Renan, Irk ve Millet
Cengiz Çağla
1789 yılının ocak ayında Paris’te rahip Emmanuel Joseph Sieyès “Üçüncü Tabaka Nedir?” başlıklı bir kitapçık yayımlar. Kısa sürede büyük ilgi gören bu yapıt, Fransız devriminin ideolojik yapısını çözümlemek açısından özel bir önem taşımaktadır. İlkbahardan itibaren Versailles’ta toplanmaya başlayan ve üçüncü tabakanın1 egemenliğinde olan Etats Généraux (Genel Tabakalar Meclisi), Haziran ayında kendini Ulusal Meclis ilan edecek ve genel çerçevesini birkaç ay önce Sieyès’in çizdiği programı uygulamaya koyacaktı. Sieyès, bu ünlü yapıtında şöyle yazmıştı:
“...üçüncü tabaka nedir? Her şey, fakat kösteklenen ve ezilen bir şey. Ayrıcalıklı sınıf olmasaydı, üçüncü sınıf ne olurdu? Her şey, fakat özgür ve hayat dolu her şey.”2 Daha sonra üçüncü tabakanın tek başına milleti oluşturduğunu söyleyen Sieyès milletin tanımını da yapar: “ortak bir yasa altında yaşayan ve aynı yasa koyucu tarafından temsil edilen bir ortaklar topluluğu.”3
Fransa tarihinde yapılmış ilk millet tanımlarından biri olan Sieyès’in tanımının büyük oranda Jean-Jacques Rousseau’nun görüşlerinden etkilendiği söylenebilir. Rousseau’nun “genel irade” (fr. volonté générale) kavramı, gruplar yerine tüm toplumun çıkarını ön plana çıkarıyordu. Rousseau’ya göre, ‘genel irade’ye teslim olan bireyler, artık ‘yurttaş’ olmuşlardır, parçası oldukları topluma bağlılık duyar ve ‘bütün’ün çıkarlarını kendi çıkarlarının önüne koyarlar.4 Sieyès’in millet kavrayışı eşitlik ideali üstüne kuruludur, ayrıcalıklara dayanan bir düzeni mahkûm eder. “Bireylerin birbirinden farklılaşmadığı bir temelin bulunması ve bu temel üzerinde birlikteliğin kurulması” amaçlanır; böylece “her birey, ulusal iradeden kaynaklanan pozitif yasalar önünde bir yurttaş olarak diğerleriyle aynı güvenliğe, aynı özgürlüğe ve aynı haklara kavuşur.”5
Rousseau, Fransız Devrimi’nin en önemli esin kaynaklarından biriydi. Millet ve milliyetçilik kavramlarının ortaya çıkışı birçok yazar tarafından on sekizinci yüzyılın sonuyla on dokuzuncu yüzyılın başına tarihlendirilmektedir. Elbette ki söz konusu olan Aydınlanma’nın, Fransız ve Amerikan Devrimleri’nin etkileridir. Hans Kohn bu konuda şöyle yazar:
“Milliyetçilik dönemin tek belirleyici gücü olmamasına karşın, Amerikan ve Fransız devrimleriyle başlayan çağı milliyetçilik çağı olarak tanımlamak, kapsayıcı ve anlamlı bir isimlendirme olmaktadır.”6
Kohn’un bakış açısıyla milliyetçilik, dünya ölçeğinde paylaşılan bir “halet-i ruhiye” olmakta, millet de, herkesin bir milletin üyesi olması anlamında, bir kimlik olmaktadır.7 Sieyès, millet, halk ya da toplum kavramları arasında bir ayrım gözetmiyor, tüm bu kavramları, bireylerin içinde birleştikleri soyut bir birliği nitelemek üzere kullanıyordu.8 Bugün, milletin en etkin toplumsal örgütlenme biçimi ve ulus-devletin de en iyi ya da en çok tercih edilen egemen siyasal yapı olduğunu söylemek mümkündür. Devrimler çağından itibaren bireyin en önemli bağlılığı milletine karşı duyduğu yakınlık olmuştur. Bir milliyetçilik tarihçisi olan Kohn, tarihin doğrusal bir çizgi halinde modernliğe doğru ilerlediğini ve ulus-devlet ve milliyetçilik hareketinin bu sürecin önde gelen dinamiklerini oluşturduğunu iddia eder.9
Kohn’un söz konusu anlayışını kabul etsek de etmesek de Fransız devriminin güncelleştirdiği anlamda milletin bu devrimden itibaren egemenliğin temeli olduğunu genel olarak kabul etmek durumundayız. Milliyetçi düşünceler tüm Avrupa’ya Napolyon’un orduları tarafından yayılmış, Fransa’ya karşı savaşan ülkelerin askerleri üzerinde de etkili olmuştu. Böylece millet düşüncesi nispeten bütünleşmiş bir milletten henüz milletleşmemiş topluluklara ve çok daha az türdeş toplumların yaşadığı bölgelere de aktarıldı. Hugh Seton Watson’un işaret ettiği gibi Napolyon’un Balkan Yarımadası’nın tümü üzerindeki etkisi diğer Avrupa ülkeleri üzerindeki etkisine benzemekteydi; O, millet ateşini yakan, milliyetçilik fikrini uyandıran bir önder olarak görülüyordu.10
Bu dönemde farklı ülkelerin yurttaşları millet, vatan, anavatan vb. kavramlara bağlılıklarını ifade etmeye başladılar. Örnek olarak Amerika’yı alacak olursak, ortak ekonomik çıkarlar ve güvenlik ihtiyacı Amerikan ulusunun üzerinde temellendiği ana etmenler olarak öne çıkmıştır. Esasında, Louis L. Snyder’in de belirttiği gibi, her ülkedeki farklı milliyetçi grupların, milliyetçiliği kabul etme ve ulus-devletleri haklı gösterme konusunda kendi yerel özelliklerine göre farklı yollar izlediği söylenebilir. Bazı milliyetçiler ortak dil ve edebiyatı ön plana çıkarmışlardır. Diğerleri toprak bütünlüğünün önemini savunuyorlardı, diğer bazıları ise ortak dini vurguladılar. Ancak, genel olarak şu söylenebilir ki, milliyetçiler şu ya da bu şekilde kitlelere bazı ortak noktalar bulma ve yeni bir birlik altında ortak çıkarlar yakalama konusunda yardımcı oldular. Fransızca anlamıyla millet, Sieyès’in yaptığı tanımdan hareketle, “özel çıkarlara karşı ortak çıkar etrafında birleşmiş olarak sınırları belirli topraklarda yaşayan ve hukuk tarafından korunan ve aynı devlet tarafından yönetilmek için onay vermiş özgür bireylerin oluşturduğu bir insan topluluğu” demekti.11 Benzer şekilde, Elie Kedourie Fransız devrimcileri için şunları yazmaktadır:
“Fransız Devrimcileri için millet demek, yönetim biçimi konusunda ortak imza atmış bireyler topluluğu demektir. Bir millet, ... insan ırkının Tanrı’nın kendi karakteri ile donattığı doğal bir parçası haline gelir. Yurttaşlara düşen görev de bu karakterin saflığını ve dokunulmazlığını korumaktır. (...)Doğru ve daimi devlet, sınırları içinde doğal akrabalık ve duygusal yakınlık yoluyla bir milletin oluştuğu devlettir.”12
Alman birliğinin kurulmasıyla birlikte milliyetçilik konusunda bir başka tipolojinin gündeme geldiğini söyleyebiliriz. Almanya, birliğini, milletin ortak bir dil, kültür ve kanıtlanmış fetih yeteneğine sahip bir halktan oluştuğu esasına dayanan farklı bir millet kavramsallaştırması olan “etnik milliyetçilik” anlayışıyla oluşturmuştu.13 Snyder, Alman milliyetçiliğinin Napolyoncu saldırganlığa bir tepki olarak geliştiğini belirtir ve şöyle yazar:
“Almanlar aşağılanmalarını ve umutsuzluklarını unutmak için şanlı Cermen İmparatorluğu’nun Avrupa’nın gücünün dayanak noktası olduğu geçmişlerine yöneldiler. Şairleri ve filozofları eski geleneklerin örtüsüne sarılmış organik bir halk topluluğunun varlığını araştırdılar, halk şarkıları, peri masalları, efsaneler ve şiirleriyle kahraman geçmişlerini yeniden harekete geçirmeye çalıştılar. Bunu yaparken Batı Avrupa ‘filozoflarından’ çok kendi hayal güçlerine başvurdular.”14
Alman idealizminin hem felsefi hem de siyasal açılardan Fransız Devrimi’nin tüm aşamalarından derinden etkilendiğini biliyoruz. On dokuzuncu yüzyılın ilk yılları Avrupa’nın Fransız etki alanı ve Rus etki alanı olarak ikiye bölündüğü bir döneme tekabül eder. Alman düşünce dünyası bu dönemde, Eric J. Hobsbawm’ın da belirttiği gibi, saf, basit ve yozlaşmamış köylülüğe yönelik romantik bir tutkuya sahne oldu, “halk”ın bu şekilde folklorik bir gözle yeniden keşfi ve yerel lehçeler önem kazandı.15 Bu popülist kültürel romantizm üstün bir ahlaksal idea’nın canlanışı olarak idealleştirilmiş Hegelci devletin yüceltilmesi ile kol kola gitmekteydi16.
Milleti tanımlama konusunda, çeşitli türevleri olmakla genel olarak biri Aydınlanma’dan diğeri de Romantizmden kaynaklanan iki temel anlayış olduğu düşüncesi yaygın kabul görmektedir17. Romantizmden kaynaklanan millet anlayışını bu çalışma kapsamında bir kenara bırakacak olursak Rousseau ve Sieyès’ten gelen Aydınlanmacı çizginin Ernest Renan’la18 güçlendiğini ve bugüne ulaştığını söyleyebiliriz. Rousseau “halk egemenliği” ilkesini ortaya atmış, Sieyès de onu “millet egemenliği” olarak kavramsallaştırmışsa, Renan da bugünkü “modern” –ve büyük ölçüde “Fransız”– millet tanımını geliştirmiştir. Renan, söz konusu tanımı Sorbonne Üniversitesi’nde 11 Mart 1882’de verdiği “Qu’est-ce qu’une nation?” başlıklı konferansında ortaya koymuştur. Renan, konferansının üçüncü ve son bölümüne şu satırlarla başlar: “Millet, bir ruhtur, manevi bir prensiptir. Bu ruhu, bu manevi prensibi aslında bir olan iki şey teşkil eder. Bunlardan biri maziye, diğeri ise hale (bu güne) aittir. Biri, zengin bir hatıralar mirasının müşterek sahipliğidir. Diğeri birlikte yaşama arzusu konusunda mutabakat ve bir bütün halinde devralınan mirası yüceltme iradesidir.” Renan, aynı bölümde daha sonra, sonradan çok ünlü hale gelecek benzetmesini yapar: “Tıpkı bir ferdin mevcudiyetinin kesintisiz bir yaşama iddiası olması gibi, bir milletin mevcudiyeti de –bu benzetme için müsaade ediniz– her gün tekrarlanan bir plebisittir.”
Anlaşılacağı üzere, burada önemli olan husus, milletin iradi bir birlik oluşudur. Renan, milleti oluşturan unsurların ırk, din, dil birliğine, ortak çıkarlara ya da toprak birliğine indirgenemeyeceğini söyler. Renan’ın bu cümleleri kaleme aldığı dönem, on yıl kadar önce Fransa’nın Alman İmparatorluğu karşısında savaşı yitirdiği, Alsace ve Lorraine bölgelerini Almanya’ya bırakmak zorunda kaldığı, imparatorluğun yıkılarak Üçüncü Cumhuriyet’in kurulduğu bir dönemdir. Renan bu metinde doğrudan gönderme yapmasa da içten içe Alsace ve Lorraine’in elden çıktığı gibi tekrar kazanılabileceğini de ima etmektedir19. Renan milletin kendince tanımını yapmadan önce, çeşitli siyaset kuramcılarınca geliştirilen bir dizi millet anlayışını birer birer çürütür. İlk olarak ele aldığı ve üstünde uzun olarak durduğu anlayış, milletlerin kökenini ırka bağlayan yaklaşımdır20. Bu görüşe göre bir ırktan gelen insanlar diğer bir ırkın sahibi olduğu toprakları fethederler ve burada aynı soydan gelen bir toplum anlamında milleti oluştururlar. Irk kavramını tümüyle reddetmeyen Renan bu varsayımın geçersiz olduğunu ilan eder. Ona göre modern Avrupa milletlerinin birçoğu bugün artık birçok ırkın karışımıdır; Almanya Cermen olduğu kadar, Kelt’tir, aynı zamanda Slav’dır. Zaten, insanın zoolojik kökenleri ya da ırkların var oluş kronolojisinin kültür, uygarlık ve dillerin gelişiminden çok daha önceki zaman dilimlerinde oluştuğunu anımsamak gerekir. Dün olduğu gibi bugün de saf ırk yoktur. Milletlerin oluşumunu ırka bağlamak hatalıdır, tarih onların çeşitli hatırlama ve unutma süreçleriyle oluştuklarına dair örneklerle doludur.
Milletleri dil birliğine bağlayarak açıklayan yaklaşım da hatalıdır. Renan bu konuda İsviçre’yi örnek verir. Dil insanları birleştiren, bir arada tutan faktörlerden biri olabilir, ama dil ile ırk arasında, dil ile millet arasında bire bir özdeşlik kurmak tarihsel gerçeklere aykırıdır. Örnek olarak İsviçreliler dört farklı dil konuşurlar, ancak bu olgu onların dört farklı millet olmaları anlamına gelmez. Tüm İsviçreliler kendilerini iradi olarak tek bir İsviçre milletinin parçası olarak görürler. Bir İsviçrelilik kültürü oluşmuştur, bu da İsviçre milletini ayakta tutan temel unsurdur.
Benzer şekilde, dinsel türdeşlik de milletin kökenini oluşturamaz. Fransızlar arasında Katolik, Protestan, Musevi olanlar olduğu gibi herhangi bir dine ve tanrıya bağlı olmayanlar da vardır. Din Fransa’da artık büyük oranda kişisel yaşamın bir parçası olmuştur. Çıkarlar birliği de milleti oluşturan temel faktör olarak ele alınamaz. Renan milletin “gümrük birliği”ne benzetilmesine karşı çıkar, vatan kavramını anımsatarak değerlerle ilgili ruhsal bir birlikteliğe vurgu yapar. Coğrafya da milletin belli bir unsurudur, ama millet sadece coğrafyaya indirgenemez. Milletlerin “doğal sınırları” düşüncesi de sorunludur, bizi insanların özgür iradeleri üstüne ipotek koyarak keyfi ve kötü sonuçlar doğurabilecek bir ırkçılığa götürebilir.
Daha önce de belirttiğim gibi, Renan’ın bu konferansta en çok üstünde durduğu husus, “ırk” ile “millet”in karıştırılmaması gereğidir. Renan bu yaklaşımıyla kendisinden önce yazan çok sayıda Fransız yazarın içinde bulunduğu bir tartışmaya da katkıda bulunmaktadır. Rönesans’tan itibaren Boulainvilliers ve Montesquieu’ye kadar birçok yazar eserlerinde Frankların Galya’yı fethinin yarattığı bölünme ve çatışmalarla geleneklerdeki dönüşümü ele almışlardı21. Franklar ve Galyalılar arasındaki rekabet üstüne odaklanan, kısmen Frankları soyluların, Galyalıları serflerin kökeninde gösteren La Guerre des Deux Races [İki Irkın Savaşı] tezi son olarak Fransız devrimindeki sınıf uzlaşmazlıklarıyla karışarak yeniden gündeme gelmişti22. Tarihçi Augustin Thierry ilk olarak 1850’de yayımlanan Essai sur l’Histoire de la Formation et des Progrès du Tièrs État [Üçüncü Tabakanın Oluşum ve Gelişim Tarihi Üstüne Deneme] adlı kitabında geçmişten gelen söz konusu düşmanlık ve eşitsizliklerin artık eşitliğe dayalı bir hukukla yönetilen özgür ve egemen bir millete dönüşmüş olan Fransa’da tarihe karıştığını yazmıştı23. Bu bağlamda Renan’ın yapmaya çalıştığı da budur: milleti etnik, ırksal, dilsel, dinsel, iktisadi ve territoryal unsurlardan bağımsızlaştırarak tümüyle tarihsel (ortak geçmişi ön plana çıkaran bir nitelikle) ve liberal bir içerikle tanımlamak... Renan’a göre modern milletin temel özelliği, bireyin millete özgür ve iradi katılımıdır. Bu anlayışa göre birey bir millete ait olarak dünyaya gelmez. Bütünüyle özgür olarak millete katılır ya da dilerse o milletin üyeliğinden ayrılır. Millet, spesifik olarak bir halkın tarihinde bir ya da birkaç faktörün kaynaşmasıyla öne çıkmış ya da oluşturulmuş olabilir, ancak bu bize onu kesin çizgilerle sınırlama imkânı vermez. Bugün itibariyle milletin sürekliliğini sağlayan unsur “ortak bir ruhun varlığı” ve onu oluşturan bireylerin sürekli yenilenen onayıdır.
Notlar
1 O dönemde Fransız toplumu üç katmana ayrılmıştı, rahipler, soylular ve üçüncü tabaka. Üçüncü tabaka köylüler, esnaf, burjuva, işçi ve entelektüellerle rahip ya da soylu olmayan diğer tüm gruplardan oluşuyordu.
2 “Üçüncü Tabaka Nedir?”den seçme parçalar, Mete Tunçay (der.), Batı’da Siyasal Düşünceler Tarihi -II, Yeni Çağ, Çev. N. Koray, Teori Yayınları, 1900?, Ankara, s. 417.
3 Tunçay, s. 418.
4 Umut Özkırımlı, Milliyetçilik Kuramları, Eleştirel Bir Bakış, Sarmal Yayınevi, İstanbul, 1999, s. 36.
5 Mehmet Ali Ağaoğulları, Ulus-Devlet ya da Halkın Egemenliği, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara, 2006, s. 198.
6 Hans Kohn, The Idea of Nationalism, A Study in Its Origins and Background, 9th edition, Mac Millan, New York, 1961, s. vii. (aksi belirtilmedikçe, çeviriler yazara aittir)
7 Kohn, 1961, s.ii.
8 Ağaoğulları, 2006, s. 196.
9 Bkz. Hans Kohn, Prelude to Nation-States: the French and German Experience 1798-1815, Van Nostrand, New York, 1967, s. 2.
10 Hugh-Seton-Watson, The Rise of Nationality in the Balkans, Howard Ferting, New York, 1966, s. 12.
11 Louis L. Snyder, “French Nationalism”, Louis L. Snyder (ed.), Encyclopedia of Nationalism, Paragon House, New York, 1990, ss. 102-105.
12 Elie Kedourie, Nationalism, Hutchinson, London, 1966, s. 58-59.
13 Bkz. Eric J. Hobsbawm, Nations and Nationalism: Programme, Myth and Reality, Cambridge University Press, Cambridge, 1990, s. 37-38. Bu noktada Kaan H. Ökten; Fichte özelinde Alman milliyetçiliğinin etnik milliyetçilik sayılamayacağını savunan görüşler de olduğunu belirtmektedir. Bkz. Kaan H. Ökten, “Siyasal Tarih ile Felsefenin Kesişim Noktası: Fichte’nin Alman Ulusuna Söylevleri”, Eyüp Ali Kılıçaslan, Güçlü Ateşoğlu (der.), Alman İdealizmi1: Fichte, Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2006, s. 423.
14 Snyder, “German Nationalism”, Snyder (ed.), 1990, içinde s. 138.
15 Hobsbawm, 1990, s. 37-38.
16 Bkz. Z. A. Pelczynski, “An Introductory Essay, IV: The Nation and Civil Society”, Hegel’s Political Writings, trans. by T. M. Knox, Oxford at the Clarendon Press, Oxford, New York, 1998, ss. 56-68.
17 Örnek olarak bkz. Simone Goyard Fabre, Éléments de Philosophie Politique, Armand Colin, Paris, 1996, s. no. 14, 1988, ss. 135-140.
18 Renan (1823-1892) filozof, tarihçi ve dilbilimci kişiliğiyle tanınır. Rahiplik eğitiminden üniversiteye geçmiş, İbn-i Rüşd’den İsa’nın Yaşamı’na, Hıristiyanlığın Tarihi’nden Bilim’in Geleceği’ne çeşitli alanlarda eserler vermiştir. Collège de France’da öğretim üyeliği ve yöneticilik yapan Renan ahlak ve düşünce alanlarındaki reformculuğu, düşünce ve ifade özgürlüğü konusundaki ödünsüz tutumu ve ilgi alanlarının genişliğiyle dikkat çekmiştir. Renan’ın biyografisi için bkz. Henri Peyre, Renan, P. U. F, Paris, 1969.
19 Alman doğu dilleri profesörü Paul Lagarde 1878’de kaleme aldığı Deutsche Schriften[Alman Yazıları] başlıklı kitabında Alman volk kavramını ırkla bütünleştiriyor, Ortaçağ’da Alman toprağı olan Alsace ve Lorraine’in, halk bugün kendisini Fransız hissetse de, esasında Alman ulusal kimliğinin bir parçası olduğunu ileri sürüyordu. Bkz. Spencer M. Di Scala & Salvo Mastellone, European Political Thought, 1815-1989, Westview Press, Boulder, Oxford, 1998, s. 126.
20 Renan’ın burada isim vermeden eleştirdiği Kont Arthur de Gobineau’nun Essai sur l’Inégalité des Races Humaines [İnsan Irklarının Eşitsizliği Üstüne Deneme] adlı yapıtında (1853-1855) geliştirdiği ve 1880’li yıllarda iyice popülerleşen “ırkların eşitsizliği kuramı”ndan kaynaklanan görüşlerdir. Gobineau dört ciltlik bu çalışmasında insan ırkları arasında tarih, antropoloji ve dilbilim aracılığıyla da kanıtlanabilecek bir hiyerarşi olduğunu ileri sürmüştür. Gobineau’nun düşünceleri daha sonra Hitler ırkçılığının atası sayılacak Houston S. Chamberlain, Eugen Dühring, Bruno Hildenbrang ve Karl Knies gibi Alman yazarlar tarafından pan-cermen ve anti-semit bir içeriğe kavuşturulmuştur. Bkz. Di Scala & Mastellone, 1998,
s. 126-127.
21 Bu görüşlerin bir panoraması için bkz. Dominique Collas, “Guerre des Deux Races”, D.
Colas, Dictionnaire de la Pensée Politique, Larousse, Paris, 1997, ss. 128-131.
22 Bkz, Colas, 1997, s. 130.
23 Augustin Tierry, Œuvres Complètes, cilt 5, s. 8’den aktaran Colas, 1997.