edebiyatokyanus
İÇERİK  
  ANA SAYFA
  YAZILAR
  => Attila İlhan Şiiri-DoDoç.Dr. Yakup ÇELİK
  => Bunalım Edebiyatı ve Modernizmin Sorunları-Svetlana Uturgauri
  => Karagöz'e Ezgi-Satı Erişen
  => Orta Oyunu Eksikliği-Nihal Türkmen
  => Orta Oyunu ve Karagöz-Nihal Türkmen
  => Dilin Yapısı ve Toplumun Yapısı-Emile Benveniste
  => Türkçe Metinlerde Bağdaşıklık ve Tutarlılık-İrem Onursal
  => Asansörle Yükseltilmek İstenen Çukurlar-Can Yücel
  => KÜLTÜR VE ÖTESİ-Cemil MERİÇ
  => Türkoloji-Cemil MERİÇ
  => Tevfik Fikret ve Batı Retoriği-Rıza Filizok
  => Estetik tarihimize bir bakış-Arslan Kaynardağ
  => MÜRSEL MECAZ-Rıza FİLİZOK
  => Başlıca Dil Bilimi Akımları-Prof.Dr. Rıza FİLİZOK
  => ZİYA OSMAN SABA’NIN NEFES ALMAK ADLI ŞİİR KİTABINDA -Yrd. Doç. Dr. Safiye AKDENİZ
  => HİKAYE VE ROMANDA “ANLATICI”YA GÖRE METİN TİPLERİ, - Yard. Doç. Dr. Safiye AKDENİZ
  => GÖSTERGEBİLİM-Yard. Doç. Dr. Mustafa Ö Z S A R I
  => TÜRKİYE'NİN ÖNEMİ-Emre Kongar
  => KÜRESELLEŞME VE KÜLTÜREL FARKLILIKLAR ÇERÇEVESİNDE ULUSAL KÜLTÜR-Prof. Dr. Emre Kongar
  => TÜRKİYE'NİN KÜLTÜREL ÖZ-ANLAYIŞI: AVRUPA BİRLİĞİ İÇİN BİR ZENGİNLİK-Emre Kongar
  => BARIŞ KÜLTÜRÜ VE DEMOKRASİ-EMRE KONGAR
  => GOP NEYİ AMAÇLIYOR, NEYİ GERÇEKLEŞTİREBİLİR-EMRE KONGAR
  => YENİ EMPERYALİZM, HUNTINGTON VE ELEŞTİRİSİ-Emre Kongar
  => KÜRESELLEŞME BAĞLAMINDA TÜRKİYE-Emre KONGAR
  => DEMOKRASİ KÜLTÜRÜ SORUNLARI-Emre Kongar
  => AVRUPA BİRLİĞİ'NE "ONURLU VE BAŞI DİK" GİRİŞ NE DEMEK-Emre Kongar
  => TOPLUMSAL VE SİYASAL GELİŞMEMİZİ ETKİLEYEN MARKALAR-Emre Kongar
  => KÜRESELLEŞME, MİKRO MİLLİYETÇİLİK, ÇOK KÜLTÜRLÜLÜK, ANAYASAL VATANDAŞLIK-Emre KONGAR
  => NİYAZİ BERKES'DE ÇAĞDAŞLAŞMA KAVRAMI-Emre KONGAR
  => KEMAL TAHİR-Hilm Yavuz
  => OYUNLARIM ÜSTÜNE-Nazım Hikmet
  => OYUN YAZARI OLARAK-Ataol Behramoğlu
  => POPÜLER EDEBİYAT- M. Orhan OKAY
  => HER SÖZ BİR ŞEY SÖYLER-Feyza HEPÇİLİGİRLER
  => Tiyatronun Kökeni, Ritüel ve Mitoslar
  => ROMANDA KURMACA VE GERÇEKLİK
  => Fuzûlî’nin Hikaye-i Leylâ ve Mecnun’u
  => SEZAİ KARAKOÇ ve HİS “;KAR ŞİİRİ”;-Selami Ece
  => İSTANBUL’UN AHMED MİDHAT EFENDİNİN ROMANLARINA TESİRİ
  => AHMET MİDHAT’A ATFEDİLEN BİR ESER: “HÜKM-İ DİL” VE MANASTIRLI MEHMET RIFAT
  => CEZMİ ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER
  => "EDEBİYATEĞİTİMİ"NDE "EDEBÎ METİN"İN YERİ VE ANLAMI
  => Mustafa Kutlu ve Rüzgârlı Pazar
  => BİR BİLİM ADAMININ ROMANI” ÜZERİNE GEÇİKMİŞ BİR TAHLİL
  => ÖLÜMÜNÜN 50. YIL DÖNÜMÜNDE
  => “MİT”TEN “MODERN HİKÂYE” “HİKÂYE”NİN SERGÜZEŞTİ
  => EDEBİYAT DİLİ/EDEBÎ DİL
  => BİR NESLİN VEYA BİR ŞAİRİN ROMANI: MÂİ VE SİYAH
  => İSTİKLÂL MARŞI’NIN TAHLİLİ
  => CAHİT KÜLEBİ
  => TEVFİK FİKRET’İN ŞİİRLERİNDE TRAJİK DURUM
  => MEHMED RAUF’UN ANILARI yahut EDEBÎ HATIRALARIN YAYIMI ÜZERİNE BİR DENEME
  => MEÇHUL BİR AŞKIN SON NAĞMELERİ: TEVFİK FİKRET’İN “TESADÜF” ŞİİRLERİ / YARD. DOÇ. DR. NURİ SAĞLAM
  => Tarihsel Romanın Eğitimsel İşlevi
  => ALIMLAMA ESTETİĞİ VE EDEBİYAT ÖĞRETİMİ1
  => Tanzimat Dönemi Oyun Yazarliginda Batililasma
  => SİNEMA VE EDEBİYAT TÜRLERİ
  => EDEBİYAT EĞİTİMİ, ESTETİK BİR HAZZIN EDİNİMİ
  => EDEBÎ TENKİT
  => ADALET AĞAOĞLU’NUN DAR ZAMANLAR ÜÇLEMESİNDE KİMLİK SORUNU
  => Halit Ziya ve Mehmet Rauf'un hayatları ile romanları
  => YAZIN VE GERÇEKLİK
  => MİLLÎ EDEBİYAT
  => HECE-ARUZ TARTIŞMASI/ Arş.Gör.Oğuzhan
  => AHMET HAŞİM’İN ŞİİRLERİNDE ATEŞİN DİLİ / ARŞ. GÖR. VEYSEL ŞAHİN
  => ROMAN TEKNİĞİ BAKIMINDAN YABAN
  => TANZİMATTAN GÜNÜMÜZE COCUK EDEBİYATI
  => KADIN VE EDEBİYAT
  => Şiirin Temel Özellikleri-Christopher Caudwell
  => EDEBİYAT EĞİTİMİ: HERMENEUTİK BİR YAKLAŞIM Vefa TAŞDELEN
  => VOLTAİRE VE ROUSSEAU ETRAFINDA AYDINLANMA ÇAĞI FRANSIZ YAZINI
  => TÜRKİYE’DE ULUSAL KÜLTÜR TARTIŞMALARI BAĞLAMINDA ÇAĞDAŞ UYGARLIK SORUNU
  => EDEBİYATIN DİLİ ÜZERİNE
  => TARİHİN SINIFLANDIRILMASI
  => Türk Milletini Uyandıran Adam: Attila İlhan
  => EDEBİYAT DERSLERİNİN İÇERİĞİNİN DEĞİŞTİRİLMESİ KONUSUNDA
  => "Yalancı şöhretlerin Gerçek Yüzünü Ortaya Koydum"-Hilmi Yavuz
  => AVRUPA BİRLİĞİNİ YARATAN NEDENLER VE TÜRKİYE Metin AYDOĞAN
  => DİVAN ŞİİRİYLE HALK ŞİİRİNDE ORTAK BİR SÖYLEYİŞ BİÇİMİ
  => divan şiirindeki sevgili tipini alaya alan bir roman
  => ALIMLAMA ESTETİĞİ VE EDEBİYAT ÖĞRETİMİ
  => BAĞLANMA VE ÇELİŞKİ
  => Antik Çağ’da Tarih Yazmak
  => TARİHÎ ROMANDA POST-MODERN ARAYIŞLAR
  => Kültürel Batılılaşma
  => GARPÇILAR VE GARPÇILAR ARASINDAKİ FİKİR AYRILIKLARI
  => Harf Devrimi Üzerine Yeniden Düşünmek
  => EDEBİYAT ÖĞRETİMİNDE WALDMANN MODELİ
  => KEMÂL AHMED DEDE VE TERCÜME-İ MENÂKIB-IMEVLÂNÂ’SI
  => TARİHSEL GELİŞİM SÜRECİ İÇERİSİNDE URDUCA
  => Avrupalılaşmak mı, Avrupalılaştırmak mı?CEMİL MERİÇ
  => ŞAİRANE BİR ÇEVİRİ yahut TOPLUMBİLİMİN SERÜVENLERİ Cemil MERİÇ
  => 47 LİLER YAHUT BİR ROMANIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
  => ZAMAN, ZAMAN – I TERAKKİ Cemil Meriç,
  => Kırk Ambar (Cilt1)
  => KADIN RUHU, Cemil Meriç
  => Umrandan Uygarlığa-C.Meriç
  => Balzac’tan önce modern roman-Cemil Meriç
  => ARİSTARK’LA ZOİL-c.meriç
  => ELİNDE CENNET AÇAN ZEND AVESTA- c.meriç
  => SELEFÎLİK–SÛFÎLİK VE ÂKİF-SÜLEYMAN ULUDAĞ
  => Mehmet Âkif- Mâhir İz’e Yazdığı Mektuplar
  => DİDO SOTİRİYU’NUN ROMANI GİBİ BİR ROMANIMIZIN OLMAYIŞI
  => HİLMİ YAVUZ’UN DENEMECİLİĞİ
  => İRONİ KAVRAMI, GERÇEKÜSTÜCÜLÜK VE ERCÜMEND BEHZAD LAV ŞİİRİ ÜZERİNE
  => OKUNAMAYAN ROMANLAR
  => Gelenekçilik Geleneğe Dahil Değil
  => Türk Tiyatrosunda İronik Söz, İronisiz Metin
  => Postmodernist İroni
  => NÂZIM HİKMET ŞİİRİNİN SİYASİ ETKİLERİ
  => NÂZIM HİKMET ŞİİRİNDE SİNEMASAL ÖĞELER
  => Savaş
  => Newton, Goethe ve Sosyal Bilimler
  => Bir Afyon (!) Olarak Diktatörlükten Demokrasiye Futbol
  => Adorno Yüz Yaşında
  => Theodor Adorno: Kültür Endüstrisini Yeniden Düsünürken
  => ADORNO'NUN KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ KAVRAMI ÜZERİNE
  => ADORNO’NUN KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ KAVRAMI ÜZERİNE
  => Frankfurt Okulu
  => TARİHİ MADDECİLİK VE KAPİTALİZM - ÖNCESİ TOPLUMLARASYA TOPLUMU - FEODALİTE Asaf Savaş AKAT
  => POSTMODERNİZM GEÇ KAPİTALİZMİN KÜLTÜREL MANTIĞI
  => Postmodernizm Ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı 2
  => Postmodernizm Ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı 3
  => DİMİTRİ KANTEMİR'İN DOĞUBİLİM ARAŞTIRMALARINA KATKISI Georges Cioranesco
  => DİMİTRİ KANTEMİR'İN DOĞUBİLİM ARAŞTIRMALARINA KATKISI Georges Cioranesco 2
  => II. MEŞRUTİYET'TE SOLİDARİST DÜŞÜNCE: HALKÇILIK Zafer Toprak
  => II. MEŞRUTİYET'TE SOLİDARİST DÜŞÜNCE: HALKÇILIK Zafer Toprak 2
  => Türkoloji Araştırmaları Makaleler Veritabanı
  => Yeni Makaleler
  => Türkoloji Araştırmaları Dergisi
  => Türkoloji Makaleleri
  => ŞAİR DUYARLILIĞI Afşar TİMUÇİN
  => Yazılar.....
  => SEÇME YAZILAR
  => EDEBİYAT Tez / Makale / Kitap ara
  => Orhan Pamuk: Babamın bavulu Nobel konuşması
  => PiVOLKA'da Çıkan Yazılar
  => Amin Maalouf Üstüne
  => Öykünün Yüzyılı /Feridun ANDAÇ
  => Cumhuriyet Dönemi Türk Felsefesinde Bir Hareket Noktası Olarak Teoman Duralı-oktay taftalı
  => Sofist Bilgeliğin "Empirist" Dayanakları Üzerine 0.TAFTALI
  => Birlik ve Liderlik Hayalleri O.TAFTALI
  => Eğitilemeyen Bir Varlık Olarak İnsan O.TAFTALI
  => Çağdaş Bir Tarım Toplumuna Doğru O.TAFTALI
  => Sosyo-Politik Bağlamda Bir Dekadans Olarak Bilgi Toplumu O.TAFTALI
  => Aşkla Varolan Hayatlar O.TAFTALI
  => Batı Medeniyetinin Mutsuz Çocuğu Entelektüel O.TAFTALI
  => Nihat Genç Yazıları
  => Batılı Tarih Bilimi ve Tarihin Mantığı
  => Bir Hayat Alanı Olarak Aile O.TAFTALI
  => Bir Savaşın Kavramları Üzerine
  => Çalışma ve Erdem Kavramları Arasındaki İlgi Üzerine O.TAFTALI
  => Değer Üreten Hayatlar
  => Doğu'nun Hayal Ülkesi O.TAFTALI
  => Dostlukla Yükselen Hayatlar O.TAFTALI
  => Şiirimizin Hazin Sonu O. TAFTALI
  => Soğuk ve Sıcak Hayatlar OKTAY TAFTALI
  => Yalanın Fenomenolojisi O. TAFTALI
  => Günümüzde Medya Kılavuzluğu - Günümüzde Medya Kılavuzluğu
  => Ermeni Meselesinin Kökenini Batının Irkçılığında Aramak Lazım Prof. Dr. Türkkaya Ataöv
  => Osmanlı’dan Lozan’a Musul-Kerkük
  => “Sözümü Tutamadım, Artık Yaşayamam” Turhan Feyizoğlu
  => Gerilla Mustafa Kemal ve Türk Yurtsever Kurtuluş Hareketi Turhan Feyizoğlu"
  => SİYASİ TARİH YAZILARI -YEREL TARİH YAZILARI
  => Yazarlar - yazılar
  => TÜRKİYE’DE MUHAFAZAKÂRLIĞIN DÜŞÜNSEL - SİYASAL TEMELLERİ
  => yazılar 1
  => yazılar2
  => türk dünyası
  => Derin devlet
  => YAZILAR,
  => SOSYOLOJİ.
  => YAZILAR,,.
  => TANZİMAT DÖNEMİ
  => İdealizm-Realizm
  => Cemil Meriç..
  => ilhan berk
  => NİYAZİ BERKES’İN TÜRK KİTLE İLETİŞİM TARİHİNE KATKILARI
  => yazılar.
  => yazılar..
  => yazılar,
  => yazılar,,
  => yazılar.,
  => YAZILAR.
  => YAZILAR..
  => YAZILAR-
  => YAZILAR-,
  => yazılar.1
  => y.1
  => y.2
  => y.3
  => y.4
  => y.5
  => y.6
  => y.7
  => y.8
  => y.9
  => y.10
  => y.11
  => y.12
  => y.13
  => y.14
  => y.15
  => y.16
  => y.17
  => y.18
  => y.19
  => y.20
  => y.21
  => y.22
  => y.23
  => y.24
  => y.25
  => y.30
  => y.31
  => y.32
  => y.33
  => y.34
  => y.35
  => y.36
  => y.37
  => y,38
  => y.39
  => y.40
  => y.41
  => y.42
  => y.43
  => y.44
  => y.45
  => y.46
  => y.47
  => İnsan-Mekan İlişkileri
  => SANAT VE ELEŞTİRİ
  => Türkiye’de olumsuz Pierre Loti eleştirileri
  => TÜRKiYE’DE MODERN EDEBİYAT ELEŞTİRİSİ
  => ATATÜRK,
  => MAKALELER:
  => MAKALELER,
  => yz
  => yz1
  => yz2
  => yz3
  => yz4
  => yz5
  => yz6
  => yz7
  => yz8
  => FRIEDRICH NIETZSCHE’NİN TARİH ANLAYIŞI
  => Edebiyat Nedir?
  => YM1
  => YM2
  => YM3
  => YM4
  => YM7
  => YM8
  => YM9
  => İbn Battûta’da “Ahı” Kelimesi ve Anadolu
  => Simone de Beauvoir: Abjeksiyon ve Eros Etiği
  => Toplumsal Cinsiyet Düzenlemeleri
  => Psikanalitik ve Post-Yapısalcı Feminizm ve Deleuze
  => Tarihsel Bir Perspektif Üzerinden İroni Tür ve Tekniklerinin Gelişimi ve Bazı Uygulama Örnekleri Tarihi Gelişim
  => İroni ve Melankoli*
  => İroni, Nostalji ve Postmodern
  => “Daha İyi Anlamak İçin Daha Fazla Açıklamak” İsteyen Bir Yorumbilimci: Paul Ricœur
  => Kendi (Paul Ricœur Üstüne)
  => Sersemleşme Okulu
  => Osmanlı ve Avrupa Arasındaki Karşılıklı Etkileşimde Etnomaskeleme
  => Antik Yunan Tragedyasının Metafiziği
  => Sonbahar Mitosu: Tragedya*
  => Ayrışma, Çatışma ve Fanatizm
  => Fanatizm İlkelliktir
  => Tuhaf Bir Çocuk
  => Huzursuz
  => Benjamin’in Mistisizmine “Üç Yönlü Yol”
  => Renan, Irk ve Millet
  => Varlık, Benlik, Hatırlayış ve Unutuş Üzerine
  => Hangi Kilidin, Hangi Anahtarı?
  => Romanda Tarih
  => Bugün Psikanalizi Tartışmak
  => Kültürde Bakış
  => 1930 Goethe Ödülü Dolayısıyla Frankfurt Goethe Evi’nde Konuşma
  => Jacques Derrida ve Konukseverlik Sorusu
  => Metafiziğin Kalesi Hakkında Düşünmek
  => Hakların İadesi
  => Modern Etiğin İki Temel Direği Agnes Heller
  => Ezoterizme Genel Bir Giriş
  => Turnanın Semahı, Ezoterizmin Zamanı: Bektaşi ve Alevi Zaman Kavrayışla
  => Yeni sayfanın başlığı
  => Ulus-Ötesinden Hukuka Bakmak: Jürgen Habermas
  => Yeni Perspektifler Gerçeğin Çölüne Hoşgeldiniz
  => Orlan: Kırılan Ten Kubilay Akman
  => Pusudaki Ten, Vice Versa
  => Cimri ve Çöp Arasındaki Güçlü İlişki Üzerine
  => Demokrasi Kavramı Üzerine Hayli Spekülatif Bir İrdeleme
  => Benim Çöp Bayramım
  => Kamu Yeniden Kurulurken Kadınlara Ne Olacak?
  => Sonsuzluğun Sınırında: Immanuel Kant
  => Kant ve Üniversite İdeası
  => İki Yüzüncü Ölüm Yıldönümünde: Immanuel Kant ve Kantçılık
  => Kant ve Yeni Kantçılık
  => Otuz Beşinci Gece: Ruh, Can, Hayat, Ölüm, Akıl ve Öte Dünya Üzerine1
  => Ölüm Üzerine Tıbbi Çeşitlemeler
  => Ölüme Karşı Ölüm
  => Avrupa İçin Yeni Bir Ethos Üzerine Düşünceler
  => Avrupa ve Ötekileri
  => Sûfî Şiirinin Poetikası
  => Byron ve Romantiklik
  => Kötülük Toplumu ve Biçimin Muhalefeti
  => Balkanlar: Metaforların Çarpıştığı Bir Savaş Alanı
  => Badiou: Etik Üzerine
  => “Semen est Sanguis" Yahudilikte ve Hıristiyanlıkta Kan
  => Âdet Kanaması Tecrübesi: Sınırlar ve Ufuklar
  => Said ve Saidciler ya da Üçüncü Dünya Entelektüel Terörizmi
  => Kültür Endüstrisini Yeniden Düşünürken
  => Adorno ve Tanrının Adı
  => Kant, Adorno ve Estetiğin Toplumsal Geçişsizliği
  => Adorno ve Berg
  => İbn Battûta Seyahatnamesi
  => Irak Savaşı ve Sivil Etkinlikler
  => Yamalı Çelişkiler Semti: Saraybosna'dan Yenibosna'ya
  => Halkla Birlikte Bir Çağdaş Kent Söylemi Üzerine
  => Yeni Dünya Düzeninin Sonu?
  => Selçuklular Anadolu’da
  => Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubâd Dönemine (1220-1237) Bir Bakış
  => 13. Yüzyılın Başında Anadolu’da Ticaret
  => Selçuklular Döneminde Anadolu’da Felsefe ve Bilim (Bir Giriş)
  => Nietzsche ve ‘Akla’ İsyan
  => Bizans Manastır Sistemine Giriş
  => Öğrenci Radikalizmi Üzerine Düşünceler
  => 1968’i Yargılamak ya da 68 Kuşağına Mersiye
  => “Gelecekte İnsanlara Çok Güzel Görüneceğiz”
  => Nevroz, Psikoz ve Sapkınlık
  => Üniversitede Psikanaliz Öğretmeli miyiz? Sigmund Freud
  => Psikanalist Kimdir?
  => Nerelisiniz?
  => Irak’a Kant Çıkarması
  => Bizans Şaşırtıyor
  => 12 eylül dosyası
  => FETHİ NACİ: Cesur, Gerçekçi Ve Halkçı... İzzet Harun Akçay
  => SON OKUDUKLARIM- İzzet Harun Akçay
  => Sabahın yalnız kuşları-İzzet Harun Akçay
  => Bir Portre - Cahit Sıtkı TARANCI - Şükran KURDAKUL
  => ŞİİR NEDİR? Cahit Sıtkı TARANCI
  => Afşar TİMUÇİN - Şair Duyarlığı
  => Ahmet KÖKLÜGİLLER - Karacaoğlan'ın Yaşamı ve Şiirleri
  => Atilla ÖZKIRIMLI - Dadaloğlu ve Çevresi
  => Aysıt TANSEL - Metin Eloğlu
  ARAŞTIRMA-İNCELEME
  SÖYLEŞİ
  DENEME
  ATTİLA İLHAN
  ATTİLA İLHAN-KÖŞE YAZILARI
  E-KİTAP
  ANSİKLOPEDİK
  SATRANÇ VİDEO DERSLERİ DÖKÜMANLAR
  SATRANÇ OYNA
  ŞİİR
  DİL ANLATIM TÜRK EDEBİYATI - LİSE KAYNAK
  EDEBİYAT RADYO
  EDEBİYATIMIZDA ŞİİR ROMAN ÖYKÜ (dinle)
  100 TEMEL ESER (dinle)
  100 TÜRK EDEBİYATÇISI (dinle)
  SESLİ KİTAPLAR
  FOTOĞRAF ÇILIK
  E-DEVLET
  EĞİTİM YÖNETİMİ DENETİMİ
  RADYO TİYATROSU
  ÖĞRETMEN KAYNAK
  EDEBİYAT TV
  SÖYLEŞİLER - BELGESELLER TV
  RADYO KLASİK
  TÜRKÜLER
  GAZETELER MANŞETLER
  ÖYKÜ ANTOLOJİSİ
  DERGİLER - KİTAPLAR - KÜTÜPHANELER
  E-DERGİ
  KİM KİMDİR BİYOGRAFİLER
  ZİYARETÇİ DEFTERİ
  İLETİŞİM
  EDEBİYAT OKYANUS
Mustafa Kutlu ve Rüzgârlı Pazar

YOKSULLUĞUN HİKÂYESİ “RÜZGÂRLI PAZAR

 

(Bu yazı, Bizim Külliye dergisinde (S.30, Ar.-Oc.-Şub. 2006-07, s.11-17) yayımlanmıştır.)

 

 

Eserin Muhtevası: Mustafa Kutlu, son yazılarından birinde; “Yaza yaza yoksulluğu MGK (Millî Güvenlik Kurulu) gündemine getirdim.” derken[1] bir gerçeği ifade etmekte. Denemelerinden oluşan Yoksulluk Kitabı bir yana, son edebî eserlerinden biri olan Rüzgârlı Pazar’da[2], “yoksulluğun ve yoksulların hikâyesi”ni anlatmaktadır. Yoksulluk sebebiyle Anadolu’nun çeşitli köşelerinden bin bir ümitle kopup gelmiş, büyük şehrin varoşlarındaki gecekondularda hayatlarını sürdürmeye, Rüzgârlı Pazar’da ekmeklerini kazanmaya çalışan yoksul insanların, hepsi birbirine benzeyen “tozlu, kırık, yıpranmış” hikâyelerini.

Duran’ın annesinden dinleyelim yüzlerce yoksulluk hikâyesinden birini. “Bak koca yaz geldi geçti biz şeftaliye siftah etmedik daha. (...) Kemik kaynatıyom bazen. Et desen, kurbandan kurbana görüyoruz. O da rast gelirse. Biri getirirse. Pazar artıklarını toplamaya gidiyoz. Temizliğe gittiğim evlerden bir şeyler veriyorlar. Aha bu çocukların üstü başı hep onların verdikleridir. Aha bu çekyatlar, eski halı falan hep öyle.” (s.38)

Yoksul insanlar, gökdelenlerin ve lüks apartmanların çığ gibi büyüdüğü büyük şehrin uzağındaki varoşlarda, bir-iki odalı gecekondularda yaşarlar.

Duran’ın durduğu mahalle bir tepenin yamacında. Küçümen bahçeler; tek odalı, çift odalı kondular, birbirine yaslanıp ayakta durmaya çalışan yamrı-yumru yapılar. Kim bilir kaç kez yapıldı, kaç kez yıkıldı. Ancak yayaların yürüyebileceği dehliz gibi sokaklar. Yamacın altından bir lağım deresi akıyor. İçme suyu yok mahallenin. (...) Okul yok. (...) Sağlık ocağı da yok. Doktor da, eczane de.” (s.34)

Mustafa Kutlu, yoksulların hikâyesini anlatmada, bir lokma ekmek kazanma mücadelesi verdikleri Rüzgârlı Pazar’ı asıl mekân olarak seçmiştir. Dolayısıyla eser adını, olay örgüsünün büyük ölçüde üzerinde yaşandığı bu pazar yerinden almaktadır. Otoyolun kenarındaki yeşil alanı çevreleyen tel örgülerle, metruk fabrika arasındaki yol ve otoyolu kesen üst geçit üzerine kurulan Rüzgârlı Pazar’dan. Kışları sert rüzgârı insanın kemiklerine işleyen Rüzgârlı Pazar’da hayat, sabahın “körü”nde başlar ve gece yarısına kadar devam eder. Zira yoksullar -bazı istisnalar dışında- namuslarıyla ve helâlinden ekmeklerini kazanmaya çalışırlar. Bunun için bütün varını yoğunu ortaya koyarlar. Onlar, çok şey istemeyecek kadar tok gözlü ve gönlü zengin insanlardır. Bütün istedikleri, kimselere muhtaç olmamak, çoluk çocuğunun nafakasını helâlinden temin edebilmektir. Onlar, onurlarının ayak altına alınmasından; hırsız, orospu, gaspçı, dolandırıcı durumuna düşmekten korkarlar.

Yoksulların “umut” ve “geçim” adacığı olan Rüzgârlı Pazar’dan bütün gün “bir aşağı bir yukarı insan seli akar” durur. Kimler yoktur ki burada? Bir ekmek alabilmek için ailesinin eline bakıp yolunu gözlediği baloncu küçük Duran, hemen hemen aynı yaştaki kimsesiz garson Cin Ali, gözleri görmemesine rağmen kendi emekleriyle ayakta durmaya çalışan Nimet ve Cesur, dul Şapkacı Bacı, çiçekçi Cemile, garibanların koruyucusu Dürümcü Baba, adamotu satan Hacı, ocakçı Pala Hasan, hurdacı Bilal ve daha adını bilmediğimiz niceleri... Tespihçi, çantacı, kokucu, penyeci, saatçi, gözlükçü, simitçi, tostçu, ciğerci, börekçi, köfteci, midye dolmacı, antenci, kasetçi, hırdavatçı, sigaracı, oyuncakçı, korsan kitapçı, çorapçı, çakmakçı, niyetçi, kağıt helvacı...

Bunlara, “kâğıt toplayan, ayakkabı boyayan, simit satan, dört yol ağzında duran arabalara kâğıt mendil taşıyan; tükenmiş, dibe vurmuş ailelerin çocukları”nı (s.163), temizliğe giden kadınları, işsizleri, hastaları, dilencileri; geceleri Rüzgârlı Pazar’ı mekân tutan sarhoşları, mekânsızları ve tinercileri de ilâve etmek gerekir. Bu açıdan Rüzgârlı Pazar, âdeta yoksul insanlar galerisidir.

Yoksulun evi uzaktır, kimseler görmez. Yoksulun sesi kısılmıştır kimseler duymaz. Yoksulun yüzü soğuktur kimseler bakmaz; bakan olsa da başını çevirip gider.” (s.40) diyerek yoksula karşı takındığımız duyarsızlığı eleştiren Mustafa Kutlu, eserinde mesajını açıkça verir okuyucuya. İster ki, bu hâli “duymayanlar duysun, görmeyenler görsün.”

Şimdi biz burada konuşuyoruz, yoksulluktan falan dem vuruyoruz ya kimileri şöyle diyor: Ya boş ver be! Konuşan ne olacak, bizi kim dinler, kim adam sırasına alır, kim yaramıza merhem olur. Ben bunlara hak veriyorum. Ama yine de -hani ne olur ne olmaz diyerek ve ne yalan söyleyeyim biraz da kendimi tutamayarak, bir şeyleri haykırmak içimi boşaltmak isteği ile- sesimizi bir duyan olur diye anlatıyorum. Evet arkadaş duysun millet, yetkililer, medya, hükumet. Duysun bizi insanlar.” (s.159)

 “Varın kalbinizle baş başa kalın. Vicdanı olan vicdanını dinlesin; kiminin lokması boğazında kalsın, kiminin gözyaşı aksın. Kimi de ‘ulan biz daha adamlıktan çıkmadık’ diyerek yekinip kalksın; azdan az, çoktan çok bir hayır işlesin.” (s.40)

Yazarın üzerinde durduğu problemin kökeninde, “benim bitip tükenmek bilmeyen konum” dediği, Türkiye’deki “toplumsal değişme” yatmaktadır.[3] Söz konusu toplumsal değişim rüzgârı, ülke insanını oradan oraya savurmuş; insan ilişkilerini, değer yargılarını, geleneksel hayat tarzını yozlaştırmıştır. Nitekim eserde anlatılan yoksulluğun; kapitalist tüketim çılgınlığının, marka tutkusunun, küreselleşme olgusunun alıp başını gittiği; televizyon kanallarında, “fıstığı kuru”, “işi tıkırında”, “keçeyi sudan çıkarmış” bir sürü konuşmacı, tartışmacı, politikacı, uzman, bilirkişi, akademisyen, artistin sabah akşam “car car” konuştuğu veya “köşelerine kurulmuş” köşe yazarlarının, purolarının dumanını Duran misali el kadar sabilerin suratına savurarak ahkâm kestiği veya milyarlık arabalarıyla otoyoldan geçen zenginlerin yol kenarında piknik yapan fakirleri “sığır” olarak niteledikleri ve yoksulların “bir tehdit unsuru” gibi algılandığı bir toplumda; lüks apartmanların, devasa gökdelenlerin çığ gibi büyüdüğü metropollerde yaşanmakta olması, yoksulların hikâyesini çok daha trajik hâle getirmektedir.

Aşağıdaki cümleler, yaşanmakta olan toplumsal değişmenin sonuçlarını, sadece bir yönüyle ortaya koyan hüzünlü, ama ironik ifadesidir.

Gül şurubu, nar şurubu, çilek, vişne... Bazı şeyler hayatımızdan sessizce çıkıp gidiyor. Nasıl da kolayca razı oluyoruz. Hayır, belki direniyoruz bir zaman; biz değilse bile hâlâ gelincik şurubu şişeleyen ninelerimiz direniyor. Ama işte, ellerimiz yana düşüyor; nineler masallara bürünüp; şuruplar, böğürtlen reçelleri, ayva tatlıları ile birlikte gidiyorlar. Biz buzdolabının buz gibi yüzüne bakakalıyoruz, silkinip bir kola açıyoruz.” (s.128)

Mustafa Kutlu’nun eserini güzel kılan, sadece yoksulların hikâyesini anlatması değildir elbette. Rüzgârlı Pazar’ı güzel kılan; yazarın, bu insanların karşısına insanî duyarlılığını kaybetmemiş bir yürek, rindmeşrep ve babacan bir tavır, her türlü ideolojik ve politik çıkarcılıktan ve ucuz istismarcılıktan uzak bir bakış açısı ile çıkmış olmasıdır. Bunlara, onları onların dil ve üslûbuyla anlatma başarısını da ilâve etmek gerekir. Ayrıca yazar hikâyesinin eksenine, Nimet-Cesur ve Duran-sarışın kız arasında yaşanan aşkı yerleştirerek, okuyucuyu yoksulluğun boğucu atmosferinden uzak tutmaya çalışmıştır.

 

Eserin Yapısı: Rüzgârlı Pazar okuyucuya, kapağındaki “hikâye” açıklamasıyla takdim edilmektedir. Ancak 178 sayfalık metni okuduğunuzda, klâsik hikâye formunun bir hayli dışında hayat bulmuş tahkiyeli bir eserle karşı karşıya olduğunuzu düşünmeden edemiyorsunuz. Okuyucu veya eleştirmeni tereddüde düşüren sebep, elbette metnin sadece hacmi değil. Pek çok okuyucunun zannettiği gibi, herhangi bir tahkiyeli metni hikâye-roman ayrımına götüren sadece hacmi olamaz. Metnin içeriği, bu içeriği oluşturan temel unsurlar ve bunların mahiyeti ve niteliği, hikâye-roman ayrımında asıl kriter durumundadır. İşte Rüzgârlı Pazar’ın “tür”ü hususunda bizi ciddî manada tereddüde sevk eden sebep, bu niteliğidir. Zira eserde ele alınan konu, “hikâye”de olabileceğinden çok daha geniş biçimde işlenmiş; -özellikle- şahıs kadrosu, yine “hikâye” türünde olabileceğinden hem çok daha geniş tutulmuş hem de pek çok yönüyle takdim edilmiştir. Aynı durum olay örgüsü için de geçerlidir.

Rüzgârlı Pazar, dış yapı bakımından otuz bölümden meydana gelmektedir. Her bir bölümü, yazarın bundan önceki bazı eserlerinde olduğu gibi, ayrı bir hikâye olarak kabul etmek mümkün değildir. Bazı bölümler, kahramanlardan bazılarının hikâyelerine ayrılmış gibi görünse de (Meselâ; 9. bölüm Çiçekçi Cemile ve ailesi, 10. bölüm adamotu satıcısı Hacı ile Çin vikisi satıcısı Köse, 11. bölüm Pislik Ateş, 17. bölüm doktor, 22. ve 26. bölüm Dürümcü Baba), gerçekte her bir bölüm, bize göre, “bütün”ün “parça”larından birisidir. Bir başka ifadeyle, metindeki her bir bölüm, diğer bölümlerle ve bütünle organik bağlara sahiptir. Zira eserin muhtevası, olay örgüsü, şahıs kadrosu, mekânı, zamanı, anlatıcısı, dil ve üslûbu çok büyük ölçüde “bir”dir veya her bir unsur “bütün”ü kapsar durumdadır.

Rüzgârlı Pazar’ın türüyle ilgili bu husus, yazarın bundan önceki eserleri dikkate alındığında, daha sağlıklı bir sonuca ulaştırılabilecektir. Zira Mustafa Kutlu, ilk iki hikâye kitabından (Ortadaki Adam, Gönül İşi) sonraki eserlerinde (Yokuşa Akan Sular, Yoksulluk İçimizde, Ya Tahammül Ya Sefer, Bu Böyledir, Sır), modern Türk hikâyesinden farklı bir hikâye formu oluşturmaya çalışan ve bu gayretinde bir hayli başarılı olan bir yazar olarak karşımıza çıkar. Söz konusu form, geleneksel Türk hikâyesi ile modern Batı hikâyesinin sentezinde ifadesini bulmaktadır. Bununla birlikte onun, çerçeve hikâye içine yerleştirilmiş birden çok iç/çekirdek/parça hikâyede somutlaşan bu hikâye formunda, geleneksel Doğu hikâyesi çok daha belirgin durumdadır.

Benim hikâye maceram kendi sesimi buluncaya kadar epeyce zorluk çekti. Bu yüzden ilk iki kitabımın yeni baskılarını yapmadım. Kendi hikâyemi çok geç buldum. Dediğiniz gibi Yoksulluk İçimizde bu hikâyenin ilk tipik misali oldu. (...) Elbetteki benim hikâyemde ustaların geçtiği yoldan geçti. (...) Bizim için Türk edebiyatının bütün verimleri Şeyh Galib’in deyişiyle “miri malı” sayılır. Biz bu çerçevede gelenekten geleceğe yönelirken bir köprü inşa ediyoruz. Ben şahsen Şark hikâyesinin bir yerinden tuttuğumu düşünüyorum. Benim yazdığım kitaplar da esasen bir çerçeve hikâye, içinde parça hikâyeler olmak hasebiyle bu klasik şemayı sürdürüyor. Ama geçmişte yazılanları bire bir taklit etmenin kimseye faydası olmaz.”[4]

Son birkaç eserinde (Uzun Hikâye, Beyhude Ömrüm) bu form, kanaatimizce yeni bir roman tarzına doğru gitmektedir. Sonuç itibariyle Rüzgârlı Pazar, “roman” veya -en azından- 178 sayfalık “uzun hikâye”dir.

 

Eserin Olay Örgüsü: Rüzgârlı Pazar, “Hazirana yakın, Mayısın bilmem kaçı”nda, kokusundan dolayı iğdeye tahsis edilmiş bir “methiye” ile başlamaktadır. “Otoların geçtiği köprü ile, yayaların yürüdüğü üst geçit arasında”, “çitlenbik, mazı, erguvan, akasya, hatmi”lerin arasında çiçek açmış olan bu iğde ağacı, anlatıcı kahramana Anadolu’yu çağrıştırır ve kokusuyla onu mest eder. “İğde bu. Doğrudan Anadolu demek. Yozgat, Sivas, Niğde demek. Anlaşılan o da bizim gibi gurbete çıkmış. Yoksa ne işi var burada. Sağ olsun, şu yıkanmış Mayıs sabahına saldığı koku mest etti bizi.” (s.7) Nitekim anlatıcı, eserin baş kahramanı Yozgatlı Duran’ı, iğdeye benzetir. Metin, bir yıl sonra yine iğde kokusunun doldurduğu “ılık yaz gecesi”nde biter.

Daha sonraki bölümlerde de zaman zaman gündeme gelecek olan tabiat ve ona duyulan sevgi (s. 49-50, 52, 57-58), açık biçimde büyük şehir-Anadolu tezadını somutlaştırır. Söz konusu tezat, aynı zamanda Anadolu’dan büyük şehre kopup gelen insanın temel yoksulluklarından birini hatırlatır. Bu arada şu hususu da  belirtelim ki, bu bölümler, yazarın tabiata ilgisi ve sevgisini bütün açıklığı ile ortaya koyduğu gibi, onun tabiatın dilini ne derece iyi bildiğini de sezdirir.[5] Zira bu bölümlerde yazarın dili, okuyucuyu birden bire şiirin dünyasına taşır.

Hikâyenin asıl olay örgüsü, ikinci bölümde anlatıcı kahramanın Duran’la tanışmasıyla başlar. “Duran ile üst geçidin üzerinde, iğde kokusunun ortasına bağdaş kurup tanıştık. Az zamanda can-ciğer kardaş olduk.” (s.12) Bundan sonraki bölümlerde olayların tahkiyesi daha da önem kazanır. Ancak metnin geniş bir şahıs kadrosuna sahip olması, zaman zaman tahkiyeyi zayıflatarak kişilerin tanıtımını öne çıkarır. Bir başka söyleyişle Mustafa Kutlu, Rüzgârlı Pazar’da karşılaştığımız pek çok insanın hikâyesini, yalın, hatta biraz gevşek dokulu bir olay örgüsü etrafında toparlayıp vermeye gayret eder.

Metnin olay örgüsü, şu ilişkiler ve bunlardan doğan olaylardan oluşmuştur: Duran-Nimet arkadaşlığı ve buna bağlı olaylar, Nimet-Cesur ilişkisi ve buna bağlı olaylar, Duran-sarışın kız ilişkisi ve buna bağlı olaylar. Çok büyük ölçüde Rüzgârlı Pazar’da yaşanan söz konusu ilişkiler çerçevesindeki olayları, birbirleriyle ilişkilendirip bütünlüğe kavuşturmada, hikâyenin kahramanlarından birisi olan kahraman anlatıcının ve mekânın büyük rolü vardır.

Yoksul ve hasta bir babanın dört çocuğundan en büyükleri olan Yozgatlı Duran, evin geçimine katkıda bulunmak için okulunu bırakıp çalışmak zorunda kalmıştır. Bir hafta kadar Hurdacı Bilal’le dolaşmışsa da henüz on bir-on iki yaşındaki bedeni buna tahammül edememiştir. Bunun üzerine Duran, hemşehrileri oyuncakçının yardımıyla Rüzgârlı Pazar’da küçük bir tezgâh açarak balon satmaya başlar. Günlük kazancı iki-üç milyon lirayı geçmez. Yakınında tezgâh açan Nimet ile arkadaş olan Duran, birçok konuda Nimet’in yardımcısıdır.

Bir gün Nimet ile Duran’ın hemen karşısına Cesur adındaki Urfalı bir genç tezgâh açar. Duran’dan Cesur hakkında pek çok bilgi alan Nimet, kendisi gibi görmeyen bir delikanlıyla karşılaşmaktan heyecanlıdır. Tanışıp dost olurlar. İki genç arasındaki bu dostluk bir süre sonra sevgiye dönüşür. Bunların durumunu gören “haneberduş” Doktor, ön ayak olarak ailesinden Nimet’i Cesur’a ister. Pazar esnafının da yardımlarıyla bir yaz gecesi iki genç evlenirler.

Öte yandan Duran, bir gün balon almaya gelen “Mavi hırka, lacivert ekoseli etek” giymiş iki kız öğrenciden “sarı saçlı, mavi gözlü” olanına ilk görüşte âşık oluverir. Kızın sabah akşam geçitten gelip gidişini gözetleyen Duran, o günden sonra durgun bir hâle gömülür. Ancak birkaç ay sonra okullar açıldığında kızın “saçları uzun, kulakları küpeli” bir oğlanla pazarda dolaştığını görence, içine bir ateş düşer; yemeden içmeden kesilir.

Bunların dışında belirtilmesi gereken birkaç olayı da şu şekilde sıralamak mümkündür: Soğuk bir kış günü Şapkacı Bacı’nın evinde ölü bulunması, pazardaki yerinin Nimet ile Cesur’a kalması; Dürümcü Baba’nın çocukluğundan beri görmediği kızı Zöhre’nin bir gün çıkıp gelip onu Almanya’ya götürmek istemesi, ama Babanın kabul etmemesi; Pislik Ateş’in pazarcıları haraca bağlamaya kalkışması, Battal’ın buna izin vermemesi.

Yaklaşık bir yıllık bir zaman içinde yaşanan olay örgüsünde görünürdeki en somut çatışma, pazar esnafını haraca bağlamaya kalkışan Pislik Ateş ile Battal arasında yaşanır. Bu açıdan Pislik Ateş, karşı güç durumundadır. Bunun dışında fiilî bir çatışma görülmez. Aslında hikâyedeki asıl çatışma, insan ihtiyaçları ile bunun teminini engelleyen hayat şartları arasındadır. Duran, Cin Ali, Nimet, Cesur, Dürümcü Baba, Çiçekçi Cemile, Şapkacı Bacı ve daha nice yoksul insanlar, kimseye muhtaç olmadan, gayr-i meşru yollara sapmadan ekmeklerini helâlinden kazanıp insanca yaşamak isterler. Bunun için bütün güçlerini ortaya koyarlar. Ancak çarpık ekonomik düzen, bozulan insanî ilişkiler, yozlaşan değerler, onları biraz daha yoksulluğa iter. Dolayısıyla kahramanların asıl mücadeleleri, ortalıkta somut olarak görünmeyen yoksullukladır. Arka plânda sezdirilen zengin-fakir çatışmasını da unutmamak gerekir.

Mustafa Kutlu, hikâyesinin gerek konusu, gerek olay örgüsünün kurgusu ve gerekse bu kurguya hayat verecek olan kahramanların rolleri ve kimlikleri hususunda, özellikle Cumhuriyet sonrası Türk hikâye ve romanında sıkça rastlayıp bir hayli aşina olduğumuz demode tavrı tekrar etme kolaycılığına kapılmaz. Bu bakımdan Rüzgârlı Pazar’da basit, ideolojik ve art niyetli bir yoksulluk sömürüsü, zengin-fakir/patron-işçi/ağa-köylü çatışması söz konusu değildir.

 

Eserin Anlatıcısı, Dili, Anlatım Tarzları ve Üslûbu: Rüzgârlı Pazar’ın en dikkati çeken yanı, seçilen anlatıcının kimliği ve sahip olduğu dil yeteneğidir. Elbette metinde üzerinde durulan konunun, hayatları anlatılan insanların, yaşanılan olayların, seçilen mekânın metnin varoluşundaki önemi inkâr edilemez. Ancak bütün bu unsurları, kendine has dünya görüşü, bakış açısı çerçevesinde algılayıp belli bir senteze tâbi tuttuktan sonra tercih ettiği anlatım tarzları ve kendine has dil ve üslûbuyla bize sunan anlatıcıdır. Kanaatimiz odur ki, Mustafa Kutlu’nun eserini asıl orijinal kılıp güzel hâle getiren bu anlatıcıdır. 178 sayfalık metnin bir solukta okunuvermesi, bu esnada kendimizi yoksulların dünyasında buluvermemiz, insanların yüreğimizi sızlatan yoksulluklarına rağmen dudaklarımızdan pek eksik olmayan tebessüm, hep anlatıcının başarısıdır. Dolayısıyla söz konusu anlatıcının kimliğinin, anlattığı insanlar karşısındaki tavrının, sahip olduğu dil ve üslûbunun, tercih ettiği anlatım tarzlarının izahı, hem metnin hem da yazarın daha iyi anlaşılması bakımından faydalı olacaktır.

Mustafa Kutlu’nun hikâyesinde kahraman bakış açılı bir anlatıcı esastır. Bir başka ifadeyle eserde, itibarî dünyada nefes alıp veren kahramanlardan biri durumundaki ben anlatıcı söz konusudur. Nitekim metnin daha ilk cümlelerinden itibaren onun iğdenin güzelliklerini anlatan hoş üslûbu ile karşılaşırız. “İğdenin kokusuna tutunmuş gidiyorum. (…) Yahu bu iğde kokusunu nasıl tasvir etsek, nasıl anlatsak.” (s.7)

Metnin ikinci bölümünde asıl kahraman durumundaki Duran’la tanışıp kısa zamanda onunla “can-ciğer” kardeş olan anlatıcı, bu noktadan itibaren daha da somutlaşır. Bundan böyle o, hep Duran’la beraberdir. Onunla tezgâh açar, şehrin uzağındaki gecekondularına gider gelir. Böylece o, itibarî dünyadaki olayları, ya bizzat yaşar, ya müşahede eder, ya birilerinden duyup öğrendikten sonra bize anlatır.

Duran ile üst geçidin üzerinde, iğde kokusunun ortasında bağdaş kurup tanıştık. Az zamanda can-ciğer kardaş olduk.” (s.12) “Biz bir gün kalkıp Nimet’in evine gittik. Çok ısrar etmiş, illâ çaya geleceksiniz demişti. Duran’la beni anasına-babasına tanıştırdı.” (s.78) “Biz Duran’la ikimiz durduğumuz yerde durur muyuz? Tezgâhı falan unutup koştuk.” (s.137)

“Anlatıcı kahraman, olay örgüsü boyunca içinde yaşadığı Rüzgârlı Pazar ve gecekondu semtlerinin; birlikte olduğu insanların hayat şartlarını, dünya görüşlerini çok iyi bilir. Hatta onlardan birisidir. Özellikle dil ve üslûbu, bu hususu çok daha somutlaştırır. Zira anlatıcı, söz konusu olan mekân ve insanların dilini başarıyla kullanır. Aşağıdaki halk söyleyişleri, atasözleri, deyimler, argolar, anlatıcının ne ölçüde bu dünyanın insanı olduğunu açıkça ortaya koyar.

Alışmış kudurmuştan beterdir.” (s.53) “Büyük döker küçük toplar; armut dibine düşer.” (s.76) “Elden gelen öğün olmaz, o da vaktinde bulunmaz.” (s121) “Azıcık aşım-ağrımaz başım.” (s.162) “Ağanın eli tutulmaz.” (s.175) “Davul dengi denginedir.” (s.12 “Ölme eşeğim ölme, yaz gelende, yonca bitende, bak seni nasıl besleyeceğim.” (s.35) “Sür eşeğini küleğe, debelensin.” (s.33) “Vermeyince mabud neylesin Sultan Mahmud.” (s.75) “Nuh demiş, peygamber dememiş.” (s.85) “Evli evine, sıçan deliğine.” (s.106) “Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş.” (s.114) “Bundan iyisi, Şam’da kayısı.” (s.114) “Otuz iki kısım tekmili birden” (s.117), ) “İşte deve, işte hendek” (s.15)

“sökün etmek, sıvışmak, kıçın kıçın yanaşmak, cıngar çıkarmak, punduna getirmek, fingirdemek, parsayı toplamak, zırnık koklatmamak, vartayı atlatmak, tokat aşketmek, söğüşlemek, koltuk çıkmak, çorbada tuzu olmak, cıgara fosurdatmak, gıdım gıdım gelmek, kol-kanat germek, çivi çiviyi sökmek, halden anlamak, kafayı yemek, iz sürmek, başında kavak yeli esmek, pılısını-pırtısını toplayıp gitmek, hapı yutmak, malı çar-çur etmek, şamata etmek, ele-güne el açmak, ev kurmak, hayal kurmak, baş-göz etmek, dili tutulmak, dilden dile dolaşmak, kurtlarını dökmek, yüreğine su serpmek, kanı kaynamak, el-ayak çekilmek” 

yahu, ulan, pezevenk, hastirin lan, fırlama, kardaş, enayi, kerata, gam-kasavet, topaç gibi, küçümen, sabahın körü, apartıman, fasa-fiso, afili, bıçkın, kopuk herifler, hadi be, it eniği, hır-gür, kıvır zıvır, çıs-taklı müzik”

Rüzgârlı Pazar’ın “ben” anlatıcısı, zaman zaman kendisini bir hayli geri çekerek sanki hâkim bakış açılı tanrısal anlatıcılar gibi, dikkatini çok büyük ölçüde kahramanlara yöneltir. Bu niteliğiyle o, daha çok “müşahit/yansıtıcı” görünüm arz eder. Bu itibarla Rüzgârlı Pazar, “biyografik” olmaktan çok uzaktır. Zaten yukarıda vurgulanan muhteva ve şahıs kadrosu, bunu izaha lüzum bırakmaz.

Bununla birlikte anlatıcı, olay örgüsü müddetince olup bitenler ve kahramanlar karşısında tarafsız değildir. Sık sık insanları yargılar, olaylardan çıkan sonuçları yorumlar, hatta okuyucunun alması gereken dersleri açıkça ifade eder.

 “Duran sessiz. Yol boyu bir soru sordu sade:

- Bunca araba nereye gidiyor, diye.

Yahu bu ne amansız soru böyle. Sorunun padişahı. Vay garip Duran vay. Ben ne desem sana şimdi. Uluslar arası finans kapitalden mi söz açsam; küreselleşmeden mi; yoksa buhar makinesi ile benzin motorundan mı? Sam Amca’nın yaşam tarzından mı? Hem bu laflardan ben bişey anlamıyorum, sen ne anlayacan?” (s.33)

Anlatıcı, gerek kendi anlatma yeteneği, gerekse anlattıkları hakkında değerlendirmelerde bulunur. “Yahu bu iğde kokusunu nasıl tasvir etsek, nasıl anlatsak. Yok, yok. Bu iş bizi aşar. Biz bu iğde tasvirine takat getiremeyiz. En iyisi ehline müracaat edelim.” (s.7-8) “Şu anlattığımız masala yakın bir hikâye bile olsa bu kötülüğü yapamayız” (s. 60)

Rüzgârlı Pazar’ın anlatıcısı, aynı zamanda hikâyenin yazarıdır da. “Biz Duran’la içinde ikimizin ve Urfalı Cesur’la Nimet’in bulunduğu sonu güzelliklere, iyiliklere, aydınlığa açılan bir hikâye kurmaya başlıyoruz. Hikâye işte, hayatın hülâsası. Çatısını çatmaya, kurgusunu kotarmaya çalışırken, önümüzden...” (s.95)

Anlatıcının kimliğini ele veren bir başka husus, anlatımları boyunca sergilediği kültürel kimliktir. O, her ne kadar Duran’ın yakın arkadaşı gibi görünse, anlattığı insanların dilini çok iyi bilse de, bu insanların çok üstünde kültürel birikime sahiptir. Özellikle edebiyat kültürü dikkat çekici durumdadır. Sık sık türkülere, şarkılara, şiirlere atıflarda bulunur:

Neler çeker bu gönül söylesem şikâyet olur” (s.17) “Mehmet Âkif’in gözyaşları geliyor aklıma ‘Sus ey Bülbül’ diyen merhamete boğulmuş kalbi.” (s.18) “Kemallettin Kamu ‘Bingöl Çobanları’ şiirinde ‘Daha deniz görmemiş bir çoban çocuğuyum’ diyordu.” (s.82) “Ama gece, Ahmet Haşim’in cânânı nasıl ‘havz kenarında’ peyda oluyorsa, o misal gelir dükkânı açar.” (s.134) “Fuzûlî’yi lafın gelişi andık, yakınımızdır diye. Elbet ondan öncesi de var, ama niyetimiz aşkın tarihini yazmak değil.” (s.143) “Tam Ermem Yunus’un tarif ettiği şey. İşte bir garip ölmüş ve üç gün sonra duyulmuş.” (s.157-158) (s.8) “Ne diyor türkü. ‘Al-yeşil sancağı gelin mi sandın.’ (s.141)

Mustafa Kutlu’nun Rüzgârlı Pazar’da ortaya koyduğu anlatıcının en önemli niteliği, -yukarıda vurgulanan hususlarda da görüleceği gibi- çok belirgin biçimde geleneksel anlatıcılarımızı hatırlatmasıdır. Söz konusu anlatıcı, okuyucu karşısındaki tavrı, kahramanlarla olan ilişkisi, hikâyesini takdim tarzı, dil ve üslûbu ile “meddah”larımızı çağrıştırır. Bir anlamda o, modern bir meddahtır. Zira söz konusu anlatıcı, kendisini hikâyeden çekmez; sorular sorarak doğrudan doğruya okuyucuya hitap eder. Çok büyük ölçüde sohbet üslûbunu tercih eder.

Şimdi ey aziz okuyucu, biz burada neciyiz, neyiz. Biz bir hikâyeciyiz, üstümüze ne lâzım deyip geçmeyelim. Geleceğin bilim adamlarına bir koltuk çıksak fena mı olur yani. Olmaz. Çıkalım öyleyse, işin ucunu açık edelim.” (s.70)

Ey aziz okuyucu! Gördüğünüz gibi işin ek yeri, boş yeri kalmıyor. Siz sakın ola ki aklınızdan “Yahu iki âmâ, bir çocuk, bu dükkân nasıl döner; sağlam adamlar işi çeviremezken” diye vesveseye kapılmayın.” (s.182)

Onların birbirini sevdiğini pazarda bilmeyen yoktu. Ne pazarı yahu mahalle çalkalanıyordu. Hatta “atıyor, inanmayın” diyeceksiniz amma, zararı yok hikâyeci lafıdır diyelim bütün semt biliyordu.” (s.170)

Rüzgârlı Pazar’ın zaman zaman argolara takılan anlatıcısı, bir yerde kimliğini açıkça ortaya koyar. Bu, Mustafa Kutlu’dur. “Bizim de nacizane çorbada tuzumuz olacak. Bu meseleyi ilkin Mustafa Kutlu adlı bir hikâye yazarı, falanca eserinde söylemiştir, diyecekler. Torunlarımızın torunları iftihar edecekler.” (s.71) Bununla birlikte o, Duran’ın “kâh kulağının içinde, kâh kirpiğinin ucunda, kâh kıvırcık saçlarının kıvrımında” barınacak kadar irreeldir de. Sonuç itibariyle Rüzgârlı Pazar’da geleneksel ile postmodern arasında gidip gelen bir anlatıcı ile karşılaşırız.

Rüzgârlı Pazar’ın dilinde ilk plânda dikkatimizi çeken en önemli özellik; teferruattan, doldurma kelime ve ibarelerden, tasannudan bütünüyle uzak; son derece yalın, tabiî, berrak olmasıdır. Tek bir kelimeye kadar inen “paragraf” yapısı, yalınlık ve tabiîliğin en somut göstergesi olmalıdır. Mustafa Kutlu’nun güzel Türkçesi, zaman zaman “şiir” ufuklarına doğru kanat açar.

İğde bu.

Doğrudan Anadolu demek.

Yozgat, Sivas, Niğde demek.” (s.7)

Dayanabilirsen dayan.

Evdeki nüfus da beşken altı olmuştur.

Üç kız, bir de Duran.” (s.15)

Amaaan, alayı kâr olsa ne yazar. Ekmek parası işte. Haftada üç-beş gözlük o kadar.” (s.24)

Kan.

Duran eline bakıyor, şaşkın.

Evet kan.

Bir bana, bir de bu dikilen hayasız adama bakıyor.

O an.” (s.69)

Hulâsa Rüzgârlı Pazar; üzerinde durulan konusunun işlemesindeki samimiyet, itibarî dünyada hayat bulan kahramanlarının bizim dünyamıza ait oluşları, rindmeşrep ve meddahvarî anlatıcısı, “gelenek” ile “modern” tahkiyenin sentezinden doğan genel yapısı, sıcak, samimî ve belli ölçüde mizahî üslûbuyla, son yüz elli yıllık modern Türk tahkiyesinin Mustafa Kutlu’nun kaleminde ulaştığı güzel örneklerden birisidir.

[1] Mustafa Kutlu, “Yoksulluğu Yaza Yaza”, Yeni Şafak, 27 Nisan 2005.

[2] Mustafa Kutlu, Rüzgârlı Pazar, Dergâh Yay., İst., 2004, 2.baskı, 185 s.

[3] Mustafa Kutlu Kitabı, Röportaj: Fatma K. Barbarosoğlu, Nehir Yay., İst., 2001, s.24.

[4] Mustafa Kutlu, “Hikâyemi Geç Buldum”, Konuşan Mehmet Nuri Yardım, Türkiye Gazetesi, 21 Mart 1999.

[5] Necip Tosun, “Mustafa Kutlu’nun Öykülerinde İki Temel Öğe”, Mustafa Kutlu Kitabı, s.136-156.

 

İLETİŞİM edebiyatokyanus@gmail.com  
   
edebiyatokyanus 645797 ziyaretçi (1186381 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol