MÜRSEL MECAZ
Rıza FİLİZOK
Mürsel Mecaz: Osm.: "Mecâz-ı mürsel". Bir sözün, benzerlikten başka bir alâkadan dolayı kendi anlamı dışında kullanılmasıdır. Bu durumda, sözün kendi anlamına alınmasını engelleyecek bir ipucu (karine) bulunmalıdır. Alâka, zihnin, bir kelimenin hakikî anlamından mecazî anlamına intikalini, geçişini sağlayan ilişkidir. Bu ilişki, benzerlik ilişkisi ise istiare, benzerlik dışında bir ilişki ise mürsel mecaz sanatı söz konusudur. Bir kelime bir alâkaya bağlı olarak farklı bir anlamda kullanılabilir. Dinleyici, bir kelimenin bildiği anlamından farklı bir anlamda kullanılmış olduğunu bu alâkayı keşfederek anlar. Bir kelime, belâgat bilimine göre dokuz tip alâka sebebiyle mürsel mecazlı olarak kullanılabilir. Benzerlik ilişkisinin dışında olan bu alâkalar şunlardır: âliyyet, mazhariyyet, hulûl, sebebiyyet, cüz'iyyet, umûm, ıtlak, kevniyyet, evveliyyet. Bu alâkalar bazen benzerlik alâkası ile birlikte bulunur. Bunun için bir söz, bir yönden "mecâz-ı mürsel", bir yönden "istiâre" olabilir.
MÜRSEL MECAZ ALÂKALARI:
Âliyyet: Cevdet Paşa bu terimi "hakîkî anlamın mecâzî anlama âlet olması" şeklinde tanımlamıştır: "Manâ-yı hakikînin manâ-yı mecâzîye âlet olmasıdır. Nitekim âlet-i tekellüm olan uzv-ı ma'lûma mevzu' lisan lâfzı lûgat manasında isti'mal olunur ve lisân-ı Arab, Lisân-ı Türk denilir." Burada anlatılmak istenilen şey, âletin adının mecaz olarak aletin yaptığı iş için kullanılmış olmasıdır: Konuşma organı, aleti olan Türkçe "dil" kelimesinin mecaz olarak "lisân" anlamına kullanılması, bir "âliyyet” ilişkisidir.
Mazhariyyet: Kelimenin hakikî anlamı ile mecazî anlamı arasında bir "kaynak yeri ve sonuç" ilişkisi bulunmasıdır. "Onun kolu uzundur." sözünde "kol" kuvvet ve kudretin kaynağı olduğundan mecazen "kuvvet ve kudret" anlamında kullanılmıştır. Bu durumda "kol" ile "kuvvet" arasındaki alâka bir "mazhariyet" alâkasıdır.
Hulûl: Bir şeyin yer vasıtasıyla, bir yerin de bir şey vasıtasıyla anlatılmasıdır. Eski terimleriyle ""zikr-i mahal" ile "hâl"in anlatılması ve "zikr-i hâl" ile "mahal"in ifade edilmesidir. "Mangalı yak." denildiğinde "yer" vasıtasıyla "şey" yani mecâzen "kömür"ün yakılması kasdedilir. "Ateşi öbür odaya götür." denildiğinde "şey" vasıtasıyla "şeyin içinde olduğu yer" yani "mangal" kasdedilir. Bu iki durumda da "mürsel mecaz" vardır.
Sebebiyyet: Hakikî ve mecazî manâlardan birinin diğerinin sebebi olmasıdır. Sonucu söyleyerek sebebi kasdetme, sebebi söyleyerek sonucu kasdetme "sebebiyet" alâkasına dayanır. "Bereket yağıyor." sözünde "bereket" sonuç, "yağmur" ise sebeptir. Burada "sonuç"la "sebep" ifade edilmiştir. "Bir muharrir yazılarıyla geçinir." sözündeki "yazı" ile yazılardan elde edilen "para" arasında bir sebep-sonuç ilişkisi vardır. Burada sonuç, sebep söylenerek ifade edilmiştir.
Cüz'iyyet: Kelimenin Hakikî anlamı ile mecazî anlamından birisinin diğerinin parçası olmasıdır. Bu durumda, bir şeyin bütünü söylenerek parçası, parçası söylenerek bütünü ifade edilir. "Bütün" söylenerek bütünün parçasının ifade edilişine örnek: "Ağaçlar budandı." denildiğinde "ağaç" sözüyle ağaçın parçası olan "dallar" kasdedilir. Bütünün "parça"sı söylenerek bütünün ifade edilişine örnek: "Yelken ufukta göründü." cümlesinde "yelken" sözüyle "kayık" ifade edilmiştir.
Umûm: Kelimenin hakikî anlamı ile mecazî anlamından birisinin diğerinden daha umumî olmasıdır. Meselâ, "hayvan" denilip "at" kasdedildiğinde daha genel olan "cins" ile "tür" anlatılmış olur. Ancak, bir cins isim bir özel isim olarak kullanıldığında yani bir "ferd" için kullanıldığında "hakikat" olur. Meselâ "Bir hayvan gördüm." cümlesinde "hayvan" kelimesi, hayvan fertlerinden birisi yani "hayvan" kümesinin bir elemanı için kullanıldığından hakikî anlamında kullanılmış olur; dolayısıyla mecaz-ı mürsel olmaz. (Prof. Dr. Kaya Bilgegil, "Umûm" alâkasını anlatırken bu alakayla kurulmuş mecaz-ı mürsel için şu örneği vermektedir: "Atını şiddetle döğen arabacıya, 'hayvana yazıktır, vurma!' derseniz, hayvan sözü ile "at"ı kasdetmiş olursunuz." Burada "hayvan" kelimesi, hayvan fertlerinden birisi yani "hayvan" kümesinin bir elemanı için kullanıldığından hakikî anlamında kullanılmıştır. Dolayısıyla bu örnek, Fontanier’in tanımına uymakla birlikte Cevdet Paşa'nın yaptığı tanıma göre yanlıştır. Biz, Cevdet Paşa’nın tanımının genel ile özeli karıştırmadığı için doğru olduğunu düşünüyoruz.)
Itlak: Kelimenin hakikî anlamı ile mecazî anlamından birisinin "mutlak" diğerinin "mukayyed" olmasıdır. Meselâ "Ãlem o âlem olmadığın şimdi anladım/ Ãlemde âdem olmadığın şimdi anladım." beytinde "âlem" sözü mutlak manada, "âdem" sözü "mukayyed" manada yani "sınırlı" olarak kullanılmıştır. Burada "âdem"in sınırlı anlamı " olgun ve vefalı insan"dır.
Kevniyyet: Bir şeyi geçmiş hâlinin ismiyle adlandırmaktır. "Kör, -ameliyattan sonra- görüyor." cümlesinde gözü iyileşen adam, geçmiş haline göre adlandırılmıştır. Bu, kevniyyet alâkasıyla kurulmuş bir mürsel mecazdır. Bir annenin kırk yaşındaki oğlu için "bizim çocuk" demesi, yine geçmiş halin ismiyle adlandırma örneğidir.
Evveliyet: Bir şeyi sonra bulunacağı halin ismiyle adlandırmaktır: Meselâ "Ateşi yak" denilir ve bu söz "ateş olacak kömürü yak" anlamındadır. Kömür, burada, sonra bulunacağı hale göre adlandırılmıştır. "Buğdaylar bitti." sözü "Buğday olacak ekinler bitti" anlamında kullanılır.
.
Mürsel mecaz’ın kelimenin işaretleyen / işaretlenen (signifiant/signifie) yapısısını nasıl değiştirdiğini şöyle bir tablo ile gösterebiliriz:
Bu durumda mürsel mecaz, kelimenin anlamının yerine (işaretlenen 1), başka bir anlam (işaretlenen 2 ) koyuyor. Bu ikinci anlam “işaretleyen”e bağlı değildir, ayrıca (işaretlenen 2)nin de -şekilde gösterilmemiş olan- bir (işaretleyen 2)si vardır. Bu durumda, mürsel mecaz, -iyi düşünülürse- Fontanier’in sandığı gibi, basit olarak bir kelimenin yerine başka bir kelimenin konulması hadisesi değildir, bir işaretleyenin, kendi işaretlenenini dışlayarak, diğer bir işaretleyenin işaretlenenini almasıdır:
Bu durumda lügatlerde olmayan ve “mürsel mecaz kelimesi / işareti ” diyebileceğimiz bir kelime doğmaktadır: Ateş kelimesinin işaretleyeni, kömür kelimesinin işaretleneniyle birleşerek yeni, geçici bir kelime üretmiş olur. Bu olgu, dilbilim açısından yeni bir yapı ortaya koyar: Böylece edebî bir metinde geçici yeni kelimeler doğar. (Bu kelimeler, yıldızlar arasında kayan meteorlara benzetilebilir: Diğer yıldızlar içinde onlar da parlar. Ancak bu parıltıları geçicidir. Bununla birlikte doğan bu meteorlar, her tekrar kavranışta yeniden doğarlar. Mürsel mecazlar, sözlükte yaşamamayan ama metinde canlılık kazanan sanattan doğan kelimelerdir. )
. Mürsel mecaz alâkalarını aşağıda bir tablo ile gösteriyoruz. (Bu tabloda mecâz-ı mürsel yüklenen kelimeye "söylenen" kelime, "zikr" edilen kelime diyoruz. Bu kelimeyle kasdedilen anlama "kasdedilen" diyoruz. Söylenen kelime ile kasdedilen anlam arasındaki ilişkiye de "alâka" diyoruz.)
Batı Retoriğinde Mürsel Mecaz:
Doğu belâgatindeki mürsel mecaz kavramı, Batı retoriği’nde iki ayrı sanatı içine alır. Bunlar, "Métonymie" ve"Synecdoques"dur:
Pierre Fontanier, genel manada "mecaz" anlamına gelen “trope”ları, " bir kelimeyle yapılan Trope'lar" ile "birden çok kelimeyle yapılan trope'lar" olmak üzere ikiye ayırarak incelemiştir. Bir kelimeyle yapılan Trope'ları dörde ayırır:
1) Uygunluğa (correspondance) dayanan Trope'lar. Bunlar "Métonymie" (Mecaz-ı Mürsel, Mürsel Mecaz) adı altında toplanırlar.
Fontanier’e göre "Métonymie", bir kelime değişimine dayanır, bir kelimenin yerine bir başka kelimenin geçmesidir (Burada kelimenin henüz işaretleyen / işaretlenen olarak ikiye bölünmediği göz önünde bulundurulmalıdır). "Métonymie"ler de kendi aralarında şöyle sınıflandırılmışlardır:
a) Sebep alâkalı "Métonymie"ler (Métonymie de la Cause): Sonucu ifade etmek için sebep zikredilir: Sebep bağlantısı ilâhiliğe, yüceliğe mensubiyet olabilir: Şarab’ı anlatmak için, Bacchus demek, savaş için Mars demek, deniz için Neptune demek gibi.
Sebep bağlantısı zihnî, ahlakî ve aktif bir ilgi olabilir : Bir yazarın adı, eserinin adı yerine kullanıldığında böyle bir sebep bağlantısı vardır: "Bir Homère, iki Virgile, dört Racine satın aldım." cümlesinde bu adlar, aynı yazarların eserleri yerine kullanılmıştır.
Sebeb bağlantısı, aletle ilişkili ve pasif bir ilgi olabir: Bir ressamın boyama tarzı için "Onun cesur bir fırçası var" dediğimizde yahut bir yazarın yazış tarzı hakkında " Onun parlak bir kalemi var" dediğimizde böyle bir sebeb bağlantısı vardır.
Söz konusu kelimeler, Objetkif bir sebebe, yahut tesadüfe bağlı bir ilgiye sahip olabilir: Bir heykel için «Belvédère Apollon'u» (Belvédère, Vatican'da zengin bir heykel pavyonunun adıdır.) denildiğinde böyle bir bağlantı ortaya çıkar.
Fizikî yahut tabiî bir bağlantı üzerine kurulmuş olabilir: Meselâ, "sıcaklık" için "güneş" kelimesini kullandığımızda bu ilgi ortaya çıkar: "Güneş başına geçti." cümlesinde olduğu gibi. "Ay" kelimesini zaman bildiren "ay" manasına kullandığımızda aynı bağlantı ortaya çıkar. Aynı şekilde "Ne göz var, en ufak şeyi görüyor!" denildiğinde "göz" kelimesi "görüş" manasına kullanılmıştır.
Soyut ve metafizik sebeb bağlantısı: "İyi" fikrinden doğan haretlere iyilik denilmesi bunun örneğidir. Bunlar, azçok zorlanmış bir kullanıma sahip olduklarından artık bir cins istiare olan "catachrèse" olarak kabul edilirler.
b) Sebebin yerini aletin alması ile yapılan "Métonymie"ler: Bir yazar için "mükemmel bir kalem" denildiğinde böyle bir bağlantı kurulmuş olur. Klarnet çalan birisi için Fransızca'da yine klarnet denilmesinde aynı bağlantı vardır. Fontanier'e göre bunun sebebi Fransızca'da klarnet-çi kelimesinin olmamasıdır ve bundan dolayı burada zorlanmış bir mürsel mecaz "Métonymie forcée" vardır ve sonuç olarak bir "catachrèse"dir.
c) Sebebin yerini sonucun almasıyla meydana gelen "Métonymie"ler: "Ey oğlum, ey sevincim, ey hayatımın bahtiyarlığı" cümlesinde sebep oğul, "sevinç" ve "bahtiyarlık" sonuçtur.
d) Muhtevanın yerine zarfın, ihtiva edenin (içeriğin yerine içerenin) konmasıyla meydana gelen "Métonymie"ler: şarap için kadehin kullanılması buna örnektir: Yer, şehir isimlerinin oralarda oturanlar için kullanılmasında da aynı alâka doğar: "Ankara kirli havadan kurtuldu."
e) Bir şeyin adı yerine, o şeyin yeri belirtilerek yapılan "Métonymie"ler: Bir nesne kendi adıyla değil, geldiği, üretildiği, asıl ait olduğu yerin adıyla anılırsa yerle ilişkili bir "Métonymie" yapılmış olur: "Bir keşmir aldım." denildiğinde kumaşın, "Amasya aldım." denildiğinde elmanın kastedilmesi buna örnektir.
f) İfade edilen şeyin adı yerine o şeyin "işaret"inin (signe), "alâmet"inin adının konmasıdır: Hristiyanlık için "haç", Müslümanlık için "hilâl" kelimelerinin kullanılması buna örnektir.
g) Manevî (moral) bir kavramın yerine fizikî bir kavramın konulmasıyla yapılmış "Métonymie"ler: "Yürek" kelimesinin "cesaret" yerine, "beyin " kelimesinin "zekâ" yerine kullanılması bunun örneğidir.
h) Bir şeyin yerine o şeyin sahibi olanın konulmasıyla yapılan "Métonymie"ler: "Ev" yerine "lares" (Eski Romalılarda aile ocağını koruyan Tanrı) adının kullanılması buna örnektir.
i) Sahip olanın yerine sahip olduğu şeyin konulmasıyla yapılan "Métonymie"ler: Adamlar için "şapkalar", kadınlar için "yaşmaklar" denildiğinde ortaya çıkan durumdur.
2) Aralarında cinsle tür, bütünle parça bağlantısı (connexion) bulunan Trope'lar: Bunlar "Synecdoques" (Mecaz-ı Mürsel, Külliyet-Cüz'iyet Alâkasına Dayanan Mecazlar) adı altında tanınırlar.
Bu tür Trope'larda da bir nesne diğer bir nesnenin adıyla adlandırılır. "Bütünü söyleyerek, parçayı, parçayı söyleyerek bütünü anlatma" tarzında tarif edilir. Sekiz türü vardır:
a) Bütünü ifade etmek için parçanın ifade edilmesiyle yapılmış "Synecdoques"lar: Bu durumda meselâ "el", "dil", "baş" bir ferdi ifade eder. "Alet işler el öğünür." örneğinde görüldüğü gibi. "Deve dikenlerinin yetiştiği yerde şimdi başak lar yükseliyor." cümlesinde "başak" sözü buğday bitkisinin yerini tutmaktadır. Yani bütünü ifade etmek için parça söylenmiştir.
Bir şehir, bir ırmak vb. adının o şehir ve ırmakların bulunduğu ülkenin adının yerine kullanılmasıyla aynı sanat yapılmış olur. Bir şehir söz konusu olduğunda çok defa aynı anda çift figür ortaya çıkar: "Roma" ile bir taraftan bütün İtalya : (Synecdoques), diğer taraftan bu şehirde oturanlar kastedilir : (métonymie).
"İlkbahar", "yaz", "kış" gibi mevsim adları birçok yılın yerine kullanıldığında yine bu tip bir "Synecdoques" söz konusudur: "O kırk bahar gördü" cümlesinde "bahar" kelimesi yıl manasında kullanılmıştır. "O henüz baharındadır." cümlesinde de bir "istiare- metafor" değil, bir "Synecdoques" vardır.
Manevî varlıklarda yine bu parça-bütün münasebetiyle bu sanat karşımıza çıkar. Ancak, meselâ Tanrı böyle bir münasebet içinde gösterilemez, bu durumda Tanrı'nın sıfatları onun adının yerini alır: "İlâhî adalet herşeyi görür." cümlesinde olduğu gibi.
b) Parçayı ifade etmek için bütünün zikredilmesiyle yapılan "synecdoque"lar: Kastor tüyünden yapılmış bir şapka için "Kastor" denmesi.
c) Maddenin zikriyle o maddeden yapılmış bir nesnenin ifadesi şeklinde olabilir: Demir yahut çelik, kılıç ve zinciri ifade etmek için kullanıldığında bu figür ortaya çıkar. "Tunç" kelimesi, çan, borazan, top, miğfer vs. için kullanılabilmektedir.
d) Sayı ile ilgili "synecdoque"lar: Bu tip "synecdoque"larda tekili ifade etmek için çoğul, çoğulu ifade etmek için tekil zikredilir. Çoğulu ifade etmek için tekilin kullanılışı: "İnsan ölümlüdür" cümlesinde "insan" kelimesi "insanlar" manasına kullanılmıştır. Aynı şekilde Türk, Fransız kelimeleri Türkler, Fransızlar manasına kullanıldığında aynı figür vardır.
Tekili ifade etmek için çoğulun kullanılışı: "Farklı dönemlerindeki Tevfik Fikretler'i birleştiren ortak bir çizgi vardır" cümlesinde böyle bir kullanılış vardır. Ancak bu kullanışı, özel bir adla bir cinsi anlatma demek olan "antonomase" ile karıştırmamak gerekir: Cimri bir insan için "Harpagon" denilmesinde bu figür vardır.
e) Cinsin ifadesiyle yapılmış "synecdoque"lar: Cins adı zikredilerek tür kastedildiğinde, bu figür ortaya çıkar: "At"ı kastederek "Hayvan ürktü." dediğimizde böyle bir "synecdoque" vardır.
f) Türün ifadesiyle yapılmış "synecdoque"lar: Tür adı zikredilerek cins kastedildiğinde bu figür ortaya çıkar: "Ekmek parası" deyiminde ekmek kelimesi "yiyecekler"in yerine kullanılmıştır. "Kurd a kuş a yem olursun." cümlesinde kurt ve kuş "Vahşi hayvanlar"ın yerine kullanılmıştır.
g) Soyutlamaya dayanan "synecdoque"lar: Bu figürde somut varlıklar soyut bir şekilde ifade edilir. Bu soyutlama göreli bir şekilde olabilir: "Dişlerinin incisi" "inci dişler" söyleyişinden farklı bir anlatımdır. Birinci örnekte dişler inciye benzetilerek önce bir metafor yapılmış, sonra inci kelimesi soyut bir şekilde kullanılmıştır. Mutlak soyutlamaya ise genç insanları kastederek "gençlik" dediğimizde ortaya çıkar.
h) Ferdi ifade etmede ortaya çıkan "synecdoque"lar yahut "Antonomase" :
Bir özel ismi ifade etmek için bir cins ismin kullanılması : II. Mehmet'in tarih kitaplarında "Fatih" olarak anılması, Batı tarihçilerin "Kral" deyince çok zaman Alexandre'ı kastetmesi buna örnektir.
Bir cins ismi ifade etmek için bazen bir özel isim kullanılır: "Büyük bir şair" demek için "bir Virgile, bir Homère", "Büyük bir geometrici" demek için " bir Euclide" denilmesi buna örnektir.
Bazen bir özel isim yerine diğer bir özel isim kullanılabilir: Meselâ XIV. Louis'ye Alexandre denilmesi buna örnektir.
___________________________________________________________
© İzin almadan basılamaz ve yayınlanamaz. Her hakkı mahfuzdur. Kaynak göstermek şartıyla sadece eğitim amacıyla yararlanılabilir.