Kendi (Paul Ricœur Üstüne)
Ahmet Soysal
1. Başlık
Paul Ricœur’ün Soi-même comme un autre (1990) yapıtı, yazarın, onun salt felsefi düşüncesinin son aşamalarını göstermesi bakımından en olgun yapıtı sayılabilir. Başlığın dilimize çevrilmesi zorluk oluşturmaktadır. “Bir başkası gibi kendisi” diye çevirmek uygun gibi görünmekle beraber, bu çeviride bir eksiklik olduğu hemen göze çarpmaktadır. “Kendisi”, soi’nın karşılığıdır, oysa soi-même’i çevirmek gerekmektedir. Sözcüğü sözcüğüne “kendi-aynı” demektir bu. Türkçede başka yerleşik karşılık bulamadığımız için “kendisi” diye çevirdiğimiz Fransızcadaki birleşik sözcük, böylece, kitabın başlığına, “aynı” terimiyle birlikte, kitabın içeriğinde önemli yer tutacak “aynılık” sorunsalını taşımaktadır.
Oysa, yine başlıkla ilgili, hemen bir noktaya daha dikkat çekmemiz gerekir. “Başkası gibi kendisi”, bir çeşit alıntıdır, ya da daha doğrusu bir alıntı parçasıdır (daha başka: bir alıntı parçasının uyarlanmış çevirisi). Bu alıntıyı, kitabın önsözünün 36. sayfasında yer alan 3. not’ta okuyabiliriz (notun bütününü çeviriyorum): “Bir Kır Papazının Günlüğü’nün sonunda yer alan Bernanos’tan şu alıntının beni içine soktuğu bir çeşit büyüyü saklamayacağım: ‘Kendinden nefret etmek sanıldığından daha kolaydır. Lutûf, kendini unutmaktır. Ama, eğer içimizde her çeşit gurur öldüyse, lutûfların lutfu kendi kendini alçakgönüllülükle sevmektir, İsa’nın acı çeken üyelerinden herhangi birini sever gibi’.” Öyleyse, bu alıntının ışığında, kitabın başlığını şöyle çevirmek de olanaklı olmaktadır: ‘Kendi kendini bir başkası gibi’... (Ricœur, bu ipucunu biraz dolayımlı olarak ve fazla vurgulamadan, sanki sakınarak vermektedir. Bu ilginç bir itiraf yoludur. Bir felsefe kitabında, dinsel tematiğin temellendirici ve yönlendirici yanını gizleyerek belli etme yolu olarak yorumlanabilir. Bu savı, kitapta – özellikle son incelemede – yer alan, aynı dinsel anlamda okunabilecek kimi göndermeler ve yaklaşımlar güçlendirmektedir. Buna değineceğiz.) (Başlığın çevirisiyle ilgili olası bir ‘göreceli’ yanlışa da dikkat çekmek istiyorum: eğer comme, ‘olarak’ diye çevrilirse, başlık, ‘Bir başkası olarak kendisi’ oluyor. Öyleyse, ‘kendisi’ bir ‘başkası’ ile özdeşleşiyor – Rimbaud’nun ünlü ‘Ben bir başkasıdır’ deyimindeki gibi – ki bu, kitabın sorunsalına ilk bakışta ters bir anlam olarak görünüyor. Oysa, Ricœur, yapıtın önsözünde bu anlama da kapıyı açık tutuyor: “ ‘Gibi’ye yalnızca bir karşılaştırmanın değil – kendisi, bir başkasının benzeri... – ama bir içermenin de – kendisi... bir başkası olarak – güçlü anlamını bağlamak isteriz.”1 Bu okuma olasılığı, kendiliğin başkalığı çok yakın bir derecede içerdiği savına dayanıyor.2 Ama bu anlam, başlığın ancak ikinci anlamıdır, birincisi ortaya konulmadan okunursa, yanlış yola itecek niteliktedir...)
2. Kapsam ve içerik
Bu kitabın önsözünün önemini vurgulamak istiyorum. Başlığı: Kendilik sorusu. ‘Kendilik’, ipséité’nin karşılığı (Latince ipse’den: ‘kendi’). Önsözde, kitabın ana çizgileri, genel okumasına ışık tutucu bir biçimde ortaya konulmakta. Yapıtın genel sorunsalı, yönelimi – ereği – ağırlık merkezi açığa vurmakta.
Önsöz, kitabı yöneten “üç majör felsefi niyet”e değinmekle başlıyor.3 “Birinci niyet, refleksif dolayımın, öznenin, birinci tekil şahısta ifade bulduğu biçimde –’düşünüyorum’, ‘varım’– dolaysız konumlanışına göre önceliğini göstermektir.”4 “İkinci felsefi niyet – ‘aynı’ terimi yoluyla bu kitabın başlığına zımnen yazılı olan– özdeşliğin (identité) –ki bunun ‘aynı’ terimiyle ilişkisini birazdan söyleyeceğiz– iki majör anlamını birbirinden ayırmaktır, özdeş’ten ya Latince idem’in ya da ipse’nin karşılığını anladığımız anlamda.”5 “Üçüncü felsefi niyet, ki bu, başlığımızda açıkça içerilmiştir, öncekiyle bağ oluşturur, ipse-özdeşliğin, kendilik ve aynılık diyalektiğini tamamlayan bir diyalektiği devreye soktuğu anlamda: kendi ile kendinden başka diyalektiğini.”6
Bu üç felsefi niyet, ‘dört sorgulama tarzı’na bağlanmakta: “... kim konuşuyor? kim eyliyor? kim kendini anlatıyor? kim yüklemenin (imputation) ahlaki öznesi?”7 Böylece, kitabın ilk iki incelemesi, bir dil felsefesi’nin kapsamına girmekte,8 üçüncü ve dördüncü incelemeleri, bir eylem felsefesi’nin kapsamına girmekte,9 beşinci ve altıncı incelemeleri kişisel özdeşlik sorusunu sormakta,10 yedinci, sekizinci, dokuzuncu incelemeleri ise eylemin etik ve ahlaki (morales) belirlemelerini ele almaktadır.11
Ricœur, önsözde, bir ‘kendi hermenötiği’nin ana hatlarını ortaya koyuyor. Amaç, cogito ile anti-cogito alternatifinin ötesine geçmektir. Cogito konusunda Descartes’a, anti-cogito konusunda ise Nietzsche’ye değiniyor. Buna göre, “Kendi (soi) demek, ben (je) demek değildir. Ben kendini koyar – ya da kaldırılır. Kendi, yansıtılmış (réfléchi) olarak, analizi kendisine dönüşten önce gelen işlemlerde içerilmiştir. Analiz ile refleksiyonun bu diyalektiği üstüne ipse ile idem’in diyalektiği aşılanır. Sonunda, aynı ile başka’nın diyalektiği, ilk iki diyalektiği taçlandırır.”12
Önsöz, son olarak, inceleme dizisinin parçalıklı (fragmentaire) niteliği ile kendi hermenötiğinin kesinlik (certitude) tipine değiniyor.13 Bu kesinlik tipini, ‘tanıklık’ (attestation) kavramıyla belirliyor. Tanıklık, tam bildiğimiz anlamda tanıklık ile özdeşleşmiyor (Fransızca témoignage: Ricœur, buna da ve bunun attestation ile yakınlığına da değiniyor) Sözlük, buna ‘gerçeklemek’ de diyor, yaptığımız bir şeyin gerçekliğine, doğruluğuna tanıklık etmek, onu sahiplenmek, üstlenmek anlamında... Ricœur’e göre, ‘tanıklık’ (attestation) “bir çeşit inanç.”14 Bu anlamda, cogito’ya bağlanan garantiden yoksun. Son temellendirme oluşturma iddiasına sahip değil. Öyleyse kırılgan, kuşkunun (soupçon) sürekli tehdidi altında.15 Oysa o, “bir çeşit güven” (confiance).16 “Tanıklık, temelde, kendinin tanıklığıdır”, diyor Ricœur.17 “Bu güven, sırasıyla söyleme gücüne, yapma gücüne, kendini anlatı kahramanı olarak tanıma gücüne, sonunda suçlamaya (accusation), Levinas’a özgü bir deyim ile söylersek, ben burdayım! ‘suçlamasal’ kipiyle (accusatif: dilbilimde i-hali’ni belirtmek için kullanılan deyim) yanıt verme gücüne güvendir.”18 Ricœur, bu son aşamada, tanıklığın Almancada Gewissen denilen ahlaki bilincin –vicdanın– tanıklığı olduğuna değiniyor.19 Ve şöyle tamamlıyor: “Garantisiz inanç (créance) olarak, ama aynı zamanda her çeşit kuşkudan daha güçlü güven olarak, kendi hermenötiği, hem Descartes tarafından coşturulan Cogito’ya, hem de Nietzsche tarafından erkten düşürülmüş ilan edilen Cogito’ya eşit uzaklıkta durduğunu iddia edebilir.”20
Kitabın doruk noktası, onuncu ve son incelemedir: “Hangi ontolojiye doğru?” Bu inceleme, açıkça önsözün devamında yer aldığını belirtmektedir: “Ontolojik soruşturmamıza, önsözümüzün durduğu noktada başlıyoruz.”21 Tanıklık (attestation) kavramı bu incelemede bütün gücüyle karşımıza çıkmaktadır. İncelemeyi çeşitli okumalar yönlendirmektedir. Bunlarda Aristoteles’te dunamis ve energeia kavramları, Heidegger’de Gewissen ve Sorge kavramları, Spinoza’nın conatus kavramı, Maine de Biran’da vücut kavramı, Husserl’de Leib ve alter ego kavramları, Levinas’ın Başka düşüncesi, Nietzsche’nin Ahlağın Jenealojisi’nin 2. Disertasyon’u ele alınmaktadır (Hegel’e, Michel Henry’ye göndermelerle).