CAHİT KÜLEBİ
(10 Oc. 1917-20 Haz.1997)
Külebi der ölüm gelir yavaştan,
Ben de bıktım bu amansız savaştan,
Dağdaki geyikten, gökteki kuştan
Beter oldum, telim teleğim bomboş.
(C.A.Kansu İçin Köylü Biçeminde Ağıt, s.233)
Cumhuriyet sonrası Türk şiirinin usta şairlerinden olan Cahit Külebi, 20 Haziran 1997 Cuma sabahı vefat etti. Şiir dünyamızdan, seksen yıllık hayatını sadece bu türe adamış büyük bir yıldız daha kaymış oldu.
Cahit Külebi’yi, hakkında yaptığım akademik bir çalışma vesilesi ile 1993’te tanıdım. Son görüşmemiz bu yılın şubatında idi. Bu iki tarih arasında beş-altı defa saatlerce yüz yüze oturup konuşma, sohbet etme imkânım oldu. Çalışmalarım müddetince büyük bir içtenlikle yardımcı oldu, sorularıma uzun uzun cevaplar verdi. Çalışmamı bitirip kendisine gönderdiğimde memnun olmuş, takdirlerini ifade etmişti. Ne yazık ki, çalışmanın kitap olarak yayımlandığını göremedi.
Cahit Külebi, 28 Kânûn-ı Evvel 1332 (10 Ocak l9l7) tarihinde Zile’nin (Tokat) Çeltek Köyü’nde doğmuştur. Asıl adı Mahmut Cahit olan şair, Doğu Anadolu’nun Ruslar tarafından işgali ve Ermeni mezalimi üzerine yurtlarını terk etmek mecburiyetinde kalan Erzurumlu göçmen bir ailenin çocuğudur. Nüfus memuru baba Necati Bey, Erzurumlu Gullebiler sülalesinden, anne Feride Hanım ise Pasinler ilçesi Aşağı Tayhoca Köyü Karabeyoğulları sülalesindendir. Hayatının ilk on-on bir yılı ve çocukluğunu Orta Anadolu’nun Çeltek Köyü ile Zile, Çamlıbel ve Niksar ilçelerinde yaşayan Mahmut Cahit, ilkokul tahsilini de bu üç ilçede (Mahalle Mektebi, Nümûne-i Terakki, Dutlupınar İlkokulu, Gazi Danişmend İlkokulu) parça parça görmüş ve 1929’da tamamlamıştır. Bundan sonra onun için gurbet yılları başlar. Önce, Sivas Erkek Lisesindeki yedi yıllık orta-lise öğrenimi için evinden ve ailesinden ayrılmak mecburiyetinde kalan şair, l936’da da üniversite tahsili için İstanbul’a gelir ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi ile Yüksek Öğretmen Okulunu bitirir (1940). 1940-1942 yılları arasında askerlik görevini tamamlayan Külebi, asker dönüşü, fakülte yıllarından tanıdığı tarih öğretmeni Süheyla Tarkan’la evlenmiştir. Bir şiirinde hayatını şu mısralarla özetler:
1917 yılında
Topraklarında doğmuşum,
Anamdan emdiğim süt
Çeşmenden, tarlandan gelmiş,
Emmilerim sınırlarında
Seninçin dövüşürken ölmüşler,
Kalelerinin burcunda
Uçurtma uçurmuşum.
Çimmişim derelerinde,
Bir andız fidanı gibi büyümüşüm
Topraklarının üstünde. (Yurdum, s.108)
Cahit Külebi eğitimcidir. Otuz yılı aşan memuriyet hayatını, Millî Eğitim Bakanlığının yurt içi ve yurt dışı çeşitli birimlerinde öğretmen, müfettiş ve idareci sıfatlarıyla çalışarak tamamlamıştır. 1943’te Antalya Lisesinde başlayan memuriyet hayatı, 1946-1954 yılları arasında Ankara Devlet Konservatatuvarında öğretmenlik ve idarecilik; 1954-1956 yılları arasında da Ankara Gazi Lisesinde öğretmenlik ve idarecilik sıfatlarıyla devam etmiş; daha sonra müfettişliğe yükselen Külebi (1956), yıllar yılı bu görevini sürdürmüştür. Müfettişlik görevi, içinden çıktığı Anadolu ve insanını, çok daha yakından tanımasına imkân hazırlamış olması bakımından önemlidir. 1960-1964 yılları arasında öğrenci müfettişliği ve kültür ateşeliği görevi ile İsviçre’de bulunan şair, yurda dönüşünde tekrar müfettişlik görevine dönmüştür. Bir ara Millî Eğitim Bakanlığı Kültür Müsteşar Yardımcılığı görevinde de bulunan Külebi, 1973’te kendi arzusu ile emekli olmuştur. Şairin hayatında belirtilmesi gereken bir başka önemli husus, otuz yılı aşan bir süre Türk Dil Kurumunda çalışmış olmasıdır. 1951’de üyelikle başlayan Kurumdaki çalışmaları, 1976-1983 yılları arasında Genel Sekreter olarak devam etmiştir.
Gençliğinde ince uzun boylu, sportmen; ileri yaşlarında ise iri vücutlu karayağız pehlivan görünümlü; çoğu zaman dışa dönük, hayatı ve yaşamayı seven bir mizaç sergileyen Cahit Külebi, aynı zamanda hassas, çabuk kırılıp içe kapanan, çekingen, evine ve ailesine bağlı, yer yer yalnızlıktan hoşlanan kişilik özellikleriyle de dikkati çeker. Özellikle yaşadığı veya müşahede ettiği birtakım olumsuzluklar, şairin içe kapanması, hayata küsmesine zemin hazırlar. Onun kişiliğini belirleyen ve en çok dikkati çeken mizaç özellikleri; kibarlık, nezaket, tevazu, çekingenlik, hassasiyet, alınganlık, onurluluk, evi ve ailesine bağlılık, işinde çalışkanlık, herkese uzanabilen geniş bir sevgi, temiz yüreklilik şeklinde sıralanabilir. Onun şiir anlayışı ve şiirleri, söz konusu mizacın kendisine ve kendisinin dışındaki dünyaya bakışı ekseninde vücut bulur.
Cahit Külebi’nin şiire olan ilgisi, ilkokul yıllarında ve Zile’de, içinde yaşadığı sosyal, kültürel ve coğrafî ortamda doğmuş; Çamlıbel ve Niksar’da su yüzüne çıkmış; Sivas’ta gelişip ilk meyvelerini vermeye başlamıştır. İlkokuldan itibaren okunan çeşitli kitaplar; Orta Anadolu kasabalarının kendilerine has sosyal, kültürel, coğrafî şartları; içinde yaşanılan aile ortamı ve Anadolu’nun yıldızlı gecelerinin, küçük Mahmut Cahit’in ruhundaki sanat cevherinin uyanmasında önemli tesirleri olduğu muhakkaktır. Ancak, Sivas Erkek Lisesi, bu açıdan çok daha önemlidir. Ahmet Kutsi Tecer gibi bir şairin idarecilik yaptığı lise, kütüphânesi, öğretmenleri ve içinde bulunduğu şehir ve bölgenin halk kültürünü çok yakından teneffüs etmesi ile Cahit Külebi için büyük bir fırsattır. Bir yandan kitap ve dergiler yoluyla dün ve günün Türk şiirini okurken; bir yandan da Âşık Veysel, Talibî, Meslekî, Ali İzzet gibi halk şairlerini dinleme, tanıma imkânı bulmuştur.
Cahit Külebi, ilk şiir denemelerini bu yıllarda ve bu ortamda kaleme almış ve Gurbet Acısı isimli şiirinin okul dergisi Toplantı’da yayımlanmasıyla (l933) edebiyat dünyasına adımını atmıştır. Ardından yine Toplantı’da yayımlanan birkaç şiirden sonra l935’te Yücel’de imzasını gördüğümüz şair, İstanbul’a geldiğinde bir süre susmayı tercih etmiştir. l938’de Varlık’ta yayımlanan "Haziran" şiirine kadar sürecek olan bu susuş, onun “çıraklık dönemi”nin sonu olmuştur. Külebi, çıraklık dönemindeki şiirlerini M. Cahit, Mahmut Cahit, Nazmi Cahit, Ahmet gibi değişik imzalarla yayımladıktan sonra Cahit Külebi’de karar kılmıştır. “Külebi” soy ismi, babasının sülale ismi durumundaki Gullebiler’den gelmektedir. Toplantı, Yücel, Gençlik, Sokak, Varlık, Ülkü, Yaratış, Kaynak, Türk Dili, Yenilik, Hisar, Hürriyet Gösteri, Yazko Edebiyat, onun sanat hayatı boyunca şiirlerini yayımladığı belli başlı dergiler olmuştur.
Sivas’ta veya ilk denemelerinde, daha çok okuduğu l930 dönemi şairlerinin açıkça tesiri altında kalan Külebi, sahip olduğu yaşın sonucu, lirik ve santimantal bir duyarlılık içindedir. O, asıl kimliği ve kendine has şiir üslûbuna l940’lı yıllarda kavuşmuş, peş peşe yayımladığı şiirleri ve ardından gelen Adamın Biri (1946), Rüzgâr (1949), Atatürk Kurtuluş Savaşında (1952), Yeşeren Otlar (1954), Süt (1965), Türk Mavisi (1973), Yangın (1980), Güz Türküleri (1991) isimli yedi şiir kitabı ile Türk şiirinde kendine has bir üslûp yaratmıştır. Altmış yılı aşan sanat hayatı müddetince l50 civarında şiir kaleme alan ve bu şiirleri pek çok dile çevrilmiş, okul kitaplarına girmiş olan Külebi, az yazan bir şairdir.
Cahit Külebi, şiirin dışındaki edebî türlere iltifat etmemiş; son yıllarda şiir ve edebiyatla ilgili çeşitli konuları ihtiva eden yazılarını Şiir Her Zaman (1985), hâtıralarını İçi Sevda Dolu Yolculuk (1986) adlı kitabında toplamıştır. Papatya Falı adlı bir tiyatro (1965); Renate (1947) ve Avrupa Konseyi Ülkelerinde Anadili Öğretimi (1974) isimli iki tane de eğitimle ilgili çevirisi vardır.
Cahit Külebi şiiri, büyük ölçüde amacı ve hedefi yine kendisi olan bir “söz sanatı” olarak benimser. Diğer güzel sanat dallarından farklı olan şiir, en soylu, en zor, en kuralsız ve insana en yakın olanıdır. Ona göre şiir; “dil çalgısında yorumlanan bir musiki”, “insanın anadili çalgısında söylenen bir türkü” veya "ulusal bir çalgıyla çalınan bir ezgi"dir. Bu sebeple başka dillere çevrilemez. Muhtevası, yapısı, şekli, dil ve üslûbuyla bir bütün olan şiire, konuda bir sınırlama getirilemez; ancak, ele alınan konunun, şiirin kendine has dünyası ve imkânları içinde kalması şarttır. Bahis konusu anlayış, şairin ne tamamen fildişi kuleye kapanmasına izin verir ne de çok açık bir fikrin, ideolojinin hizmetkârı olmasına göz yumar. "Yeni Romantizm" olarak isimlendirdiği şiir anlayışının niteliklerini; lirizm, samimiyet ve kulağın rahatlıkla duyabildiği bir musiki teşkil eder.
Cahit Külebi, daha çok müşahhasın dünyasını ifade gayreti içinde olan bir sanatkârdır. Bir başka ifadeyle, Türk Mavisi şairi, ifade dünyasını “görünen” üzerine kurar. “Görünmeyen”, soyut dünya onu pek fazla ilgilendirmez. Çünkü o, ne çok büyük ihtirasların, metafizik ürperişlerin ne ham ve basit bir ideolojinin ne de gözü yaşlı bir santimantalizmin şairidir. Külebi, belli bir çevre veya tabiat içinde, çoğu zaman müşterek olarak yaşadığımız günlük hayatın çeşitli görünümleri, ihsasları, ümitleri, kırılışları, sevinçleri ve hüzünlerinin şiiri peşindedir. İnsanı, toplumu ve tabiatı tarihî bir derinlik ve felsefî bir boyutta yakalama endişesinden uzaktır.
Külebi’nin şiirleri, muhtevaları itibariyle iki ana eksen etrafında yoğunlaşmaktadır. Bunlardan biri, ferdî ben; diğeri, ferdî ben’in dışındaki insan ve dünyadır. Birinci gruptakilerin merkezi ben olurken; ikinci gruptakilerde ise, ben'in dışındaki insan veya dünyayı merkez almaktadır. Elbette ki bu tasnif, yüzde yüz ayırıcı bir kesinlik arz etmez. Sanatkâr, şiirlerinin muhtevaları itibariyle, edebiyat kamuoyunda daha ziyade "memleket edebiyatı" çerçevesi içinde bilinmesine rağmen, şiirlerinin büyük bir bölümünde kendi ferdî ben’i üzerinde durur ve onun duygu, hayal, heyecan, ümit ve ümitsizliklerini, şiirin imkânları içinde ifade etmeye çalışır. Sevgi, aşk, özlem, ayrılık, gurbet, yaşama sevinci, yaşlanma ve öte duygusu, bedbinlik, ölüm, tabiat ve sanat, ferdîliğin asıl temalarını teşkil eder. Şairin kendi ben’ini merkez alan bu şiirler, büyük ölçüde hayatı ve hatıralarından hız alır ve bu merkez etrafında döner durur. Bu sebeple o, liriktir.
Senin dudakların pembe
Ellerin beyaz,
Al tut ellerimi bebek
Tut biraz! (Hikâye, s.14)
Cahit Külebi’nin ferdî ben’in dışındaki dünya, insan, olay ve durumlar üzerinde yoğunlaşan şiirleri, sosyal olma nitelikleriyle belirginleşmektedir. Rüzgâr şairi, bu gruptaki şiirlerinde objektifini, daha çok kendisinin dışındaki dünyaya çevirmiş durumdadır. Büyük ölçüde memleket konusu başlığı altında toplanabilecek söz konusu şiirler, onun memleketi ve insanına duyduğu derin sevgi ve bağlılıktan güç almaktadır. Yer yer romantik, yer yer de realist bir bakış açısı; sıcak ve samimî üslûbuyla memleket coğrafyası, insanı ve tabiatından manzaralar sunan Külebi, içimizden bir ses olur. Bu açıdan Cahit Külebi, Cumhuriyet sonrası Türk şiirinin ana konularından biri durumundaki "memleket edebiyatı" hareketinin en önemli şahsiyetlerinden biri olur ve bu temayülün en güzel örneklerini verir.
Sivas yollarında geceleri
Katar katar kağnılar gider
Tekerleri meşeden.
Ağız dil vermeyen köylüler
Odun mu, tuz mu hasta mı götürürler?
Ağır ağır kağnılar gider
Sivas yollarında geceleri. (Sivas Yollarında, s.16)
İnsan ve toplum değerlerindeki yozlaşma, sosyal nitelikli şiirlerin bir başka ana temasını oluşturur. Hayata, kendi mizacı ve dünya görüşü perspektifinden bakan Süt şairi, fert ve toplum hayatında gördüğü her türlü yozlaşmaya karşı çıkar. İlk dönemlerde ironik bir dil ve yumuşak bir üslûpla tenkit edilen olumsuzluklar; zamanla çok daha sert bir tenkitçi üslûpla karşılanır. Bunda giderek artan bir bedbinliğin rolü büyüktür. Belirli kişilik özellikleriyle barizleşmiş insanları (Atatürk, Baki, Karacaoğlan, Nurullah Ataç, C.A.Kansu, G. Apollinaire) ele alan portre şiirleri ise, geniş çerçevede değerlendirildiğinde, memleketten insan manzaraları olarak kabul edilebilecektir.
Davullar zurnalar döğende
Biz seni hatırlarız.
Binip trene gezende
Biz seni hatırlarız. (Atatürk Kurtuluş Savaşında, s.179)
Külebi’nin sosyal muhtevalı şiirleri, zaman zaman -özellikle l960’tan sonra- çok açık bir düşünce veya siyasî kanaatin ifade vasıtası olur ve nesrin tuzağına düşme noktasına gelir.
Cahit Külebi, şiirlerinin muhtevasında gördüğümüz bu iki temayüle rağmen, ferdî ben’i ile sen’i birbirinden tamamıyla ayırmaz. Zira onun, “sen” ile çok yakın ve sıcak bir ilişkisi vardır. Tabiat ve hayvanlardan başlayıp bütün insanlığı kapsayacak ölçüde geniş bir yelpazeye dönüşen sevgi çemberi, sen-ben ikiliğini ortadan kaldırır. Türk şiirinde, söz konusu iki objeyi, onun kadar kaynaştırabilmiş; ben-sen ikiliğini, geniş sevgi çemberi içinde birleştirebilmiş çok az şair vardır.
Cahit Külebi’nin şiirleri, yapıları itibariyle, tamamen klâsik olmasa bile, gelenekten büsbütün kopmuş da değildir. Yangın şairi klâsik bir yapı içinde şiire başlamasına rağmen zamanla serbest şiir anlayışını benimsemiştir. Atatürk Kurtuluş Savaşında ve Işık Dönencesi gibi, -biri kahramanlık, diğeri aşk epopesi- iki uzun şiir denemesinde bulunmakla birlikte, daha çok kısa metni tercih etmiştir. On beş-yirmi arası mısra ve üç-beş birimden teşekkül eden metinler, büyük ölçüde her biri bir mânâ birliği değerindeki dörtlükler üzerine kurulmuştur Orta uzunluktaki metinler, daha ziyade tahkiyenin veya manzum hikâye tarzının ön plâna çıktığı şiirlerdir. Vezin ve kafiyede de gelenekten yola çıkan Külebi, kişiliğini bulduktan sonra, serbest bir anlayışta karar kılmıştır.
Cahit Külebi’nin şiirlerindeki mısra, yapı itibariyle önemli ölçüde kısa olmakla birlikte, duygu, düşünce, hayalin ritm ve ahenk içinde ifade endişesi sebebiyle, belli bir esneklik kazanmıştır. Cümlenin kendi içinde kırılmasından teşekkül eden mısra, daha çok birim ve bütün içinde bir değerdir.
Adamın Biri şairi, şiirlerinde mantık, heyecan ve nazım cümlelerinin sentezinden teşekkül etmiş bir sentaksa sahiptir. Düz fiil cümlelerinin nesre has niteliği, gerek farklı cümle tarzlarının harmanlaması, gerekse söz konusu cümlenin kendi içinde kırılması suretiyle elde edilen nazım cümlesinin etkisiyle yumuşatılmaya çalışılmıştır.
Cahit Külebi, Türk şiirinde, ele aldığı konulardan çok, şiirlerinde sahip olduğu kendine has dil ve üslûbuyla tanınmış bir şairimizdir. Birinci Yeni’nin garipliği, şaşırtıcılığı ve mevcut şiir geleneğine tepkisi; İkinci Yeni’nin toplumdan kopukluğu, kapalılığı ve soyut imaj düşkünlüğü; Sosyal/Sosyalist Gerçekçilerin marksist ideoloji eksenindeki toplumculuğu esas alarak Türk şiir geleneğini bütünüyle alt-üst edip yeni bir şiir anlayışı oluşturma gayretlerinin hâkim olduğu bir dönemde, Türk Mavisi şairi, bize ve geleneğimize çok yakın, sıcak ve samimî bir dil ve üslûpla kendine has ve orijinal bir şiir dünyası kurmuştur.
Cahit Külebi, şiirlerinin kelime kadrosu için çok büyük ölçüde konuşma/halk dili lügatinin sunduğu imkânlara yaslanır. Deyim, ibare ve söyleyiş tarzı açılarından da bu kaynağa bağlıdır. Zaman zaman konuşma/halk dili imkânlarıyla Halk edebiyatının yüzyılların ötesinden gelen kelime, deyim, ibare ve söyleyiş tarzı imkânlarının aynı potada eritilerek ferdîleştirildiği müşahede olunur. Bu sebepledir ki, Külebi’nin üslûbu, ilk olarak yalın, açık, tabiî, sade ve samimîdir. Düşünce, duygu, hayal ve intibalar, ne dilin sarp ve karanlık dehlizlerinde muğlaklaştırılır ne de süs ve şairâneliğin sahte örtüsüyle sun’îleştirilir.
Onun dil ve üslûbunda, yukarıda belirtilen doğrultuda, bir istikrar söz konusu olmakla birlikte, az da olsa belli bir değişimin yaşandığı görülür. l955-l960’lardan sonraki dönemde, konuşma/halk dili kaynağından yazı dili kaynağına doğru bir kayma gözlenir. Bu arada Türk Dil Kurumunun “özleştirme” çalışmalarının sonuçları, şairimizin diline yansımaya başlar. Ayrıca, bazı metinlerde biraz daha kapalı imaj ve sembollerle örülmüş bir üslûp cehdi dikkati çeker.
Külebi, üslûbundaki yalınlık ve açıklığa rağmen, şiirinin, nesrin tuzağına düşmesine izin vermez. Samimî bir lirizminden hız alan metinler, mısraların nazım birimi veya bütün içindeki organizasyonu; tekrar, assonans, alliterasyon sanatları; yer yer de kafiye, redif ve veznin sağladığı ritm ve ahenkle belli bir musikiye sahip olur. Benzetmeler, onun şiirini renklendiren bir başka önemli unsurdur.
Irmaklar gibi uzaklaşır
Bir türkü kadar uzak
Tekerler iki çizgi bırakır,
Hamutlar şak şak eder, dön geri bak.
(Tokat’a Doğru, s.125)
Cahit Külebi’yi, tam mânâsıyla ve bütün şiirleriyle, Cumhuriyet sonrası Türk şiirinde görülen herhangi bir edebî grup veya anlayışa dâhil etmek mümkün değildir. Bununla birlikte, 1930 sonrası şiirimizin ana çizgilerini onun şiirlerinde görmek; bazı edebî yönelişlerin veya önemli şairlerin şiirleri ile onun şiirleri arasında birtakım benzerlikler, tesirler, yansımalar bulmak mümkündür. Söz konusu benzerlikler, tesirler veya yansımaları, edebî geleneğin kaçınılmaz sonuçları olarak değerlendirmek lâzımdır, kanaatindeyiz. Kısacası; Cahit Külebi, l930’lardan l990’lara uzanan dönemdeki Türk şiirinde, gelenek çizgisine çok yakın ve millî kaynaklardan beslenen, ama kendine has, ferdî ve orijinal bir şiir kozası örme başarısına ulaşmış bir şairimizdir. Sanatkâr duyarlılığı içinde kimi zaman kendi ben’i üzerine kapanan şair, kimi zaman da memleketine, memleketinin insanlarına yönelmiş; bu iki dünyaya ait kalıcı, güzel, sıcak ve samimî şiirler kaleme almıştır.
Bedenen Türk şiiri semasından kayan Külebi, inanıyoruz ki şiirleriyle bir yıldız gibi parlamaya devam edecektir. Türk Mavisi şairine Allah’tan rahmet dilerken sözü onun mısraları ile bağlayalım.
Şiir beklemeyin gayrı benden
Ey dünyadan gelip geçecek dostlar! (Son, s.115)