edebiyatokyanus
İÇERİK  
  ANA SAYFA
  YAZILAR
  => Attila İlhan Şiiri-DoDoç.Dr. Yakup ÇELİK
  => Bunalım Edebiyatı ve Modernizmin Sorunları-Svetlana Uturgauri
  => Karagöz'e Ezgi-Satı Erişen
  => Orta Oyunu Eksikliği-Nihal Türkmen
  => Orta Oyunu ve Karagöz-Nihal Türkmen
  => Dilin Yapısı ve Toplumun Yapısı-Emile Benveniste
  => Türkçe Metinlerde Bağdaşıklık ve Tutarlılık-İrem Onursal
  => Asansörle Yükseltilmek İstenen Çukurlar-Can Yücel
  => KÜLTÜR VE ÖTESİ-Cemil MERİÇ
  => Türkoloji-Cemil MERİÇ
  => Tevfik Fikret ve Batı Retoriği-Rıza Filizok
  => Estetik tarihimize bir bakış-Arslan Kaynardağ
  => MÜRSEL MECAZ-Rıza FİLİZOK
  => Başlıca Dil Bilimi Akımları-Prof.Dr. Rıza FİLİZOK
  => ZİYA OSMAN SABA’NIN NEFES ALMAK ADLI ŞİİR KİTABINDA -Yrd. Doç. Dr. Safiye AKDENİZ
  => HİKAYE VE ROMANDA “ANLATICI”YA GÖRE METİN TİPLERİ, - Yard. Doç. Dr. Safiye AKDENİZ
  => GÖSTERGEBİLİM-Yard. Doç. Dr. Mustafa Ö Z S A R I
  => TÜRKİYE'NİN ÖNEMİ-Emre Kongar
  => KÜRESELLEŞME VE KÜLTÜREL FARKLILIKLAR ÇERÇEVESİNDE ULUSAL KÜLTÜR-Prof. Dr. Emre Kongar
  => TÜRKİYE'NİN KÜLTÜREL ÖZ-ANLAYIŞI: AVRUPA BİRLİĞİ İÇİN BİR ZENGİNLİK-Emre Kongar
  => BARIŞ KÜLTÜRÜ VE DEMOKRASİ-EMRE KONGAR
  => GOP NEYİ AMAÇLIYOR, NEYİ GERÇEKLEŞTİREBİLİR-EMRE KONGAR
  => YENİ EMPERYALİZM, HUNTINGTON VE ELEŞTİRİSİ-Emre Kongar
  => KÜRESELLEŞME BAĞLAMINDA TÜRKİYE-Emre KONGAR
  => DEMOKRASİ KÜLTÜRÜ SORUNLARI-Emre Kongar
  => AVRUPA BİRLİĞİ'NE "ONURLU VE BAŞI DİK" GİRİŞ NE DEMEK-Emre Kongar
  => TOPLUMSAL VE SİYASAL GELİŞMEMİZİ ETKİLEYEN MARKALAR-Emre Kongar
  => KÜRESELLEŞME, MİKRO MİLLİYETÇİLİK, ÇOK KÜLTÜRLÜLÜK, ANAYASAL VATANDAŞLIK-Emre KONGAR
  => NİYAZİ BERKES'DE ÇAĞDAŞLAŞMA KAVRAMI-Emre KONGAR
  => KEMAL TAHİR-Hilm Yavuz
  => OYUNLARIM ÜSTÜNE-Nazım Hikmet
  => OYUN YAZARI OLARAK-Ataol Behramoğlu
  => POPÜLER EDEBİYAT- M. Orhan OKAY
  => HER SÖZ BİR ŞEY SÖYLER-Feyza HEPÇİLİGİRLER
  => Tiyatronun Kökeni, Ritüel ve Mitoslar
  => ROMANDA KURMACA VE GERÇEKLİK
  => Fuzûlî’nin Hikaye-i Leylâ ve Mecnun’u
  => SEZAİ KARAKOÇ ve HİS “;KAR ŞİİRİ”;-Selami Ece
  => İSTANBUL’UN AHMED MİDHAT EFENDİNİN ROMANLARINA TESİRİ
  => AHMET MİDHAT’A ATFEDİLEN BİR ESER: “HÜKM-İ DİL” VE MANASTIRLI MEHMET RIFAT
  => CEZMİ ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER
  => "EDEBİYATEĞİTİMİ"NDE "EDEBÎ METİN"İN YERİ VE ANLAMI
  => Mustafa Kutlu ve Rüzgârlı Pazar
  => BİR BİLİM ADAMININ ROMANI” ÜZERİNE GEÇİKMİŞ BİR TAHLİL
  => ÖLÜMÜNÜN 50. YIL DÖNÜMÜNDE
  => “MİT”TEN “MODERN HİKÂYE” “HİKÂYE”NİN SERGÜZEŞTİ
  => EDEBİYAT DİLİ/EDEBÎ DİL
  => BİR NESLİN VEYA BİR ŞAİRİN ROMANI: MÂİ VE SİYAH
  => İSTİKLÂL MARŞI’NIN TAHLİLİ
  => CAHİT KÜLEBİ
  => TEVFİK FİKRET’İN ŞİİRLERİNDE TRAJİK DURUM
  => MEHMED RAUF’UN ANILARI yahut EDEBÎ HATIRALARIN YAYIMI ÜZERİNE BİR DENEME
  => MEÇHUL BİR AŞKIN SON NAĞMELERİ: TEVFİK FİKRET’İN “TESADÜF” ŞİİRLERİ / YARD. DOÇ. DR. NURİ SAĞLAM
  => Tarihsel Romanın Eğitimsel İşlevi
  => ALIMLAMA ESTETİĞİ VE EDEBİYAT ÖĞRETİMİ1
  => Tanzimat Dönemi Oyun Yazarliginda Batililasma
  => SİNEMA VE EDEBİYAT TÜRLERİ
  => EDEBİYAT EĞİTİMİ, ESTETİK BİR HAZZIN EDİNİMİ
  => EDEBÎ TENKİT
  => ADALET AĞAOĞLU’NUN DAR ZAMANLAR ÜÇLEMESİNDE KİMLİK SORUNU
  => Halit Ziya ve Mehmet Rauf'un hayatları ile romanları
  => YAZIN VE GERÇEKLİK
  => MİLLÎ EDEBİYAT
  => HECE-ARUZ TARTIŞMASI/ Arş.Gör.Oğuzhan
  => AHMET HAŞİM’İN ŞİİRLERİNDE ATEŞİN DİLİ / ARŞ. GÖR. VEYSEL ŞAHİN
  => ROMAN TEKNİĞİ BAKIMINDAN YABAN
  => TANZİMATTAN GÜNÜMÜZE COCUK EDEBİYATI
  => KADIN VE EDEBİYAT
  => Şiirin Temel Özellikleri-Christopher Caudwell
  => EDEBİYAT EĞİTİMİ: HERMENEUTİK BİR YAKLAŞIM Vefa TAŞDELEN
  => VOLTAİRE VE ROUSSEAU ETRAFINDA AYDINLANMA ÇAĞI FRANSIZ YAZINI
  => TÜRKİYE’DE ULUSAL KÜLTÜR TARTIŞMALARI BAĞLAMINDA ÇAĞDAŞ UYGARLIK SORUNU
  => EDEBİYATIN DİLİ ÜZERİNE
  => TARİHİN SINIFLANDIRILMASI
  => Türk Milletini Uyandıran Adam: Attila İlhan
  => EDEBİYAT DERSLERİNİN İÇERİĞİNİN DEĞİŞTİRİLMESİ KONUSUNDA
  => "Yalancı şöhretlerin Gerçek Yüzünü Ortaya Koydum"-Hilmi Yavuz
  => AVRUPA BİRLİĞİNİ YARATAN NEDENLER VE TÜRKİYE Metin AYDOĞAN
  => DİVAN ŞİİRİYLE HALK ŞİİRİNDE ORTAK BİR SÖYLEYİŞ BİÇİMİ
  => divan şiirindeki sevgili tipini alaya alan bir roman
  => ALIMLAMA ESTETİĞİ VE EDEBİYAT ÖĞRETİMİ
  => BAĞLANMA VE ÇELİŞKİ
  => Antik Çağ’da Tarih Yazmak
  => TARİHÎ ROMANDA POST-MODERN ARAYIŞLAR
  => Kültürel Batılılaşma
  => GARPÇILAR VE GARPÇILAR ARASINDAKİ FİKİR AYRILIKLARI
  => Harf Devrimi Üzerine Yeniden Düşünmek
  => EDEBİYAT ÖĞRETİMİNDE WALDMANN MODELİ
  => KEMÂL AHMED DEDE VE TERCÜME-İ MENÂKIB-IMEVLÂNÂ’SI
  => TARİHSEL GELİŞİM SÜRECİ İÇERİSİNDE URDUCA
  => Avrupalılaşmak mı, Avrupalılaştırmak mı?CEMİL MERİÇ
  => ŞAİRANE BİR ÇEVİRİ yahut TOPLUMBİLİMİN SERÜVENLERİ Cemil MERİÇ
  => 47 LİLER YAHUT BİR ROMANIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
  => ZAMAN, ZAMAN – I TERAKKİ Cemil Meriç,
  => Kırk Ambar (Cilt1)
  => KADIN RUHU, Cemil Meriç
  => Umrandan Uygarlığa-C.Meriç
  => Balzac’tan önce modern roman-Cemil Meriç
  => ARİSTARK’LA ZOİL-c.meriç
  => ELİNDE CENNET AÇAN ZEND AVESTA- c.meriç
  => SELEFÎLİK–SÛFÎLİK VE ÂKİF-SÜLEYMAN ULUDAĞ
  => Mehmet Âkif- Mâhir İz’e Yazdığı Mektuplar
  => DİDO SOTİRİYU’NUN ROMANI GİBİ BİR ROMANIMIZIN OLMAYIŞI
  => HİLMİ YAVUZ’UN DENEMECİLİĞİ
  => İRONİ KAVRAMI, GERÇEKÜSTÜCÜLÜK VE ERCÜMEND BEHZAD LAV ŞİİRİ ÜZERİNE
  => OKUNAMAYAN ROMANLAR
  => Gelenekçilik Geleneğe Dahil Değil
  => Türk Tiyatrosunda İronik Söz, İronisiz Metin
  => Postmodernist İroni
  => NÂZIM HİKMET ŞİİRİNİN SİYASİ ETKİLERİ
  => NÂZIM HİKMET ŞİİRİNDE SİNEMASAL ÖĞELER
  => Savaş
  => Newton, Goethe ve Sosyal Bilimler
  => Bir Afyon (!) Olarak Diktatörlükten Demokrasiye Futbol
  => Adorno Yüz Yaşında
  => Theodor Adorno: Kültür Endüstrisini Yeniden Düsünürken
  => ADORNO'NUN KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ KAVRAMI ÜZERİNE
  => ADORNO’NUN KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ KAVRAMI ÜZERİNE
  => Frankfurt Okulu
  => TARİHİ MADDECİLİK VE KAPİTALİZM - ÖNCESİ TOPLUMLARASYA TOPLUMU - FEODALİTE Asaf Savaş AKAT
  => POSTMODERNİZM GEÇ KAPİTALİZMİN KÜLTÜREL MANTIĞI
  => Postmodernizm Ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı 2
  => Postmodernizm Ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı 3
  => DİMİTRİ KANTEMİR'İN DOĞUBİLİM ARAŞTIRMALARINA KATKISI Georges Cioranesco
  => DİMİTRİ KANTEMİR'İN DOĞUBİLİM ARAŞTIRMALARINA KATKISI Georges Cioranesco 2
  => II. MEŞRUTİYET'TE SOLİDARİST DÜŞÜNCE: HALKÇILIK Zafer Toprak
  => II. MEŞRUTİYET'TE SOLİDARİST DÜŞÜNCE: HALKÇILIK Zafer Toprak 2
  => Türkoloji Araştırmaları Makaleler Veritabanı
  => Yeni Makaleler
  => Türkoloji Araştırmaları Dergisi
  => Türkoloji Makaleleri
  => ŞAİR DUYARLILIĞI Afşar TİMUÇİN
  => Yazılar.....
  => SEÇME YAZILAR
  => EDEBİYAT Tez / Makale / Kitap ara
  => Orhan Pamuk: Babamın bavulu Nobel konuşması
  => PiVOLKA'da Çıkan Yazılar
  => Amin Maalouf Üstüne
  => Öykünün Yüzyılı /Feridun ANDAÇ
  => Cumhuriyet Dönemi Türk Felsefesinde Bir Hareket Noktası Olarak Teoman Duralı-oktay taftalı
  => Sofist Bilgeliğin "Empirist" Dayanakları Üzerine 0.TAFTALI
  => Birlik ve Liderlik Hayalleri O.TAFTALI
  => Eğitilemeyen Bir Varlık Olarak İnsan O.TAFTALI
  => Çağdaş Bir Tarım Toplumuna Doğru O.TAFTALI
  => Sosyo-Politik Bağlamda Bir Dekadans Olarak Bilgi Toplumu O.TAFTALI
  => Aşkla Varolan Hayatlar O.TAFTALI
  => Batı Medeniyetinin Mutsuz Çocuğu Entelektüel O.TAFTALI
  => Nihat Genç Yazıları
  => Batılı Tarih Bilimi ve Tarihin Mantığı
  => Bir Hayat Alanı Olarak Aile O.TAFTALI
  => Bir Savaşın Kavramları Üzerine
  => Çalışma ve Erdem Kavramları Arasındaki İlgi Üzerine O.TAFTALI
  => Değer Üreten Hayatlar
  => Doğu'nun Hayal Ülkesi O.TAFTALI
  => Dostlukla Yükselen Hayatlar O.TAFTALI
  => Şiirimizin Hazin Sonu O. TAFTALI
  => Soğuk ve Sıcak Hayatlar OKTAY TAFTALI
  => Yalanın Fenomenolojisi O. TAFTALI
  => Günümüzde Medya Kılavuzluğu - Günümüzde Medya Kılavuzluğu
  => Ermeni Meselesinin Kökenini Batının Irkçılığında Aramak Lazım Prof. Dr. Türkkaya Ataöv
  => Osmanlı’dan Lozan’a Musul-Kerkük
  => “Sözümü Tutamadım, Artık Yaşayamam” Turhan Feyizoğlu
  => Gerilla Mustafa Kemal ve Türk Yurtsever Kurtuluş Hareketi Turhan Feyizoğlu"
  => SİYASİ TARİH YAZILARI -YEREL TARİH YAZILARI
  => Yazarlar - yazılar
  => TÜRKİYE’DE MUHAFAZAKÂRLIĞIN DÜŞÜNSEL - SİYASAL TEMELLERİ
  => yazılar 1
  => yazılar2
  => türk dünyası
  => Derin devlet
  => YAZILAR,
  => SOSYOLOJİ.
  => YAZILAR,,.
  => TANZİMAT DÖNEMİ
  => İdealizm-Realizm
  => Cemil Meriç..
  => ilhan berk
  => NİYAZİ BERKES’İN TÜRK KİTLE İLETİŞİM TARİHİNE KATKILARI
  => yazılar.
  => yazılar..
  => yazılar,
  => yazılar,,
  => yazılar.,
  => YAZILAR.
  => YAZILAR..
  => YAZILAR-
  => YAZILAR-,
  => yazılar.1
  => y.1
  => y.2
  => y.3
  => y.4
  => y.5
  => y.6
  => y.7
  => y.8
  => y.9
  => y.10
  => y.11
  => y.12
  => y.13
  => y.14
  => y.15
  => y.16
  => y.17
  => y.18
  => y.19
  => y.20
  => y.21
  => y.22
  => y.23
  => y.24
  => y.25
  => y.30
  => y.31
  => y.32
  => y.33
  => y.34
  => y.35
  => y.36
  => y.37
  => y,38
  => y.39
  => y.40
  => y.41
  => y.42
  => y.43
  => y.44
  => y.45
  => y.46
  => y.47
  => İnsan-Mekan İlişkileri
  => SANAT VE ELEŞTİRİ
  => Türkiye’de olumsuz Pierre Loti eleştirileri
  => TÜRKiYE’DE MODERN EDEBİYAT ELEŞTİRİSİ
  => ATATÜRK,
  => MAKALELER:
  => MAKALELER,
  => yz
  => yz1
  => yz2
  => yz3
  => yz4
  => yz5
  => yz6
  => yz7
  => yz8
  => FRIEDRICH NIETZSCHE’NİN TARİH ANLAYIŞI
  => Edebiyat Nedir?
  => YM1
  => YM2
  => YM3
  => YM4
  => YM7
  => YM8
  => YM9
  => İbn Battûta’da “Ahı” Kelimesi ve Anadolu
  => Simone de Beauvoir: Abjeksiyon ve Eros Etiği
  => Toplumsal Cinsiyet Düzenlemeleri
  => Psikanalitik ve Post-Yapısalcı Feminizm ve Deleuze
  => Tarihsel Bir Perspektif Üzerinden İroni Tür ve Tekniklerinin Gelişimi ve Bazı Uygulama Örnekleri Tarihi Gelişim
  => İroni ve Melankoli*
  => İroni, Nostalji ve Postmodern
  => “Daha İyi Anlamak İçin Daha Fazla Açıklamak” İsteyen Bir Yorumbilimci: Paul Ricœur
  => Kendi (Paul Ricœur Üstüne)
  => Sersemleşme Okulu
  => Osmanlı ve Avrupa Arasındaki Karşılıklı Etkileşimde Etnomaskeleme
  => Antik Yunan Tragedyasının Metafiziği
  => Sonbahar Mitosu: Tragedya*
  => Ayrışma, Çatışma ve Fanatizm
  => Fanatizm İlkelliktir
  => Tuhaf Bir Çocuk
  => Huzursuz
  => Benjamin’in Mistisizmine “Üç Yönlü Yol”
  => Renan, Irk ve Millet
  => Varlık, Benlik, Hatırlayış ve Unutuş Üzerine
  => Hangi Kilidin, Hangi Anahtarı?
  => Romanda Tarih
  => Bugün Psikanalizi Tartışmak
  => Kültürde Bakış
  => 1930 Goethe Ödülü Dolayısıyla Frankfurt Goethe Evi’nde Konuşma
  => Jacques Derrida ve Konukseverlik Sorusu
  => Metafiziğin Kalesi Hakkında Düşünmek
  => Hakların İadesi
  => Modern Etiğin İki Temel Direği Agnes Heller
  => Ezoterizme Genel Bir Giriş
  => Turnanın Semahı, Ezoterizmin Zamanı: Bektaşi ve Alevi Zaman Kavrayışla
  => Yeni sayfanın başlığı
  => Ulus-Ötesinden Hukuka Bakmak: Jürgen Habermas
  => Yeni Perspektifler Gerçeğin Çölüne Hoşgeldiniz
  => Orlan: Kırılan Ten Kubilay Akman
  => Pusudaki Ten, Vice Versa
  => Cimri ve Çöp Arasındaki Güçlü İlişki Üzerine
  => Demokrasi Kavramı Üzerine Hayli Spekülatif Bir İrdeleme
  => Benim Çöp Bayramım
  => Kamu Yeniden Kurulurken Kadınlara Ne Olacak?
  => Sonsuzluğun Sınırında: Immanuel Kant
  => Kant ve Üniversite İdeası
  => İki Yüzüncü Ölüm Yıldönümünde: Immanuel Kant ve Kantçılık
  => Kant ve Yeni Kantçılık
  => Otuz Beşinci Gece: Ruh, Can, Hayat, Ölüm, Akıl ve Öte Dünya Üzerine1
  => Ölüm Üzerine Tıbbi Çeşitlemeler
  => Ölüme Karşı Ölüm
  => Avrupa İçin Yeni Bir Ethos Üzerine Düşünceler
  => Avrupa ve Ötekileri
  => Sûfî Şiirinin Poetikası
  => Byron ve Romantiklik
  => Kötülük Toplumu ve Biçimin Muhalefeti
  => Balkanlar: Metaforların Çarpıştığı Bir Savaş Alanı
  => Badiou: Etik Üzerine
  => “Semen est Sanguis" Yahudilikte ve Hıristiyanlıkta Kan
  => Âdet Kanaması Tecrübesi: Sınırlar ve Ufuklar
  => Said ve Saidciler ya da Üçüncü Dünya Entelektüel Terörizmi
  => Kültür Endüstrisini Yeniden Düşünürken
  => Adorno ve Tanrının Adı
  => Kant, Adorno ve Estetiğin Toplumsal Geçişsizliği
  => Adorno ve Berg
  => İbn Battûta Seyahatnamesi
  => Irak Savaşı ve Sivil Etkinlikler
  => Yamalı Çelişkiler Semti: Saraybosna'dan Yenibosna'ya
  => Halkla Birlikte Bir Çağdaş Kent Söylemi Üzerine
  => Yeni Dünya Düzeninin Sonu?
  => Selçuklular Anadolu’da
  => Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubâd Dönemine (1220-1237) Bir Bakış
  => 13. Yüzyılın Başında Anadolu’da Ticaret
  => Selçuklular Döneminde Anadolu’da Felsefe ve Bilim (Bir Giriş)
  => Nietzsche ve ‘Akla’ İsyan
  => Bizans Manastır Sistemine Giriş
  => Öğrenci Radikalizmi Üzerine Düşünceler
  => 1968’i Yargılamak ya da 68 Kuşağına Mersiye
  => “Gelecekte İnsanlara Çok Güzel Görüneceğiz”
  => Nevroz, Psikoz ve Sapkınlık
  => Üniversitede Psikanaliz Öğretmeli miyiz? Sigmund Freud
  => Psikanalist Kimdir?
  => Nerelisiniz?
  => Irak’a Kant Çıkarması
  => Bizans Şaşırtıyor
  => 12 eylül dosyası
  => FETHİ NACİ: Cesur, Gerçekçi Ve Halkçı... İzzet Harun Akçay
  => SON OKUDUKLARIM- İzzet Harun Akçay
  => Sabahın yalnız kuşları-İzzet Harun Akçay
  => Bir Portre - Cahit Sıtkı TARANCI - Şükran KURDAKUL
  => ŞİİR NEDİR? Cahit Sıtkı TARANCI
  => Afşar TİMUÇİN - Şair Duyarlığı
  => Ahmet KÖKLÜGİLLER - Karacaoğlan'ın Yaşamı ve Şiirleri
  => Atilla ÖZKIRIMLI - Dadaloğlu ve Çevresi
  => Aysıt TANSEL - Metin Eloğlu
  ARAŞTIRMA-İNCELEME
  SÖYLEŞİ
  DENEME
  ATTİLA İLHAN
  ATTİLA İLHAN-KÖŞE YAZILARI
  E-KİTAP
  ANSİKLOPEDİK
  SATRANÇ VİDEO DERSLERİ DÖKÜMANLAR
  SATRANÇ OYNA
  ŞİİR
  DİL ANLATIM TÜRK EDEBİYATI - LİSE KAYNAK
  EDEBİYAT RADYO
  EDEBİYATIMIZDA ŞİİR ROMAN ÖYKÜ (dinle)
  100 TEMEL ESER (dinle)
  100 TÜRK EDEBİYATÇISI (dinle)
  SESLİ KİTAPLAR
  FOTOĞRAF ÇILIK
  E-DEVLET
  EĞİTİM YÖNETİMİ DENETİMİ
  RADYO TİYATROSU
  ÖĞRETMEN KAYNAK
  EDEBİYAT TV
  SÖYLEŞİLER - BELGESELLER TV
  RADYO KLASİK
  TÜRKÜLER
  GAZETELER MANŞETLER
  ÖYKÜ ANTOLOJİSİ
  DERGİLER - KİTAPLAR - KÜTÜPHANELER
  E-DERGİ
  KİM KİMDİR BİYOGRAFİLER
  ZİYARETÇİ DEFTERİ
  İLETİŞİM
  EDEBİYAT OKYANUS
Ezoterizme Genel Bir Giriş
Ezoterizme Genel Bir Giriş
Refik Algan


 

Bu dervişlik beratın okumadı müftiler,
Onlar ne bilsin onu, bu bir gizli varaktır.
Yunus Emre

Felsefe, mantık, matematik ya da müzik gibi disiplinlerde de olduğu gibi ezoterizm ve mistisizmin de kendine özgü kavramları ve tanımları vardır. Günlük bilinç ile ya da sadece içinde bulunduğumuz başka bir disiplinin kavramları ile ezoterizme yaklaşmaya çalışmak, bu konuyu bize tümüyle kapatabileceği ve büyük yanlışlarla sonuçlanabileceği için, önce birkaç tanım ve ayrım üzerinde durmak yerinde olur.

Ezoterik Bilgi ve Okült Bilgi
Ezoterizm konusuna girmeden önce, bugün genellikle kullanıldığı anlamıyla belirli ve sınırlı bir grup ya da kişilere açık olduğu ve yalnız onlar tarafından anlaşılabildiği öne sürülen bir bilgi türünü işaret eden “ezoterik/içrek bilgi” ile doğaüstü güçler edinmeye yönelik olduğu söylenen ve gizli tutulan ve ancak belirli kişilere açılan “okült/gizli bilgi”yi birbirinden ayırmak gerekir.
Ezoterik bilginin en son hedefi, kişinin dünyadaki bireyselliğinin Tanrı’nın varlığında eriyerek onun içinde yok olması, kişinin kendi Tanrısal bireyselliğine kavuşarak Tanrı ile birleşmesi ya da zaten bir olduğunu anlaması (vuslat ya da damlanın denize kavuşması), bir diğer deyişle özne ve nesne arasındaki uzaklığın geçici bir süre için de olsa ortadan kalkarak Tanrı varlığının deneyimlenmesi iken, diğer tarafta, Okült bilgi, madde ve dünya olayları üzerinde etkili birtakım güçler elde etmeye ve bunları uygulamaya yöneliktir. Bu durum ise sözünü ettiğimiz özne ve nesne arasındaki uzaklığın, zaman zaman yakınlaşmalar olsa bile, olduğu gibi korunması anlamına gelir.
Böylece, Semavi dinler ile büyü arasındaki büyük ayrıma gelmiş bulunuyoruz. Bir tarafta “özne-nesne” uzaklığını koruyarak kişinin kendi dünyasının yargılarına göre madde üzerinde etkili olmaya çabalaması, ki en uçta bizi “Büyü” kavramına götürür; diğer tarafta da kişinin Tanrı’ya yönelip öznel dünyasından arınarak, Tanrı ile arasındaki “özne-nesne” ilişkisini aşmaya çabalaması, teslimiyet ve sonuçta da “vuslat” kavramı bulunur.

Öznel Dünya ve Nesnel Dünya
Ezoterik disiplinlere göre “Dünya” dendiği zaman, gerçekte, nesnel dünyanın kişinin zihnindeki yansımaları, bunlar arasında kurduğu ilişkiler, kişisel geçmişi ve beden süzgecinden geçerken kazandığı değerler ve heyecansal yükler, kişilik yani öznel psikolojik gerçeklik anlaşılır. Geçmişte ve şimdi de büyük yanlışlara neden olan bu noktanın iyi bilinmesi gerekir; çünkü, dünyadaki tüm ezoterik disiplinler tarafından ısrarla öne sürülen ve hakikate ulaşma yolunda “olmazsa olmaz” derecede bir öneme sahip olan “dünyadan soyunmak / terk-i dünya” kavramı, yüzyıllar içinde bulanarak birçok çevre tarafından esas anlamından sapmış bir biçimde kullanılmaya ve uygulanmaya başlamıştır.
Diğer tarafta, “Nesnel Dünya / Arz” ise, kişinin psikolojik süzgecinden bağımsız olarak dışta varolan nesnel gerçekliktir. Kişinin kendi öznel dünyasından kurtularak gözünü açacağı dünya, işte bu nesnel gerçeklik bilinci ile göreceği dış dünyadır. Manevi yolculuğunun bir evresinde, Hz. Muhammed’in Tanrı’ya eşyayı olduğu gibi görebilmek için yakarması, bu nesnel gerçeklik özlemini ve bir yönü ile bilimsel bilgiyi de işaret eder.

Bilimsel Bilgi ve Ezoterik Bilgi
Felsefedeki bilgi kuramı bağlamında akılcılık ve deneycilik tartışmasına hiç girmeden ve her iki bakışın birbirinden ayrılamaz bir bütün oluşturduğunu kabul ettiğimizi belirttikten sonra, bilimsel bilginin en önemli özelliğinin herkese açık olması, deneye dayanması, herkes tarafından deneylenebilir olması ve varılan sonuçların aynı koşullar altında başkaları tarafından da gerçeklenebilir olması olduğunu söyleyebiliriz. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, bilimsel bilginin ilk adımda “duyu verileri”ne dayanarak yola çıkmasıdır, ki bu da bizi gözlemcinin iç özellikleri sorununa getirir.
Ezoterik disiplinlere göre, insan duyu verileri açısından giderilmesi gereken iki önemli içsel sorun ile karşı karşıyadır:
Birinci içsel sorun, bilimsel bilgiden ayrı olarak, kişinin yaşantısı içinde dünyayı algılama ve onunla ilişki kurma biçimiyle ilgilidir. Kişinin varoluş düzlemine ait bu birinci sava göre, duyu verileri sürekli olarak kişinin psikolojik varlığı içinden süzülerek yorumlanmakta ve yargılanmakta, bu yüzden de kişi, eşyayı olduğu gibi, yani nesnel bir bilinç ile görememektedir.
Ezoterizme göre ikinci içsel sorun ise insanın bilinen duyu organları dışında en azından bir ya da daha fazla duyu organı ya da duyum işlevine sahip olduğu ve bunların bugünkü insanlıkta henüz kapalı, örtülü bulunduğu, bu nedenle algımızın sınırlı olduğu ve bu duyu ve işlevlerin fazladan çalışmalar yapılarak açılması gerektiği savıdır.

Ezoterik Bilgi ve Nesnellik Sorunu
Yukarıdaki savları doğru kabul ettiğimiz takdirde, eğer fazladan bir çaba gösterip belirli çalışmalar yaparak bugün kapalı ya da uykuda olan başka duyu organlarımızı ya da işlevlerimizi çalışır duruma getirebilirsek, o zaman iç ve dış dünyayı daha geniş bir açıdan ve nesnel bir bilinçle görebilir ve yaşayabilir bir duruma gelebileceğimizi rahatlıkla söyleyebiliriz.
Peki şimdi, herhangi bir kişideki böyle bir durumun gerçek mi yoksa kişisel bir vehim mi olduğuna bizler nasıl karar vereceğiz? Ezoterik disiplinlere göre, bu çalışmaların içinden geçerek sonuca ulaşmamış olanlar bu kararı asla veremezler; kişinin sözü edilen süreci tamamladığına ancak aynı süreci daha önce tamamlamış olanlar karar verebilir. Bu nedenle, ezoterik disiplinlerde bir kişinin bu süreci tamamlayıp tamamlamadığına dair dış dünyada da tanıklık gerekir.
Eğer bu sav da doğru ise, o zaman, duyu verileri ve algı açısından ezoterizme göre, belirli sayıdaki bir grup insan için bizim bildiğimiz nesnelliği de içine alan daha geniş bir nesnellik alanı varolduğu sonucu çıkar, ki bu da bizim nesnellik alanımızın, algımızın bu daha geniş nesnellik alanınına göre bir alt küme olması demektir. Böylece, ezoterizmdeki “seçkin grup” ve “örtülü bilginin üstünün açılması” kavramlarının da buradan kaynaklandığı kolayca anlaşılabilir. Demek ki, ortada apaçık olan daha geniş bir gerçeklik alanı var; bu gerçeklik birileri ya da bir güç tarafından gizli tutulmuyor, ama belirli çalışmalar yapılıp da şimdi uykuda olan duyular devreye sokulamadığı için bu gerçeklik bizler için örtülü ya da gizli kalmaktadır.
“Belirli kişilere açık olduğu söylenen bu çeşit bir bilgi (irfan), bir alt düzlemdekilere nasıl aktarılacak ve onlar bunu nasıl gerçekleyecek?” diye sorulduğunda da bunun ezoterik disiplinler tarafından verilen evrensel yanıtı, bu bilginin akıl yolu ile aktarılamayacağı, bu işin bir “akıl bilgisi (ilim)” değil, doğrudan deneyimlenen bir “gönül / aşk” deneyimi ve bilgisi (irfan) olduğudur. Kişi, bu süreci daha önce tamamlamış bir kişinin kılavuzluğunda belirli uygulamaları yapmalı ve bu durumu doğrudan deneyimleyerek bizzat kendi içinde gerçeklemelidir. Bu nedenle “Tatmayan bilmez!” ilkesi gerekli koşul olarak kişinin karşısına daima çıkar. Bu ayrım için verilen örneklerden bir tanesi, kendisi de kadın olan bir kadın-doğum uzmanı doktorun, gebeliğin ve doğumun tüm evrelerini akıl yoluyla bilebilmesine karşın, kendisi de bizzat gebe kalıp bir çocuk doğurmadıkça anne olamayacağı ve annelik duygusunu yaşayamayacağıdır.

Ezoterik Bilgi ve Felsefe
Kavramsal bilgi ile doğrudan deneyimden kaynaklanan bilgi arasında böylesine bir ayrım yapılınca, “Tasavvuf Felsefesi” diye bir kavramın ezoterizm gerçeğini kişiye aktarmaktan ne kadar uzak olduğu doğal olarak ortaya çıkmış olur. Ezoterizme göre, Tasavvuf felsefesi, dünyadaki ezoterik disiplinler tarafından bir alt düzlemdeki kişilere aktarılan dolaylı bilgilerden oluşur ve bu da ezoterik bilginin egzoterik/dıştaki yönüne aittir ve her zaman için eksik bir bilgidir. Diğer bir deyişle, tasavvuf felsefesi, tasavvuf gerçeğinin felsefe, akıl düzlemindeki bir izdüşümüdür. İkisi arasındaki ayrım, karnı aç olan bir kişiye okuması için yemek tarifi vermeye benzer. Yemek tarifini okumak nasıl kişinin karnını doyurmazsa, tasavvuf felsefesini bilmek de kişinin kendi içinde gerçekleşmesi gereken değişiklikleri oluşturmaktan o kadar uzaktır.
Burada belirtilmesi gereken ikinci bir nokta daha vardır. Ezoterik bilginin bu dışa açık, dile getirilen yanı (egzoterik), ezoterik disiplinlerin bu bilginin ne kadarını, kime aktarmak istediği ile de sınırlıdır; çünkü, ezoterik bilgi, akıl düzleminde bile herkese kolayca açılmamalıdır.
Burada ezoterik disiplinlerin, kendilerine ait bilginin bir alt derecedeki düzleme aktarma konusunda, Hindu yolları ve uygulamaları, Buda’nın yolu ve Hz. İbrahim geleneğinden kaynaklanan dinler boyunca neredeyse binlerce yıllık bir deneyime sahip olduğunu ve kendine özgü ilkelere de sıkı sıkıya bağlı bulunduklarını ve bu ilkelerin çoğunun da insanın yapısından zorunlu olarak kaynaklandığını belirtmekte yarar vardır.
Ezoterik eğitim, her şeyden önce, bu eğitimi talep eden öğrencinin lehine uygulanması gereken pedagojik bir siyaset gerektirir. Bu siyaset nedeniyle, bir alt düzleme aktarılan kavramsal bilgiler, diğer bir deyişle ezoterik bilginin egzoterikleşmiş yönü, hiçbir zaman bir üst düzlemin yapısal ve işlevsel bilgisi değildir. Dışa açılan bilgi daima yolda yürüyecek kişinin işini kolaylaştıracak bir biçimde verilir. Örneğin, hastaya önce ilaç verilir ve tedavi edilir. Hastanın tıp okuyacak ve kendi hastalığına tanı koyup kendi kendisini sağaltacak zamanı yoktur. Ancak iyileştikten sonra isterse tıp eğitimi alır ve neyin içinden geçmiş olduğunu öğrenebilir.
O zaman, bizim bu durumumuzla hiçbir zaman içine giremeyeceğimiz, ama kendisini isterse bize açan ve yine kendisini bize kanıtlamak zorunda olmayan, ama tam tersine, bizim kendimizi kendisine kanıtlamamız gereken bir disiplin ve bir gerçeklikle mi karşı karşıyayız? Bu bağlamda, tasavvufun, “İsteyene değil, kendi istediklerine verirler” sözünü anımsamakta yarar vardır.

Ezoterizm Bir İcat mıdır Yoksa Bir Keşif mi?
Ezoterik bilgi ile felsefi bilgi arasındaki bir diğer önemli ayrım da felsefe bilgisinin ve yaklaşımlarının büyük bir çeşitlilik göstermesine, geniş bir yelpaze oluşturmasına karşın, ezoterik bilginin dışlaşmış yönünün, dünyanın farklı yerlerinde ve zamanlarında hep aynı savları öne sürmüş olmasıdır. Tarihsel, kültürel ve coğrafyaya ait ek ayrıntılar ortadan kaldırıldığında tüm büyük dinlerin ve yolların içindeki ezoterik yaklaşımların hep aynı ilkeleri vurguladığını ve hep aynı hedefi gösterdiğini görürüz.
Felsefe tarihine baktığımız zaman gördüğümüz felsefe sayısı kadar filozof olabilir, ama ezoterik bilgiye ulaşmış kişi sayısı kadar farklı ezoterik disiplin olamaz. Bu bize ezoterizmin yapısal temelini gösterir. Hindistan’da hazırlanan bir anatomi kitabı ile Türkiye’de hazırlanan bir anatomi kitabı, derinlik ayrımı gösterseler bile, aynı gerçekleri anlatacaktır, çünkü tanımladıkları yapı aynıdır. Bu nedenle, dünyanın farklı yerlerinde ve farklı zamanlarında ortaya çıkmış olan ezoterik disiplinler ve büyük gizemciler arasındaki ortak ilkeleri, özellikleri, uygulama ve yaklaşımları “yayılma kuramı” ile açıklamak doğru değildir; bunlar insanın bedensel ve psikolojik yapısından kaynaklanan zorunluluklardır. Bu nedenle, dünyanın farklı din, tarih ve coğrafyalarında ortaya çıkmış bütün büyük mistikler hep aynı kilometretaşlarını göstermişlerdir.
Ezoterik Bilgi ve İslam Tasavvufu
İslam dini içinde de bir ezoterik gelenek bulunduğu ve bunun bir yönünün egzoterik bir biçimde “Tasavvuf Anlayışı” olarak dışarıya açıldığını biliyoruz.
Burada “Sufizm” sözcüğü üzerinde kısaca durmakta da yarar var. Daha çok Batılı oryantalistler tarafından kullanılan bu sözcük, İslam ezoterik disiplinini akıl yolu ile anladıkları ya da kendi anlayışları içindeki bir kategoriye oturtabildikleri yanılgısı ile birlikte yan yana bulunur. Batılılar tarafından bazı İslam gizemcilerine Sûfî dendiği, hatta bazı büyük İslam gizemcilerinin kendilerini zaman zaman Sûfî olarak nitelendirdikleri de doğru olmakla birlikte, tarihte hiçbir zaman “Sûfilik” diye başlı başına bir akım, bir yol, bir din ya da ezoterik okul varolmamıştır. “Sûfî“ sözcüğünün bazı yerli kaynaklar tarafından da kullanılmış olması, sosyolojik din ile aralarındaki anlayış farkını İslam dışı odaklara, onların anlayabilceği bir biçimde daha yumuşak bir tutumla anlatabilmek ya da aktarabilmek kaygısından kaynaklanmış olabilir.

İslam Tasavvufunun Başlangıcı ve Sonrası
Yaygın görüşe göre İslam tasavvufu Hz. Muhammed ve onun sofasında topladığı yakınları, başka bir deyişle ezoterik çalışmalar için en uygun ve olgun bulduğu kişiler ile yaptığı sohbetlerle başlamıştır. Yeni dinin ilkelerine ve kurallarına göre, bir yandan dışarıdaki toplum ve insan ilişkilerine yeni bir düzen getirilirken, diğer taraftan da içerdeki bu kişilere egzoterik dinin ezoterik yönü ve hedefi ile kutsal kitabın ezoterik anlamı ve uygulamaları açıklanmıştır.
Bu uygulamaların hedefi hiç kuşkusuz ki başka disiplinlerde de “Nirvana” “Yeniden Doğuş” “Aydınlanma” “Kalp Gözünün Açılması” “Arınma” ve “Kavuşma” gibi değişik adlarla tanımlanan ezoterik dönüşümün yeni din içinde de gerçekleştirilmesiydi. Hz. Muhammed’in ilk vahyini 40 yaşında aldığı ve 53 yaşında da Tanrı katına yükseldiği, yani mirac ettiği söylendiğine göre, bu dönüşüm sürecinin onun bizzat kendisi için 13 yıl sürmüş olabileceği söylenebilir.
Böylece Hz. Muhammed ile başlayan bu ezoterik dönüşümü yaşamış insanlar zinciri (Velayet), bir görüşe göre sadece Hz. Ali, başka bir görüşe göre de Hz. Ali ve Hz. Ebu Bekir ve onların ardılları ile günümüze kadar sürmüştür.
İslam dininin dört halife dönemi ve sonrasındaki siyasal nedenlerden dolayı ilk ezoterik okulları oluşturan çekirdek ya da çekirdeklerin Arap yarımadasından Orta Asya’ya taşınmak zorunda kaldıklarını ve oradan da Anadolu’ya gelmiş olduklarını ileri süren görüşler de vardır. Böylece, özellikle onikinci ve onüçüncü yüzyıllardan sonra İslam ezoterik anlayışının en önemli merkezi Anadolu olmuştur. Tarih boyunca, bütün bu değişik coğrafya ve kültürler içinde başka başka görünüşlere bürünen ezoterik okullar dışta da toplumsal birer kuruma dönüşen “yolları” (tarikat) oluşturmuş ve sonunda bugüne kadar gelinmiştir.
Yalnız burada hemen belirtmek gerekir ki, bazı gizemcilere göre, temelde Ortaçağa ait toplumsal bir kurum olan tarikatların dönemi günümüzden 100 yıldan daha fazla bir zaman önce çoktan kapanmış ve ezoterik disiplinler açısından artık bireysel döneme geçilmiştir. Yani, içinde bulunduğumuz dönemde, ezoterik eğitim artık kitlesel düzeyde değil, bireysel düzeyde, teke tek verilmektedir. Bu görüşe göre günümüzde hâlâ varlıklarını biçimsel olarak sürdüren yolların ise hemen hepsinin içi boşalmış ve birer Ortaçağ kalıntısına dönüşmüştür. Bunların biçimsel olarak bile geleneği sürdürdüğü kuşkuludur. Başlarında ezoterik bir dönüşüm geçirmemiş kişiler bulunmaktadır. Ezoterik disiplinin gereklerini bırakmışlar ve dıştaki dine ait siyasal akımlara dönüşmüşlerdir, ki bu konuya daha sonra, Tarikat Sonrası Dönem ve Tartışma bölümünlerinde tekrar döneceğiz.

Ezoterizmin Dışta Sunduğu Ön Kabuller ve Bakış Noktası
Ezoterik bakışa göre “insan” büyük evren ve bir bütün, dışımızdaki evren ise küçük evren ve parçalardır. İnsanın, aslında büyük evren ve bir bütün olduğu ve Tanrısallığı içinde barındırdığı görüşünden hareket etmeyen hiçbir bakış açısı, ezoterik bakış açısı olarak kabul edilemez.
Ezoterik çalışmanın hedefi ise kişiyi şimdi içinde bulunduğu, kendisini dıştaki parçalar ile özdeşleştirdiği durumdan kurtararak kendi bütünselliğine döndürmek ve böylece evrensel bilinci, Tanrısal bilinci deneyimleyebilmek için bir olasılık yaratmaktır.
Kutsal kitaplar, Tanrı’nın insanı kendi biçiminde, en güzel biçimde yaratmış olduğunu ve ona ruhundan üflediğini söylemektedir. Bu nedenle de Tanrı’nın evi insandır; ama bu bakış, insanın Tanrı olduğu anlamına gelmez. Nasıl aynadaki görüntü kendi başına varolamazsa, insan da aynı biçimde Tanrı olmadan kendi başına varolamaz.
Tanrı’nın insanda olduğu gerçeği ve insanın bunu deneyimleyebilmesi için gerekli duyu organları ve beyin işlevleri, günlük bilinç içinde perdelenir, örtülür (Küfr) ve bizler bundan habersiz, adeta bir uyku içinde yaşarız. Yapmamız gereken de bu perdeyi ortadan kaldırarak öznel bilincimize ölmek, böylece nesnel bilince doğmak ve bütünselliği, evrensel bilinci deneyimlemektir, ki bu, “Ölmeden önce ölmek” olarak adlandırılır. Böylece kişi, sözcüklerin ezoterik anlamıyla örtülülük (küfr) durumundan, yani kâfirlikten, açıklık, içi dışı bir olma (müminlik) durumuna geçmiş olur. “Ölmeden önce ölmek” biyolojik ölümden önce deneyimlenmesi gereken bir durumdur, ki buna “Yeniden Doğmak” ya da “Uyanmak” da denir.
Kişinin, biyolojik ölümü gerçekleşmeden önce, “Uyanma” deneyimi yaşanmazsa, yani ezoterik dönüşüm tamamlanmazsa, ölümden sonra bilinç devam ettiğinden dolayı, kişi, perdesinin kalınlığı oranında kendisini çeşitli sorunlar içinde bulur. Diğer tarafta, bu tanımıyla “uyanma” ya da ezoterik dönüşümün, bu çalışmaları yapan herkeste gerçekleşeceği gibi bir kesinlik de bulunmadığı için, kişi yaşarken en azından bu yönde bir çaba göstermelidir ki biyolojik ölüm sırasında perdesi ince olsun ve ölüm sonrası birçok sorun ile karşılaşmasın.

Ezoterik Yolculuk
Yaygın olarak kabul görmüş bir sınıflamaya göre kişi, dört kapısız kapıdan geçerek ezoterik bilgiye ulaşır. Bu kapıların her birinden diğerine geçmek için kendi bulunduğu yerin koşullarını yerine getirmiş olması ve orayı gerektiği gibi bilmiş olması gerekir.
Bu bağlamda, İslam tasavvufu üç değişik bilgi biçimi tanımlayarak yola çıkar:
1) Duyarak Bilmek: Futbolun adını bile duymamış bir kişi düşünelim. Bu kişinin bir arkadaşı başka bir ülkeye gider ve ona bir mektup yazarak bu futbol oyununu ve kurallarını ona uzun uzun anlatır.
2) Görerek Bilmek: Bu kişinin arkadaşı kendi ülkesine dönerken beraberinde futbol ile ilgili fotoğraflar ve filmler getirir ve bu kişiye gösterir ve futbolun kurallarını öğretir.
3) Olarak Bilmek: Bu kişi de futbolun oynandığı o ülkeye giderek kendisi de futbol oynamayı öğrenir ve bir futbolcu olarak sahalara çıkar.
Görüldüğü gibi, bu sınıflamadaki ilk iki bilgi biçimi egzoterik, sonuncusu ise “olmak” yolu ile elde edilen doğrudan bilgidir, ki ezoterik yaklaşımın konu ettiği de bu bilgi türüdür.
Böylece kişi, “duyarak”, “görerek” ve “olarak” aşağıdaki kapısız kapılardan geçmelidir:
1) Toplum Yasaları: Ezoterik bilgiyi isteyen kişinin diğer insanlarla ilişkisinde evrensel hukuk yasalarına göre bir terslik bulunmamalıdır. Yani, adam öldürme, hırsızlık, başkasının hakkını yemek vs. Hz. Musa’nın getirdiği belirtilen “10 Emir”deki suçlarla ilgili görülecek bir hesabı bulunmamalıdır. Dinsel bir terim kullanacak olursak, büyük günahlar işlemekten uzak olması ya da sonradan uzaklaşmış olması gerekir > Şeriat.
2) Yol: Kişi, ezoterik dönüşümü bizzat yaşayarak kılavuzluk yapabilme niteliği kazanmış birisini bularak onun verdiği eğitimi almaya başlar. Eskiden bu çalışmaların bir bölümü, toplu olarak tekkelerde yapılırdı. Bu eğitim, genel dinsel bir uygulama ile başlayabileceği gibi, kişiye özel, esnek bir özellik de taşıyabilir > Tarikat.
3) Doğaüstü Deneyimler: Kişi bu çalışmalarda derinleştikçe, birtakım doğaüstü deneyimler yaşamaya başlayabilir ki burası, Okült Bilgi ile Ezoterik Bilgi’nin bir bakıma kesişebileceği bir yerdir. Ne var ki kişi arınma sürecini daha tamamlamadığı için bu evrede ortaya çıkabilecek doğaüstü deneyimler genellikle ezoterik disiplinler tarafından istenmez ve öğrencinin bunların içinden hızla geçmesi ya da geçirilmesi gerekir. Öğrenci buraya takılırsa, ezoterik bilgiye ulaşabilmesi olanaksız derecede zorlaşacaktır > Marifet.
4) Ölmeden Önce Ölmek: Kişi arınma basamaklarını tamamlayarak ezoterik dönüşümü gerçekleştirmiş, hakikat ile arasındaki perdeden kurtulmuş ve adeta yeniden doğmuş, öznel dünyadan nesnel dünyaya gelmiştir > Hakikat .
Ezoterizme göre ancak bu dönüşümü tamamlamış bir kişi, hayvansal sıfatları üzerinde egemenlik kazanabilmiş ve “Olgunlaşmış İnsan / İnsan-ı Kâmil” olmuştur; geri kalan büyük çoğunluk ise, bu sürecin ister ayrımında olsun ister olmasın, bunu evetlesin ya da evetlemesin, insanlaşma sürecinin daha henüz başlangıcındadır.

Ezoterik Anlamlandırma
İnsanın tek başına “Büyük Evren” ve bir bütün olduğu gerçeği tüm ezoterik anlamlandırmaların çıkış noktasıdır ve kutsal kitaplar da dahil olmak üzere her şey buna göre yorumlanır.
Örneğin, iki denizin arasında bir perdenin bulunduğu ve birisinin suyunun tatlı, diğerininkinin de acı ya da tuzlu olduğu ve bu iki denizin suyunun birbirine karışmadıklarını söyleyen bir Kur’an ayeti vardır. Kaptan Cousteau, Cebelitarık Boğazı’nda böyle bir durumu keşfettiği zaman, egzoterik din anlayışı bu buluşu, sözü geçen ayetin dış dünyadaki bir kanıtı olarak görmüştür. Oysa ki, ezoterik anlamlandırmaya göre tüm kutsal kitapların sadece dışta değil, tek bir insan üzerinde ve içte değerlendirilmesi ile de farklı derinliklerdeki anlam katmanlarına ulaşılır, ki ezoterik bilginin dışta gösterilen kaynak yerlerinden birisi de burasıdır.
Tek bir insanın biyolojik yapısı ele alındığında, tuzlu olan kan ile tatlı olan beyin-omurilik sıvısı arasında bir kan-beyin seddi vardır ki bunlar da asla birbirlerine karışmazlar.
Büyük gizemcilerden Niyazi-i Mısri de İrfan Sofraları adlı yapıtında aynı ayetin başka bir ezoterik anlamını göstermekte, sadece dışta yaşayan kişiler (suyu acı olan deniz) ile hakikate ulaşmış kişilerin (suyu tatlı olan deniz) bir arada yaşadıklarını, ama Tanrı’nın bu iki topluluk arasına bir sed çektiğini ve hakikate ulaşanların asla dışta yaşayanlara doğrudan karışmadıkları yönünde bir yorum yapmaktadır.
Bu anlamlandırma biçimine göre, başka bir örnek olarak Hz. Musa, Yahudi kavmi ve Firavun arasında geçen olaylara bakacak olursak, kişi (ego) kendi iç hakikatine (Hz. Musa’ya) uyarak Firavunun (nefsin / bedenin sonsuz isteklerinin) zulmünden kavmini (bedenini ve psikolojisini) kurtarmalıdır; “Vadedilmiş Topraklar” da dünya coğrafyası üzerindeki belirli bir yer değil, ezoterik dönüşümü tamamlamış kişinin kendi içinde açılacak olan hakikat alanıdır. Hz. İsa bunu Göklerin Krallığı olarak adlandırmakta ve bunun dışta değil, içte olduğunu bizzat kendisi dile getirmektedir.
Dıştaki dine ait çevreler için günümüzün popüler konularından olan ve İslami çevreler tarafından da tartışılmaya başlanan Hz. İsa’nın ikinci gelişi sorununa yine ezoterik açıdan bakılırsa, dıştaki bu bekleyiş ve belirsizliğin, bir bilgi ve anlayış eksikliğinden kaynaklandığı görülür. Göklerin krallığının dışta değil, içte olduğunu ve dünyanın sonuna kadar insanlarla birlikte olacağını Hz. İsa’nın zaten kendisi bizzat söylemişken, tarihsel Hz. İsa’nın dışta tekrar ortaya çıkmasının ne anlamı olabilir? Böyle bir şey gerçekleşse bile yinelenecek olan, tarihte olmuş olan değil midir? Ayrıca, kendisi zaten bu dünyayı terk etmemiştir ki tekrar gelsin! Ama, bunu söylemek ne anlama gelir?
Ezoterik okumaya göre, Hz. İsa’nın ikinci gelişini kişi kendisi üzerinde, bireysel düzlemde anlamalıdır. Hz. Muhammed’in deyişiyle kişinin “ölmeden önce ölmesi” ya da Hz. İsa’nın deyişiyle “yeniden doğması”, yani herkese açık olan “İsalık” makamını ve bilincini ezoterik dönüşüm içinde deneyimlemesi sonucunda Hz. İsa o kişi için gelmiş olur, ki ikinci gelişin gerçek anlamı da budur.
Yukarıda verilen bu örneklerden kolayca anlaşılacağı gibi ezoterik disiplinler bütün kutsal kitapları ve özellikle de Kur’an’ı Kerim’i, en azından yedi değişik okunuş üzerine gelmiş olduğunun söylenmesinden de hareketle, egzoterik anlayıştan farklı bir referans dizgesine göre yorumlamakta ve değerlendirmektedir.

Tarihsel Görünüm
Hinduizm adı altında toplanan irili ufaklı bazı din grupları, Budizm anlayışı ve Hz. İbrahim geleneğinden kaynaklanan dinler (Yahudilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık) hep bir ezoterik çekirdek çevresinde bir bölümleriyle dışlaşmışlar ve dinlerin toplumsal yönünü oluşturmuşlardır. Hatta, bir görüşe göre, tek bir ezoterik anlayış olup, bu ezoterik çekirdek de dinleri doğurmuştur. Bu dinlerin, herkese açılmayan ezoterik bir çekirdeği, bir de dıştaki toplum kurallarını, insan ilişkilerini düzenleyen toplumsal yüzü vardır. İdeal olan, bu ezoterik çekirdek içindeki özel bilginin, tarih boyunca bir zincir biçiminde (silsile) kuşaktan kuşağa aktarılmasıdır. Ne var ki, bu zincir, tarih içinde zaman zaman kopmuş ve/veya dıştaki dini ilk kuranlar ortadan çekildikten sonra dıştaki din kurumları hızla bozulmuş, çıkar grupları oluşmuş, ilk amacından sapmış, ezoterik ilkelere uygunluğunu yitirmişlerdir. Buna göre, ezoterik içeriğini yitirmiş dinlerin içlerinin de boşalmış olduğunu ve dinin özündeki ezoterik dönüşüm programını uygulamaktan da uzak düştüğünü söyleyebiliriz.
Dışta kurulan dinler, tarih içinde toplumsal, ekonomik ve coğrafi nedenlerle değişim gösterirken, ezoterik bilginin de insanlara dinin ilk kurulduğu zamandaki koşullarından, katı kurallarından daha farklı ve daha esnek bir biçimde iletilmesi gerektiği ortaya çıkmıştır. Böylece ezoterik yolların toplumsal dış yüzünü oluşturan “tarikat” kurumu ortaya çıkmıştır. Tarikatta, eğitim bir okul içinde ve toplu bir biçimde verilir. Belirli bir tekkede bir araya gelen insanlar genellikle aynı mizaca sahiptirler ve bu bağlamda, herkesin kendi mizacına uygun tarikatı seçtiği de söylenir.
Kuramsal olarak, bir yolun başındaki kişinin bu ezoterik dönüşümü önce kendisinin tamamlamış olduğu, sonra da bu konuda başkalarına kılavuzluk yaptığı kabul edilir. Ne var ki, tarikat kurumu da çok geçmeden, kendi içinde taşıdığı söylenen ezoterik zincirin kopması, yani bu dönüşümü yaşamış kişilerin bu gerçeği aktarabilecek kişiler bulamamaları nedeniyle, toplumsal olarak hızla yozlaşma sürecine girmiştir. İçleri hızla boşalan tarikatlar, biçimsel uygulamaları yaşatan, ama ezoterik dönüşümden habersiz çıkar gruplarına dönüşmüştür.
İbn Arabî kendisinin 74 değişik öğretmenini bizzat kendisi anlatırken, bunların içinde çok azının tarikat yapısı içinde bulunduğunu görürüz. Yunus Emre, kendisinin Taptuk Emre’nin kapısında piştiğini söyler, ama kendi dönemindeki tarikatları eleştirmekten hiç de geri kalmaz. Bu konuda açık açık ve en ağır konuşan da Şems-i Tebrizi’dir. Makalât yakından incelendiğinde, Mevlânâ’ya ulaşıncaya kadar o cüppeli ve sarıklı kişiler arasında bırakın ezoterik bilgiye sahip yetkin bir kişi bulmayı, uygun bir öğrenciyle bile karşılaşamamış olduğu görülür.
Böylece, tarih içinde olumlu birkaç örnek bulsak bile, genelde tarikat yapısının ezoterik hedefi gerçekleştirmek konusunda toplumsal bir kurum olarak pek başarılı olduğunu söylemek olası görünmemektedir. Ayrıca, tarikat eğitimi, birçok yönüyle Ortaçağ insanına göre, yani bireye göre değil, tiplere göre tasarımlanmıştır. Günümüzde, Ortaçağ’daki “tip”lerin yerini “birey”in alması gerektiğine bakacak olursak, bugün herkese aynı tıraşı yaptırıp aynı elbiseyi giydirip sokağa salmanın ne kadar yersiz olacağı kolayca görülür. O zaman, günümüzdeki tarikatların sayısını ve özellikle de teknolojide ilerlemiş bazı ülkelerdeki çoğalmayı nasıl açıklayacağız?
Teknolojide ilerlemiş birçok ülke, görünüşte “bireyler” yarattıklarını söylemesine karşın, ekonomiye hâkim olmak için bireyi standartlaştırmak gerektiği sonucuna varmış ve birey anlayışını da iki ya da daha çok marka arasındaki seçime indirgemiş gibi görünmektedirler. Böylece günümüzde, sözde-birey, ama gerçekte “tip”lerden oluşan bu ülkelerde tarikat anlayışı hızla taraftar bulmaktadır.
Yurdumuzdaki tarikatların da bugünkü durumuna bakacak olursak, bunların bazıları tarih içindeki yasal bir kaynaktan yola çıkmış olsalar bile, bugüne gelinceye kadar çoktan içlerinin boşalmış olduğunu görürüz.
Diğer tarafta da, kendilerini ezoterik bir geleneğe dayandırma gereğini bile duymayan ve gerçekte de dayanmayan din görünüşü altında siyasal çıkar gruplarından oluşan sözde-tarikatlar ve din liderleri türemiştir.
Bu tarikatların ve din akımlarının bazılarının da çalıntı ve taklit bilgiler ile kendilerini ezoterik bir bilgiye sahipmiş gibi gösterdiklerini, gerçekte içlerinin bomboş olduklarını, günümüzün büyük bireyci mistikleri söylemekte ve kendileri ile tarikatlar arasına kesin ve kalın bir çizgi çekmektedirler.
Bütün bu olumsuz örneklere bakarak belki tarihte de hep böyle olageldiğini söyleyebilir miyiz? Yunus Emre, “Peygamber yerine geçen hocalar / Bu halkın başına zahmetli oldu” derken büyük bir olasılıkla aynı gerçeği dile getirmekteydi.

Tarikat Sonrası Dönem: Görünmeyen Yol
Bir dönemin geleceği ve toplumsal kurum olarak tarikatların yozlaşacağı, hakikatin artık tekkelerde değil de evler ve kahvehanelerde konuşulup tartışılacağının, ezoterizmin geçmişteki bazı bireyci büyük ustaları tarafından önceden haber verilmiş olduğu gerçekten doğru ise, onların çoktan haklı çıktığı bir döneme girmiş bulunduğumuzu bugün rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bu görüşe göre, ezoterik bilgi artık tarikat gibi toplumsal kurumlar içinde değil, halk içinde bireyden bireye aktarılmaktadır.
Bilindiği gibi, Orta Dönem Melamiliği’nden sonra da tarikatları dışlayan bir yol izlenmiş ve bu durum onikinci yüzyıldan sonra Ahi örgütleri, yani meslek loncalarının kurulması ile sonuçlanmıştı.
Bugün, tarikatları dışlayan ezoterik tutumun yepyeni bir yaklaşım türü mü olduğuna yoksa Melamiliğin başka bir çeşitlemesi mi olduğuna ise tarih karar verecektir.

Tartışma ve Sonuç
Kendine özgü bir deney alanından kaynaklandığı ve “kişiye özel” bir “doğrudan bilgi” türü olduğu bizzat ezoterik disiplinler tarafından iddia edilen ezoterik bilginin, bizim bugünkü bilimsel anlayışımız, beş duyumuz ve aklımız ile ele alınamayacağı apaçık ortadadır; eğer alınabilseydi, o zaman, kendi tanımına göre bu çeşit bilgiye “ezoterik / içrek” değil “egzoterik / dışrak) bilgi dememiz gerekirdi. Ezoterik bilginin bize dışta aktardığı savlardan çıkan sonuca göre, ezoterik boyut bize göre hep bir üst dizge olarak var olmakta ve bizim bugünkü bilimsel deney ve gözlem yöntemlerimizin dışında bulunmaktadır.
“Önde gelenlerin ayaklarının kaydığı yer” diye de adlandırılan bu boyut, isterse ve uygun gördüğü biçimde kendisini bize açtığını söylemekte, tam anladığımızı ya da yakaladığımızı sandığımız bir anda belirsizleşmekte ve elimizden kayıp yok olmaktadır. Ezoterik disiplinin açarken kapatmak ve kapatırken de açmak gibi bir biçem özelliğine sahip olduğu hep söylenegelmiştir. Bu durumun psikolojik ve yapısal bir zorunluluktan kaynaklandığını da yine ezoterizmin kendisi söylemektedir. Gerçekte, birilerinden kaçırılan ya da gizli tutulan bir bilgi yoktur ortada; tam tersine, bu bilginin bütün insanlığa aktarılması ve bütün insanlığın bu dönüşümden geçmesi gerekmektedir. Ne var ki, ezoterik bilginin niteliği ve bu bilgiyi alacak olanın iç özellikleri nedeniyle, bu hakikat bilgisi herkese açılamamakta, gönderilen bilgi ile alınan bilgi hep farklı olmaktadır. Bir ağaçtaki meyvelerin hepsi aynı anda olgunlaşmadığı için de ezoterizm, önce olgun meyveleri toplamakta ve bu olgun meyvelerde, “ego”yu yeniden düzenledikten sonra, yâni bilgiyi alacak olanı, bilgiyi alabilir duruma getirdikten sonra, ancak böyle bir dönüşümü başlatabilmektedir.
Burada, “Böyle bir dönüşümün üzerinde niçin ısrarla durulduğu” da sorulabilir. Unutmayalım ki Kur’an’ı Kerim’e göre, Hz. Muhammed, “İbrahim dini üzerine” gönderilmiştir. Hz. İbrahim’in dini de “Hanif Dini,” yani, “insana kendi doğasına uygun biçimde yaşamasını öğreten din” olduğuna göre, bu zorunluluğun yapısal bir zorunluluktan kaynaklandığı sonucu çıkartılabilir. Kişi, içinde yaşadığı kendi öznel dünyasından, zanlarından oluşturduğu dünyadan kurtulsun ki nesnel dünya içinde kendi doğasına göre yaşayabilsin.
Bütün bu büyük iddialar karşısında ne söylenebilir ve insan ne yapabilir? Hiçbir biçimde bizim bilimsel deney ve bilgi alanımızın içine girmeyen, neredeyse “adı var, kendisi yok” bu kendi kendisini taşıyan disiplin hangi koşullar altında kişinin ilgisini çekebilir? Toplumsal koşulları çoktan ortadan kalkmış ve sunuluş biçimi de bu derecede bozulmuş ve buna tepki olarak da “Görünmeyen Yol”a dönüşmüş böyle bir konu ile bugünün insanı niçin ilgilensin?
Bu soruya kendi açımızdan değil de, ezoterizm açısından yanıt verelim. Kişinin hayatı boyunca vereceği vicdani kararları ve ahlak tutumu, onu bu konuya açık bir duruma getirir ve bu disiplinin bir temsilcisi ile karşılaştırır. “Böyle bir kişiyi nasıl bulacağım ya karşılaşırsam onu nasıl tanıyacağım?” diye sorulacak olursa da, bunun yanıtı, bir önceki dinde Hz. İsa tarafından zaten verilmiştir: “Arayın, bulacaksınız. İsteyin, size verilecektir. Kapıyı çalın, size açılacaktır.”
Bundan sonrası iki taraflı bir ilişkinin başlaması için bir olasılık demektir. Kişi seçilmiş midir, yoksa o noktaya kadarki edimleriyle kendisi mi kendisini seçmiştir? Her iki durum da geçerlidir. Bu konu, o kişinin ilgisini çekiyorsa ya da bu deneye girmeye kendisini hazır ve zorunlu hissediyorsa ve karşı taraf da onu uygun buluyorsa, ilk adım atılır.
Burada bu konuyu, modern Türkçenin büyük mimarı ve büyük Türk mistiği Yunus Emre’nin bir doğuşu ile bitirelim. Hakikate ermek isteyenler için gerekli dört özelliği sıraladıktan sonra, son üç özelliğin tek başına ve yalnız yapılan bir çalışma (halvet) ile öğrenileceğini söyleyip, kendisi de bakın nasıl susuyor!

Vuslat hâlin aydırasam vuslat halin bilenlere
Yedi türlü nişân gerek hakiykate erenlere

(Bu) yedisinden birisi eksik olursa olmaya
Bir nesne eksik gerekmez bu sarp yola varanlara

Evvel nişânı budurur yermeye cümle milleti
Yerenler yerini kaldı yer değmedi yerenlere

İkinci nişânı oldur kim nefsini semirtmeye
Zinhar siz ondan olmanız nefsine kul olanlara

Üçüncü nişânı budur cümle heveslerden geçe
Hevesler eri yolda kor yetemez yol varanlara

Dördüncü nişânı oldur dünyadan münezzeh ola
Dünya seni sayrı eyler ne kul kay(g)ısı sayrılara

Yunus yedi nişân dedi evet üçünü gizledi
Onu dahi deyiverem gelip halvet soranlara

[Yunus Emre Divanı / Abdülbâki Gölpınarlı: CCLXXXVI]


İLETİŞİM edebiyatokyanus@gmail.com  
   
edebiyatokyanus 640576 ziyaretçi (1178348 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol