RUSLARIN TÜRK TOPRAKLARI ÜZERİNDE YAYILMASININ
SEBEPLERİ ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER
Memet YETİŞGİN*
ÖZET
Rusların Türk toprakları üzerindeki yayılmaları siyasî, ekonomik, jeopolitik, dinî, kültürel ve
askerî olarak birçok sebebe dayanmaktadır. Rusya’nın coğrafyasından idarecisine, din
adamlarından politikacısına kadar her alanda ve her kesimde bir şeyler Rus topraklarını, Türk
toprakları aleyhine genişletmeye zorlamıştır. Bu yazıda, Rusların yayılmacı emellerini körükleyen
motifler ve bu motiflerin tarihi süreçte Rus yayılmacılığına katkıları belirtilmiştir. Ruslar, coğrafik
şartlar, tarihi gelişmeler, ihtiraslı idareciler, dinî motifler, büyük insan ve malzeme kaynaklarının
baskısı, buna karşılık bu baskılara karşı koyamayacak durumda sürekli zayıflayan Türk dünyasının
tesirleriyle, on altıncı asır ortalarından başlayarak geniş Türk topraklarını ele geçirmişlerdir.
Anahtar Kelimeler: Türkler, Ruslar, Osmanlı Devleti, Türkistan, Rusya, Türk Dünyası.
ABSTRACT
Reasons for the Russian expansions in the Turkish lands had many political, economical,
geopolitical, religious, cultural and military aspects. From Russian geography to Russian rulers,
from Russian religious men to politicians, in every environment, something forced the Russians
to expand their lands against the Turkish lands. In this paper, the motifs that forced the Russians
to capture the Turkish lands and that historically helped the Russian expansions have been
discussed. Geographic conditions, historical developments, greedy rulers, religious motifs, great
man and material sources and decreasing Turkish powers helped the Russians to capture large
Turkish lands starting in the mid-sixteenth century.
Keywords: The Turks, the Russians, the Ottoman State, Turkistan, Russia, the Turkish
World.
Giriş: Karadeniz’in Kuzey’inde Türkler, İslavlar ve Rus Devleti’nin
Doğuşu
Milattan önceki tarihleri hakkında fazla bir bilgiye sahip olunmayan İslavlar,
milâdın başlarında Karpedya dağları ve bugünkü Polonya’nın kuzey ve doğu
taraflarına düşen ormanlık bölgede yaşıyorlardı. Etnik kökenleri tam olarak
aydınlık olmamakla birlikte, German ve Turan kavimlerle karışmış, Hint-
Avrupalı bir kavimdi. Medenî seviyede ise batıdaki Germanik (Cermen)
kavimlerle, güney ve doğudaki Türk topluluklarında geri idiler. Ormanlık
bölgede, coğrafya ve iklimin elverdiği oranda avcılık, balıkçılık ve kısmen de
tarım ile uğraşmaktaydılar. Arazileri kan bağıyla bağlı soy ve boyların ortak malı
sayılmaktaydı (Kurat, 1993, s. 4-7). Hun Türklerinin 370’lerde Avrupa’da
belirmesiyle bunların idaresi altına giren İslavlar, özellikle Atilla Han’ın (M. S.
434-453) yönetiminde kalmışlar, Hunlar için çiftçilik yapıp, yıllık vergi
ödemişlerdir. Hunların zayıflamasıyla da Dinyeper Irmağı boyunca güneye,
batıya ve Balkanlar bölgesine yayılmışlardır. Bu dağılmadan sonara oluşan İslav
toplulukları üç grup oluşturmuştur ki bunlar: Doğu İslavları yani Ruslar,
* Yrd. Doç. Dr., Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
Memet YETİŞGİN
672
Ukraynalılar ve Beyaz Ruslar; Batı İslavları yani Polonyalılar, Çekler ve
Slovaklar; ve Güney İslavları, Sırplar, Slovenler ve Hırvatlar gibi topluluklardır.
Bugünkü Rusya toplumunu oluşturan doğu İslavları, dokuzuncu asra
gelinceye kadar herhangi bir devlet kuramamışlar ve ancak geniş sahalarda
knezlikler (boylar) ve aşiretler şeklinde yaşamışlardır. Hunlar’dan sonra
Göktürklerin Orta Asya’dan çıkardığı Avarlar, Karadeniz’in kuzeyi ve Doğu
Avrupa’yı içine alan bölgede büyük bir devlet kurmuşlar (568’e doğru) ve
İslavları yönetimleri altına almışlardır. “İslavların faal bir unsur olarak ilk defa
tarih sahnesinde görünmeleri, Balkanlarda ve Bohemya’da yerleşmeleri, ilk siyasî
teşkilat kurmaları ve hâttâ etnik bakımdan ve karakter itibariyle değişmeleri Avar
hâkimiyetinin tesiriyle olduğu anlaşılmaktadır.” (Kurat, 1993, s. 5) Avarlar’dan
sonra bölgede büyük bir hâkim güç olarak Hazar Hanlığı ortaya çıkmış,
dördüncü asırdan itibaren bölgeye gelen Hazarlar, sekiz ve dokuzuncu asırlarda
büyük bir devlet haline gelmişlerdir (Rice, 1965, s. 149). Dinyeper’den Volga
(İdil) vadisine hâkim olan ve Volga Nehri ağzında İdil’i merkez seçerek
Kafkaslara hükmeden Hazar gücü, Hıristiyan Bizans’a ve Müslüman Araplara
karşı hanedan siyaseti olarak Yahudiliği seçmiş ve ancak Hazarların büyük kısmı
putperest veya şaman olarak kalmıştır (Rice, 1965, s. 152). Bu bölgede Hazar
Türkleri, barış ve hoşgörüyü ön plana çıkararak ticaretin gelişmesine büyük
katkıda bulunmuşlardır. Hazarların yönetimi altında İslavlar, ve hattâ
İskandinavya’dan gelen Norsemen veya Varegler (Varangians-One Hundred-Yüz)
Karadeniz ve Hazar denizine kadar inmekte ve buraları ile kuzey arasında canlı
bir ticaretin kurulmasını sağlamaktaydılar.
Karadeniz’in kuzeyindeki Kıpçak bozkırlarında Hazarlarla birlikte Macarlar,
İdil ve Tuna Bulgarları, Peçenekler, Kumanlar (Kıpçaklar) ve Uzlar (Oğuzlar)
yedinci asırdan itibaren birlikte veya birbiri arkası sıra yaşamışlar, bu bölgenin
Türk toprağı olarak kalmasını sağlamışlardır. Kumanların varlığı Moğolların
istilasına (1337-1340) kadar sürmüştür. Bu kavimlerden İdil Bulgarları Avrupa
Hunları devrinden beri Volga üzerindeki başkentleri Bulgar şehri ve çevresinde
büyük bir medenîyet oluşturmuş, Hunlarla birlikte batıda seferlere katılmış ve
onuncu asırda İslâmiyet’i seçmişlerdir. On üçüncü asra kadar varlıklarını
sürdürmüş olan İdil Bulgarları, Moğolların batıya hareketleri sırasında yıkılmış,
bu olaydan sonra Bulgarların siyasî, kültürel ve etnik yapıları büyük ölçüde
ortadan kalkmıştır. Balkanlar’a gelip Tuna boylarına yerleşen diğer bir gurup
Bulgarlar ise altıncı asırda burada bir Bulgar devleti kurarak, Hıristiyanlığı
seçmiş ve İslavlaşmıştır. Bu kavimlerin bir kısmı yerli halklar arasında eriyip
giderken, bir kısmı sonradan kurulan Altın Ordu (1240-1480) devletinin tebaası
olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir.
İlkel bir kültür ve medenîyete sahip olan İslavlar ise topraklarını ve
nüfuslarını sürekli olarak artırarak. ormanlık bölgeden ırmaklar boyunca—
özellikle Dinyeper, Don ve Volga—yerleşim yerleri kurarak genişletmişlerdir.
Aşiretler halinde ve büyük bir kargaşa ve kavga içinde yaşayan İslavlar,
dokuzuncu asırda Baltık’dan Karadeniz ve Hazar’a kadar ticaret yapan ve
İskandinavya’dan gelen Varegler (Vikingler)’den kendilerine baş seçmişler
aralarındaki kargaşaya son vermek için onlardan yardım istemişlerdir. Bu
Ruslarin Türk Topraklari Üzerinde Yayilmasinin Sebepleri Üzerine Bazi Düşünceler
673
şekilde İsveçli Vareg liderlerinden Rurik (Ryurik), Novgorod şehri merkez
olarak 862’de Rus Knezi olmuş, çevredeki İslavları birleştirmesini başarmış ve
ilk Rus devleti böylece kurulmuştur. “Rus” ismi İsveçlilere Finlilerce söylenen
“kayıkçı, denizci, kürekçi” manalarına gelen “Routsi” isminden türemiştir
(Kurat, 1993, s. 12). Aslen İsveçli yöneticilerin ismi olan Rus doğu İslavlarının
adı olarak gelişirken, İsveçli olan Rurik hanedanı ise İslavlaşarak on altıncı asrın
sonlarına kadar Rusya’yı yöneten tek hanedan olarak kalmıştır.
Rurik’den sonra oğlu İgor ve onun emiri (regent) Oleg, 882’de Kiev’deki
Vareg liderini öldürtüp, Dinyeper ırmağı üzerinde önemli bir ticaret ve kültür
merkezi olan ve o tarihlerde yaklaşık 7.000.000’luk büyük kısmı kırsalda yaşayan
Avrupa içinde 100.000 kişiye varan nüfusu ile önemli bir metropol olan bu şehri
almış ve büyüyen Rus knezliğinin merkezi hâline getirmiştir. Bu tarihten
itibaren çevredeki küçük yerleri idaresi altında birleştiren Ruslar, İstanbul’a
kadar seferler yapmaya başlamış, ve hattâ 911’de Bizans’la bir anlaşma dahi
imzalamışlardır. Bizans’la sıkılaşan düşmanca veya dostça ilişkiler nedeniyle
Bizans’ın Ruslar üzerindeki kültürel etkisi giderek artmıştır. Bu arada Türk
kavimlerle, özellikle Peçenekler ile, savaşan Ruslar, Kinez Svyatoslav (965-973)
zamanında Rus devletini büyük bir güç haline getirmişlerdir (Ataç, 1952, s. 9).
Svyatoslav, Hazar Hanlığına karşı başarılı savaşlar vermiş, ancak Peçenekler ile
yaptığı savaşta yenilerek öldürülmüştür. Svyatoslav’ın oğlu Vladimir (980-1015)
zamanında ise Ruslar 988’de Hıristiyanlığın Ortodoks mezhebini kabul ederek
tamamıyla Bizans’ın dinî, kültürel ve uygarlık dairesi içerisine girmişlerdir.
Ruslar için bu gelişme yeni bir yazı, Kiril alfabesi, öğrenmesini ve dinî eğitim
almasını gerekli kılmış, bunun için de Kinez Vladimir tüm papaz ve boyarların
okuma yazma bilmesini emretmiştir. Ortodoksluğu bir din olarak seçmesine
rağmen Vladimir, sayısız gözde ve kapatmalarıyla eski alışkanlıklarını sürdürmüş
ve şaşalı bir hayat geçirmiştir. Hıristiyanlığın kabulü ve eski ananelerin
sürdürülmesi ile kendine has bir Rus kültürü doğmuştur ki bu Rusların bir birlik
oluşturmasında önemli etki yaratmıştır. Vladimir’den sonra uzun süre taht
süren Yaroslov I (1019-1054), Kiev’i büyük bir ticaret ve kültür merkezi haline
getirmiş, Çinli, Türk, Arap ve birçok milletten tüccarın buluştuğu bir yer
konumuna yükselmiştir.
Yaroslov’dan sonra Kiev Rusyası uzun bir gerileme dönemi geçirmiştir.
Bunda Rusların Polovtsi dedikleri Kumanlar (Kıpçaklar)’ın 1061’den itibaren
Kuzey Karadeniz bölgesinde güçlenmeleri ve Kiev Rusya’sının güney
bölgelerini kontrolleri altına almalarının yanında, Rota sisteminin (tüm aile
fertlerinin mallarını ortak yönetmesi prensibi) yarattığı durum içerisinde
prenslerin appanage sistemiyle merkezi sistemi zayıflatarak, kendi şehir ve
bölgelerinde kendi yönetimlerini pekiştirme siyasetlerinin etkisi görülmüştür.
Özgür köylülerin ortadan kaldırılması ve ülkenin güneyinin nüfûs bakımından
seyrelmesi de Kiev’in gerilemesine yol açan sebeplerden olmuştur. Kumanlar
her yıl Rus topraklarına yaptıkları akınlarla binlerce Rus’u yakalayıp köle olarak
satarken, 1054’te ortaya çıkan ve Katolik kilisesi ile Ortodoksluğu ayırtan olay,
Papa’nın Rusları putperest ilan etmesine yol açmış, ve Papa Ruslar üzerine haçlı
seferleri yapılmasını emretmiştir. Bundan dolayı Alman Tütonik şövalyeleri
Memet YETİŞGİN
674
batıdan Rus topraklarına akınlar yapmışlardır. Bu gelişmelerle tekrar ormanlık
bölgeye doğru kaçışan Ruslar bu dönemde Moskova’yı kurmuşlardır.
Asya tarafından son ve büyük akın olan Moğolların Rusya’yı ele geçirmesi,
Ruslar üzerinde çok büyük etkiler yapmıştır. İlk defa 1223’te, Rus ve Kuman
ortak güçlerini Kalka muharebesinde ağır bir yenilgiye uğratan Moğollar, bu
savaşta binlerce Rus’u ve Kıpçak’ı katletmişlerdir. Bundan sonra, Cengiz
Kağanın ölümüyle tahta geçen Ugadey’in emriyle, Batu Han komutasındaki
Moğollar tekrar Rusya’nın zaptı için görevlendirilmiş, 1237’de başlayan yeni ve
oldukça tahripkâr Moğol istilasıyla Ruslar Tatar hâkimiyetine girmişlerdir.
Moğol hâkimiyetine girmek istemeyen Kumanlar ise Macaristan içlerine göç
etmişlerdir. Bu sırada Pope Gregory IX’da batıda İsveç ve Alman şövalyelerini
teşvik ederek Ruslar üzerine haçlı seferleri yapmalarını istemiş ve Prusya
toprakları bu dönemde Almanlarca ele geçirilmiştir.
Tarihin gördüğü en geniş topraklara sahip olan Moğol İmparatorluğu,
Cengiz Han’ın ölümünden sonra çocukları arasında paylaşılmıştır. Bölüşülen
Moğol topraklarında, Batu Kağan Rusya ve Kazak topraklarına hâkim olan
Altın Ordu devletini kurumuştur. Altın Ordu devleti başlangıçta Moğolların
Rusya’yı ele geçirmesi ile kurulmuş olmasından dolayı bir Moğol Devleti gibi
görülse de, ordusunun, halkının ve yönetiminin büyük kısmını oluşturan Türkler
elli yıl gibi kısa bir süre içerisinde bu devletin kültür, nüfus, dil (Çağatayca) ve
kurumlarca tam bir Türk devleti karakterini kazanmasını sağlamışlardır. Ruslar
önceleri Karakurum’a gidip yarlık alarak kendi prensliklerinde yönetimlerini
sürdürürken, sonraları Altın Ordu merkezi olan Saray’da, Han’dan bu yarlığı
almışlar ve ormanlık bölgede kendi yönetimlerinde vergi vererek özerkçe
yaşamışlardır. Altın Ordu Devleti idaresinde daha fazla ayrıcalıklara kavuşan
Ortodoks kilisesi ise Rus varlığını ve bütünlüğünü koruyan ve devamını
sağlayan önemli bir faktör olarak kalmıştır.
Rusların “Mongol yoke” (Moğol boyunduruğu) diye kabul ettikleri dönemde
(1237-1480), Altın Ordu Devleti Rusya’yı yönetmiş ve Moskova da bu dönemde
Altın Ordu hanının verdiği imtiyazlarla—ki bu imtiyazlardan biri Han adına
Ruslar arasında vergi toplama yetkisi idi—önem kazanmıştır. Başlangıçta küçük
bir kırsal kasabayı andıran Moskova, knezlerinin marifetli idaresi, özellikle de
Altın Ordu hanlarına yönelik gösterdikleri bağlılık sayesinde aldıkları büyük
özerkliklerle hızla gelişmiş ve güçlenmiştir (Hopkirk, 1992, s. 14). Altın Ordu
hanlarından aldıkları ayrıcalıkla Moskova knezleri, hem büyük servetler
edinmişler ve hem de diğer Rus knezlerini zaman içerisinde kendi
hakimiyetlerine alarak veya ortadan kaldırarak merkezi bir devlet kurmuşlardır.
On beşinci asır başlarında Altın Ordu Devleti, Kırım, Kazan, Astrakan, Sibir
Hanlıklarıyla Nogayların serbestçe yaşadıkları bölgelere bölünmüş ve sonraları
Timur’un saldırılarıyla da oldukça zayıflamıştır. Bundan iyi yararlanan Moskova
Knezliği 1480’den itibaren bağımsız bir devlet gibi hareket etmeye başlamıştır.
Güç dengesi Ruslar lehine değişmiştir. Ruslar, Tatar adetlerinden olan “Beyaz
Kağan” terminolojisine bağlı kalmışlar, Asya’daki Müslüman hükümdarlara da
“kardeşler” olarak hitap etmişlerdir(Yemelianova, 2002, s. 279).
Ruslarin Türk Topraklari Üzerinde Yayilmasinin Sebepleri Üzerine Bazi Düşünceler
675
Rusların “kültürel ve jeopolitik” gelişmesi, birinci bin yıldan on altıncı asra
kadar, “aktif göçebe Türk ilerlemesi” ile “Slavların pasif savunması” gibi iki
faktör tarafından belirlenmiştir. Ünlü Rus coğrafyacısı G. W. Vernadsky bu
durumu “Orman” (Yerleşik Slavlar) ve “Step” (Göçebe Türkler) şeklinde
açıklamıştır (). On altıncı asırdan itibaren ise Rusların aktif yayılmacılığına
karşılık Türklerin savunmada kaldığı ve topraklarını mümkün mertebe
korumaya çalıştığı görülmüştür.
Türk Toprakları
Genellikle Türklerin tarih boyunca yaşadıkları toprakların sınırları
konusunda tarihçiler tarafından tam bir bütünlük gösteren anlayış olmasa da,
tarihi Türk topraklarını, Asya ve Avrupa kıtalarının steplerle örtülü bozkırları
şeklinde ifade etmek mümkündür. İlk çağlardan bu yana Çin’in kuzeyi, Altaylar,
Kazak stepleri, Urallar, Karadeniz’in kuzeyindeki Deşt-i Kıpçak bozkırları,
Hazar Denizi’nden Hindikuş dağlarına ve oradan da Pamir ve Tanrı dağlarına
ulaşan geniş bir bölge Sakalar (İskitler) dönemindeki (M.Ö. VII. Asır ve M.S. II.
Asır) abidelerde “Turkistanak” ve daha sonraları Arap Tarihçileri arasında
“Bilâd al-Türk” olarak isimlendirilmişti (Hayit, 1987, s. 210). Daha sonraları,
altıncı asırda “Türkistan” için “Türkiye” (Turcia) adı Bizans kaynakları
tarafından kullanılmıştır. Türklerin Yakın Doğu, Kafkaslar, Kuzey Karadeniz,
Balkanlar ve Doğu Avrupa’ya gelmesi ile buraları da “Türkiye” olarak
isimlendirilmiştir. Dokuz ve onuncu asırlarda bu isim, İdil (Volga) nehrinden
Orta Avrupa’ya uzanan bölgeler için verilmiştir. Bu bölgenin doğusunda
Hazarlar, Bulgarlar ve batısında da Macarlar bulunmaktaydı. Anadolu için
“Türkiye” denmesi on ikinci asırda başlarken, Suriye ve Mısır’da on üçüncü
asırda “Türkiye” olarak biliniyordu (Kafesoğlu, 1988, s. 44). On birinci asırda
çok değerli bir Türkçe eser veren Kaşgarlı Mahmut, Türk ülkesinin sınırını
“Çin’den Hazar denizine, Bizans, Kıpçak, Rusya’ya kadar devam eden
topraklardan ibaret olarak göstermiştir.” Aynı dönemlerde Çin kaynakları da
Hazar’dan Çin’e kadar olan bölgede yaşayan “yerleşik ve göçebe” insanların
kendilerini “Türk” ve ülkelerini de “Türksitan” diye adlandırdıklarını belirtmiştir
(Hayit, 1987, s. 210-211).
Türk toprakları olarak, Bizans kaynaklarında Hunlar, Avarlar, Bulgarlar ve
Macarlarla birlikte Turcia olarak bahsedilen Doğu Avrupa toprakları, genellikle