezilenleri saymazsak tabii, ki aralarında durumu yatıştırmak için İngiltere'den gelen son gruptan birileri var [...] Sonunda yirmi dokuz Türk esirin daha salıverilmesi için onayı aldım, aralarında erkekler de var, kadınlar ve çocuklar da, hepsini evlerine, dostlarının yanına yolladım; ama dokuz yaşında bir kız çocuğu var ki –adı Hato, ya da Hatagée gibi bir şey– inat etti benimle, benim gözetimimde kalmaya, ben de onu evlat edinmeye karar verdim, Lady Byron onu İngiltere'ye getirmeme izin verirse, Ada'ya yoldaş olur diye düşündüm (hemen hemen aynı yaştalar), ona bakmak hiç zor olmaz bizim için – yok Lady olmaz derse, ben de İtalya'ya gönderir okuturum onu. Yerinde duramayan, çabuk öğrenen bir kız, kocaman kara gözleri var, Şarklı gözleri; Asyalı olduğu her halinden belli. Bütün ağabeyleri devrimde öldürülmüş.

Edward John Trelawny, Recollections of the Last Days of Shelley and Byron'da (“Shelley ve Byron'un Son Günlerinden Hatıralar”) kaydettiği üzere, Byron'un ölümünden sonra Missolonghi'de şairin çalışma masasının üzerinde, yukarıda bir kısmı alıntılanan bu mektubu bulur, kaybolmasından korkarak hemen kopyalar. Augusta Leigh'e yazılan, yarım kalmış bir mektuptur bu.
Mektupta adı geçen Hatice, Mîna Urgan'ın İngiliz Edebiyatı Tarihi'nde, oldukça nahif bir tavırla, Byron'un Türk düşmanı olmadığını, aksine Türkleri Yunanlılardan daha çok sevdiğini kanıtlamak için örnek gösterdiği Türk kızı. Bunun gibi birtakım örnekler verdikten sonra, Byron'un Child Harold'un ikinci bölümüne yazdığı uzun nottan söz ederek, sonunda, “Eğer bir Yunan İmparatorluğu olsaydı da, Türkiye bu imparatorluğun sınırları içinde bulunup bağımsızlığı uğruna savaşsaydı, Byron mutlaka Türklerden yana çıkardı o zaman,” gibi daha naif sonuçlara varır Mîna hanım.
Bilindiği gibi, ondokuzuncu yüzyılda Şark'tan çocuk almak, Said'in deyişiyle, oldukça yaygın bir “moda”dır. Byron hayranlıkla baktığı o kocaman “Şarklı gözler”in benzer bir biçimde geri bakabileceğini tasavvur edebiliyor muydu, ya da buna tepkisi ne olurdu? Acaba Lord Byron için, Mîna Urgan'ın yorumları, ya da şu anda yaptığımız şey ne ifade ederdi? Bir zamanlar çok yakınında bulunmuş olsa da dilini anlamadığı o coğrafyadan gelen bir insanın, ölümünün üzerinden bu kadar zaman geçtikten sonra onun hakkında, hem de (yukarıda Türkçe çevirisini okuduğunuz) son sözleri üzerinden bir şeyler söylemeye çalışması… Onun için anlaşılır bir şey olur muydu acaba bu durum, ya da ne düzeyde bir anlaşılırlık olurdu bu? Bu ve benzeri sorulara (ayrıca Byron'un Hatice'ye duyduğu yakınlığa), Said'in, Byron'da da rahatlıkla saptanabileceğini söylediği ve Şark'ın Romantik temsil biçimleri silsilesini açıklamakta kullandığı “popüler Şarkiyatçılık modası[nın], Gotik öykülere, sözde ortaçağ idillerine, barbarların ihtişam ve acımasızlığıyla ilgili tasavvurlara gösterilen ilgiden kolay kolay ayırt edilemeyeceği”ne yönelik yorumu çerçevesinde açıklama aranabilir belki; ama bu yazının konusu farklı.
“Romantikliği tanımlamak gibi bir işe kalkışmak için tümden aklını yitirmiş olmak” gerekse de (Valéry), romantikliğin sanatçının “yarı etkin yarı edilgen bir biçimde, nihai hakikatin dolayımlanmasına hizmet ettiği bir hareket” (Bostetter) olarak görülebileceği gibi genel bir uzlaşı olduğu da reddedilemez. Bu açıdan yaklaşıldığında, düşünsel romantikliğin şiire, şiirin düşünsel romantikliğe, bunun dışında genel anlamda romantik hareketin farklı yönelimlerine ilişkin tespitler sıralamak için sağlam bir zemin Lord Byron.

Bir yandan, Avrupa kültür tarihinde pek az nesil, Byron'un nesli gibi, bütün imgelemini bir sanatçının imgelemiyle böylesine özdeşleştirmiştir ve bu durum romantik dönem için bile oldukça romantiktir; ayrıca Byron “hem söyledikleri hem de yaptıklarıyla, adını en az Napoleon kadar” derin kazımıştır tarih sahnesine, “Byronizm Batılı bilincin tarihinde hayati önemi olan bir kavramdır” (Barzun) ki bu da, söz konusu kişi bir şair olduğundan, yine fazlasıyla romantik bir durumdur. Hatta, bu fazlasıyla soyut okumayı daha da dağıtacak olursak, Rousseau ve Byron “arasındaki ayrım, toplumsal olmayan içgüdülerin başkaldırısındaki iki evrenin ayrılığı olmasına karşın önemlidir ve bu başkaldırı hareketinin gelişme yönünü gösterir […] Rousseau duygusaldır Byron'sa acımasız. Rousseau'nun çekimserliği açıktır Byron'unki gizli. Rousseau sade olması koşuluyla erdeme hayranlık duyar Byron'sa ilkel olması koşuluyla günaha” (Russell). Byron, Carlyle ve Nietzsche'nin dile getirdiği kahramanlık kültünün “şiddetli tutkuyu öngören” bir biçiminin cisimleşmiş halidir, her kadar sonraları küçültülüp, daha köklü ve güçlü, ama daha biçimci, çok daha az tutkulu bir kahramanlık kültünün parçası sayılarak, bir efsaneye dönüştürülerek hafife alınmış olsa da. “Yüreğimizde ve kafamızda kesin doğruluk yöntemleri varsa, dine ve metafiziğin dogmalarına inanamayışımız felaket. İnsanlığın gelişmesiyle öyle ayrıntılı ve duyarlı acı çeker olduk ki, en yüksek türden kurtuluş ve teselli yolunu gerekli bulduk. Nerede Byron gibi, kabul ettiği doğruluk uğruna ölüme giden insanlar!” (Nietzsche).
Byron'u Walter Scott'la karşılaştıran William Hazlitt, The Spirit of Age'te (Çağın Ruhu), soylu şairin “[...] kendi kendisinin yazarı/yaratıcısıymış – Ve başkaca kan bağı yokmuş gibi” yapayalnız olduğunu (ki bu alıntının Schlegel'in şu deyişini anımsıttığını da kaydetmeden geçmeyelim: “insanoğlu bir sanat yapıtı gibi olmalı, doğrudan ortaya konsa ve herkese açık olsa da, yalnızca onun üzerine çalışarak ona duygu aşılayanlar tarafından görülüp anlaşılabilecek bir sanat yapıtı...”) söyledikten sonra, Byron'u, en önemli temsilcilerinden biri olduğu aristokratik başkaldırıyı karakterize edecek biçimde, şöyle anlatır:

Issız bir doruk gibidir [Byron], o kadar uzak ve öylesine yüksektedir ki, ona giden yolları katetmek olanaksızdır. Yüce bir saygınlıkta konumlar kendisini, bulutların arasındadır, ya da batan güneşlerin son ışıklarını yansıtır, şiirinin havası masallardaki titanları anımsatır, kibirli bir umursamazlıkla dağların eteklerinde kavallarını öttüren, sıradan insanları ve şeyleri atıp tutan titanları. İşlediği konuyu kendi konumuna yükseltir, ya da onu çiğner, ne onun önünde “eğilir” ne de onda kendini kaybeder. Duygudaşlıkla değil, nefretle beslenir. Her şeyden şikâyetçidir, kendisinden bile. Doğa ona gelmeli, karşısına oturmalıdır resim vermek için, o doğaya gitmez. Ayrıca ona, uygun bir saatte, yorgun olup olmadığını, keyfinin yerinde olup olmadığını öğrendikten sonra, hem de karanlık ya da büyüleyici bir elbise giyerek gitmelidir, yoksa lord hazretleri onu geri çevirecektir. Hiç huzur yoktur Lord Byron'da, yapmacıksız bir doğrudanlık bulunmaz. Her şey gergin, hırçın, aşırıdır.

Hazlitt'in Byron şiirinin havasında titanları anımsatan bir koku duyması boşuna değil; romantik şairin bu başkaldırısında, romantiklerin çok yakından ilgilendiği ortaçağın erken başkaldırısının kaynaklarından oldukça farklı, bu anlamda yeni bir gerginlik/hırçınlık/aşırılık kaynağı vardır: bu genellikle “güç sevgisi” olarak tanımlanır. Bu yüzden de, Byron ve Byronizm etkisi altındaki şiirin ve şairin kendisini titancı-kozmik bir biçimde açınladığı yaygın bir düşüncedir. Matthew Arnold da, tıpkı Hazlitt gibi, titan metaforu üzerinde durur ve Byron'un acılarını “titanlara özgü bir can çekişme” olarak betimler.
Romantiklik içindeki bu çizgi, ondokuzuncu yüzyıl Fransası'nın “sensibilité”sinden doğal olarak apayrı bir yere yerleşmiş, duygudaşlığın (sempati) yerine bir o kadar güçlü başka bir itkiyi, nefreti koymuştur. Rousseau'nun karşısında bir Byron düşüncesi, bu sebeple, kaba da olsa bir şema olarak doyurucu bir nitelik gösterir. Bu bağlamda diğer bir şematik yaklaşımsa, Fichte, Byron, Carlyle ve Nietzsche üzerinden yürüyen mantıksal bir gelişimin Hitlerle noktalandığı yönündedir ve söz konusu şematik bakışa göre Byron'un bu gelişimdeki rolü, daha önde söylendiği gibi, sonraları hafifsenmiş olsa da, büyüktür.
Öte yandan, Avrupa'nın dört bir yanında tüm çağdaşlarının ötesinde öyle etkilidir ki Byron, onun neslinden bir büyük besteci, Schumann örneğin, Byron şiirinin kendi başına, büyüleyici biçimde, fazlasıyla müzikal olduğu düşüncesiyle, özünde müziğe aktarılamayacağını söyler (babası hem yayıncılık hem de kitapçılık yapan Schumann'ın ilk tutkusu şiirdir ve o da, dönemin tüm okumuş yazmışları gibi, Byron'un yapıtını yakından tanır; Byron'un yapıtıyla müzik arasında köprü kurmaya çalışır, tıpkı Goethe'nin Faust'una yaptığı gibi). Bu dönemde Byron etkisiyle üretmek, her özgün şair ve besteci için adeta bir zorunluluktur; bir şairin, ondokuzuncu yüzyılın ortasında müziğin gelişimini böylesine derinden etkilemesi, ipleri böyle eline alması gerçekten şaşırtıcı geliyor şimdi. Schumann şiirin dile geldiğinde doğal bir kendiliğindenlikle müziğe dönüşmesini arzular ve aslında bu, ondokuzuncu yüzyılın ilk yarısının estetik düşüncesinde kendisini duyumsatan, şiirle müzik arasındaki simbiyotik ilişkiden doğan gerilime işaret eder. Bu dönemde Almanya'da romantik şair, şiiri müziğin konumuna yükselterek, dilin gücünü temsil yetisinin ötesine götürmeyi amaç edinmişti. Müzik, her şeyden önce açıkça temsile dayanmaması, bir eşdeğerlik varsayımı üzerine temellenmemesi sebebiyle sanatlar arasında en yüksek konumda bulunuyordu. Dilin böyle yüceltilmesi, onun, temsil edilemez olana, bir mutlağa daha yakın olması olanağını beraberinde getirecekti. Schumann'ın Byron'a, şiirinin müzikal olduğu yönündeki övgüsü bu arkaplanda okunduğunda anlam kazanır. Byron'a hayranlığı iyi bilinen diğer bir büyük besteci, Goethe'nin doğumunun yüzüncü yılı için hazırlanan yeni bir Tasso prodüksiyonu için bir uvertür siparişi alan Liszt, “zamanın iki büyük dâhi şairinden, Goethe ve Byron'dan” esinlendiğini söyler yapıtını teslim ettiğinde; kendi sözlerinden alıntılayacak olursak, esas olarak “Byron'un kişiliğinin uyandırdığı acıdan esinlenerek” bestelemiştir kendi yapıtını, “Alman şairin yapıtı ikinci planda” kalmıştır. Onun için Goethe “ışıltılı mutluluğun” şairidir, öte yandan Byron, soyluluğuna ve servetine karşın, “büyük acıların şairidir”.
Bu iki besteciyle örneklediğimiz, dönemin müzisyeninin Byron tutkusu ilginçtir; şairin yüzyıl boyunca müzikte nasıl temsil edildiğini ortaya koyacak bir okuma, Byron için oldukça önemli bir ikincil literatür önerir. Öte yandan bu anlamda daha kapsamlı okuma bu bestecilerin söz ve müzik arasındaki ilişkiyi nasıl kurguladıkları yönünde de fikir verir. Bunun dışında, örneğin Liszt'e dönecek olursak, Goethe'nin Byron saplantısı düşünüldüğünde, bestecinin iki şair hakkındaki yorumları oldukça ilginç, apayrı bir tarihsel ironi çıkarır karşımıza.

Böylece ironi kavramına ve Byron'un son mektubundan yaptığımız alıntıya geri dönecek olursak: Byron'un, siyaset bahsinden sonra “siyasetten bahsedip baş ağrıtmak istemediği”ni söylemesini; ya da depremleri de anmak istemediğini belirtip üç gece öncenin depremini, yani herhangi bir zarara sebep olmayan, ama “durumu yatıştırmaya gelen” birtakım İngilizlerin Yunanlılarla birlikte “panik içinde kaçmaya çalışırken ezildiği” depremi anlatmasını – tüm bunları şairin yazdığı son metnin de, yapıtının genel karakteristiği olarak tanımlanabilecek “ironinin” en azından havasını taşıdığını belirleyip, bu bağlamda ironi kavramını derinleştirmek doğru bir yol gibi görünüyor. Söz konusu metinde anlatıcının, Byron'un kendi olumsal, sevecen kimliğinin yanında, oldukça bilinçli bir vurguyla ama bezgin bir kinizmle söz aldığını görmek olanaklı, tıpkı aşağıdaki örneklerde olduğu gibi:

(Juan üzerinden, önce, erdemli, olumsal aşk acısı:)

But sweeter still than this, than these, than all,
Is first and passionate love – it stands alone,
Like Adam's recollection of his fall;
The tree of knowledge has been pluck'd – all's known –
And life yields nothing further to recall
Worthy of this ambrosial sin, so shown,
No doubt in fable, as the unforgiven
Fire which Prometheus filch'd for us from heaven.

[Ancak bunların hepsinden, her şeyden tatlı olan
İlk ve tutkulu aşktır – bir yeri vardır apayrı,
Düşüşünü hatırlaması gibi Âdem'in;
Yaprak yaprak yolundu tüketildi bilgi ağacı –
Biliniyor her şey ve yeni bir şey getirmiyor yaşam
Ölümsüzlük veren bu günaha yaraşır gibi
Bundandır masallarda hep öyle gösterilişi, bizim için
Cennetten çaldığı o bağışlanmaz ateş gibi Prometheus'un.]

(Hemen sonra bezgin kinizm ve çıplaklık:)

Man's a strange animal, and makes strange use
Of his own nature, and the various arts,
And likes particularly to produce
Some new experiment to show his parts;
This is the age of oddities let loose,
Where different talents find their different marts;
You'd best begin with truth, and when you've lost your
Labour, there's a sure market for imposture.
[Garip bir hayvandır insan ve garipçe yararlanır kendi
Doğasından ve çeşitli sanatlardan,
Ve özellikle deneyler yapmak ister yeni
İçini dışını göstermek için,
Gariplikler çağındayız herkesin başını alıp gittiği
Ve pazar bulduğu çeşitli yeteneklerin
En iyisi doğrulukla başlamak işe, işini yitirdiğinde
Nasılsa meydan açık hileciliğe.]

(Şiirin bir yapıntı, bir form olduğuna gönderme:)

All these things will be specified in time,
With strict regard to Aristotle's rules,
The Vade Mecum of the true sublime,
Which makes so many poets, and some fools:
Prose poets like blank-verse, I'm fond of rhyme,
Good workmen never quarrel with their tools;
I've got new mythological machinery,
And very handsome supernatural scenery.

[Zamanı gelince bir bir anlatılacak bunların hepsi,
Sıkı sıkıya uyularak Aristoteles'in kurallarına,
Nice şairler ve kimi aptallar türetti
Gerçek yüceliğin o yol gösterici kitabı ya;
Uyaksız şiiri sever düzyazı şairleri,
Bense uyaktan hoşlanırım, aletlerine küsmez iyi bir usta,
Yeni bir mitolojik kurgum var benim
Ve pek yakışıklı doğaüstü görünümlerim.]

Byron araştırmalarına getirdiği yeniliklerle, bir taraftan çok eleştirilse de, söz konusu çalışmalara farklı bir yön veren Anne Mellor, Romantic Irony'de Byron'un ironik tavrını Schlegel'in romantik ironi kavramına ve postyapısalcı eleştirinin şüpheci, göreli anlayışına bağlar. Nasıl ki Schlegel, yaşamın, zamanın akışkanlığı içinde çözünüp yok olacak formlar kurgulamada olumsuz bir kararlılık göstermesi anlamında ironik olduğunu öne sürüyorduysa, Byron'un Don Juan'ı da, Don Juan'ın sevecen, olumsal kişiliğiyle, anlatıcının kinizm yüklü, yıkıcı-sökücü sesi arasında ikiye bölünmüş gibidir. Bir yanda Juan figürüyle ortaya konan tastamam bir kahraman yaratır Byron ve bu kahraman aracılığıyla yaşama anlamlı, amaçlı olması anlamında içerikli, izleksel bir gelişim şart koşar, dahası bu Juan üzerinden, yukarıdaki ilk kıtada görüldüğü gibi, aşkı ve insani olanı “olumlar”; öte yandan, yukarıdaki ikinci kıtada görüldüğü gibi, anlatıcının derin bir özbilinç sergilediği kısımlar, Juan'ın daha aşağı bir düzeyde temellenen itkilerine işaret ederek insani olanı alenen “suçlar”. Mellor'a göre, tıpkı Wordsworth, Coleridge ve Shelley gibi Byron'un da tanımı ve dili aşan bir tin anlayışı, bir tür öznellik, mutlaklık kavramı vardır ve Byron şiiri, bu “hakikat”in dil dolayımında bir forma dökülmüş olduğuna dikkat çeker, bilinçli biçimde, açık bir amaçla bu forma işaret eder. Form yanılsamasından kaçış olanaklı değildir, bu yüzden Byron bize seven, inanan, başından birtakım aşk serüvenleri geçen, birtakım siyasi olaylara karışan Juan'ı verir; ama Byron'un anlatıcısı, Juan'la ortaya konan varlık perspektifini çözer, söküme uğratır, benlik, kendiliğindenlik ve kişilik formlarının hepsinin birer yapıntı olduklarına dikkat çeker. Bu noktada Schlegel'i hatırlamak gerekir: “ […] şiir tüm tanımlarında, kendisini tanımlamalıdır, daima hem şiir hem de şiirin şiiri olmalıdır”.

Byron'u romantik ironi üzerinden okumaya çalışmak pek rağbet görmemiş bir yaklaşım olsa da, romantik söylem içinde, özellikle de şiir açısından apayrı bir yeri olan “romantik ironi” kavramının üzerine gitmek bu yazının bağlamı açısından önemli.
Yunanca eironeia'nın ilk kez dikkate değer bir biçimde öne çıkması Platon diyaloglarındadır, burada ironi, örneğin Aristophanes'te olduğu gibi, doğrudan yalan çağrışımı yapmaz artık; seyirci ya da dinleyicinin fark etmesi için hazırlanan, kasıtlı, işbirlikçi bir ters yönlü anlatımdır. Daha sonraları, Marcus Fabius, ironia için sıkça alıntılanan bir tanım önerir: contrarium ei quod dicitur intelligendum est. Söylenenin tersinin anlaşılması gereken bir söyleyiş biçimi olarak ironi, romantiklik öncesinde, temsil kökenli dil için bir tür süsten öte bir şey değildir. İroni, romantizmle birlikte kuramsallaştırılmadan önce, ikincil bir nitelik taşıyan dilsel bir kalıptır yalnızca. Öte yandan romantikler için, dilin kurgul niteliğinin ve şiirselliğinin unutulması ve bastırılması, gözardı edilmesi görece basit ve yine bütünüyle temsil kökenli bir görüşe dayalı bir dünya getirir önümüze.
İroni ya da sözle dünya arasındaki yarılma, açık bir biçimde özgünlüğe gönderme yapıyordu romantiklik için. Konuşma ve dil ancak, düşünce ve kavramlar, olgusal dünyaya bir form ve imgelem bağışladığı zaman ortaya çıkabiliyor, ancak böyle varoluşa geçebiliyorlardı. Dil zorunlu olarak, özünde resimsel, yani sözde isimlendirdiği dünyadan tamamen ayrıydı. Doğrudanlık iddiasındaki dil bu yarılmanın unutulması ya da inkâr edilmesi, dilin yaratıcı ve bozucu doğumunun göz ardı edilmesiydi. Romantiklere göre dili bütünüyle ironik olarak tanımlamak, yaşamı açık, akışkan ve üretken geçmişine geri götürmekti. Böylece yaşam gramer ve sözdiziminin durağan formları içinde donup kalmayacak, ya da yalnızca söylenebilene indirgenmiş olmayacaktı. İroni daima, söylenenden farklı, söylenenin ötesinde bir anlam, bir ötekilik taşıyordu her tür söyleme. Romantiklik, hakikatin, eşdeğerlik ölçütünü esas alacak bir temsilde değil de, şiir gibi, yaratıcı bir temsil oyunu ya da benzeri bir sorgulama edimi içinde bulanabileceği düşüncesini geliştirdikten sonra, edebiyatı ayrıcalıklı bir tür biliş, kavrayış biçimi olarak tanımlamak söz konusu olmuştur.
Edebiyat hakiki olabilir çünkü o esas olarak ironiktir, dile ve durağan konumlara sürekli olarak yabancılaşmış, sorgulayan bir tavırla yaklaşır. Romantikler için edebiyat insana özgü farkındalığın yegâne alanıdır, çünkü ironiktir. Şiir ironiktir çünkü düşünüm yönünden bir tür özbilinç şart koşar. Şiirsel dil kendisini dünyanın aynası olarak tanımlamaz, aksine dilsel varlığa odaklanarak bu alanda ilerlemek gibi bir yol seçer. Şiir, dili, yaratım ve formasyon düzeyinde, henüz bu aşamada ele alıp açımlar. Yani dilin, henüz adlandırdığı şeyden ayrı, ya da adlandırdığı şeyin karşıtı olduğu bir aşama öngörür.
Romantik ironide ironi, bir tür insanlık durumudur; temelde, insan olduğumuz, konuşma, yapıntılar ortaya koyma, diğerleriyle ilişki içinde bulunma yetilerine sahip olduğumuz içindir ki yaşam asla durağan formların içine hapsedilemez; kendisine verdiği her türlü ad, her tür tanım, zorunlu olarak bir yapıntı olacak ve asla sonsuz sayıdaki yapıntı olanağının önünde duramayacaktır. Öte yandan her yapıntı, örneğin bir şiir de, karşımıza olsa olsa yaratılmış bir nesne çıkarır, tıpkı kendimizi tanımladığımızda, karşımızda durağan formlar ve tanımlar bulmamız gibi. Öyleyse her şiir bir düşmüşlüğe işaret eder, şiir akışkan, yaratıcı yaşamdan, bir tür belirli, sınırlı nesneye düşüştür.
Romantikler bu düşüşü, Hıristiyanca bir çağrışımı olsa da, doğal olarak pek de Hıristiyanca olmayan bir tavırla, bir felix culpa olarak belirlerler; çünkü böylece tinin kurgul niteliği, her zaman için yapıntılarından ayrı bir şey olmak zorundadır – yaşam ancak kendisiyle-özdeş olmadığı zaman varoluşa geçer ve yaratır ya da kendisini kendisi olarak belirler, bu ironik bir belirleme olsa da.
Kendi oluşlarına dair herhangi bir iz taşımayan diğer tüm yapıntıların aksine, gerçek şiir, kendisini düşmüşlüğü içinde açınlamak, yani onu yaratan süreçten ayrı, başka bir şey olduğunu ortaya koymak zorundadır. Hıristiyan düşmüşlüğünün aksine, ironinin düşmüşlüğü sonluluğuna ve özdeşsizliğine sarılır, onu yaşam suyu sayar.

Mellor'a göre romantik ironi, kendi deyişiyle, hem söz-merkezci geleneğe hem de bu geleneğinin reddinin nihai ürünü olarak nihilizme bir tür alternatif olarak çıkar karşımıza. Byron okumalarında postyapısalcılığa uzanırken, “[...] yapısökümcü, romantik-ironik işlemin tek bir yönünü uygulama yolunu seçer, bu yön insan dilinin ve bilincinin sınırlarının şüpheci analizi ve belirlenimidir” der ünlü eleştirmen. Mellor'ın yapısökümüyle ilgili olumsuzluk odaklı bu tespitinin kısmen doğru olduğuna değinilir sıklıkla. Çünkü yapısökümü daha olumlu bir düşünce biçimi gerektirdiği gibi, daha yapıcıdır da. Yapısökümü kaçınılmaz biçimde kendi kategoriler, hiyerarşiler ve değerler sistemini yaratır: yine Said'e dönecek olursak; “[...] açıkça ortaya koysa da koymasa da, Derrida karşıtlıklar, izlekler, tanımlar ve farklı yazma biçimleri arasında hiyerarşiler öngörür.”
Yine de, romantik ironinin belirleyici niteliği olarak söz konusu karşıtlığın olumlayıcı yanına, yapısökümünün belirleyici niteliği olarak da “tüm inançların altını oyma” itkisine vurgu yapmakla, tespitlerinin bir kısmında açık biçimde haklıdır yazar.
Mellor, Schlegel'in romantik ironisi açısından düşünüldüğünde, temsillerin ya da inançların epistemolojik geçerliliği sorununun o kadar da önemli olmadığını, bu anlamda örneğin bir şair için, yaratma ve çözülme döngüsünün sürekliliğinin tatmin edici sayılabileceğini düşünür gibidir. Böylesi bir işlemler bütününün neden zevk vermesi gerektiğiyse, yine birçok araştırmacıya göre, apayrı bir tartışma konusu.
Mellor'ın Byron ve diğer büyük romantik şairlerin seçtikleri bir konum olarak bu tür bir şüpheciliğe işaret etmesine karşılık, örneğin Peter Thorslev, Romantic Contraries'de (Romantik Karşıtlıklar) Byron'un yapıtının romantik ironi üzerinden okunmasının, bu okumanın postyapısalcı göreliliğe değin uzatılmasının olanağını sorgularken, “hiçbir büyük romantik şairin, olgulara dayanan bir tarih anlayışına ya da dilin gönderimsel olanaklarına umutsuzlukla yaklaşmadığını” söyler.
Byron'un yapıtının ve bu yapıtın ironik karakterinin, romantik ironi dışında nasıl okunacağına yönelik önerileri şöyle bir toparlayacak olursak; bir kere buna göre, Byron'un satirik şiiri bizi, “tutkulu, naif bir ‘romantik temsiller üretimi'” ve bunların “bütünüyle olumsuzlayıcı, şüpheci çözünümü” diye ayırt edebileceğimiz iki ayrı evreyle karşı karşıya getirmez kesinlikle. Daha çok, ironi, bu iki açılımın bir arada bulunmasını ve birbirini tamamlamasını sağlayan bir araç gibidir.
Öte yandan Byron'un tutkusu asla saf değildir, çünkü daima sağduyu ve ironiyle dengelenirler; şüpheciliği içinse aynı şeyi söylemek güçtür. Don Juan formların, anlamların ve değerlerin, sürekli olarak, önce yaratılıp sonra dağılmaya bırakıldığı, ve kişinin bu döngüsel işlemin sunduğu entelektüel zevkten başka bir haz bulamayacağı devasa bir romantik makine değildir. İroni burada anlamın ve formun bitimsiz başkalaşımına olanak sağlamaktan çok, bunların çeşitliliğinin ölçüsünü ortaya koymak açısından iş görür ki bu çeşitlilik, ne kadar zengin olursa olsun, belli sınırlar içindedir zorunlu olarak.
Byron'un ikiyüzlülüğe saldırısı ve şiddete duyduğu nefret, hoşgörü ve pasifizme duyduğu bağlılık, aşkı yüceltmesi ve tenselliği övmesi, özgürlük tutkusu – bütün bunlar bir kere dile gelip sonra da yok olup gitmeye terk edilecek uçucu, estetik yapıntılara değil, büyük bir yapıtın bütününde, farklı aşamalar sonucunda birbirine kenetlenmiş, birbirini yok etmek yerine bir arada var olan, bir bütünlük oluşturan, sağlam değerlere işaret eder.

İster romantik ironi bağlamında ele alınsın, isterse Don Juan'ın anlatıcısının, kimilerinin kinizm yüklü diye nitelediği satirik sesi sebebiyle anti-hümanizmin diğer bir kolunda yer aldığı düşüncesiyle değerlendirilsin, Lord Byron öncülleri, ardılları, hayranları ve karşıtlarıyla, (ve tabii aynı zamanda Byron okumaları da), romantiklik bağlamında –şairin kargaşa dolu yaşamı ve yapıtına, dahası Valéry'nin dile getirdiği gibi romantikliğin tanımlanamaz doğasına uygun düşecek biçimde– parçalı ama her durumda etkili bir görüş sunar. Mîna Urgan'dan alıntılayacak olursak: “[…] Byron Don Juan'da belirli bir öyküyü anlatmıyor, başkişisini ülkeden ülkeye götürerek, onun başına gelenleri ve binbir konuda kendi düşündüklerini gelişigüzel kaleme alıyordu”. Eğer Don Juan'ın anlatıcısı, yapıtın romantik-ironik tavrını bütünlemiyor da, Mîna hanımın söylediği gibi Byron'un “binbir konuda kendi düşüncelerini” iletmesini sağlıyorsa, Wayne Booth'a dönerek (The Rhetoric of Fiction) Byron'un güvenilir bir iç ses taklidiyle kendini sürekli yeniden yaratarak, ama söz aralarında kafalarda oluşacak soru işaretlerini de önceden görerek ve bu şüpheciliği hoşgörerek, okuruna “güvenilir bir rehberle geziyormuş” izlenimini vermeye çalıştığını söyleyebiliriz.


İLETİŞİM edebiyatokyanus@gmail.com  
   
edebiyatokyanus 640552 ziyaretçi (1178252 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol