NECATİ MERT
DİDO SOTİRİYU’NUN ROMANI GİBİ BİR ROMANIMIZIN OLMAYIŞI
İstanbul dışında, yani Anadolu’da oturan Rumlarla Batı Trakya dışındaki Yunanistan’da oturan Türkler Lozan Antlaşmasıyla karşılıklı değiştiriliyor. Sayıları, iki milyon kadar. Az değil. Yıl, 1923. İstanbul’un nüfusu yarım milyon ya var ya yok çünkü. “Mübadele” değiş tokuş demek olup bu olayın adı, “mübadil” de bu göçle gelen Türklere verilen sıfat.
Lozan Mübadilleri Vakfı, vakfın da bir korosu varmış. Mübadiller, her yıl mübadelenin yıldönümü olan 30 Ocak’ta toplanıp yemek yer, Türkçe-Rumca şarkılar söylerlermiş. Yunanca seminerleri de düzenlemişler, şimdi de müze hazırlığı içindeymişler. Koro da ikisi Yunanistan’da olmak üzere bugüne kadar yedi konser vermiş. Zaman zaman da aile büyüklerinin doğdukları yerlere gidilmekteymiş.
Hakkı Devrim bunları deyip… Pardon! Dido Sotiriyu’nun romanını da hatırlatıp soruyor: “Peki Yunanistan’dan Türkiye’ye göçmüş mübadillerden bir Türk romancısı ve hatırladığınız bir eseri var mı?” (Radikal, 2 Şubat 2007).
Dido Sotiriyu, Aydın’ın, bugünkü adıyla Şirince’sinde 1909’da doğmuş bir yazar. Yunanistan’a göç ettiğinde 13 yaşında. Alman işgali sırasında (1940-45) Yunan Direniş Örgütü’nde. Göçten işgale, tutukluluğa ve işkenceye görmediği kalmaz. Romanı “Kanlı Topraklar/Matomena Homata” 1962 yılında yayımlanır.
Rum asıllı Anadolu köylüsü Manoli Aksiyotis’i anlatır roman. Daha doğrusu, Rum-Türk kardeşliğinin nasıl bir çırpıda kan ve gözyaşına dönüştüğünü. Sözünü esirgemez. Şöyle ki Ege’nin işgaliyle Yunan ordusuna yazılır Manoli. Ama üniforma altında insafsızlaştığını da söyleyiverir. Finalde de fazlasını: “Ve sen Kör Mehmet’in damadı! Hele sen! Niye öyle tiksinerek bakıyorsun yüzüme? Öldürdüm evet seni, ne olmuş! Ve işte ağlıyorum. Sen de öldürdün! Kardeşler, dostlar, hemşeriler... Koskoca bir kuşak, durup dururken katletti kendi kendini!.. Anayurduma selam söyle benden Kör Mehmet’in damadı! Benden Selam Söyle Anadolu’ya!.. Toprağını kanla suladık diye bize garezlenmesin... Ve kardeşi kardeşe kırdıran cellatların Allah bin belasını versin!”
Böyle bir romanımızın olmayışını “romancılarımızın dar ufukluluğu ve tembelliği”nde bulmakta Hakkı Devrim. Hayır! diyemem. Ama başka şeylerin de görülmesi lazım.
Ahmet Yorulmaz’ın “Savaşın Çocukları” aynı dönemin bizden benzeri. On beş kuşaktır Girit’te yaşamış Aynakis Hasanaki’nin hangi şartlarda mübadeleye zorlandığını anlatır –ki alt başlığı da “Girit’ten Sonra Ayvalık”tır. Ne ki özeleştiriye kapalıdır. Özeleştirilik bir durum olmadığındandır diyelim, ama Hasanaki’nin kimliğe vurgusu da unutulmamalı. Diyeceğim, istese de özeleştiri yapamaz Hasanaki. Gerçi övülen Rumlar da vardır. Sözgelimi matbaacı Kir Vladimiros ile karısı Evthimiya Teyze. Erkenden dul kalmış Kiriya Marigo. Ama matbaacının dürüstlüğü, düşünce namusu “Osmanlı’nın başkentinde yetişmiş” olmasına bağlanıverir. Marigo ile Kuzey Afrika kökenli Süslü Hüsnüye ise Hasanaki’ye erkek olduğunu fazlasıyla yaşatmışlardır. Övülmeleri bundan bence. Marigo, Girit’te kalması için yalvarır; Hasanaki’nin cevabı: “Girit’i de, seni de çok seviyorum, ama yapamam, bağışla beni. Irk ve din duygularım engel buna.” 1923 Şubat’ının bir ikindisinde bindiği vapurda da şöyle düşünür: “Anayurduma varmak amacıyla yola çıkarken, bir daha dönememecesine yurdumu terk ediyordum aslında!” Hasanaki, Girit’ten yurt diye söz ediyor ya, aslında yurt edinememiştir orayı. Ya da şöyle: Ahmet Yorulmaz, Hasanaki’ye Girit’i “anayurt” bildirmekten çekinmiş galiba, Anadolu’yu kollamış. Oysa Sotiriyu’da Manoli’nin “anayurt”u, Yunanistan değil, doğduğu topraklardır, Anadolu’dur.
Ahmet Yorulmaz bağışlasın beni. Hakkı Devrim’in dedikleri üzerine, “Ama başka şeylerin de görülmesi lazım” demiştim, niyetim aslında oraya gelmek.
Dido Sotiriyu, 1962’de yayımlar romanını, ama Türkçeye “Benden Selam Söyle Anadolu’ya” adıyla tam 18 yıl sonra, 1980’de çevrilebilir roman. Hemen bir o kadar yıl sonra da Ahmet Yorulmaz’ın “Savaşın Çocukları” (1997) çıkar.
Bilir misiniz çevrilirken kimi bölümlerin çıkarılmasına rağmen yine de toplatılır kitap. Yayımcısı, çevirmeni için dava açılır, hatta kimi satıcıları için de. Fakir de payımı aldım. Adapazarı’nda kitabevim var, kitabın dükkânımdan toplatılmasıyla yetinilmedi, soruşturma evrakı düzenlendi, İstanbul/Selimiye I. Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığına gönderildi. Fakat 04.02.1983 tarih ve Ad. Müş. 1982/2765 sayılı yazıyla ve “suç yerinin Sakarya olması ve eylemin TCK’nin 526’ncı maddesine tekabül etmesi nedeniyle” iade edildi. İmza: Haydar Saltık.
İddianame hazırlandı, 22.03.1983 günü duruşmaya çıkıldı.
Sonuç? diye sormayın. Bu kadarı bile görülmesi gerekenlerin görülmesine yeter. Kitapçı, yazı çizi işinin dış kapı mandalıdır üstelik.
KURT VONNEGUT ÖLDÜ
11 Kasım 1922’de İndianapolis’de Alman kökenli bir sülalenin üçüncü kuşak bireylerinden birisi olarak dünyaya geldi. Shortridge’de yüksek öğrenimini sırasında günlük çıkan okul gazetesinde ilk denemesi yayınlandı: Daily Echo. Cornell Üniversitesinde biyokimya okuduktan sonra İkinci Dünya Savaşı’nda Avrupa’da asker olarak hizmet verdi. Almanya’da savaş esiri olarak ele geçirildi ve Almanya’nın Dresden şehrinin müttefik kuvvetler tarafından bombalanmasına şahit oldu. Bu olay Vonnegut’u derinden etkiledi ve sonucunda en başarılı romanı “Mezbaha No 5”i (Slaughterhouse-Five) yazdı. Bu kitap sayesinde çağdaş Amerikan yazarlarının başta gelenlerinden biri oldu:
“Amerikalılar, muhafızlarıyla yeniden dışarı çıktığında gökyüzü, dumandan simsiyahtı. Güneş, öfkeli bir toplu iğne başı gibiydi. Dresden, aya benziyordu. Geride madenlerden başka bir şey kalmamıştı. Taşlar yanıyordu. Çevredeki herkes ölmüştü.”
Vonnegut ve hapishane arkadaşları, daha sonraki günlerde, ortalığa saçılmış olan cesetleri kaldırmaya çalıştıklarını anlatır.
Mezbaha No.5, 1969 yılında, ABD’nin, Vietnam Savaşının yanı sıra gelişen ırkçı gerilimlere, kültürel ve toplumsal alanda başkaldırılara ve yeni hareketlere sahne olduğu sırada yayımlanmıştı. Daha sonraki yıllarında, önde gelen bir barış savunucusu olan yazar Kurt Vonnegut, kitaplarında konu olarak, sık sık insanın insana yönelttiği, insanlığa ters düşen hareketleri işledi. Bilim-kurguyu hicivle karıştırarak kendine özgü bir roman türü yaratan Vonnegut, İkinci Dünya Savaşı dönemi sonrası Amerikan edebiyatının en ilginç yazarlarından birisi oldu. Vonnegut, iki yıl önce basılan çeşitli makalelerini biraraya getirdiği son kitabında Amerikan politikalarını ve dünyanın durumunu sert biçimde eleştiriyordu. Son olarak Irak savaşından dolayı Bush hakkında sert açıklamalar yapmıştı.
Birkaç hafta önce düşerek beyin kanaması geçiren Kurt Vonnegut’un New York’taki evinde öldüğü açıklandı.
Romanları : Player Piano (1952), The Sirens of Titan (1959), Mother Night (1961), Cat’s Cradle (1963), God Bless You, Mr. Rosewater (1965), Slaughterhouse-Five (1969), Breakfast of Champions (1973) Slapstick (1976), Jailbird (1979), Deadeye Dick (1982), Galápagos (1985), Bluebeard (1987) Hocus Pocus (1990), Timequake (1997),
Kısa Hikayeleri: Canary in a Cathouse (1961), Welcome to the Monkey House (1968), Bagombo Snuff Box (1999)
Denemeleri: Wampeters, Foma and Granfalloons (1974), Palm Sunday (1981), Fates Worse than Death (1990), God Bless You, Dr. Kevorkian (1999), A Man Without a Country (2005), Scripts Happy Birthday, Wanda June (1970), Between Time and Timbuktu (1972), Make Up Your Mind (1993), Miss Temptation (1993), L’Histoire du Soldat (1993)