edebiyatokyanus
İÇERİK  
  ANA SAYFA
  YAZILAR
  ARAŞTIRMA-İNCELEME
  SÖYLEŞİ
  DENEME
  ATTİLA İLHAN
  ATTİLA İLHAN-KÖŞE YAZILARI
  E-KİTAP
  ANSİKLOPEDİK
  SATRANÇ VİDEO DERSLERİ DÖKÜMANLAR
  SATRANÇ OYNA
  ŞİİR
  DİL ANLATIM TÜRK EDEBİYATI - LİSE KAYNAK
  EDEBİYAT RADYO
  EDEBİYATIMIZDA ŞİİR ROMAN ÖYKÜ (dinle)
  100 TEMEL ESER (dinle)
  100 TÜRK EDEBİYATÇISI (dinle)
  SESLİ KİTAPLAR
  FOTOĞRAF ÇILIK
  E-DEVLET
  EĞİTİM YÖNETİMİ DENETİMİ
  => YÜKSEK LİSANS TEZİ
  => AB ÜLKELERİNDEKİ EĞİTİM SİSTEMLERİNİN İNCELENMESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİ İLE KARŞILAŞTIRILMASI
  => EĞİTİM YÖNETİMİNDE YERELLEŞME EĞİLİMİ
  => ÖĞRETİMİN DENETİMİNDE YENİ BAKIŞ AÇISI: “SÜREKLİ
  => Z KURAMI VE OKUL YÖNETİMİNE UYGULANABİLİRLİĞİ
  => İÇERİK KURAMLARI VE EĞİTİM YÖNETİMİNE KATKILARI
  => YÖNETİME KLASİK BİLİMSEL YAKLAŞIMLAR VE EĞİTİM YÖNETİMİNE
  => KAMU YÖNETİMİNDE
  => DÜNYADA VE TÜRKİYE DE EĞİTİM YÖNETİMİ ALANINDA KURAMSAL BİLGİ ÜRETİMİ, SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
  => KAMU YÖNETİMİ TEMEL KANUNU TASLAĞI ve ULUSAL EĞİTİM SİSTEMİ GİRİŞ
  => EĞİTİMDE TOPLAM KALİTE YÖNETİMİ
  => Eğitimin Değerlendirilmesinde Kullanılabilecek
  => TÜRKİYE’DE DENETÇİ BAĞIMSIZLIĞI
  => Eğitimde Toplam Kalite Yönetimi
  => OKUL MÜDÜRLER İ İ Ç İ N GEL İŞ T İ R İ LEN L İ DERL İ K
  => EGITIM VE YASAL TEMELLERI
  => Ölçme ve Değerlendirmede Alternetif Yaklaşımlar
  => Hukuk Hakkında Genel Bilgiler
  => MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞINA BAĞLI OKUL VE KURUM YÖNETİCİLERİNİN SEÇİMİ
  => DEĞİŞEN DEĞERLER VE EĞİTİM
  => BÖLGE YÖNETİMİ VE EĞİTİM BÖLGELERİ KAVRAMI
  => KİŞİLER ARASI SORUNLARIN ÇÖZÜMÜNDE KULLANILAN SİSTEMATİK MODELLER
  => OKULDA ETKİLİ ÖĞRETMEN-ÖĞRENCİ İLİŞKİSİNİN YÖNETİMİ
  => Temel Hak ve Hürriyetler
  => POZİTİVİSM ÖTESİ PARADİGMATİK DÖNÜŞÜM VE EĞİTİM YÖNETİMİNDE KURAM ...
  => TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNDE TOPLAM KALİTE YÖNETİMİ
  => MEDRESEDEN MEKTEBE OSMANLI EĞİTİM SİSTEMİNDEKİ DEĞİŞME
  => Türk Eğitim Sistemi
  => EĞİTİM YÖNETİMİNİN YASAL VE YÖNETSEL DAYANAKLARI
  => KAMU YÖNETİMİNDEN BİLGİ YÖNETİMİNE
  => HAK KAVRAMI EĞİTİMDE SOSYAL ADALET VE EĞİTİM HAKKI
  => BİLGİ YÖNETİMİ – KURUMSAL BİLGİ -YÖNETİMİ
  => BİLGİ YÖNETİMİ – KURUMSAL BİLGİ YÖNETİMİ-2
  => ARAŞTIRMA PROBLEMLERİNİN BELİRLENMESİ
  => ULUSAL SOSYAL BİLİMLERDE SÜRELİ YAYINCILIK KURULTAYI
  => YENİ PARADİGMA ARAYIŞLARI
  => KONTROL ODAĞININ ÇALIŞANLARIN NEZAKET VEYARDIM ETME DAVRANIŞLARINA ETKİSİ
  => ÖĞRETİMİN DENETİMİNDE YENİ BAKIŞ AÇISI
  => ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNİN EPİSTEMOLOJİKNANÇLARININ
  => FARKLI EĞİTİM SEVİYELERİNDE ESTETİK BEĞENİ
  => İLKÖĞRETİM MÜFETTİŞ YARDIMCILARININ YETİŞTİRİLMESİ
  => OKULLARDAKİ ÖRGÜTSEL GÜVEN DÜZEYİ
  => MAKALE ANALİZİ
  => FARKLILAŞTIRILMIŞ DENETİM
  => NEOKLASİK VE İNSAN İLİŞKİLERİ YAKLAŞIMI
  => HAK KAVRAMI EĞİTİMDE SOSYAL ADALET VE EĞİTİM
  => HUKUKUN ANLAMLANIRILMASI
  => YENİ NESİL ÖĞRETMENLİK
  => GÖRÜŞME TEKNİĞİ
  => EĞİTİM YÖNETİMİNDE E-DEVLET UYGULAMALARI
  => KARİYER YÖNETİMİ.
  => ÖRGÜTLERDE KARİYER GELİŞTİRME
  => ÖĞRETİMİN DENETİMİNDE YENİ BAKIŞ AÇISI:
  => Eğitim Üzerine Yinelenen Eleştiriler, Alternatif Öneriler
  => Enformasyon Toplumu ve Eğitim
  => FRANSA'DAYÜKSEK ÖĞRETİMİN ÖRGÜTSEL YAPISI: PARİS AKADEMİSİ ÖRNEĞİ
  => AVRUPA’DAKİ EĞİTİM SİSTEMLERİ
  => Türk Eğitim Tarihi
  => BATILILAŞMA DÖNEMİ OSMANLI EĞİTİM SİSTEMİNİN GELİŞİMİNE MUKAYESELİ BİR BAKIŞ
  => Almanya, Fransa ve Polonya’nın Eğitim Sistemleri
  => ÖĞRETMENLİK UYGULAMALARINDA MİKRO ÖĞRETİM YÖNTEMİNİN ETKİLİLİĞİNİN İNCELENMESİ
  => EDEBİYAT TEMELLİ SOSYAL BİLGİLER ÖĞRETİMİ
  => EDEBİYAT ÖĞRETİMİNDE WALDMANN MODELİ
  => Sosyal Bilimler Veri Tabanı
  => tezler
  => disiplin ile ilgili KAVRAMLAR,
  => EĞİTİMDE PERFORMANS DEĞERLENDİRME sunu
  => ORTA ÖĞRETİM OKULU ÖĞRETMENLERİNİN
  => BiR HizMET içi EGiTiM OLARAK DENETiM
  => İLKÖĞRETİM OKUL YÖNETİCİLERİNİN DEĞERLENDİRME ROLLERİNE İLİŞKİN ÖĞRETMEN GÖRÜŞLERİ
  => İlköğretim Müfredat Laboratuvar Okullarında Yönetim Süreci
  => EĞİTİM ÇALIŞANLARININ ÖRGÜTSEL SOSYALLEŞMELERİNDE İLKÖĞRETİM OKULU
  => eğitim üzerine
  => EĞİTİM MAKALE YAZI
  => Eğitişim Yazıları
  => Öğretmen ve Okul Yöneticilerinin Sınıf Yönetim Profillerinin İncelenmesi
  => Odenwald Okulu
  => EĞİTİM ÖRGÜTLERİNDE BİLGİ YÖNETİMİ STRATEJİLERİ - YAŞ VE OKUL
  => Bilgi yönetiminin tanımı ve önemi
  => BİLGİ YÖNETİMİ
  => MAKALELERİMİZ
  => 17. MİLLÎ EĞİTİM ŞÛRASI EĞİTİM YÖNETİCİSİ VE EĞİTİM MÜFETTİŞİ YETİŞTİRME SORUNU
  => EĞİTİM KURUMLARI PERFORMANSININ GELİŞTİRİLMESİNDE ÖZDEĞERLENDİRMENİN ÖNEMİ
  => Okul Müdürlerinin Öğretmen Denetimindeki Etkililikleri
  => MAKALELER - eğitim
  => makale havuzu
  => YÖNETİM1
  => İNCELEME1
  => İNCELEME2
  => İNCELEME,
  => İNCELEME,,
  => İNCELEME,,,
  => EĞİTİM SOSYOLOJİSİ
  => eğitim dergi arşivi
  => BAĞLANTI
  => eğt
  => AVRUPA BiRLiGi YOLUNDA YENi OKUL, OKUL YÖNETiCiLERiNiN KARAR VERME SÜRECi
  RADYO TİYATROSU
  ÖĞRETMEN KAYNAK
  EDEBİYAT TV
  SÖYLEŞİLER - BELGESELLER TV
  RADYO KLASİK
  TÜRKÜLER
  GAZETELER MANŞETLER
  ÖYKÜ ANTOLOJİSİ
  DERGİLER - KİTAPLAR - KÜTÜPHANELER
  E-DERGİ
  KİM KİMDİR BİYOGRAFİLER
  ZİYARETÇİ DEFTERİ
  İLETİŞİM
  EDEBİYAT OKYANUS
HAK KAVRAMI EĞİTİMDE SOSYAL ADALET VE EĞİTİM HAKKI

T.C.

SAKARYA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

 

 

 

EĞİTİM BİLİMLERİ EĞİTİM YÖNETİMİ VE DENETİMİ

YÜKSEK LİSANS PROGRAMI (TEZSİZ)

 

 

 

EĞİTİM YÖNETİMİNİN YASAL

 VE

 YÖNETSEL DAYANAKLARI

 

 

 

HAK KAVRAMI EĞİTİMDE SOSYAL ADALET VE EĞİTİM HAKKI

 

 

 

Hazırlayan: Gürkan Uzun

Öğretim Üyesi: Yrd. Doç. Dr. Hasan Basri Gündüz

 

 

 

SAKARYA

Sakarya Üniversitesi

Sosyal Bilimler Enstitüsü

Ekim 2007

İÇİNDEKİLER

 

İÇİNDEKİLER………………………………………………………………………...............1

HAK KAVRAMI………………………………………………………………………………4

GENEL BAKIŞ ………………………………………………………………………….……4

HAK KAVRAMINI KABUL EDENLER………………………………………………….…7

A. İrade Kuramı ……………………...……………..........…………………………....7

B. Çıkar-Menfaat Kuramı………….………………………..…………………………8

C. Karma Kuram.…………………………………………….………………...............9

DİĞER KURAMLAR………..……………………………...………………………………..10

            1.Analitik Görüş………………………………………………………………………10

            2.Beyan Kuramı……………………………………..…....……………………...…...10

            3.TasarımKuramı…………………………..………….…….…………………..........10   HAK KAVRAMINI REDDEDENLER……………………….…….......................................11

         A.Jeremy Bentham…………………………………………………………………..….11

         B.Leon Duguit....................................................................................................………..12                                            

         C.Hans Kelsen………………………………………………………………………..…13

         D.Hak Kavramını Kabul Etmeyen Diğer Görüşler …………………….………………14

1. Amerikan Realizmi ………………………………………..….……14

2. İskandinav Realizmi ……………………………………………….14                    

HAKLARIN  SINIFLANDIRILMASI……………………………………………………….15

 

       A- Kamu Hukuku Kapsamına Giren Haklar…………….…………………………….....16

        B- Özel Hukuk Kapsamına Giren Haklar…………………………...………………16 EĞİTİM HAKKI………………………………...……………………………………………17

      Eğitim Hakkının Hukukî Dayanakları ……...……………………………...………….....18

      Eğitim Hakkıyla İlgili Uluslar arası Düzenlemeler ……..……..…………………….......18

1.İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ……………….……………………..19

                       2.  Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Bildirisi ……………………………....19

                       3.  Ulusal Düzenlemeler……………………. ………………………………..19

EĞİTİM DÜZEYİ BAĞLAMINDA SOSYAL ADALET VE TOPLUMSAL GELİŞİM…..19

          Eğitimin Sosyal Faydaları……………………………………………………………..20

SONUÇ……………………………………………………………………………………….20

KAYNAKÇA………………………………………………………………………………..22

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                                                                                                                                                       

 

 HAK KAVRAMI

 

Hak düşüncesi insanın özünde ruhsal yaşantısında saklı doğal bir olgudur. Hak dediğimiz yetki daha sonraları kişiliğin ve buna paralel olarak düşüncenin gelişmesiyle kişiliğe bağlı bir bağlantıya ve bütünleşmeye dönüşmektedir. Hak denen yetkinin kullanımı ise ancak hak bilincinin güçlenmesi ölçüsünde anlam, değer ve önem kazanır.

 

Toplum hayatında ve özellikle hukuk düzeninde hak, borç veya ödev (yükümlülük) arasında

çok ince bir karşılık ilişkisinin bulunduğu görülür. Hak kavramı sadece özel hukuk veya sadece kişiler için değil, kamu hukuku, topluluklar, toplumlar ve uluslar için de geçerlidir.

 

Hukuk kavramında olduğu gibi hak kavramının da niteliği, özü ve esası konusunda görüş

birliği yoktur. Hak kavramını kabul edenler gerekçelerini irade kuramı, menfaat kuramı, karma kuram ve analitik beyan ve tasarım kuramları adı altında açıklamışlardır. Hak kavramını reddedenlerin başında ise Jeremy Bentham, Leon Duguit, Hans Kelsen gibi munist hukukçular yer almakla birlikte, Amerikan, ve İskandinav Realizminin görüşleri de önemlidir.

 

1. GENEL BAKIŞ

Hak düşüncesi (bilinci) insanın ruhsal yaşantısında saklı doğal bir ruhsal olgudur. Hukuk düşünürü Delvecchio “hak fikrini mutlak olarak tasavvur etmek insan şuurunun (bilincinin) esaslı bir ihtiyacıdır.” demekte ve hak düşüncesinin psikolojik niteliğini net bir biçimde açığa vurmaktadır  (Delvecchio, 1952: 264, İzveren, 1988: 115).

 

Hak dediğimiz nesne, aslında insanın doğuşundan itibaren önceleri duygusal bir dürtü biçiminde belirmektedir (Acıkan küçük bebeğin annesine karşı duyurulma hakkını bağırarak, ağlayarak duyurması gibi). Yine hak dediğimiz yetki, daha sonraları bağırarak, ağlayarak duyurması gibi). Yine hak dediğimiz yetki, daha sonraları kişiliğin ve buna paralel olarak düşüncenin gelişmesiyle, kişiliğe bağlı bir bağlantıya ve bütünleşmeye dönüşmektedir (İzveren, 1988: 115). Bundan dolayıdır ki, hak bilinci, kişilikten ayrı düşünülmesi olanaksız ve insanın daha doğrusu kişilik varlığından ayrılması mümkün olmayan ruhsal ve düşünsel bir

yaşantı anlamında görülmektedir (İzveren, 1988: 115)

Hak denen yetkinin kullanımı ise, ancak insanda hak bilincinin güçlenmesi ölçüsünde anlam, değer ve önem kazanır. Hak bilinci yeterince gelişip güçlenmemiş kişi neyin kendisine ait olduğunu kesinlikle bilmediği için, hakkına sahip çıkma olanağından yoksundur. Görüldüğü gibi hak kavramı ile yetki arasında yakın bir bağlılık gözümüze çarpar ve hak sahibi bu yetkiyi kullandığı zaman yani herhangi bir talepte bulunduğu zaman karşı taraf için bir yükümlülük, bir ödev ortaya çıkmaktadır. Hak kavramı ile yetki arasındaki ilişki üzerinde duran ve hak kavramının özünde yetki unsurunun varlığına dikkati çeken ilk hukuk düşünürleri Grotius ve Pufendorf olmuşlardır (Aktaran Güriz, 1992: 130). Hem Grotius, hem de Pufondorf hak kavramını ahlaki nitelikli bir yetki olarak açıklamışlardır. Bu görüşe Savigny irade teorisi ile, Jhering menfaat teorisi ile karşı çıkmışlardır. Toplum hayatında ve özellikle hukuk düzeninde hak, borç veya ödevarasında çok ince bir karşılık ilişkisinin bulunduğu görülür. Hukuk düzenininbelirli bir kişi için tanıdığı hak başka bir kişi için hukuki yükümlülük (borç veya ödev) doğurur. İnsanın bir hakka sahip olması, başkalarının da aynı haklarasahip olması demektir. İnsan haklarını kabul eden, yani eşitlikçi bir toplumda, haklar bakımından insanlar arasında ayrıcalık gözetilemez. Şu halde, her hak, kendisiyle birlikte bir ödev getirir. Bu ödev, başkalarının aynı hakka saygı gösterme ödevidir. Herkesin hak sahibi olduğu, fakat hiç kimsenin ödevi olmadığı toplumlarda karşılıklı haklar ve saygı yerine tam bir anarşi hakim olacaktır (Güngör, 1997: 84). Hak kavramı, sadece özel hukuk veya sadece bireyler için değil, kamu hukuku, topluluklar, toplumlar ve uluslar için de geçerlidir.Yeterince hak bilinci gelişmemiş toplumlarda halk, her türlü kamusal haklarına (özgürlüklerine) uyuşukluk derecesinde bir umursamazlıkla sahip çıkmadığından, doğal olarak toplumsal yönetim herhangi birinin veya bir azınlık grubunun keyfi iradesine bırakılmaktadır. Bu nedenle, insanın doğuşundan itibaren eti ve kemiği gibi kişiliğinin ayrılmaz bir parçası ve tinsel özü olan hak dediğimiz bu kutsal yetkiye sahip çıkılarak onun gereği gibi kullanılması; sadece yaşamın insana sağladığı bir olanak değil, aynı zamanda bir kutsal ödevdir. Delvecchio’ya göre, “hak ve haksız kavramları birbirine bağlı ve yekdiğerinin mütemmimi (tamamlayıcısı) dırlar. Ne kadar garip görünürse görünsün, hukuk esas itibariyle ihlal edilmeğe müsaittir ve ihlal edilebilmesi yüzünden mevcuttur. Haksızlık imkanı bulunmadığı takdirde, hukuken teyidi hiçbir mana ifade etmez” (Delvecchio, 1952: 280). Schopenhaver’e göre, “ Gerçekten, müspet olan mefhumun haksızlık kavramı olduğu ve bunun bir inkarı sıfatıyla adalet veya hak mefhumunun bunu takip ettiğidir.”(Aktaran Delvecchio, 1952: 281,

ayrıca, Yörük, 1952: 87). Bu durum aksi anlamda da doğrudur. Hakkın sadece haksızlığın inkârı olduğu ne kadar doğru ise haksızlığın da hakkın inkârı olduğu kadar doğrudur.Antitez, burada da, bir koordinasyonu tazammum eder.  Özellikleri itibariyle birbirine bağlı ve birbirini tamamlayan kavramlar hakkında öncelikten söz etmek gereksizdir. Haksızlığın ve hakkın tespiti, hakikatte aynı anda meydana gelirler.Çünkü mantıken tek bir şeyi teşkil ederler. Yani tek bir hükümle, tek bir çizgi ile bir tarafta hak, diğer yanda da haksızlık birbirinden ayrılırlar.

Konuyu kaynak açısından ele alırsak diyebiliriz ki hukukun kaynağı ne ise hak ve haksızlık kavramlarının kaynağı da odur. Bu kaynaklardan başlıcası olan örf ve adetler, genellikle teorik temelden mahrumdurlar, yani bir davranışın niçin doğru veya yanlış olduğu münakaşa edilerek bir karara varılmış değildir.  Örf ve adete göre doğru veya haklı olan şey, kökü uzak geçmişte olan ve toplumun bütünü veya büyük çoğunluğu tarafından haklı diye benimsenmiş olan şeydir. Kökü çok geçmişte olan ve çoğunluğun benimsediği şeyler tartışma konusu olamaz ve birer gerçek olarak kabul edilir. Örf ve adetlerin çağdaş hukuk sistemlerinden daha üstün ve güçlü olmalarının başlıca sebebi de budur.  Hiç şüphesiz, örf ve adetler başlangıçta toplumun gerçek ihtiyaçlarından doğmuş ve ihtiyaçlara cevap veren normlar olarak benimsenmişlerdir, ama çoğu zaman bunların başlangıç sebepleri unutulduğu gibi, çok defa da o sebepler ortadan kalktığı halde örf ve adetler devam edebilmektedir. Bununla birlikte, örf ve adetler toplumun değişme süratinin oldukça gerisinde kalır, böylece onların gerçek ihtiyaçları tam karşıladığı söylenemez. İkincisi, örf ve âdetler toplumu esas aldıkları için, ferdi genellikle korumasız bırakırlar. İşte bu sebeplerden dolayıdır ki, örf ve adetlerin hak anlayışına karşı en büyük itirazlar yapılmaktadır.  Gerçek olan şudur ki örf ve adetler her toplum ve her ülkeye göre değişir.  Bunlarda üniversal bir öz ve nitelik bulunmadığı için değişmez hak ve insan hakları kavramı da yoktur (Güngör, 1997: 119). Çağdaş hukuk sistemleri bu eksiklikleri giderecek şekilde yoğun biçimde hazırlanmaya çalışılmaktadır, ancak onların da hak ve haksızlık için değişmez esaslar bulduğu söylenemez.  Toplum ve özellikle hukuk hayatında hak kelimesi ve kavramı çok sık kullanılır. Çünkü hak kavramı hukuksal ilişkinin özünü, çekirdeğini oluşturmaktadır. Bir yandan malikin, alacaklının, vekilin, velinin haklarından öte yandan vatandaşın, öğrencinin, parlamento üyeliğinin hakimlik, kaymakamlık haklarından söz edilir. Bu nedenledir ki hak kavramı ve kapsamını belirlemek için çok geniş tartışmalar yapılmış, değişik teoriler ileri sürülmüştür ve bu görüşler ve teorilerin tartışması bugün ve yarın da sürecektir. Çünkü hukuk kavramında olduğu gibi hak kavramının da niteliği, özü ve esası konusunda görüş birliği yoktur. Çok sayıda hukukçunun görüşüne göre, objektif ve sübjektif sıfatları hukuk ve hak kelimelerine eklemek lüzumsuz ve abestir. Çünkü sübjektif hakkın karşılığı olan objektif bir hak yoktur. Bu sıfatların yaygın kullanımı aslında bir tercüme hatasından ibarettir. Şöyle ki Almanca da hak ve hukuk için iki ayrı kelime olarak değil, tek kelime olarak RECHT kelimesi kullanılır.

 

Fransızlar ise DROİT terimini(droit objektif hukuk için, droit subjectif hak için)kullanıyorlar.  İngilizcede hak için Right , hukuk için Law terimleri mevcuttur. Türkçe de ise hukuk ve hak kelimeleri mevcutken objektif hukuk, sübjektif hak demeye gerek yoktur, bkz .Özyörük, s.6, Tüzel, s.110, Velidedeoğlu, s.180Bu konuda ileri sürülen kuram ve görüşlerden belli başlı bir kaçını aşağıda sıralamakla yetiniyoruz.

2.             HAK KAVRAMINI KABUL EDENLER

A.            İrade Kuramı

Bu kurama göre, hak, hukuk tarafından tanınan ve korunan iradi bir yetki, bir irade gücü, irade üstünlüğüdür (Gözübüyük, 1973: 93, Tüzel, 1967: 11).  Buna göre, hak sahibi sayılan kişi iradesini kullanarak hukuk düzenini harekete geçirme yetki ve olanağına sahiptir. İrade kuramının ilk öncülerinden birisi, Alman hukukçu Eriedrich Carl Von Savigny (Doğum 1779-ölüm1860) dir. Ona göre hak bir kişiye ait irade gücünden başka bir şey değildir (Aktaran Güriz, 1992: 131). Savigny, hakkı yaratan gücün irade olduğunu kabul etmektedir. Ona göre, hak kavramı bakımından yalnızca irade önemli olup işlerliğe sahiptir (Aktaran Güriz, 1992: 131). Hukuki ödev, Savigny’ye göre, bir kişinin davranışının onun “irade hürriyeti” alanından çıkması ve başka birisinin egemenliği altına girmesidir.

İrade kuramının bir diğer önemli temsilcisi Windscheid olmuştur (Aktaran Güriz, 1992: 132). Onun kanısına göre, hak, bir kişinin iradesinin başka bir kişiyi etkilemesidir. Örneğin alacaklı alacağını istediği zaman, alacaklının iradesi borçluyu etkiler. Alacaklı borçlunun belirli şekilde davranmasını ve onun borcunu ödemesini ister. Bu anlayışa göre, pozitif hukuk düzeni borçludan borcunu yerine getirmesi talebinde bulunur. Bu durumda alacaklının iradesi devletin irade gücü ile birleşir ve devlet iradesince desteklenir (Aktaran Güriz, 1992: 132). Bu görüşe göre hakkın devlet iradesinden doğduğu, başka bir deyimle kişinin aslında devlete ait olan fakat delegasyon yolu ile kendisine geçen iradeyi kullandığı savunulmuş olmaktadır.

Windscheid’in anlayışına göre, her nesne hakkın konusu olamaz.Hak, bir iradenin başka bir irade üzerindeki etkinliği anlamına geldiğine göre hak daima kişinin dışındaki başka bir kişiye yönelmiş olmaktadır (Aktaran Güriz, 1992:

132). Bu teori Alman hukuk hayatında bugün de etkinliğini sürdürmekle birlikte içeriği değişmekle çok sayıda hukukçu tarafından benimsenmektedir. Hans Kelsen’in hak konusundaki görüşü, Windscheid’in irade teorisine benzerlik göstermektedir. Ancak Kelsen, hak ve hukuk kavramlarını norm kavramı adı altında birleştirmekte ve hakkın normdan başka bir şey olmadığını savunmaktadır (Güriz, 1992: 132) Hakkın özünü, varlığını sadece iradeye bağlayan bu kuram değişik yönler açısından eleştirilmiştir.

Bu eleştirilerin en önemlisi irade gücüne sahip olmayanlardan gelmektedir. Buna göre, irade gücü insanlara hukuk tarafından değil, fıtratı ve tabiatınca verilmiştir. Bu gerekçe biraz metafiziğe yönelir, fakat hukuk kavramı ve onun içinde varlığını sürdüren hak kavramı da özü ve esası itibari ile ve ahlakı boyutu ile ruhsal birer fenomen olup son tahlilde varsayıma, dolayısıyla metafiziğe dayanırlar. Bunun gerekçelerini önemli hukuk düşünürleri olan Hans Kelsen temel norm kavramı ile, Giorgio Del Vecchio mantıkî şekil hipotezleri ile açıkça dile getirmişlerdir.(Aktaran Emini, 2002, s.83-97, Emini, 1999, s.82-83). Bundan dolayıdır ki, hukuk ve hak kavramlarının , özü, esası, kapsamı hakkında görüş birliği yoktur. Bu kavramları herkes kendi sübjektif anlayış ve temayülü ile yaklaşıyorlar, değerlendiriyorlar ve sonuç çıkarıyorlar.  Eğer hakkın irade gücünden ibaret olduğu kabul edilirse, akıl hastası olan ve irade gücünü gereği gibi kullanamayanlar haklardan mahrum kalırlar, oysaki, akıl hastası ve iradesi malûl olanlar da hak sahibi olup hukuk ve onun maddi müeyyidesini destekleyen devlet tarafından korunmaktadır. Bu teori hakkı sadece bir yönüyle, yani dış muhtevasıyla ele aldığı için, yani iç muhtevasını ihmal etmesi bakımından da eksiktir.

B.            Menfaat Kuramı

Sosyal faydacı ve Pozitivist Alman hukukçu R.V. Jhering’e göre, hakkın özü ve amacı menfaattir. Menfaat kavramı sadece para ile ölçülebilen maddi menfaatleri ifade etmez. Manevi menfaatler, hürriyetler, dokunulmazlıklar, tüzel kişilerin ve irade hürriyetinden yoksun olanları da menfaat kavramı içinde değerlendirmek gerekir (Velidedeoğlu, 1945: 179, Güriz, 1992: 132, Bilge, 1990:207, Tüzel, 1967:111)

Bilindiği gibi kişilerin menfaatleri sayısızdır. Bunlardan bir kısmı hukuk düzeni tarafından korunmuş diğerleri korunmamıştır. Jhering’e göre ister maddi, ister manevi içerikli olsun her menfaat hak değildir. Hak sayılabilmesi için objektif hukuk düzeni tarafından korunması, tanınması gerekir. Jhering’e göre hak iki unsurdan oluşmaktadır. Bunlardan ilki menfaattir. İkincisi bu menfaatin hukuk düzeni tarafından korunması, tanınmasıdır (Velidedeoğlu, 1945: 179), Birinci unsurun varlığı, hak sahibine talepte bulunmak, yararlanmak, avantaj ve kazanç sağlamaktadır. İkinci unsur ile hakkın biçimsel olarak hukuk düzeni (Devlet ve mahkemeler) tarafından korunması ve tanınmasıdır. Bir hak sahibi, bir malın maliki, malını kendi uygun gördüğü amaca göre kullanabilir. Ancak böyle bir durum fiili nitelik taşıdığı sürece güvence verici değildir. Bu şüpheli durum hukuki korumanın sağlanması ve tanınması ile birlikte sona erer ve hak kavramı belirir. İşte Jhering’in hakkı hukukun koruduğu menfaat olarak nitelendirirken kastettiği budur. Hukuki korunmanın sağlanması yolu da devlet güvencesi ile mahkemede dava açmak suretiyle hakkını korumak, elde etmek, avantaj ve kazanç sağlamaktır. Jhering bu şekilde bir nesneden fiili yararlanma durumunu, hukukun kanatları altında bir hakka dönüştürmektedir. Konuya bu açıdan bakıldığında Jhering’in menfaat kuramının da fizikötesinden tamamen kurtulamamış olduğu söylenebilir. Çünkü menfaat kavramı temelde bir düşünceyi, bir görüşü, bir değer hükmünü yansıtmaktadır. Menfaat kişiden kişiye, konudan konuya değişebilir.

Jhering, irade kuramını eleştirirken, iradenin kendi başına bir amaç olduğu

görüşüne karşı çıkmıştır. Ona göre hak, kişinin iradesini tatmin etmenin aksine hakkın amacı, kişinin menfaatlerini korumak, ihtiyaçlarını karşılamak, avantaj ve

kazanç sağlamak ve sosyal hayatta mübadeleyi gerçekleştirmektedir.

Jhering’in menfaat kuramını tamamen benimsemek mümkün değildir.  Hakkın özünü oluşturan menfaat kavramını hukuki korumaya bağlama sürecindeki belirsizlik bu kuramın en zayıf noktası olarak görünmektedir.  Gerçekten hukukun koruduğu çok sayıda menfaat vardır ki bunları kişisel hak olarak benimsemek mümkün değildir.

C.            Karma Kuram

İrade ve menfaat kuramlarının birleştirilmesinden oluşan kuram, karma kuram olarak isimlendirilmektedir. Bu kuramı destekleyen Alman hukukçusu Jellinek’tir. Jellinek özellikle vatandaşı olan Jhering’in menfaat kuramını eleştirmektedir. Jellinek’e göre, sübjektif hak söz konusu olmaksızın hukukça korunan menfaatler vardır (Güriz, 1992:134). Örneğin gıda maddeleri satan dükkan ve marketlerin temiz olmasında ve gıda maddelerinin şüpheli olmamasında, kentin ağaçlanmasında herkesin menfaati vardır ve bu menfaatler hukuken korunmaktadır. Fakat bu menfaatler herhangi birine sübjektif bir hak yaratmaz. Benzer şekilde devletin ormanların korunması için gerekli tedbirleri almasının kamu yararının bir gereği olduğu ve bu amaçla anayasa ve kanunlar çıkardığı açıktır. Ancak belirli bir ormanın korunması için özen göstermeyen vatandaş A’ya karşı vatandaş B’nin bir sübjektif hakka sahip olduğu ileri sürülemez.

Jellinek, sübjektif hakkı, irade ve menfaati birbirini tamamlayan birer cüz, birer unsur ve öğe sayarak, irade ve menfaat kavramları arasında bir senteze ulaşarak “insana irade kuvveti tanımak suretiyle korunan menfaat”olarak tanımlamaktadır (Aktaran Ansay, 1958:108). Hıfzı Veldet Velidedeoğlu son kuramlardan da yararlanarak hak kavramının gerçek tanımını şöyle dile getirmektedir: “Haklar: Hukukun himaye edilmiş(korunmuş) ve bu himayeden istifade hak sahibinin iradesine bırakılmış olan menfaatlerdir.”(Velidedeoğlu, 1945: 179).

Karma Kurama göre, menfaati temsil edecek ve korunacak olan iradenin menfaat sahibine ait olması zorunlu değildir. Buna göre, bir akıl hastasının vasisi, bir tüzel kişinin temsilcisi, bir çocuğun velisi de iradesini koyarak temsil ettiği kişinin menfaatini sağlayabilir (Güriz, 1992:134) Görüldüğü gibi karma kuram sadece irade kuramı veya sadece menfaat kuramından hakların korunması konusunda daha elverişli daha aktif ve dinamik bir içeriğe sahiptir.

D.            Diğer Kuramlar

1.             Analitik Görüş

İngiliz analitik pozitivizminin en önemli temsilcisi Austin hak kavramını açıklamak için hukuki ödev kavramına başvurmanın yararlı olacağı kanısındadır.

Austin’e göre egemen güç, belirli bir davranışın yapılmasını veya belirli birdavranıştan kaçınılmasını yani bir davranışın yapılmamasını emrettiği zamanhukuki ödev ortaya çıkar (Aktaran, Güriz, 1992: 135). Ödevin (hukukivecibenin, yükümlülüğün) yerine getirilmesini isteme durumunda bulunan kişi hak sahibidir. Austin hak ve hukuki ödevin birbirinden soyutlanamayan ikikavram olduğunda ısrar etmektedir. Hukuki ödev, egemen gücün bir kişiye yönelen emri demektir. Hak egemen gücün belirlediği hukuki ödevin yerine getirilmesi durumunda oluşur.

Austin hak ve hukuki ödev kavramları arasındaki karşıtlığa dikkati çekmektedir.Bir kavramı onun karşıtı olan başka bir kavramla açıklama girişimin

İLETİŞİM edebiyatokyanus@gmail.com  
   
edebiyatokyanus 640414 ziyaretçi (1177897 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol