edebiyatokyanus
İÇERİK  
  ANA SAYFA
  YAZILAR
  => Attila İlhan Şiiri-DoDoç.Dr. Yakup ÇELİK
  => Bunalım Edebiyatı ve Modernizmin Sorunları-Svetlana Uturgauri
  => Karagöz'e Ezgi-Satı Erişen
  => Orta Oyunu Eksikliği-Nihal Türkmen
  => Orta Oyunu ve Karagöz-Nihal Türkmen
  => Dilin Yapısı ve Toplumun Yapısı-Emile Benveniste
  => Türkçe Metinlerde Bağdaşıklık ve Tutarlılık-İrem Onursal
  => Asansörle Yükseltilmek İstenen Çukurlar-Can Yücel
  => KÜLTÜR VE ÖTESİ-Cemil MERİÇ
  => Türkoloji-Cemil MERİÇ
  => Tevfik Fikret ve Batı Retoriği-Rıza Filizok
  => Estetik tarihimize bir bakış-Arslan Kaynardağ
  => MÜRSEL MECAZ-Rıza FİLİZOK
  => Başlıca Dil Bilimi Akımları-Prof.Dr. Rıza FİLİZOK
  => ZİYA OSMAN SABA’NIN NEFES ALMAK ADLI ŞİİR KİTABINDA -Yrd. Doç. Dr. Safiye AKDENİZ
  => HİKAYE VE ROMANDA “ANLATICI”YA GÖRE METİN TİPLERİ, - Yard. Doç. Dr. Safiye AKDENİZ
  => GÖSTERGEBİLİM-Yard. Doç. Dr. Mustafa Ö Z S A R I
  => TÜRKİYE'NİN ÖNEMİ-Emre Kongar
  => KÜRESELLEŞME VE KÜLTÜREL FARKLILIKLAR ÇERÇEVESİNDE ULUSAL KÜLTÜR-Prof. Dr. Emre Kongar
  => TÜRKİYE'NİN KÜLTÜREL ÖZ-ANLAYIŞI: AVRUPA BİRLİĞİ İÇİN BİR ZENGİNLİK-Emre Kongar
  => BARIŞ KÜLTÜRÜ VE DEMOKRASİ-EMRE KONGAR
  => GOP NEYİ AMAÇLIYOR, NEYİ GERÇEKLEŞTİREBİLİR-EMRE KONGAR
  => YENİ EMPERYALİZM, HUNTINGTON VE ELEŞTİRİSİ-Emre Kongar
  => KÜRESELLEŞME BAĞLAMINDA TÜRKİYE-Emre KONGAR
  => DEMOKRASİ KÜLTÜRÜ SORUNLARI-Emre Kongar
  => AVRUPA BİRLİĞİ'NE "ONURLU VE BAŞI DİK" GİRİŞ NE DEMEK-Emre Kongar
  => TOPLUMSAL VE SİYASAL GELİŞMEMİZİ ETKİLEYEN MARKALAR-Emre Kongar
  => KÜRESELLEŞME, MİKRO MİLLİYETÇİLİK, ÇOK KÜLTÜRLÜLÜK, ANAYASAL VATANDAŞLIK-Emre KONGAR
  => NİYAZİ BERKES'DE ÇAĞDAŞLAŞMA KAVRAMI-Emre KONGAR
  => KEMAL TAHİR-Hilm Yavuz
  => OYUNLARIM ÜSTÜNE-Nazım Hikmet
  => OYUN YAZARI OLARAK-Ataol Behramoğlu
  => POPÜLER EDEBİYAT- M. Orhan OKAY
  => HER SÖZ BİR ŞEY SÖYLER-Feyza HEPÇİLİGİRLER
  => Tiyatronun Kökeni, Ritüel ve Mitoslar
  => ROMANDA KURMACA VE GERÇEKLİK
  => Fuzûlî’nin Hikaye-i Leylâ ve Mecnun’u
  => SEZAİ KARAKOÇ ve HİS “;KAR ŞİİRİ”;-Selami Ece
  => İSTANBUL’UN AHMED MİDHAT EFENDİNİN ROMANLARINA TESİRİ
  => AHMET MİDHAT’A ATFEDİLEN BİR ESER: “HÜKM-İ DİL” VE MANASTIRLI MEHMET RIFAT
  => CEZMİ ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER
  => "EDEBİYATEĞİTİMİ"NDE "EDEBÎ METİN"İN YERİ VE ANLAMI
  => Mustafa Kutlu ve Rüzgârlı Pazar
  => BİR BİLİM ADAMININ ROMANI” ÜZERİNE GEÇİKMİŞ BİR TAHLİL
  => ÖLÜMÜNÜN 50. YIL DÖNÜMÜNDE
  => “MİT”TEN “MODERN HİKÂYE” “HİKÂYE”NİN SERGÜZEŞTİ
  => EDEBİYAT DİLİ/EDEBÎ DİL
  => BİR NESLİN VEYA BİR ŞAİRİN ROMANI: MÂİ VE SİYAH
  => İSTİKLÂL MARŞI’NIN TAHLİLİ
  => CAHİT KÜLEBİ
  => TEVFİK FİKRET’İN ŞİİRLERİNDE TRAJİK DURUM
  => MEHMED RAUF’UN ANILARI yahut EDEBÎ HATIRALARIN YAYIMI ÜZERİNE BİR DENEME
  => MEÇHUL BİR AŞKIN SON NAĞMELERİ: TEVFİK FİKRET’İN “TESADÜF” ŞİİRLERİ / YARD. DOÇ. DR. NURİ SAĞLAM
  => Tarihsel Romanın Eğitimsel İşlevi
  => ALIMLAMA ESTETİĞİ VE EDEBİYAT ÖĞRETİMİ1
  => Tanzimat Dönemi Oyun Yazarliginda Batililasma
  => SİNEMA VE EDEBİYAT TÜRLERİ
  => EDEBİYAT EĞİTİMİ, ESTETİK BİR HAZZIN EDİNİMİ
  => EDEBÎ TENKİT
  => ADALET AĞAOĞLU’NUN DAR ZAMANLAR ÜÇLEMESİNDE KİMLİK SORUNU
  => Halit Ziya ve Mehmet Rauf'un hayatları ile romanları
  => YAZIN VE GERÇEKLİK
  => MİLLÎ EDEBİYAT
  => HECE-ARUZ TARTIŞMASI/ Arş.Gör.Oğuzhan
  => AHMET HAŞİM’İN ŞİİRLERİNDE ATEŞİN DİLİ / ARŞ. GÖR. VEYSEL ŞAHİN
  => ROMAN TEKNİĞİ BAKIMINDAN YABAN
  => TANZİMATTAN GÜNÜMÜZE COCUK EDEBİYATI
  => KADIN VE EDEBİYAT
  => Şiirin Temel Özellikleri-Christopher Caudwell
  => EDEBİYAT EĞİTİMİ: HERMENEUTİK BİR YAKLAŞIM Vefa TAŞDELEN
  => VOLTAİRE VE ROUSSEAU ETRAFINDA AYDINLANMA ÇAĞI FRANSIZ YAZINI
  => TÜRKİYE’DE ULUSAL KÜLTÜR TARTIŞMALARI BAĞLAMINDA ÇAĞDAŞ UYGARLIK SORUNU
  => EDEBİYATIN DİLİ ÜZERİNE
  => TARİHİN SINIFLANDIRILMASI
  => Türk Milletini Uyandıran Adam: Attila İlhan
  => EDEBİYAT DERSLERİNİN İÇERİĞİNİN DEĞİŞTİRİLMESİ KONUSUNDA
  => "Yalancı şöhretlerin Gerçek Yüzünü Ortaya Koydum"-Hilmi Yavuz
  => AVRUPA BİRLİĞİNİ YARATAN NEDENLER VE TÜRKİYE Metin AYDOĞAN
  => DİVAN ŞİİRİYLE HALK ŞİİRİNDE ORTAK BİR SÖYLEYİŞ BİÇİMİ
  => divan şiirindeki sevgili tipini alaya alan bir roman
  => ALIMLAMA ESTETİĞİ VE EDEBİYAT ÖĞRETİMİ
  => BAĞLANMA VE ÇELİŞKİ
  => Antik Çağ’da Tarih Yazmak
  => TARİHÎ ROMANDA POST-MODERN ARAYIŞLAR
  => Kültürel Batılılaşma
  => GARPÇILAR VE GARPÇILAR ARASINDAKİ FİKİR AYRILIKLARI
  => Harf Devrimi Üzerine Yeniden Düşünmek
  => EDEBİYAT ÖĞRETİMİNDE WALDMANN MODELİ
  => KEMÂL AHMED DEDE VE TERCÜME-İ MENÂKIB-IMEVLÂNÂ’SI
  => TARİHSEL GELİŞİM SÜRECİ İÇERİSİNDE URDUCA
  => Avrupalılaşmak mı, Avrupalılaştırmak mı?CEMİL MERİÇ
  => ŞAİRANE BİR ÇEVİRİ yahut TOPLUMBİLİMİN SERÜVENLERİ Cemil MERİÇ
  => 47 LİLER YAHUT BİR ROMANIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
  => ZAMAN, ZAMAN – I TERAKKİ Cemil Meriç,
  => Kırk Ambar (Cilt1)
  => KADIN RUHU, Cemil Meriç
  => Umrandan Uygarlığa-C.Meriç
  => Balzac’tan önce modern roman-Cemil Meriç
  => ARİSTARK’LA ZOİL-c.meriç
  => ELİNDE CENNET AÇAN ZEND AVESTA- c.meriç
  => SELEFÎLİK–SÛFÎLİK VE ÂKİF-SÜLEYMAN ULUDAĞ
  => Mehmet Âkif- Mâhir İz’e Yazdığı Mektuplar
  => DİDO SOTİRİYU’NUN ROMANI GİBİ BİR ROMANIMIZIN OLMAYIŞI
  => HİLMİ YAVUZ’UN DENEMECİLİĞİ
  => İRONİ KAVRAMI, GERÇEKÜSTÜCÜLÜK VE ERCÜMEND BEHZAD LAV ŞİİRİ ÜZERİNE
  => OKUNAMAYAN ROMANLAR
  => Gelenekçilik Geleneğe Dahil Değil
  => Türk Tiyatrosunda İronik Söz, İronisiz Metin
  => Postmodernist İroni
  => NÂZIM HİKMET ŞİİRİNİN SİYASİ ETKİLERİ
  => NÂZIM HİKMET ŞİİRİNDE SİNEMASAL ÖĞELER
  => Savaş
  => Newton, Goethe ve Sosyal Bilimler
  => Bir Afyon (!) Olarak Diktatörlükten Demokrasiye Futbol
  => Adorno Yüz Yaşında
  => Theodor Adorno: Kültür Endüstrisini Yeniden Düsünürken
  => ADORNO'NUN KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ KAVRAMI ÜZERİNE
  => ADORNO’NUN KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ KAVRAMI ÜZERİNE
  => Frankfurt Okulu
  => TARİHİ MADDECİLİK VE KAPİTALİZM - ÖNCESİ TOPLUMLARASYA TOPLUMU - FEODALİTE Asaf Savaş AKAT
  => POSTMODERNİZM GEÇ KAPİTALİZMİN KÜLTÜREL MANTIĞI
  => Postmodernizm Ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı 2
  => Postmodernizm Ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı 3
  => DİMİTRİ KANTEMİR'İN DOĞUBİLİM ARAŞTIRMALARINA KATKISI Georges Cioranesco
  => DİMİTRİ KANTEMİR'İN DOĞUBİLİM ARAŞTIRMALARINA KATKISI Georges Cioranesco 2
  => II. MEŞRUTİYET'TE SOLİDARİST DÜŞÜNCE: HALKÇILIK Zafer Toprak
  => II. MEŞRUTİYET'TE SOLİDARİST DÜŞÜNCE: HALKÇILIK Zafer Toprak 2
  => Türkoloji Araştırmaları Makaleler Veritabanı
  => Yeni Makaleler
  => Türkoloji Araştırmaları Dergisi
  => Türkoloji Makaleleri
  => ŞAİR DUYARLILIĞI Afşar TİMUÇİN
  => Yazılar.....
  => SEÇME YAZILAR
  => EDEBİYAT Tez / Makale / Kitap ara
  => Orhan Pamuk: Babamın bavulu Nobel konuşması
  => PiVOLKA'da Çıkan Yazılar
  => Amin Maalouf Üstüne
  => Öykünün Yüzyılı /Feridun ANDAÇ
  => Cumhuriyet Dönemi Türk Felsefesinde Bir Hareket Noktası Olarak Teoman Duralı-oktay taftalı
  => Sofist Bilgeliğin "Empirist" Dayanakları Üzerine 0.TAFTALI
  => Birlik ve Liderlik Hayalleri O.TAFTALI
  => Eğitilemeyen Bir Varlık Olarak İnsan O.TAFTALI
  => Çağdaş Bir Tarım Toplumuna Doğru O.TAFTALI
  => Sosyo-Politik Bağlamda Bir Dekadans Olarak Bilgi Toplumu O.TAFTALI
  => Aşkla Varolan Hayatlar O.TAFTALI
  => Batı Medeniyetinin Mutsuz Çocuğu Entelektüel O.TAFTALI
  => Nihat Genç Yazıları
  => Batılı Tarih Bilimi ve Tarihin Mantığı
  => Bir Hayat Alanı Olarak Aile O.TAFTALI
  => Bir Savaşın Kavramları Üzerine
  => Çalışma ve Erdem Kavramları Arasındaki İlgi Üzerine O.TAFTALI
  => Değer Üreten Hayatlar
  => Doğu'nun Hayal Ülkesi O.TAFTALI
  => Dostlukla Yükselen Hayatlar O.TAFTALI
  => Şiirimizin Hazin Sonu O. TAFTALI
  => Soğuk ve Sıcak Hayatlar OKTAY TAFTALI
  => Yalanın Fenomenolojisi O. TAFTALI
  => Günümüzde Medya Kılavuzluğu - Günümüzde Medya Kılavuzluğu
  => Ermeni Meselesinin Kökenini Batının Irkçılığında Aramak Lazım Prof. Dr. Türkkaya Ataöv
  => Osmanlı’dan Lozan’a Musul-Kerkük
  => “Sözümü Tutamadım, Artık Yaşayamam” Turhan Feyizoğlu
  => Gerilla Mustafa Kemal ve Türk Yurtsever Kurtuluş Hareketi Turhan Feyizoğlu"
  => SİYASİ TARİH YAZILARI -YEREL TARİH YAZILARI
  => Yazarlar - yazılar
  => TÜRKİYE’DE MUHAFAZAKÂRLIĞIN DÜŞÜNSEL - SİYASAL TEMELLERİ
  => yazılar 1
  => yazılar2
  => türk dünyası
  => Derin devlet
  => YAZILAR,
  => SOSYOLOJİ.
  => YAZILAR,,.
  => TANZİMAT DÖNEMİ
  => İdealizm-Realizm
  => Cemil Meriç..
  => ilhan berk
  => NİYAZİ BERKES’İN TÜRK KİTLE İLETİŞİM TARİHİNE KATKILARI
  => yazılar.
  => yazılar..
  => yazılar,
  => yazılar,,
  => yazılar.,
  => YAZILAR.
  => YAZILAR..
  => YAZILAR-
  => YAZILAR-,
  => yazılar.1
  => y.1
  => y.2
  => y.3
  => y.4
  => y.5
  => y.6
  => y.7
  => y.8
  => y.9
  => y.10
  => y.11
  => y.12
  => y.13
  => y.14
  => y.15
  => y.16
  => y.17
  => y.18
  => y.19
  => y.20
  => y.21
  => y.22
  => y.23
  => y.24
  => y.25
  => y.30
  => y.31
  => y.32
  => y.33
  => y.34
  => y.35
  => y.36
  => y.37
  => y,38
  => y.39
  => y.40
  => y.41
  => y.42
  => y.43
  => y.44
  => y.45
  => y.46
  => y.47
  => İnsan-Mekan İlişkileri
  => SANAT VE ELEŞTİRİ
  => Türkiye’de olumsuz Pierre Loti eleştirileri
  => TÜRKiYE’DE MODERN EDEBİYAT ELEŞTİRİSİ
  => ATATÜRK,
  => MAKALELER:
  => MAKALELER,
  => yz
  => yz1
  => yz2
  => yz3
  => yz4
  => yz5
  => yz6
  => yz7
  => yz8
  => FRIEDRICH NIETZSCHE’NİN TARİH ANLAYIŞI
  => Edebiyat Nedir?
  => YM1
  => YM2
  => YM3
  => YM4
  => YM7
  => YM8
  => YM9
  => İbn Battûta’da “Ahı” Kelimesi ve Anadolu
  => Simone de Beauvoir: Abjeksiyon ve Eros Etiği
  => Toplumsal Cinsiyet Düzenlemeleri
  => Psikanalitik ve Post-Yapısalcı Feminizm ve Deleuze
  => Tarihsel Bir Perspektif Üzerinden İroni Tür ve Tekniklerinin Gelişimi ve Bazı Uygulama Örnekleri Tarihi Gelişim
  => İroni ve Melankoli*
  => İroni, Nostalji ve Postmodern
  => “Daha İyi Anlamak İçin Daha Fazla Açıklamak” İsteyen Bir Yorumbilimci: Paul Ricœur
  => Kendi (Paul Ricœur Üstüne)
  => Sersemleşme Okulu
  => Osmanlı ve Avrupa Arasındaki Karşılıklı Etkileşimde Etnomaskeleme
  => Antik Yunan Tragedyasının Metafiziği
  => Sonbahar Mitosu: Tragedya*
  => Ayrışma, Çatışma ve Fanatizm
  => Fanatizm İlkelliktir
  => Tuhaf Bir Çocuk
  => Huzursuz
  => Benjamin’in Mistisizmine “Üç Yönlü Yol”
  => Renan, Irk ve Millet
  => Varlık, Benlik, Hatırlayış ve Unutuş Üzerine
  => Hangi Kilidin, Hangi Anahtarı?
  => Romanda Tarih
  => Bugün Psikanalizi Tartışmak
  => Kültürde Bakış
  => 1930 Goethe Ödülü Dolayısıyla Frankfurt Goethe Evi’nde Konuşma
  => Jacques Derrida ve Konukseverlik Sorusu
  => Metafiziğin Kalesi Hakkında Düşünmek
  => Hakların İadesi
  => Modern Etiğin İki Temel Direği Agnes Heller
  => Ezoterizme Genel Bir Giriş
  => Turnanın Semahı, Ezoterizmin Zamanı: Bektaşi ve Alevi Zaman Kavrayışla
  => Yeni sayfanın başlığı
  => Ulus-Ötesinden Hukuka Bakmak: Jürgen Habermas
  => Yeni Perspektifler Gerçeğin Çölüne Hoşgeldiniz
  => Orlan: Kırılan Ten Kubilay Akman
  => Pusudaki Ten, Vice Versa
  => Cimri ve Çöp Arasındaki Güçlü İlişki Üzerine
  => Demokrasi Kavramı Üzerine Hayli Spekülatif Bir İrdeleme
  => Benim Çöp Bayramım
  => Kamu Yeniden Kurulurken Kadınlara Ne Olacak?
  => Sonsuzluğun Sınırında: Immanuel Kant
  => Kant ve Üniversite İdeası
  => İki Yüzüncü Ölüm Yıldönümünde: Immanuel Kant ve Kantçılık
  => Kant ve Yeni Kantçılık
  => Otuz Beşinci Gece: Ruh, Can, Hayat, Ölüm, Akıl ve Öte Dünya Üzerine1
  => Ölüm Üzerine Tıbbi Çeşitlemeler
  => Ölüme Karşı Ölüm
  => Avrupa İçin Yeni Bir Ethos Üzerine Düşünceler
  => Avrupa ve Ötekileri
  => Sûfî Şiirinin Poetikası
  => Byron ve Romantiklik
  => Kötülük Toplumu ve Biçimin Muhalefeti
  => Balkanlar: Metaforların Çarpıştığı Bir Savaş Alanı
  => Badiou: Etik Üzerine
  => “Semen est Sanguis" Yahudilikte ve Hıristiyanlıkta Kan
  => Âdet Kanaması Tecrübesi: Sınırlar ve Ufuklar
  => Said ve Saidciler ya da Üçüncü Dünya Entelektüel Terörizmi
  => Kültür Endüstrisini Yeniden Düşünürken
  => Adorno ve Tanrının Adı
  => Kant, Adorno ve Estetiğin Toplumsal Geçişsizliği
  => Adorno ve Berg
  => İbn Battûta Seyahatnamesi
  => Irak Savaşı ve Sivil Etkinlikler
  => Yamalı Çelişkiler Semti: Saraybosna'dan Yenibosna'ya
  => Halkla Birlikte Bir Çağdaş Kent Söylemi Üzerine
  => Yeni Dünya Düzeninin Sonu?
  => Selçuklular Anadolu’da
  => Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubâd Dönemine (1220-1237) Bir Bakış
  => 13. Yüzyılın Başında Anadolu’da Ticaret
  => Selçuklular Döneminde Anadolu’da Felsefe ve Bilim (Bir Giriş)
  => Nietzsche ve ‘Akla’ İsyan
  => Bizans Manastır Sistemine Giriş
  => Öğrenci Radikalizmi Üzerine Düşünceler
  => 1968’i Yargılamak ya da 68 Kuşağına Mersiye
  => “Gelecekte İnsanlara Çok Güzel Görüneceğiz”
  => Nevroz, Psikoz ve Sapkınlık
  => Üniversitede Psikanaliz Öğretmeli miyiz? Sigmund Freud
  => Psikanalist Kimdir?
  => Nerelisiniz?
  => Irak’a Kant Çıkarması
  => Bizans Şaşırtıyor
  => 12 eylül dosyası
  => FETHİ NACİ: Cesur, Gerçekçi Ve Halkçı... İzzet Harun Akçay
  => SON OKUDUKLARIM- İzzet Harun Akçay
  => Sabahın yalnız kuşları-İzzet Harun Akçay
  => Bir Portre - Cahit Sıtkı TARANCI - Şükran KURDAKUL
  => ŞİİR NEDİR? Cahit Sıtkı TARANCI
  => Afşar TİMUÇİN - Şair Duyarlığı
  => Ahmet KÖKLÜGİLLER - Karacaoğlan'ın Yaşamı ve Şiirleri
  => Atilla ÖZKIRIMLI - Dadaloğlu ve Çevresi
  => Aysıt TANSEL - Metin Eloğlu
  ARAŞTIRMA-İNCELEME
  SÖYLEŞİ
  DENEME
  ATTİLA İLHAN
  ATTİLA İLHAN-KÖŞE YAZILARI
  E-KİTAP
  ANSİKLOPEDİK
  SATRANÇ VİDEO DERSLERİ DÖKÜMANLAR
  SATRANÇ OYNA
  ŞİİR
  DİL ANLATIM TÜRK EDEBİYATI - LİSE KAYNAK
  EDEBİYAT RADYO
  EDEBİYATIMIZDA ŞİİR ROMAN ÖYKÜ (dinle)
  100 TEMEL ESER (dinle)
  100 TÜRK EDEBİYATÇISI (dinle)
  SESLİ KİTAPLAR
  FOTOĞRAF ÇILIK
  E-DEVLET
  EĞİTİM YÖNETİMİ DENETİMİ
  RADYO TİYATROSU
  ÖĞRETMEN KAYNAK
  EDEBİYAT TV
  SÖYLEŞİLER - BELGESELLER TV
  RADYO KLASİK
  TÜRKÜLER
  GAZETELER MANŞETLER
  ÖYKÜ ANTOLOJİSİ
  DERGİLER - KİTAPLAR - KÜTÜPHANELER
  E-DERGİ
  KİM KİMDİR BİYOGRAFİLER
  ZİYARETÇİ DEFTERİ
  İLETİŞİM
  EDEBİYAT OKYANUS
Cumhuriyet Dönemi Türk Felsefesinde Bir Hareket Noktası Olarak Teoman Duralı-oktay taftalı

Cumhuriyet Dönemi Türk Felsefesinde Bir Hareket Noktası Olarak Teoman Duralı

Hocamıza 60’cı yaş armağanıdır.

Yazımızın başlığı, açımlanması ve düşünce planında düzenlenmesi gereken, birden fazla konuyu içeriyor. Duralı hocamızla ilgi içinde kaleme alacağımız düşüncelerin, böylesi girift (komplex) bir zemini kaçınılmaz kılmasının, bizim öznel tercihimizden kaynaklanmadığını söyleyebiliriz. Belirtmek gerekir ki, felsefenin ülkemizdeki özel konumu ve hocamızın doğal olarak bu çerçevede yer alan düşünce tarzı, bizi böylesi bir temellendirmeye sevk ediyor. 

Şimdi başlığımızı ayrıştırarak, olabildiğince basitten karmaşığa doğru yol almaya çalışalım. Öncelikle, bir Türk felsefesi var mıdır? Cumhuriyet dönemi Türk felsefesi diyerek neyi kastediyor olabiliriz? Ayrıca herhangi bir dönem, ülke veya okul felsefesinde ya da genel olarak felsefede, hareket noktaları olabilir mi, var mıdır, varsa nelerdir? Bu durumda, Teoman Duralı yazdığı ve anlattığı felsefeyle, bize niçin hareket noktası olarak görünüyor? Bu soruların cevapları üzerinde durarak, hocamızın, genel felsefe hayatımızdaki konumunu irdeleyebileceğimizi sanıyorum. Başlangıçta, verili durumu kısaca tasvir etmemiz gerekiyor.

ÇAĞDAŞ BİR TÜRK FELSEFESİNE DOĞRU

Burada “çağdaş” sıfatını, tarihteki herhangi bir ilerlemenin veya ilerlemeci bir düşüncenin dayattığı özel bir süreç anlamında değil, sadece, yazan insanın ömrüyle sınırlı zamanı; içinde yaşadığımız veya üzerimizden geçmekte olan zamanı; yani kendi takvim zamanımızı belirtmek amacıyla kullanıyorum.

Tarihte, İslam felsefesinin mevcudiyetinin, Batı’da çeşitli tartışmalara konu olsa bile, oryantalizm kapsamında ilke olarak kabul gördüğünü biliyoruz. Öte yandan, bizde uluslaşma ve ulus devlet öncesi döneme ait İslam felsefesi içinden, arabi, farisi ve türki unsurları ayrıştırarak, meseleye Türk-İslam felsefesi özel adını vermek, biraz ideolojik  çağrışımlar yapsa bile, Batı’da da benzer durumlara rastlanması, buradaki sorumluluğun paylaşılmasını sağlıyor. Avrupa’da felsefeyi Roma Katolikliği’ne, Alman Protestanlığı’na, Ada Anglikanizmi’ne veya Yahudi Kabbalası’na indirgemeye çalışan yetersiz kavrayışların bizdeki benzerleri, tarihte genel bir İslam, genel bir Doğu felsefesinden ziyade, daha indirgenmiş bir tanımı ideolojik nedenlerle yeğlemiş olabilirler.

Ancak felsefeye, ideolojik kaygı dolayısıyla uluslaşma öncesinden devşirilerek, yapay biçimde iliştirilmeye çalışılan ulusal sıfatlar, felsefe tarafından zaten içerilen, ancak aşılmış niteliklere işaret ederler. Kendisine herhangi bir etnik sıfat yüklenen felsefe, burada çok yüksek bir ilgiyi, aşkın bir kategoriyi temsil etmektedir. Oysa mesele daha basit, daha anlaşılır bir düzlemdedir, çünkü: “Yukarıda bahsi geçen bütün farklı bakış açılarına rağmen, İngiliz ile Almanın, Felemenk, İsveç ile Danimarka gibi, öteki Kuzey batı Avrupa milletlerinde muntazaman rastgeldiğimiz ve kadim devirlerin Germen boylarına mahsus aşiret değerini muhafaza etmiş olduklarını görüyoruz; o da, kendi arı soy soplarına duydukları hürmet ile hayranlıktır.”

Yani tüm bu değinilerin ışığında, eğer bir Türk felsefesinden söz edilecekse, bu etnik geçmişe, etnik seviciliğe ait değil, kapsayıcı ulus devlet sürecinin, yani bugünlerin tanımı olmalıdır. Çünkü kullanılan kavramlarla, zamanın ruhu arasında bir örtüşme olması, mantıki tutarlılık açısından bir gerekliliktir.  

Aslında felsefenin, gerek Doğu, gerekse Batı dünyasında, farklı yüzyıllara tekabül eden, ulus bilinci, uluslaşma ve ulus devlet öncesindeki durumu, yine farklı bir araştırma konsudur. Fakat yine de, felsefe, bir ulus ismiyle birlikte anılacak veya bir ulusun felsefesinden söz edilecekse, buna en uygun tarihi durumun, ulus devlet dönemi ve sonrası olduğu iddia edilebilir. Tek tek felsefe yazarlarının, ulus devlet öncesi dönemlerde kullandıkları yazı dilleri ve o dillere verilen adlar da, bu konuda bir ölçüt oluşturabilir. Fakat uluslaşma dönemi öncesinde Fransızca yazan bir Alman filozofun veya Farsça yazan bir Türk filozofun bugünkü uluslaşma düzenine göre konumlandırılması, çoğu zaman bazı güçlükler doğurabilir. Meseleye buradan bakınca, uluslaşma öncesi Avrupa’da, felsefenin Latince yazılması, Latin dilinin teknik ifade kapasitesinin ötesinde, başkaca gerekçeleri de çağrıştırmıyor mu? 

Dolayısıyla uluslaşma süreci içinde ortaya çıkan, “rehabilite” edilmiş ulusal diller, öğrenim ve eğitim birliği yasaları, ulusal matbuat, ulusal yayın ve medya faaliyetleri gibi olgular, felsefenin, bir ulus adıyla yanyana daha uyumlu biçimde söylenebilmesini sağlamıştır.

Aslında bir Alman, İngiliz veya Fransız felsefesinden söz ederken, o ulusların adlarının felsefeyle yanyana yazılmasına yol açan büyük filozofların çoğunun, aynı zamanda bir uluslaşma ve ulus devlet ideoloğu olduğunu görüyoruz. Avrupa’da ilk burjuva ulus devlet oluşumuna yol açan 1640-1689 İngiliz devriminin “havarisi” olarak  John Locke, bu bağlamda ilk akla gelen örneği oluşturuyor. Aynı süreçte Fransız ve Alman devrimleriyle özdeşleştikleri kadar, felsefelerinin bu ulus adlarıyla anılmasında rol oynayan ve çokca bilinen öteki şahsiyetleri burada tek tek saymamız gerekmiyor.  

Fakat yine burada, batılı her ulusun ve ulus devletin, kendi varoluşunu temellendirdiği bir felsefi zeminin mevcudiyetine ve önemine dikkat çekmeye çalışıyorum. Bir felsefeye yaslanarak uluslaşan ve devlet kuran toplumlar, o felsefenin, kendi ulus adlarıyla anılmasına meşruiyet kazandırmış olmuyorlar mı? Klasik Alman Felsefesi, Ada Felsefesi gibi...

Batılı anlamda siyasi bir uluslaşma sürecini, yine Batı’dan, diyelim ki İngiliz devriminden ikiyüzelli, Fransız devriminden ise yüzotuz küsur sene sonra yakalayan Türkler için, sonradan ulus adıyla anılacak bir felsefe oluşturmak kuşkusuz zordur, meşakkatli ve risklidir. Ancak fiiliyatta Türkler de bir ulus olabilmiş ve bir ulus devlet kurabilmişlerse bunun imkansız olmaması gerekir. Arada geçen 80 yıllık Cumhuriyet süreci de dikkate alındığında, bugün artık çağdaş bir Türk felsefesinden ve çağdaş Türk filozoflarından söz etme zamanının geldiğini varsayabiliriz. Ancak bu konu kapsamında, üzerinde durulması ve halledilmesi gereken, bir kaç sosyo-psikolojik ayrıntı kalmıştır.

AVRUPA MERKEZİYETÇİ BASINÇ

Bugün, AB ve ABD gibi kapitalist medeniyeti temsil eden ülkelerin, diğer ülkeler üzerindeki güç ve egemenlik dayanaklarından birisinin, belki de en önemlisinin, bu gücün diğer ülkeler tarafından, peşinen bir veri-durum olarak kabullenilmesini sağlayan psikolojik ortam olduğu artık biliniyor.

Ülkemizin en az ikiyüz yıldır süregelen, batılılaşarak modernleşme ve kalkınma macerası, özendiğimiz “kapitalist Batı medeniyeti”ni oluşturan bütün unsurları, tartışmasız bir üstünlükle kabullenen kuşaklar doğurmuştur. Akademilerde açıkça ifade edilmese bile, ekonomi, siyaset, bilim, sanat, felsefe, vb. alanlarda, Batı’nın oluşturduğu ve temsil ettiği değerlerin, aslında ulaşılamaz ve aşılamaz olduğu inancı, bütün bu özenme sürecinin bilinçaltına sinmiştir. Fakat bunun, sadece bize ilişkin bir mesele olmadığını, dünyanın bütün sömürge ve yarısömürge ülkelerinin, kasıtlı biçimde maruz bırakıldığı psikolojik bir harekat olduğunu artık biliyoruz. Anılan sürecin bizzat kendisini araştırmak, “psikolojik harekat” ları irdeleyen başka bir çalışma alanının konusunu oluşturuyor. Fakat yine de bu “psikolojik harekat”ı dayatan iradeyi, kısaca tasvir etmekte yarar var: “Tarihte kemale ermiş tek bir medeniyetten bahsolunabileceğini, bunun da Londra mihveri etrafında dönen Yeniçağ batı Avrupa - ve devamı Kuzey Amerika – medeniyeti olduğu fikri, yaklaşık üç yüz yıldır insanlığa, öncelikle İngiliz ile Amerikan özde dinyayma (mission) gayesine yönelik okullar ve bunların mezunları aracılığıyla ve daha önemlisi, akla durgunluk verecek incelik ve kurnazlıkla yürütülen bir reklam ve propaganda ‘yaylım ateşi’yle, her vakit açıkça olmasa dahi, ‘yedirilmeğ’e çalışılmış, ve olağanüstü sonuçlar elde edilmiştir. Bahsi geçen medeniyete ve onunla irtibatlı olan zihniyete karşı çıkmak düşüncesi bile bağışlanamaz bir günahdır.”2

Bu şartlar altında 1923 devriminin enerjisiyle yol alan Cumhuriyet, askeri-siyasi alanda kazandığı başarıyı, kuşkusuz kültür ve medeniyetin diğer alanlarında da yakalamak istemiştir. Ancak yöntem, moral, yönetim, birikim, iktisadi anlayış vb. onlarca nedenden kaynaklanan sonuçlar dolayısıyla bugün gelinen nokta, taklit ve özenti kültürün yagınlık kazandığı bir toplum görüntüsü sergiliyor. Tam bu bağlamda, ülkemizde, “bilimin sınırlarında dolaşan” batılılar gibi felsefe yapılamayacağına olan inancın, yakın zamanlara kadar zımni bir kabul gördüğünün, taraftar çevrelerce hiç değilse bir kez bile itiraf edilmesi gerekmiyor mu?

Ülkemizdeki felsefe akademilerinde ve yazı çevrelerinde hakim ruh halinin, en azından yakın zamanlara kadar, Batı’dan tercüme bir felsefi anlayış üzerinde geliştiğini söylemek mümkündür. Belki bu, başlangıç için kaçınılmazdı. Eğer 1923 devriminin koşulları daha güçlü imkanlar sunabilseydi, elbette bu konunun kısa tarihi zaten o yönde oluşurdu.

Cumhuriyetimiz, batılı devletlerin kuruluş ve büyüme aşamalarındaki gibi, kendi ideolojik altyapısını temellendirmek için devlet ve toplum filozofları yetiştirmek, onların fikirlerine yaslanmak yerine, bilgi ve kavrayışları kısır bir merkez sağ zihniyetle sınırlı, gazeteci - köşe yazarlarıyla yetinmeyi yeğlemiştir.

Buradaki yegâne sığ mantık, ne yazık ki hiçbir ilgisi olmamakla birlikte, yeteresiz ve yeteneksiz idarenin, felsefeyi büyük ölçüde marksizmle özdeş olarak algılamasında yatıyordu. İdarenin bu derin bilgisizliği tercih etmesi, çok uzun yıllara yayılarak, adeta bir gelenek oluşturmuştur.

Bugün hâlâ toplumumuzda, gazetecinin fikir adamı olarak algılanması, Türk felsefesini birikimden alıkoyan ve itibar kazanımını geciktiren nedenlerden sadece birisidir. Bu anlamda Türk felsefesinin, akademi dışına müdahale etmesinin, kendi halkla ilişkiler programını oluşturarak, hayata geçirmesinin de zamanı gelmiştir. Batılı devlet örneklerinde rastlananın tersine, bizde cumhuriyetin pek tercih etmediği filozoflar, bugün bizzat kendi kendilerini vazgeçilmez kılmak zorundadırlar.

Alman dili, üniversitenin felsefe bölümünde, henüz birinci sınıfa devam eden bir öğrenciye, “filozof” sıfatını yakıştırabilecek meşruiyeti kendisinde görebiliyorsa, ülkemizde de, en azından meslek erbabının artık “felsefeci” söylemine son vermesi meşru görülebilmelidir. Seksen yıllık ulus devlet deneyiminin sonucunda, fizikçi, kimyacı türünden bir teknisyenlik olarak “felsefecilik”in, artık filozofluğa dönüşecek özgüvene ulaşmış olduğunu varsayabiliriz.

Felsefede çığır açmanın, okullar kurmanın, büyük sistemler oluşturmanın, tarihi olarak artık mümkün olmadığı; geride kaldığı günümüzde, Batı’nın hâlâ, her on yılda bir, bir takım moda filozoflar yetiştirerek, star sistemi uyarınca bizlere ve dünyaya pazarlaması, özgüven ve meşruiyet tesisi ile ilgili bir mesele olsa gerek. On yıl önce moda olan Levi Strauss’ların, Roland Bartes’ların şöhretli konumlarını bugün Slavoy Zizek’lere teslim etmeleri, zihni-felsefi bir zorunluluktan mı, yoksa  batılı kapitalist star sisteminden mi kaynaklanıyor? İkincil bir mesele olarak bunu da dile getirmekte yarar var.

 

 

Özgüvenin harekete geçebilmesi, hiç kuşkusuz Avrupa merkeziyetçi kültür şövenizminin ve bu şövenizm eliyle, kuşaklarımızı derinden etkileyen psikolojik yanılsamaların kırılmasıyla ilgilidir. Meşruiyetin ise, öncelikli kaynağının yazma eylemi olduğunu söyleyebiliriz.

YAZMA EYLEMİ VE SORUMLU YAZAR

“Bütün bir topluluğun, YURT’ta uyum içerisinde yaşayabilmesi için kuralların ve ağızdan kulağa aktarılagelen önceki nesillerin tecrübeleri ile sanatlarının kesin bir şekilde tesbiti gerekmiştir. Bunu da M.Ö. 3500lerde geliştirildiğini bildiğimiz ve YAZI dediğimiz tek anlamlı işaretlerden oluşan bir bildirişme sistemi olabilir kılmıştır. YAZI sayesinde, tavra ve söze dayalı dille gerçekleştirilen  -YATAY yahut NESİLDAŞ insanlara aid- olana yeni bir BİLDİRİŞME BOYUTU daha eklenmiştir: DİKEY yahut NESİLLERARASI bildirişme boyutu.”3 Demek ki yazma, topluma (yurt) ait bir eylem olarak, gerek güncele, gerekse geleceğe ve tarihe ilişkin bir sorumluluğun; bilgide temellenen bir dirliğin koşulu ve imkânıdır.

Yazılı ifade türleri arasında, felsefe yazıcılığının, roman, şiir, tiyatro metni, gazete makalesi, vd. çok daha farklı, kendine has bazı zorluklar ve sorumluluklar içerdiğine kuşku yoktur.

Öznel ifadenin, irreal dünyalar kurmanın, olmazsa olmaz bir kural olduğu yazı türlerinde, sözgelimi bir tiyatro metninde, yazar kurduğu öznel ve irreal dünya dolayısıyla ilke olarak, eleştirmen dahil kimseye hesap vermek zorunda değildir. Bunun, dışa karşı konforlu, ancak içe karşı sorumlu bir durum olduğunu varsayabiliriz.

Fakat felsefe yazıcılığının ne içe, ne de dışa karşı, böylesi bir konforu yoktur. Felsefe yazarı, hem kendisine, hem de başkalarına karşı, tarihi ve ahlâki olarak sorumludur. Filozofun buradaki sorumluluğunun olası bir edebiyatçı, sanatçı sorumluluğuyla bir ilgisi yoktur.

Sanatçı, bütün ifadelerini sonuçta irreal bir dünya üzerinden, bir “oyun” eylemiyle  anlatması dolayısıyla, kendisine atfedilen olası tüm sorumluluklarından bir çırpıda sıyrılarak bambaşka mecralara akabilir. Günümüzde sıkça rastlandığı gibi, ödül, ikbâl ve şöhret peşinde koşabilir, etiği ve “karşı etiği” yadsıyabilir, etiği paraya çevirebilir ve buna rağmen kitleler tarafından yine sanatçı sıfatıyla anılabilir.

Ama felsefe yazarı için bu dünya, ne yazık ki, bu kadar konforlu imkanlar içermez. Çünkü o, yadsıdığı veya kabullendiği şeyin hesabını irreal bir oyun üzerinden değil, düşüncenin ve bu dünyanın hakikati üzerinden vermek zorundadır.

Hatta öyle ki, felsefe yazarı, yazmadıklarından / yazamadıklarından da sorumludur. Bir romancı, bir başka romancıyı eleştirebilir, eleştirmeyebilir de. Aynı şey şair, öykü yazarı vd. için de geçerlidir. Birbirini hiçbir zaman eleştirmeyen, hatta kasıtlı olarak görmezden gelen edebiyatçı örnekleri sayılmayacak kadar çoktur.

Lâkin felsefe yazarı, tarihi olarak hareket eden, tarih içinde biriken, çoğalan bir düşünce zemini üzerinde çalışıyor olması dolayısıyla, düşünce yazmaya yeltendiği sürece, bir öncekini, bir başka düşünceyi görmezden gelme, dikkate almama, eleştirmekten kaçınma ve bu sayede eleştirilmeme şansına sahip değildir.

Bu ağır sorumluluk aynı zamanda, felsefe yazarının elini tutan, onu yazıdan alıkoyan güçlü tedirginliklerin kaynağıdır. Fakat eleştirme ve eleştirilme, hesap alma, hesap verme, hataları gösterme ve bizzat hata yapma kaygısından ötürü, tutuk kalan felsefe yazarı, bu durumda da sorumluluktan kurtulamaz. Çünkü yukarda belirttiğimiz gibi, o, yazmadıklarından da sorumlu (-dur) tutulacaktır.

Genelde felsefenin, özelde ise ülkemiz felsefesinin konumu hakkındaki bu kısa değiniler, sadece belli bir bakış açısının, belirli bir an’a ilişkin değerlendirmeleri olarak anlaşılmalıdır. Kuşku yok ki, meseleye ilişkin çok şeyi eksik bırakıyor ve devam ediyoruz.

FELSEFEDE KIRILMA, DURAKSAMA VEYA HAREKET NOKTALARI

Düşüncenin oluşumunu ve birikimini, genel hayatımızın oluşum (doğum) ve birikimine (yaşlanmasına) benzer bir seyir şeklinde tasarlayabiliriz. Çünkü ne de olsa, düşünce ve hayat arasında çeşitli özdeşlikler, paralellikler, öncelik ve sonralık ilişkileri, vb. hep tasarlanagelmiştir. Hatta “önce hayat, sonra felsefe” (primum vivere deinde philosophari) denmiştir.

Felsefi düşüncenin oluşumunu ister yadsıma içermeyen bir birikim olarak, isterse bir öncekini yadsıyarak ilerleyen bir süreç biçiminde tasarlayalım, bazı fikir ve filozofların her daim öne çıktığı görülecektir. Buna kimin karar verdiği meselesi de, felsefi olarak tartışılması gereken bir öneme sahiptir. Sözgelimi, Platon’un vazgeçilmezliği, Kant’sız bir modern düşünce tarihinin imkansızlığı biliniyor. Ama buna kim karar vermiş, bu genel kanıların oluşumunu kimler sağlamıştır. Felsefe tarihçileri? Popüler düşünce ortamı? Akademik çalışma sonuçları? Evet ilk akla gelenler bunlar olabilir.

Ancak bireysel ve toplumsal hayatı oluşturan olaylarla, insan düşüncesi arasındaki paralellik gözlemlendiğinde, meselenin bir başka yönü daha dikkatleri çekiyor. Yani toplumların tarihinde ortaya çıkan bazı kırılma, duraksama ve hareket süreçleriyle, aynı dönemlerin filzofları arasında, karşılıklı bir etkinin kaçınılmaz olduğunu söyleyebiliyoruz.

Platon Akademisi, yıkılmış, felakete uğramış Atina’nın soluk aldığı bir merkezdi. Öyleyse, o soluk veren düşünce, yüzyıllar boyu hep öyle olacaktır. Tıpkı bu örnekte olduğu gibi, Avrupa tarihi bağlamında, sosyolojik hareketliliklerin, Ortaçağların, Rönesans’ın, Aydınlanma’nın, Modernizm’in, bazı filozofları bilhassa öne çıkardığı görülmektedir. Demek ki, düşünce ve hayat arasındaki ilgi, bu konuda dile getirilen fantastik, edebi, veya retorik ifadelerin ötesinde bir hakikate uzanıyor.

Meseleyi bu şekilde tahayyül edersek, gerek cumhuriyetin kuruluş süreci ve gerekse aradan geçen her on yılda bir, ülkemizde ciddi toplumsal kırılmaların yaşandığı dönemler, kendi filozoflarını da öne çıkarmalıydılar. Fakat olmadı.

Cumhuriyet dönemi boyunca sosyolojik anlamdaki toplumsal kırılma süreçleri, gazetecileri, popülist edebiyatçıları, popülist akademisyenleri ve politikacıları “fikir adamı” niyetine mağdur veya muzaffer görünümlerle öne çıkardı. Yukarda da belirttiğimiz gibi, bizim cumhuriyetimiz fikir adamı olarak, batılı devletlerin tercihlerinin tersine, filozoflardan başka herkesi yeğleyebilmiştir.

Bu durum, belki bir bakıma felsefecilerin yıpranmasını önlüyordu, ama felsefecilikten filozofluğa geçiş için gerekli olan mücadelenin yerine de, ne yazık ki, ataleti ikame ediyordu.

Batılı ülkelerde, her sosyolojik çalkantı yeni yeni filozofları ve onların düşüncelerini gündeme taşırken, bizde böyle bir durum söz konusu olamıyordu. Örneğin: 68 Fransa’sı, J.P. Sartre’ın bir dünya filozofu olarak tanınması için, adeta sahne dekoru işlevi görürken, bizdeki fikir hayatı, öğrenci gençliğin çok pahalı bir bedel karşılığı Batı’dan satın aldığı, eski, derme çatma bir zemin üzerine kurulmaya çalışılıyordu. 

Toplumsal hareketlilik ve kırılmalarla, ülkemiz felsefesi arasında, karşılıklı etki eksikliği tuhaf, fakat bir o kadar da kaçınılmazdı. Çünkü ülkemizde, Cumhuriyetin başlangıç dönemlerinde salt müfredat kaygısıyla kurulan felsefe çatısı, genel olarak Avrupa Aydınlanması’nı esas alan ve onun etrafındaki bilgileri sadece tekrar ederek, felsefe yapıldığını varsayan bir “konfor” ortamıydı. Bu konforun bozulması için, Aydınlanma bazlı felsefenin, felsefe tarihinde sadece Avrupa merkezli bir dönem olduğunun idrâki gerekiyordu. Fakat yine sosyolojik nedenlerle olsa gerek, ülkemizde basit hakikatler, çoğun karmaşık idrâk süreçlerini dayatagelmiştir. Ülkemizde felsefe, son yirmi yıla dahi böylesi bir gelenek içinde adım atıyordu.

DÜŞÜNCEDE BATI MERKEZİYETÇİ YORGUNLUK     

Tekrara dayalı süreçlerin kaçınılmaz sonucu olarak ortaya çıkan yorgunluk, son yirmi yılda batılı düşünce hayatında da gözlemlenebiliyor. Habermas’ın Alman birliği’nin yeniden tesisi aşamasında üstlendiği ideolojik rol, Derrida’nın Marks’a yaptığı atıflar, Leibowitz’in laik bir İsrail devleti tasarlaması ve Sloterdijk’ın Aydınlanma’ya yönelik tahripkar ifadeleri, Batı’da da artık yorgunluk ve gına getirten felsefi tekrarlardan birer sıyrılma çabası olarak anlaşılabilir.

Bizde, Aydınlanma fikrinin sonsuz tekrarına rağmen, uygulamada hiçbir beklentiye cevap vermeyen “üçüncü bir yapının” ortaya çıkması ve bunun gündelik hayatı zorlayan sonuçları, daha beter bir yorgunluğa yol açıyor. Günümüzde ahlâki, siyasi, ekonomik, kültürel alanlarda giderek daha ciddi kırılma noktaları oluşurken, felsefenin geçmişte olduğu gibi, hayatın dışında ama konforlu ithal bir barınakta, batılı Aydınlanma ısısıyla kışlaması artık mümkün görünmüyor.

Dolayısıyla Teoman Duralı’nın en başından beri farkında olduğu bir hakikatin, kendisini, güncelleyerek dayattığına tanık oluyoruz. Artık değişik yaşlardaki öğrencilerin, aşağıdaki soruları güncelleyerek, Teoman Duralı’nın fikri yardımı eşliğinde yeniden cevaplamaya çalışmaları gerekiyor.

a) Metafiziğin “genel-evrensel” imkânlarına ilave olarak, yerel imkânlardan söz edilebilir mi?
b) Bilim ve bilimsellik tarifleri, ayrıca bilimlerin tasnifi yeterli midir?
c) Dil ve kültür problemlerinde mevcut öngörüler, sunulan öğretiler yeterli midir? 
d) Bir medeniyetler tasnifi gerekli midir, gerekliyse bunu kim ve nasıl yapmalıdır?
e) Çağdaş medeniyet nedir, unsurları nelerdir?    
f) Evrensellik, küresellik, yerellik nedir, bunlar felsefi bakımdan / hangi anlamlara taşınabilir / hangi anlamları nereye taşıyabilir?

Teoman Duralı’nın düşünce tarzından “izlenimlerle” derlemeye çalıştığımız bu soruların araştırılacağı zemin, çağdaş bir Türk Felsefesi için genel bir hareket noktası oluşturabilir. Ancak kuşku yok ki, öğrencilerin, soru sayısını artırma ve Duralı’nın bu sorulara ilişkin sunduğu zemini, başka konularla da bağdaştırma hakları saklıdır.

Başlangıçta, olabildiğince farklı açılardan tasvir etmeye çalıştığımız, felsefenin ülkemize ilişkin eziyetli macerasının, giderek ithal malına ihtiyaç duymayacağı bir noktaya yaklaştığını seziyoruz. Dolayısıyla, yine yukarda belli bir amaçla seçtiğimiz ve sıraladığımız sorular, bizi bu yerli imkân hazırlayıcılardan birisi olan, hocam Teoman Duralı’nın kapısına yöneltecektir. Bizce günümüzde, Batı merkeziyetçi düşünce yorgunluğu dolayısıyla, “felsefe için yerli ve yerel imkanlar hazırlayıcı düşünce”, geçmişin hiçbir döneminde olmadığı kadar önemli ve muteberdir.    

 

1 Ş. Teoman Duralı, Çağdaş Küresel Medeniyet, s. 141, İstanbul 2000

2 Ş. Teoman Duralı, Çağdaş İngiliz-Yahudi Medeniyeti, s. 103 İstanbul 1996

3 Ş. Teoman Duralı, Felsefe Bilim’e Giriş, s. 98 İstanbul 1998

İLETİŞİM edebiyatokyanus@gmail.com  
   
edebiyatokyanus 640442 ziyaretçi (1177980 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol