edebiyatokyanus
İÇERİK  
  ANA SAYFA
  YAZILAR
  => Attila İlhan Şiiri-DoDoç.Dr. Yakup ÇELİK
  => Bunalım Edebiyatı ve Modernizmin Sorunları-Svetlana Uturgauri
  => Karagöz'e Ezgi-Satı Erişen
  => Orta Oyunu Eksikliği-Nihal Türkmen
  => Orta Oyunu ve Karagöz-Nihal Türkmen
  => Dilin Yapısı ve Toplumun Yapısı-Emile Benveniste
  => Türkçe Metinlerde Bağdaşıklık ve Tutarlılık-İrem Onursal
  => Asansörle Yükseltilmek İstenen Çukurlar-Can Yücel
  => KÜLTÜR VE ÖTESİ-Cemil MERİÇ
  => Türkoloji-Cemil MERİÇ
  => Tevfik Fikret ve Batı Retoriği-Rıza Filizok
  => Estetik tarihimize bir bakış-Arslan Kaynardağ
  => MÜRSEL MECAZ-Rıza FİLİZOK
  => Başlıca Dil Bilimi Akımları-Prof.Dr. Rıza FİLİZOK
  => ZİYA OSMAN SABA’NIN NEFES ALMAK ADLI ŞİİR KİTABINDA -Yrd. Doç. Dr. Safiye AKDENİZ
  => HİKAYE VE ROMANDA “ANLATICI”YA GÖRE METİN TİPLERİ, - Yard. Doç. Dr. Safiye AKDENİZ
  => GÖSTERGEBİLİM-Yard. Doç. Dr. Mustafa Ö Z S A R I
  => TÜRKİYE'NİN ÖNEMİ-Emre Kongar
  => KÜRESELLEŞME VE KÜLTÜREL FARKLILIKLAR ÇERÇEVESİNDE ULUSAL KÜLTÜR-Prof. Dr. Emre Kongar
  => TÜRKİYE'NİN KÜLTÜREL ÖZ-ANLAYIŞI: AVRUPA BİRLİĞİ İÇİN BİR ZENGİNLİK-Emre Kongar
  => BARIŞ KÜLTÜRÜ VE DEMOKRASİ-EMRE KONGAR
  => GOP NEYİ AMAÇLIYOR, NEYİ GERÇEKLEŞTİREBİLİR-EMRE KONGAR
  => YENİ EMPERYALİZM, HUNTINGTON VE ELEŞTİRİSİ-Emre Kongar
  => KÜRESELLEŞME BAĞLAMINDA TÜRKİYE-Emre KONGAR
  => DEMOKRASİ KÜLTÜRÜ SORUNLARI-Emre Kongar
  => AVRUPA BİRLİĞİ'NE "ONURLU VE BAŞI DİK" GİRİŞ NE DEMEK-Emre Kongar
  => TOPLUMSAL VE SİYASAL GELİŞMEMİZİ ETKİLEYEN MARKALAR-Emre Kongar
  => KÜRESELLEŞME, MİKRO MİLLİYETÇİLİK, ÇOK KÜLTÜRLÜLÜK, ANAYASAL VATANDAŞLIK-Emre KONGAR
  => NİYAZİ BERKES'DE ÇAĞDAŞLAŞMA KAVRAMI-Emre KONGAR
  => KEMAL TAHİR-Hilm Yavuz
  => OYUNLARIM ÜSTÜNE-Nazım Hikmet
  => OYUN YAZARI OLARAK-Ataol Behramoğlu
  => POPÜLER EDEBİYAT- M. Orhan OKAY
  => HER SÖZ BİR ŞEY SÖYLER-Feyza HEPÇİLİGİRLER
  => Tiyatronun Kökeni, Ritüel ve Mitoslar
  => ROMANDA KURMACA VE GERÇEKLİK
  => Fuzûlî’nin Hikaye-i Leylâ ve Mecnun’u
  => SEZAİ KARAKOÇ ve HİS “;KAR ŞİİRİ”;-Selami Ece
  => İSTANBUL’UN AHMED MİDHAT EFENDİNİN ROMANLARINA TESİRİ
  => AHMET MİDHAT’A ATFEDİLEN BİR ESER: “HÜKM-İ DİL” VE MANASTIRLI MEHMET RIFAT
  => CEZMİ ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER
  => "EDEBİYATEĞİTİMİ"NDE "EDEBÎ METİN"İN YERİ VE ANLAMI
  => Mustafa Kutlu ve Rüzgârlı Pazar
  => BİR BİLİM ADAMININ ROMANI” ÜZERİNE GEÇİKMİŞ BİR TAHLİL
  => ÖLÜMÜNÜN 50. YIL DÖNÜMÜNDE
  => “MİT”TEN “MODERN HİKÂYE” “HİKÂYE”NİN SERGÜZEŞTİ
  => EDEBİYAT DİLİ/EDEBÎ DİL
  => BİR NESLİN VEYA BİR ŞAİRİN ROMANI: MÂİ VE SİYAH
  => İSTİKLÂL MARŞI’NIN TAHLİLİ
  => CAHİT KÜLEBİ
  => TEVFİK FİKRET’İN ŞİİRLERİNDE TRAJİK DURUM
  => MEHMED RAUF’UN ANILARI yahut EDEBÎ HATIRALARIN YAYIMI ÜZERİNE BİR DENEME
  => MEÇHUL BİR AŞKIN SON NAĞMELERİ: TEVFİK FİKRET’İN “TESADÜF” ŞİİRLERİ / YARD. DOÇ. DR. NURİ SAĞLAM
  => Tarihsel Romanın Eğitimsel İşlevi
  => ALIMLAMA ESTETİĞİ VE EDEBİYAT ÖĞRETİMİ1
  => Tanzimat Dönemi Oyun Yazarliginda Batililasma
  => SİNEMA VE EDEBİYAT TÜRLERİ
  => EDEBİYAT EĞİTİMİ, ESTETİK BİR HAZZIN EDİNİMİ
  => EDEBÎ TENKİT
  => ADALET AĞAOĞLU’NUN DAR ZAMANLAR ÜÇLEMESİNDE KİMLİK SORUNU
  => Halit Ziya ve Mehmet Rauf'un hayatları ile romanları
  => YAZIN VE GERÇEKLİK
  => MİLLÎ EDEBİYAT
  => HECE-ARUZ TARTIŞMASI/ Arş.Gör.Oğuzhan
  => AHMET HAŞİM’İN ŞİİRLERİNDE ATEŞİN DİLİ / ARŞ. GÖR. VEYSEL ŞAHİN
  => ROMAN TEKNİĞİ BAKIMINDAN YABAN
  => TANZİMATTAN GÜNÜMÜZE COCUK EDEBİYATI
  => KADIN VE EDEBİYAT
  => Şiirin Temel Özellikleri-Christopher Caudwell
  => EDEBİYAT EĞİTİMİ: HERMENEUTİK BİR YAKLAŞIM Vefa TAŞDELEN
  => VOLTAİRE VE ROUSSEAU ETRAFINDA AYDINLANMA ÇAĞI FRANSIZ YAZINI
  => TÜRKİYE’DE ULUSAL KÜLTÜR TARTIŞMALARI BAĞLAMINDA ÇAĞDAŞ UYGARLIK SORUNU
  => EDEBİYATIN DİLİ ÜZERİNE
  => TARİHİN SINIFLANDIRILMASI
  => Türk Milletini Uyandıran Adam: Attila İlhan
  => EDEBİYAT DERSLERİNİN İÇERİĞİNİN DEĞİŞTİRİLMESİ KONUSUNDA
  => "Yalancı şöhretlerin Gerçek Yüzünü Ortaya Koydum"-Hilmi Yavuz
  => AVRUPA BİRLİĞİNİ YARATAN NEDENLER VE TÜRKİYE Metin AYDOĞAN
  => DİVAN ŞİİRİYLE HALK ŞİİRİNDE ORTAK BİR SÖYLEYİŞ BİÇİMİ
  => divan şiirindeki sevgili tipini alaya alan bir roman
  => ALIMLAMA ESTETİĞİ VE EDEBİYAT ÖĞRETİMİ
  => BAĞLANMA VE ÇELİŞKİ
  => Antik Çağ’da Tarih Yazmak
  => TARİHÎ ROMANDA POST-MODERN ARAYIŞLAR
  => Kültürel Batılılaşma
  => GARPÇILAR VE GARPÇILAR ARASINDAKİ FİKİR AYRILIKLARI
  => Harf Devrimi Üzerine Yeniden Düşünmek
  => EDEBİYAT ÖĞRETİMİNDE WALDMANN MODELİ
  => KEMÂL AHMED DEDE VE TERCÜME-İ MENÂKIB-IMEVLÂNÂ’SI
  => TARİHSEL GELİŞİM SÜRECİ İÇERİSİNDE URDUCA
  => Avrupalılaşmak mı, Avrupalılaştırmak mı?CEMİL MERİÇ
  => ŞAİRANE BİR ÇEVİRİ yahut TOPLUMBİLİMİN SERÜVENLERİ Cemil MERİÇ
  => 47 LİLER YAHUT BİR ROMANIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
  => ZAMAN, ZAMAN – I TERAKKİ Cemil Meriç,
  => Kırk Ambar (Cilt1)
  => KADIN RUHU, Cemil Meriç
  => Umrandan Uygarlığa-C.Meriç
  => Balzac’tan önce modern roman-Cemil Meriç
  => ARİSTARK’LA ZOİL-c.meriç
  => ELİNDE CENNET AÇAN ZEND AVESTA- c.meriç
  => SELEFÎLİK–SÛFÎLİK VE ÂKİF-SÜLEYMAN ULUDAĞ
  => Mehmet Âkif- Mâhir İz’e Yazdığı Mektuplar
  => DİDO SOTİRİYU’NUN ROMANI GİBİ BİR ROMANIMIZIN OLMAYIŞI
  => HİLMİ YAVUZ’UN DENEMECİLİĞİ
  => İRONİ KAVRAMI, GERÇEKÜSTÜCÜLÜK VE ERCÜMEND BEHZAD LAV ŞİİRİ ÜZERİNE
  => OKUNAMAYAN ROMANLAR
  => Gelenekçilik Geleneğe Dahil Değil
  => Türk Tiyatrosunda İronik Söz, İronisiz Metin
  => Postmodernist İroni
  => NÂZIM HİKMET ŞİİRİNİN SİYASİ ETKİLERİ
  => NÂZIM HİKMET ŞİİRİNDE SİNEMASAL ÖĞELER
  => Savaş
  => Newton, Goethe ve Sosyal Bilimler
  => Bir Afyon (!) Olarak Diktatörlükten Demokrasiye Futbol
  => Adorno Yüz Yaşında
  => Theodor Adorno: Kültür Endüstrisini Yeniden Düsünürken
  => ADORNO'NUN KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ KAVRAMI ÜZERİNE
  => ADORNO’NUN KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ KAVRAMI ÜZERİNE
  => Frankfurt Okulu
  => TARİHİ MADDECİLİK VE KAPİTALİZM - ÖNCESİ TOPLUMLARASYA TOPLUMU - FEODALİTE Asaf Savaş AKAT
  => POSTMODERNİZM GEÇ KAPİTALİZMİN KÜLTÜREL MANTIĞI
  => Postmodernizm Ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı 2
  => Postmodernizm Ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı 3
  => DİMİTRİ KANTEMİR'İN DOĞUBİLİM ARAŞTIRMALARINA KATKISI Georges Cioranesco
  => DİMİTRİ KANTEMİR'İN DOĞUBİLİM ARAŞTIRMALARINA KATKISI Georges Cioranesco 2
  => II. MEŞRUTİYET'TE SOLİDARİST DÜŞÜNCE: HALKÇILIK Zafer Toprak
  => II. MEŞRUTİYET'TE SOLİDARİST DÜŞÜNCE: HALKÇILIK Zafer Toprak 2
  => Türkoloji Araştırmaları Makaleler Veritabanı
  => Yeni Makaleler
  => Türkoloji Araştırmaları Dergisi
  => Türkoloji Makaleleri
  => ŞAİR DUYARLILIĞI Afşar TİMUÇİN
  => Yazılar.....
  => SEÇME YAZILAR
  => EDEBİYAT Tez / Makale / Kitap ara
  => Orhan Pamuk: Babamın bavulu Nobel konuşması
  => PiVOLKA'da Çıkan Yazılar
  => Amin Maalouf Üstüne
  => Öykünün Yüzyılı /Feridun ANDAÇ
  => Cumhuriyet Dönemi Türk Felsefesinde Bir Hareket Noktası Olarak Teoman Duralı-oktay taftalı
  => Sofist Bilgeliğin "Empirist" Dayanakları Üzerine 0.TAFTALI
  => Birlik ve Liderlik Hayalleri O.TAFTALI
  => Eğitilemeyen Bir Varlık Olarak İnsan O.TAFTALI
  => Çağdaş Bir Tarım Toplumuna Doğru O.TAFTALI
  => Sosyo-Politik Bağlamda Bir Dekadans Olarak Bilgi Toplumu O.TAFTALI
  => Aşkla Varolan Hayatlar O.TAFTALI
  => Batı Medeniyetinin Mutsuz Çocuğu Entelektüel O.TAFTALI
  => Nihat Genç Yazıları
  => Batılı Tarih Bilimi ve Tarihin Mantığı
  => Bir Hayat Alanı Olarak Aile O.TAFTALI
  => Bir Savaşın Kavramları Üzerine
  => Çalışma ve Erdem Kavramları Arasındaki İlgi Üzerine O.TAFTALI
  => Değer Üreten Hayatlar
  => Doğu'nun Hayal Ülkesi O.TAFTALI
  => Dostlukla Yükselen Hayatlar O.TAFTALI
  => Şiirimizin Hazin Sonu O. TAFTALI
  => Soğuk ve Sıcak Hayatlar OKTAY TAFTALI
  => Yalanın Fenomenolojisi O. TAFTALI
  => Günümüzde Medya Kılavuzluğu - Günümüzde Medya Kılavuzluğu
  => Ermeni Meselesinin Kökenini Batının Irkçılığında Aramak Lazım Prof. Dr. Türkkaya Ataöv
  => Osmanlı’dan Lozan’a Musul-Kerkük
  => “Sözümü Tutamadım, Artık Yaşayamam” Turhan Feyizoğlu
  => Gerilla Mustafa Kemal ve Türk Yurtsever Kurtuluş Hareketi Turhan Feyizoğlu"
  => SİYASİ TARİH YAZILARI -YEREL TARİH YAZILARI
  => Yazarlar - yazılar
  => TÜRKİYE’DE MUHAFAZAKÂRLIĞIN DÜŞÜNSEL - SİYASAL TEMELLERİ
  => yazılar 1
  => yazılar2
  => türk dünyası
  => Derin devlet
  => YAZILAR,
  => SOSYOLOJİ.
  => YAZILAR,,.
  => TANZİMAT DÖNEMİ
  => İdealizm-Realizm
  => Cemil Meriç..
  => ilhan berk
  => NİYAZİ BERKES’İN TÜRK KİTLE İLETİŞİM TARİHİNE KATKILARI
  => yazılar.
  => yazılar..
  => yazılar,
  => yazılar,,
  => yazılar.,
  => YAZILAR.
  => YAZILAR..
  => YAZILAR-
  => YAZILAR-,
  => yazılar.1
  => y.1
  => y.2
  => y.3
  => y.4
  => y.5
  => y.6
  => y.7
  => y.8
  => y.9
  => y.10
  => y.11
  => y.12
  => y.13
  => y.14
  => y.15
  => y.16
  => y.17
  => y.18
  => y.19
  => y.20
  => y.21
  => y.22
  => y.23
  => y.24
  => y.25
  => y.30
  => y.31
  => y.32
  => y.33
  => y.34
  => y.35
  => y.36
  => y.37
  => y,38
  => y.39
  => y.40
  => y.41
  => y.42
  => y.43
  => y.44
  => y.45
  => y.46
  => y.47
  => İnsan-Mekan İlişkileri
  => SANAT VE ELEŞTİRİ
  => Türkiye’de olumsuz Pierre Loti eleştirileri
  => TÜRKiYE’DE MODERN EDEBİYAT ELEŞTİRİSİ
  => ATATÜRK,
  => MAKALELER:
  => MAKALELER,
  => yz
  => yz1
  => yz2
  => yz3
  => yz4
  => yz5
  => yz6
  => yz7
  => yz8
  => FRIEDRICH NIETZSCHE’NİN TARİH ANLAYIŞI
  => Edebiyat Nedir?
  => YM1
  => YM2
  => YM3
  => YM4
  => YM7
  => YM8
  => YM9
  => İbn Battûta’da “Ahı” Kelimesi ve Anadolu
  => Simone de Beauvoir: Abjeksiyon ve Eros Etiği
  => Toplumsal Cinsiyet Düzenlemeleri
  => Psikanalitik ve Post-Yapısalcı Feminizm ve Deleuze
  => Tarihsel Bir Perspektif Üzerinden İroni Tür ve Tekniklerinin Gelişimi ve Bazı Uygulama Örnekleri Tarihi Gelişim
  => İroni ve Melankoli*
  => İroni, Nostalji ve Postmodern
  => “Daha İyi Anlamak İçin Daha Fazla Açıklamak” İsteyen Bir Yorumbilimci: Paul Ricœur
  => Kendi (Paul Ricœur Üstüne)
  => Sersemleşme Okulu
  => Osmanlı ve Avrupa Arasındaki Karşılıklı Etkileşimde Etnomaskeleme
  => Antik Yunan Tragedyasının Metafiziği
  => Sonbahar Mitosu: Tragedya*
  => Ayrışma, Çatışma ve Fanatizm
  => Fanatizm İlkelliktir
  => Tuhaf Bir Çocuk
  => Huzursuz
  => Benjamin’in Mistisizmine “Üç Yönlü Yol”
  => Renan, Irk ve Millet
  => Varlık, Benlik, Hatırlayış ve Unutuş Üzerine
  => Hangi Kilidin, Hangi Anahtarı?
  => Romanda Tarih
  => Bugün Psikanalizi Tartışmak
  => Kültürde Bakış
  => 1930 Goethe Ödülü Dolayısıyla Frankfurt Goethe Evi’nde Konuşma
  => Jacques Derrida ve Konukseverlik Sorusu
  => Metafiziğin Kalesi Hakkında Düşünmek
  => Hakların İadesi
  => Modern Etiğin İki Temel Direği Agnes Heller
  => Ezoterizme Genel Bir Giriş
  => Turnanın Semahı, Ezoterizmin Zamanı: Bektaşi ve Alevi Zaman Kavrayışla
  => Yeni sayfanın başlığı
  => Ulus-Ötesinden Hukuka Bakmak: Jürgen Habermas
  => Yeni Perspektifler Gerçeğin Çölüne Hoşgeldiniz
  => Orlan: Kırılan Ten Kubilay Akman
  => Pusudaki Ten, Vice Versa
  => Cimri ve Çöp Arasındaki Güçlü İlişki Üzerine
  => Demokrasi Kavramı Üzerine Hayli Spekülatif Bir İrdeleme
  => Benim Çöp Bayramım
  => Kamu Yeniden Kurulurken Kadınlara Ne Olacak?
  => Sonsuzluğun Sınırında: Immanuel Kant
  => Kant ve Üniversite İdeası
  => İki Yüzüncü Ölüm Yıldönümünde: Immanuel Kant ve Kantçılık
  => Kant ve Yeni Kantçılık
  => Otuz Beşinci Gece: Ruh, Can, Hayat, Ölüm, Akıl ve Öte Dünya Üzerine1
  => Ölüm Üzerine Tıbbi Çeşitlemeler
  => Ölüme Karşı Ölüm
  => Avrupa İçin Yeni Bir Ethos Üzerine Düşünceler
  => Avrupa ve Ötekileri
  => Sûfî Şiirinin Poetikası
  => Byron ve Romantiklik
  => Kötülük Toplumu ve Biçimin Muhalefeti
  => Balkanlar: Metaforların Çarpıştığı Bir Savaş Alanı
  => Badiou: Etik Üzerine
  => “Semen est Sanguis" Yahudilikte ve Hıristiyanlıkta Kan
  => Âdet Kanaması Tecrübesi: Sınırlar ve Ufuklar
  => Said ve Saidciler ya da Üçüncü Dünya Entelektüel Terörizmi
  => Kültür Endüstrisini Yeniden Düşünürken
  => Adorno ve Tanrının Adı
  => Kant, Adorno ve Estetiğin Toplumsal Geçişsizliği
  => Adorno ve Berg
  => İbn Battûta Seyahatnamesi
  => Irak Savaşı ve Sivil Etkinlikler
  => Yamalı Çelişkiler Semti: Saraybosna'dan Yenibosna'ya
  => Halkla Birlikte Bir Çağdaş Kent Söylemi Üzerine
  => Yeni Dünya Düzeninin Sonu?
  => Selçuklular Anadolu’da
  => Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubâd Dönemine (1220-1237) Bir Bakış
  => 13. Yüzyılın Başında Anadolu’da Ticaret
  => Selçuklular Döneminde Anadolu’da Felsefe ve Bilim (Bir Giriş)
  => Nietzsche ve ‘Akla’ İsyan
  => Bizans Manastır Sistemine Giriş
  => Öğrenci Radikalizmi Üzerine Düşünceler
  => 1968’i Yargılamak ya da 68 Kuşağına Mersiye
  => “Gelecekte İnsanlara Çok Güzel Görüneceğiz”
  => Nevroz, Psikoz ve Sapkınlık
  => Üniversitede Psikanaliz Öğretmeli miyiz? Sigmund Freud
  => Psikanalist Kimdir?
  => Nerelisiniz?
  => Irak’a Kant Çıkarması
  => Bizans Şaşırtıyor
  => 12 eylül dosyası
  => FETHİ NACİ: Cesur, Gerçekçi Ve Halkçı... İzzet Harun Akçay
  => SON OKUDUKLARIM- İzzet Harun Akçay
  => Sabahın yalnız kuşları-İzzet Harun Akçay
  => Bir Portre - Cahit Sıtkı TARANCI - Şükran KURDAKUL
  => ŞİİR NEDİR? Cahit Sıtkı TARANCI
  => Afşar TİMUÇİN - Şair Duyarlığı
  => Ahmet KÖKLÜGİLLER - Karacaoğlan'ın Yaşamı ve Şiirleri
  => Atilla ÖZKIRIMLI - Dadaloğlu ve Çevresi
  => Aysıt TANSEL - Metin Eloğlu
  ARAŞTIRMA-İNCELEME
  SÖYLEŞİ
  DENEME
  ATTİLA İLHAN
  ATTİLA İLHAN-KÖŞE YAZILARI
  E-KİTAP
  ANSİKLOPEDİK
  SATRANÇ VİDEO DERSLERİ DÖKÜMANLAR
  SATRANÇ OYNA
  ŞİİR
  DİL ANLATIM TÜRK EDEBİYATI - LİSE KAYNAK
  EDEBİYAT RADYO
  EDEBİYATIMIZDA ŞİİR ROMAN ÖYKÜ (dinle)
  100 TEMEL ESER (dinle)
  100 TÜRK EDEBİYATÇISI (dinle)
  SESLİ KİTAPLAR
  FOTOĞRAF ÇILIK
  E-DEVLET
  EĞİTİM YÖNETİMİ DENETİMİ
  RADYO TİYATROSU
  ÖĞRETMEN KAYNAK
  EDEBİYAT TV
  SÖYLEŞİLER - BELGESELLER TV
  RADYO KLASİK
  TÜRKÜLER
  GAZETELER MANŞETLER
  ÖYKÜ ANTOLOJİSİ
  DERGİLER - KİTAPLAR - KÜTÜPHANELER
  E-DERGİ
  KİM KİMDİR BİYOGRAFİLER
  ZİYARETÇİ DEFTERİ
  İLETİŞİM
  EDEBİYAT OKYANUS
Halkla Birlikte Bir Çağdaş Kent Söylemi Üzerine
Halkla Birlikte Bir Çağdaş Kent Söylemi Üzerine
Doğan Kuban


 

Daha eski tarih katlarını bir yana bırakırsak neredeyse üç yüz yıldır düşüncenin ürettiği her şeyi ithal ediyoruz. Göçerlikten çıkma sürecinde her şeyi yerleşmiş'ten öğrenmek gerekir. Göçer ekip biçmesini ve ev yapmayı oturmuş'tan öğrenir. Ne var ki Osmanlı dünya imparatorluğu 18. yüzyıla geldiği zaman Türkler'in Anadolu'da yerleşik düzene geçmeye başlamaları üzerinden 700 yıl geçmişti. Ve imparatorluk halklarının büyük bir bölümü Türklerden önce de yerleşik toplumlardı. Kentlerin ve yapılaşmanın bugünkü durumuna bakıp Türklerin hâlâ göçer oldukları için bu işlerin başımıza geldiğini söylemek, hemen her zaman ve sınıftan insanın yinelediği, fakat tutarsız bir hikâyedir. Başka bir deyişle kentlerimizin halini göçerliğe bağlamak mantıklı bir yargı değildir. Buna karşın ortaçağa kadar göçer kalmanın başka bir özelliğini vurgulamak Türkiye'deki bazı gelişemeyen olguları anlamak için önem taşıyor. Göçerin yerleşmesi, alıcı bir kültür sürecini başlatıyor. Yerleşik yaşamın kurallarını eskidenberi deneyimi olanlardan öğreniyor göçer: Dini alıyor, tarımı, yapıyı, yerleşenin gözlem yapmasını alıyor ve zaman içinde özümsüyor bunları. Fakat kanımca kültürel gelişmesinin belki de en az değişen bir özelliği, yenilikleri dışarıdan ithal etmesi oluyor. Bu Türk kültüründe sentez olmadığı anlamına gelmiyor. Özgünlüğün yaratıldığı dönemler ve yaşam alanları var. Osmanlı tarihinde en başta devletin yapısı kendine özgü. Sonra özgün bir mimari, İslami parametrelere bağlı kalsa da özgün bir kent dokusu, özellikle nefis bir konut mimarisi var. Osmanlı toplumu kendi özgün çevresini yaratmış. Fakat bazı sanat alanlarındaki özgün diyebileceğimiz gelişmelere karşın, edebiyat, bilim, dini düşünce alanlarında dünya kültür tarihine katkısı olan bir şey bulmak samanlıkta iğne aramaya benziyor. Kuşkusuz böyle yargılar insanları rahatsız ediyor ve şoven hücumlara hedef oluyor. Fakat bu durumu kabullenip nedenini aramadıkça daha iyi olması da beklenemez.

18. yüzyılda her şeyi Avrupa'dan almaya başladığımız zaman yerleşmiş bir toplumduk. Avrupa'da 400 yıl yaşamış bir toplumduk. Ve hiç olmazsa on bir yüzyıllık bir İslam kültür mirasına da sahiptik. Oysa bugün kent bağlamında uzman ve düşünenler katında dile getirilen her kavram ithal bir kavramdır. Biz Türk ya da İslam kentini de batılı kavramlarla anlatıyoruz. Burada İslam ve Osmanlı kültür tarihinin büyük bir zavallılığı'na tanık oluyoruz. 18. yüzyıla kadar, 1100 yıl boyunca, ne Müslümanlar, ne de 700 yıl boyunca Türkler kentin fiziksel boyutları bağlamında önemli bir söylem geliştirmemişler. Özgün kentleri var, anıtsal mimarlık ürünleri var, yaşanabilir bir konut geleneği yaratılmış. Fiziksel çevre bağlamında bugün bile övünülecek uygarlık ürünleri yarattıkları ne kadar gerçekse, bu bağlamda söylem yokluğu da yadsınamayacak bir gerçek.

Bu yokluk bilimsel düşüncenin gelişmemesine paralel bir olgu. Dünyaya nesnel bakış boyutu İslam kültüründe güdük kalmış. Ortaçağdan öteye de tümden yokolmuş. Kuşkusuz bu kısırlıkları açıklamak için kısa bir tanımla yetinmek doğru değil. Bu konuda ciltlerle kitap yazılabilir. Fakat bu makalenin sınırları içinde bu yargıyla yetineceğim.

* * *

Kısaca, 300 yıldır eşya, düşünce, kavram, yöntem örgütlenme modeli ve söylem ithal ediyoruz. Bu durumun sorunlarımızı çözmekte bir engel oluşturduğunu kuşkusuz çok insan görüyor. Avrupa tarihinin gelişmesi içinde ortaya çıkmış kavramlar, özellikle fiziksel çevre ile ilişkili olanlar, oradaki fiziksel çevrenin tarihsel gelişmesi ve güncel boyutları içinde ortaya çıkmıştır. Bu kavramlar bizim kültür alanımızda oluşan fiziksel olgularla tam örtüşmüyor. Bizim "şehir"lerimizin, "medina"larımızın ville, cittá, stadt, city, ciudad denen Avrupa kentleriyle bazı farkları vardı. Biz bu küçük gibi gözüken farklılıkları göz ardı ederek ve II. Dünya Savaşı'ndan sonra, özellikle de son yirmi yılda gerçekleşen bir batıyla benzeşim süreci içinde, ortaya çıkan biçimlerin etkisinde kalarak, çağdaş kentlerimizden söz ettiğimizde, onların hiçbir zaman ulaşmadıkları yabancı standartlar ve imgelere dayanarak konuşuyor ve değerlendirmeler yapıyoruz. Yakınma söylemi dışında, kendimize özgü bir fiziksel çevre, kent ve mimari söylem üretemedik. Bugün profesyoneller arasındaki mimari söylemi piyasaya ilk ambalajlı yiyecekler geldiği zaman mahalle bakkalının raflarında diğer mallarla karşıtlaşan görüntüye benzetiyorum. Türkiye'nin gecekondu dünyasında değil postmodernist, hatta modernist mimarlık söylemleri, eski bakkal dükkânındaki gazoz ve bisküvi'ler gibi. Bu yargıya karşı büyük bir tepki olacağını da biliyorum. Ne var ki kendim de bu tür gazoz söylemini çok erkenden yapanlardan biriyim. Batılı söylemi aynen alıp kullanma bir aydınlanma yöntemidir. Fakat bu, aradan üç yüz yıl geçtikten sonra hâlâ tek söylem modeli olur ve kendi ortamımıza özgü bir söyleme dönüşmezse, hâlâ göçer gibi oturduğumuzu söyleyemesek bile, hâlâ göçer gibi düşündüğümüzü söyleyebiliriz. Her alanda karşılaştığımız güçlüklerin temel nedeni bu tutum olabilir.

Türkiye'de kentsel sorunlar üzerinde düşünmek kentte yaşayanlar üzerinde düşünmekle başlamalı. Bunun da amacı halkı söylemimize katmak olmalı. Kuşkusuz her zaman bir profesyonel söylem, bir üst kültür söylemi olacaktır. Fakat kent bağlamında bir ortak söylemin gelişmesi gerekir. Ve bu sadece arsa alıp vermek, inşaat yapmak gibi olguların dışında gelişmelidir. Kanımca bu demokratik katılım kavramının kent bağlamında gelişmesi açısından da bir zorunluluktur. Sivil toplum örgütlerinin okuması, yazması kıt olanlar arasında örgütlenmesini sağlayacak olan şey böyle bir söylemin yaratılmasından geçer. Geçmişte söz konusu olmayan bir boyutta yoğunlaşan kentsel yaşam, bu aşamayı gerektiriyor. Halk kent konusunda kolay anlaşılan kavramları öğrenmeli, söylemde bütün toplum birleşebilmelidir. Bu söylemi ortaya koyup anlaşılabilir bir üslupla topluma ulaşmak birçok engelleri aşmanın aracı olabilir. İstanbul'la ilgili düşüncelerimi dile getirmem istenince, eğitimimle edindiğim kavramların baskısından kurtulmak için halktan biri ile konuşarak akademik söylemin, halk katıyla iletişim olanağını görmek istedim.

* * *

(X) çalışan bir kadın. Annesi ve babası köylü. Babası önce gezici kuran kursu hatibi, sonra market sahibi. Annesi ise hastabakıcı. Babası annesi çok genç yaşta iken ölmüş. (X) İstanbul'da doğmuş, yarım yüzyıla yakın İstanbul'lu. 6. sınıfa kadar okumuş, 12 yaşından sonra çalışmış, 17 yaşında yine köy kökenli İstanbullu biriyle evlenmiş. Kocası önce şoför, sonra gümrük memuru. Üç kız büyütmüş bir kadın. Kızları üniversiteye gitmişler, en küçüğü üniversite sınavlarına hazırlanıyor. Üsküdar'da oturuyor.
(X)'e fiziksel çevreyi, kendi evinden başlayarak ne kadar ve ne nitelikte anladığını öğrenmek için sorular soruyorum. Sosyal bilimler konusunda özel olarak eğitilmemiş biri olarak buradaki sorgulamaya temel olan yöntem, basit ve ampirik. 1950'li yıllarda İtalya'da Danilo Dolci'nin köylülerle konuşmalarını okumuş ve çok etkilenmiştim, O zamandan bu yana -yöntemini iyi kurgulayarak- halkla konuşmanın aydınlatıcı ve bizleri frenleyici niteliğine inanıyorum. İlkokulu bitirmiş, okuma yazması oldukça iyi, İstanbul'da yaşamış, çevresine karşı uyanık, evde kapalı kalmamış orta yaşlı bir İstanbul'lu kadının anlayacağı sözcüklerle mimari ve kente ilişkin basit sorular sordum. Kentin bugünkü ve yarınki biçimini yönlendireceğini düşündüğümüz olgular ve yöntemler hakkında, halk katındaki bilginin niteliğini saptamak amacını taşıyan basit bir sorgulama:

Evini anlatmasını istedim: Oda sayısını, koridoru, servisleri ve balkon gibi öğeleri saydı. Hatta bunları kabaca çizdi. Maddi nedenlerle evinin bakımsız olduğunu söyledi. Fakat evi bir köşe bloğu olduğu için iyi aydınlanıyor ve güneş görüyordu. Apartmanın dış görüntüsünü, (güzel, iyi, sıradan, çirkin terimleri arasında) iyi olarak niteledi.

Evinin çevresi hakkında ne düşündüğünü sordum (çevreyi evin önü, sokağı, diğer yapılar olarak tanımladım). Çevrenin fiziksel görüntüsü onun için yeterliydi. Hatta onları güzel buluyordu. Sokağı temizdi. Yol asfalttı. Çöpü alınıyordu. Mahalle halkından ve komşulardan memnundu. Ve burada yaşamağa devam etmek istiyordu. Kısaca kent içinde yerleştiği niş ve onun kentteki konumu üzerindeki düşüncesi olumluydu. (Bu mahalle Çinili Cami çevresinde 1960-70'lerde oluşan sıra apartmanlarla oluşmuştur).

Çevredeki yapıları sordum. Hemen aklına gelen iki yapı vardı. Kartal Baba Mescidi ve Türbesi ile Ömer Baba Türbesi. Kartal Baba Türbesi bahçe içinde tahta (ahşap yerine tahta diyordu) bir evdi (eski bir tekkeye ait bir ev kalıntısı olmalı). Bahçede başka mezarlar da vardı. Bir de mescit vardı. Ve mescidin altındaki camekânda evliyalara ait dört sanduka teşhir ediliyordu. Her evden çıkışında bunların önünden geçiyordu. Ve her seferinde karşılarından geçerken "üç İhlas ve bir Fatiha okuyarak" erenlerin Allah katında kendisine şifacı olmaları için dua ediyordu.

(X)'e Üsküdar Meydanı'nı, oradaki önemli yapıları anlatabilir misin, diye sordum. Oraya gitmeden önce, önünden geçtiği için Çinili Hamam ve Çinili Cami'yi söyledi. Sonra Yaldızlı Tekke Mescidi'nden söz etti. Aziz Mahmut Hüdai Türbesi'ni de biliyordu. Babası Kuran hocası olduğu için, onları küçükken denize sokmak için Salacak'a götürürken, bütün bu aziz türbelerini öğretmişti. Fakat Üsküdar Meydanı'ndaki büyük camilerin hiçbirinin adını bilmiyordu. Biçimlerini hiç hatırlamıyordu. Sadece büyük yapısal varlıklar olduklarını söyleyebiliyordu.

Üsküdar çevresinde Selimiye Kışlası'nı, Haydarpaşa Okulu'nu, Numune Hastanesi'ni, Burhan Felek Spor Salonu'nu, Capital ve Carrefour gibi büyük mağazaları biliyordu. Tanıdığı ve içine girdiği yapıları az da olsa tanımlıyabiliyordu. Kuşkusuz bu tanımların mimari sözlükle bir ilgisi yoktu. İlgisini çeken, beğendiği herhangi bir yeni yapının adını söyleyemiyordu. Tanıdıkları şu ya da bu şekilde kullandıklarıydı.

(X)'e kendimce en önemli gördüğüm soruyu yönelttim: İstanbul'u biliyor muydu? Önemli bir yapısını hatırlıyor muydu? Buna verdiği yanıt en şaşırtıcı olanı idi: İstanbul'da bir kez Sultanahmet'e gitmişti. Oradaki hiçbir şeyi hatırlamıyordu. Kapalıçarşı'ya bir ya da iki kez gitmişti. İki kez Beyoğlu'na, kızlarıyla gitmişti. Fakat orayla ilgili fazla bir şey hatırlamıyordu. Son yıla kadar Boğaziçi'ni hiç görmemişti. Şimdi orada çalıştığı için oraya giden otobüsü ve otobüsten görünen bazı yerleri öğreniyordu. Kızlarından birinin arkadaşı Ortaköy'de oturduğu için orada deniz kenarında bir kez kahve içmişti.

(X) 12 yaşında çalışmağa başlamış İstanbul doğumlu kadındı. Fakat kent olarak bildiği kendi sokağı, gidip geldiği yollar ve binalardı. Bunlar hakkında hiç bir kritik düşüncesi yoktu. Yaşamak için gerekli parayı kazandığı anda hayatından, kentinden, belediyeden ve devletten memnun olacaktı. Kentin çirkinliği ve güzelliği diye bir sorunu da yoktu. İstanbul'a ilişkin endişelerimiz (X) için mevcut değildi.

Bu İstanbullu kadının algıladığı kent ve mimari ile bizim tartıştığımız kent ve mimari arasında bir ilişki olması gerek. Aynı şeylerden söz ediyoruz. Ve Türkçe konuşuyoruz. Gerçi bilgi ile söylem arasındaki doğrudan ilişkinin, alt kültür, üst kültür, profesyonel kültür katlarında farklı olması da doğal. Yine de bu kadının duyarlılıkları ve bilgisi ile İstanbul'un bugünkü durumu arasında da bir ilişki olması gerek. Fakat görüldüğü kadar kent bir sorun olarak onda henüz varolmamış. Kentin bütün sorunları, sadece kendinin sorunlarına indirgenmiş. Biz bütün bilgi ve etkinliklerimize karşın kentin şekillenmesinde bu kadının temsil ettiği halk kadar etkili miyiz? Bu soruna yanıt aramak için son günlerde yaptığım bir Avrupa gezisine ilişkin bir kaç gözlemi dile getireceğim:

Trenle Madrid'den ayrılırken kentin dış mahallelerindeki yapıların merkezdeki mahallelerden pek farklı olmadıklarına ve iyi inşa edildiklerine dikkat ettim. Kent sınırında düzgün planlanmış yollar içinde düzenli bir mimari vardı. Madrid'de gecekondu yoktu. Hiç bitmeyecekmiş gibi görünen apartman dizileri de yoktu. Sınırsız bir büyümenin işaretleri de görülmüyordu. Yarım kalmış, kaldırımsız, kaplamasız yollar, inşaat ve toprak yığınları da görmedim. Barselona ve Toledo'da da görmedim. Genelde Avrupa kentlerinde bizim kentlerimizin hemen tümünde görülen yozlaşma halkaları görülmüyordu. Orada kent belediyeleri kentin dışına da içi kadar egemendiler. Düzen ve temizlik belirgindi. Madrid bakımlı bir bahçeydi. Doğaya terk edilmemişti. Doğaya terk edilmişlikle, gelişmemiş davranışlara terk edilmişlik arasında çok fark olmadığını vurgulamak gerek.

Yetişmiş bir mimarın duyarlığını rahatsız eden bir başka olgu daha var. Türkiyedeki alışkanlıkla kent içindeki yapılar arasında çirkin olanları aradım. Çirkin yapı yoktu. Kuşkusuz sıradan tasarımlar vardı. Fakat çirkin yoktu. Her şey, mimarın yeteneğine göre, doğru tasarlanmış, iyi inşa edilmiş, ve bitirilmişti. Her yapı toplumun çevreye gösterdiği özene yanıt veren bir dikkatle inşa edilmişti. Kişinin topluma ve toplumun kişiye gösterdiği karşılıklı saygı toplum örgütlenmesi ve kültürünün bir göstergesiydi. Türkiye'de biz sıradan ve çirkin olmayan bir yapı görebilmekte zorluk çekiyoruz. Gerçi bu gözlem ikinci bölümde düşüncelerini sorduğum İstanbullu kadının düşüncelerine uymuyor. O çevresindeki yapıları beğeniyordu. İstanbul'dan memnundu. Belediyeden de şikayetçi değildi. Kent idaresi ile belediye uyum içinde yaşıyordu. İstanbul Belediyesi de onun için çalışıyordu. Yani halk için, halkın algılayabileceği düzeyde çalışıyor ve oy'unu da, sırası gelince alıyordu.

Avrupada gördüğümüz ve bizi bir İstanbullu, bir Türk olarak huzursuz eden şey, Avrupa toplumunun sahip olduğu çevre, kent ve yapı bilinci, estetik duyarlık ve bunları gerçekleştiren örgütlenmedir. Geçenlerde bir toplantıda benzer konulardan söz edilirken dışarıda eğitim görmüş bir mühendis yerinde duramadı: Duyarsızlık, örgütsüzlük, çirkinlik ve bunlar üzerine kurulu spekülasyon ve bu bozuklukları açıklamağa çalışan sözde yanıtlar nedeniyle toplumu suçladı ve işi yurdu terk etme gerekliliğine kadar getirdi. Gerçekten büyük bir rahatsızlık duyuyordu.

İstanbullu kadınla onun birkaç mahalle ötesinde oturan bu İstanbullu mühendis arasındaki düşünce ve duyarlılık uçurumunun, birisinin yarım yüzyılda kentlileşememesi, diğerinin ise bu kentlileşememeye alışamamasından kaynaklandığını söylemekle yetinirsek İstanbul sorununa bir yanıt getiremeyeceğimizi düşünüyorum. Bu iki farklı duyarlığı tek bir noktaya doğru odaklamak, bir toplum kesiminin çirkin, pis, sağlıksız, düzensiz, bilgisizce, ahmakça bulduğu şeyleri diğerinin de benzer şekilde algılamasını sağlamak için özel bir çaba gerek. 'Aydınlanma' gerçeğin tanımında birleşmek olmalı. Aslında aynı halk kesimi ile konuştuğunuz zaman, yapı tasarımının estetik boyutu bir kenara bırakılırsa, kentteki düzensizlikleri algılamadıkları söylenemez. Konuşurken bunların farkına vardıklarını ve size yakın düşündüklerini, fakat bundan büyük bir rahatsızlık duymadıklarını, bunu olağan olarak kabul ettiklerini anlıyorsunuz. Çünkü bundan daha düzensiz çevre ve daha kötü koşullardan gelmektedirler, İstanbullu kadın, ara sıra köyüne gidiyordu. Oradaki değişme de köklüydü. Ve o değişimin niteliğini biliyordu.

* * *

Köyünden gelip apartmanlar arasında bir gecekonduda oturan yeni kentli yaşamından memnundur. Rahatsızlığı evinin konforundan, ya da çevresinin pisliğinden, ya da yolunun yetersizliğinden kaynaklanmaz. Bunlar sonu açık sorunlardır. Özellikle kadere inanan ve sabırlı bir toplumun insanları için, giderek daha iyi olma olanakları vardır. Gecekondu da oturan insanların bitmemiş kâgir ve beton evlere gıpta ile baktıklarını düşünmek gerekir. Çünkü içinde bulundukları durumdan sonraki aşama odur. Onlar oraya varmak için gerekli yasadışı yolları da iyi bilmektedirler. Yolun, suyun, elektriğin, çöpün, bitmemiş kaldırımların, kapanmamış çukurların kendi evlerinden başlayan bir süreç olduğunu biliyorlar. Bir bölümü kaldırımları yapan, çukurları açan, elektriği kaçak alan, lağımlarını açık kanallara bağlayan insanlardır. Otomobillerin, kendi bahçelerine -eğer varsa- girmedikçe, nereye park ettiği, ona sahip olmayanlar için önemli değildir. Arabaları olanlar için önemli olan ise, arabayı mümkün olan her boşluğa yerleştirmekten ibarettir. Bu temel işlevsel yaklaşım, toplumun çok okumuş en üst düzeyindeki bir azınlık dışında, hiç kimse için, sürekli şikayet konusu olan bir kentsel sorun değildir. Bu tür gözlemleri istediğiniz kadar çoğaltabilirsiniz. Halkın büyük çoğunluğunu çöp, kaldırımsızlık ve ağaçların kesilmesi rahatsız etmiyor. Yolun yayaya ve araca ayrı ayrı tahsis edilmesi gibi bir olgunun farkındadırlar. Fakat bunun kentsel yaşam düzeninin göstergesi olduğu şeklinde bir bilinçli ayrım yapmıyorlar. Çöpü de zaten kendileri atıyorlar ortalığa. Ve onlara ağaç kesmenin, bir kentli için önemli bir çevre suçu oluşturduğu şeklindeki söylem ve propaganda henüz erişmemiştir. Eğer belediye bir ağaç kesiyorsa onu sorgulayacak bir ortak kent ortamı düşüncesine ulaşmamışlardır.

* * *

Bu henüz oluşmamış ve paylaşılmamış kent bilinci ve kültürü ortamında Türkiye'de insan yapısı çevre birbirleriyle ilişkisi olmayan iki söylemin konusu olmaktadır. Mimar sayısının çokluğu karşısında ihmal edilecek kadar az sayıda mimarın gerçekleştirdiği, estetik endişesi olan, hatta bazan evrensel mimari kuramlara gönderme de yapan bazı yapılar üretiliyor. Fakat bunlar, bugün moda olan deyimiyle, butik için yapıtlardır. Gerçi dünyanın önemli yapılarının hep butik için yapıt olduğu söylenebilir. Ne var ki kentin mimari ortamının oluşması için önemli olan kentin sokaklarının duvarlarını oluşturan yüz binlerce yapıdır. Butik için yapı bir üst kültür söylemi, bir azınlık yapısıdır. Kuramsal ve estetik mesajı önemli olabilir. Fakat sosyal mesajı sınırlıdır. Formula Bir otomobil yarışmasına, ya da Wimbledon Tenis Şampiyonası'na katılmak için hazırlanmıştır. Toplumun büyük bir kesiminin sahip çıktığı bir olgu değildir. Toplumun büyük kesimi dergilere konu olan mimariden haberi olmadan yaşıyor. Kuşkusuz bu sınır kesin değildir. Bilboa'da Gehry, kentle işbirliği yaparak bir turizm heykeli dikmiştir. Fakat halkın böyle bir yapıta sahip çıkması, ancak mimari ve kent boyutları dışında, spesifik bir sosyo-kültürel ortamda söz konusu olabilir. Ona karşın, Sabancı gökdeleni, ya da bir turistik "compound" içinde güzel bir konut, halkın yapı söyleminin konusunu oluşturmaz. Bunların varlığı milyonluk kentlerin kent ve yapı sorununa hiçbir yanıt getirmiyor. Bunları yapan mimarlara ün ve para getiriyor, meslektaşları arasında statü kazandırıyor. Ama çevre bunlardan dolayı farkına varılabilir bir oranda değişmiyor. Duyarlığı az toplum katlarında ise, kent yaşamına farkına varılır büyüklükte bir kalite de katmıyorlar.

Burada dile getirilen gözlemlere konu olan durum sade Türkiye'ye özgü değildir. Dünyanın her yerinde akademilerde ve mimari dergilerdeki mimari söylem, yaşanan çevreyi değil, mimarların küçük kulüplerini yansıtır. Fakat daha gelişmiş ülkelerde, mimarinin kalitesi ile kent arasında daha organik, daha yakın ilişki vardır. Kent halkı, belediyeler, idareler çevreye ve mimariye karşı daha bilinçli ve duyarlıdırlar. Dolayısıyla güzel bir yapı, hele kentsel bağlamda bir programın parçası olarak tasarlanmışsa, kent halkının da sahip çıktığı bir değer olabilir. Ama elli yıl Üsküdar'da yaşayıp Üsküdar Meydanı'ndaki bir on altıncı yüzyıl camisinin adını bilmeyen bir kentlinin mimarlık söyleminin ne doğrudan, ne de dolaylı dinleyicisi olabileceğini düşünmek olanaksızdır.

Bu düşünceler hiç bir mimari anlayışı olumsuz eleştiri hedefi yapmayı amaçlamıyor. Vurgulamak istediğim Türkiye'deki kentsel gelişmenin doğasına bağlı olarak, fiziksel çevre söyleminin kent ağırlıklı olması gerekliliğidir. Mimarinin kalitesinden çok kentin kalitesi üzerinde, halkın büyük bölümünü de katabileceğimiz bir söylem yaratmak gerektiği kanısındayım. Bu tutum, mimarların kişisel performansları ve onun kendine özgü eleştiri ortamını ve söyleminin varlığına engel olmaz. Mimari, sanat olarak varoldukça sanatçının özgürlüğü de olacaktır. Müşterileri de olacaktır. Fakat Türkiye gibi ülkelerde, kentlere doluşan kentlileşememiş halkın yarattığı kaotik yerleşmelerin yaşanabilir olması kentsel boyutta düşünce üretilmesini gerektiriyor. Böyle bir isteğin toplumun tümel eğitiminden geçtiği söylenecektir. Bu doğru. Fakat böyle bir yaygın eğitime kenarda köşede bir kaç güzel bina yaparak varılamaz. Toplumun görsel eğitimi çoğunluğu çirkin yapılardan oluşan bir çevrede gerçekleşiyorsa, bu oluşumun bütününe ilişkin ve halkın anlayacağı bir söylemin yaratılmasına çalışmak daha doğru gibi gözüküyor. Böyle bir çaba, giderek, daha büyük bir mimar grubuna kentin şekillenmesinde daha fazla rol alma şansı yaratabilir.
Bu bağlamda belediyelerin ve devlet kurumlarının kentlerin biçimsel ve yapısal sorunlarını, vaktiyle olduğu gibi, mimarlar arasında yarışma platformuna taşıması halkın kente karşı duyarlığının artmasına da yardım edebilir. Ünlü mimarların projelerine tahsis edilmiş dergiler, büyük firmaların reklamlarıyla birlikte, garip bir zevk parselasyonunu teşvik ediyorlar. Halkın sahip olacağı değerlerin yaratılması için, kişiden öteye geçmek gerek. İstanbul gibi kentlerde böyle bir eğilimin mimari söyleme yansıması arzu edilir bir akım olurdu.

Alexander Herzen vaktiyle Avrupalılara, "Biz doktor değiliz, biz hastalığız" demiş. Her şeyi dışarıdan ithal edip, kendimize göre bir şey üretmediğimiz zaman, doktor muyuz, hastalığın kendisi miyiz, diye sormamız gerekebilir.


İLETİŞİM edebiyatokyanus@gmail.com  
   
edebiyatokyanus 646284 ziyaretçi (1187345 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol