Yine de, edebiyatın bir mala dönüsme sürecine damgasını vuran karakteristikler korunmaktadır. Her
seyden önce, kültür endüstrisinin bir ontolojisi, örnegin onyedinci yüzyıl sonu ve onsekizinci yüzyıl bası
ticari Ingiliz romanlarından kolayca çıkarılabilecek tutucu nitelikte temel kategorilerden olusan bir yapısı
vardır. Kültür endüstrisinde ilerleme olarak gösterilen, sürekli yeni diye yüceltilen her sey, bassızsonsuz
bir aynılıgı gizlemektedir; bu baglamda degisimler, kültüre ilk egemen oldugu günden beri kâr
güdüsü ne kadar degistiyse o kadar degismis olan bir iskeleti maskelemektedir.
Bu nedenle, “endüstri” teriminin ilk anlamında alınmaması yerinde olur. Bu terim dogrudan dogruya
üretim sürecini degil, kültürel malın standardizasyonunu –her sinema seyircisinin asina oldugu Western
filmlerinde oldugu gibi– ve dagıtım tekniklerinin rasyonellestirilmesini anlatmak amacıyla
kullanılmaktadır. Kültür endüstrisinin ana sektörü olan sinemada üretim süreci, genis bir
isbölümündeki, makine kullanımı ve –kültür endüstrisi içinde aktif olan sanatçılarla onu yönetenler
arasındaki uzun süreli çatısmada ifadesini bulan– emekçilerin üretim araçlarından ayrılması vb teknik
isleyis tarzlarını anımsatsa da bireysel üretim formları yine de korunmaktadır. Her ürün bireysel bir
hava tasır, bireyselligin kendisi, bütünüyle seylestirilerek sunulan nesnenin dolaysızlıktan ve hayattan
kaçıp saklanılacak bir sıgınak olduguna dair bir yanılsama yaratıldıgı ölçüde, ideolojinin
güçlendirilmesine yarar.
Her zaman oldugu gibi bugün de, kültür endüstrisi üçüncü kisilerin “hizmetindedir”, sermayenin
gerileyen dolasım süreçlerine ve varlık sebebi olan ticarete yakınlıgını korur. Ideolojisi her seyden çok
bireysel sanattan ve onun ticari sömürüsünden ödünç alınmıs yıldız sistemine dayanır. Kültür
endüstrisinin isleyis yöntemleri ve içerigi insani olmaktan ne kadar uzaklasırsa, o kadar gayretli ve
basarılı bir sekilde, sözde yüce kisilikleri yaygınlastırır ve basarıyla isgörür.
Bu terim teknolojik rasyonellestirmeyle aktüel anlamda üretilen herhangi bir sey olarak degil, daha çok
sosyolojik anlamda, herhangi bir sey üretilmedigi zaman dahi –büro islerinin rasyonellestirilmesi gibi–
endüstriyel örgütlenme formlarının ortaklastırılması anlamında endüstriyeldir. Yine bu anlamda, kültür
endüstrisinin yanlıs yatırımları hatırı sayılır miktardadır ve yeni tekniklerin gelistirilmesiyle modası
geçen sektörler krize girer, fakat bu yeni teknikler nadiren iyiye dogru degisimler getirir.
Kültür endüstrisindeki teknik kavramı, sanat eserlerindeki teknikle sadece ad bakımından benzesir.
Sanat eserlerinde teknik, bizzat nesnenin iç örgütlenmesi, özgün içsel mantıgıyla örgütlenmesiyle
ilgilidir. Kültür endüstrisindeki teknik ise tam aksine, baslangıçtan itibaren dagıtım ve mekanik yeniden
üretimle ilgilidir ve bu yüzden daima nesnesine dıssal kalır. Kültür endüstrisi, ürünlerinde içerilen
tekniklerin potansiyellerinden özenle kendini korudugu ölçüde ideolojik destek bulabilir.
Malların maddi üretiminde uygulanan asırı sanatsal teknikten bir parazit gibi faydalanarak yasar ve
bunu yaparken islevselligi tarafından ima edilen içsel sanatsal bütüne karsı yükümlülügünü ihmal eder,
estetik özerkligin gerektirdigi biçimsel yasaları umursamaz. Kültür endüstrisinin fizyonomisi bir yanda
verimliligi arttırıcı, fotografik katılık ve kesinligin bir karısımından, öte yanda bireysel kalıntılar ve yine
rasyonellestirilip uyumlu kılınan romantizmden olusur.
Benjamin'in geleneksel sanat eserini aura kavramıyla yani var olmayan bir seyin varlıgıyla gösterme
anlayısını kabul edersek, kültür endüstrisini aura kavramının karsısına bir sey koymaması, onun yerine
çürümekte olan aura'yı yogun bir sis olarak korumasıyla tanımlayabiliriz. Kültür endüstrisi bu sekilde
kendi ideolojik suçlarını ele verir.
Yakın geçmiste kültür arastırmacıları ve sosyologlar arasında kültür endüstrisinin küçümsenmesine
karsı uyarılarda bulunma ve tüketici bilincinin gelisimindeki büyük önemine isaret etme alıskanlıgı
peyda oldu. Gerçekten de, kültürel seçkincilige kaçmamak, bu kavramı ciddiye almak gerekiyor. Kültür
endüstrisi, günümüzde egemen olan anlayısın bir ugragı olarak büyük önem tasır. Insanların kafasına
doldurdugu seyleri süpheyle karsılayıp onun etkisini görmezden gelmek nahiflik olacaktır. Ama yine de,
onu ciddiye almamız yolundaki uyarıda aldatıcı bir parıltı vardır. Kültür endüstrisinin niteligi konusunda
sorunlar ortaya atmak, dogrulugu ya da yanlıslıgından bahsetmek, ürünlerinin estetik düzeyini
sorgulamak gibi girisimler, toplumsal rolü nedeniyle engellenmekte ya da en azından bu sözde iletisim
sosyologları tarafından dıslanmaktadır. Yapılan elestiriler küstahça bir anlasılmazlıga sıgınmakla
suçlanmaktadır. Agır agır, sezdirmeden artmakta olan önemin ikili dogasına dikkat çekmek ilk
yapılacak is olmalıdır. Sayısız insanın hayatına temas etse bile, bir seyin islevi onun tikel niteliginin
garantisi degildir. Estetigin kendisiyle estetigin artık iletisimsel yönlerini gelisigüzel karıstırmak,
toplumsal bir fenomen olarak sanatı, sözde sanatsal züppeligin karsısında haklı bir konuma degil,
zararlı toplumsal sonuçlarının çesitli savunma yollarına götürür. Kültür endüstrisinin kitlelerin ruhsal
yapısındaki önemli rolü, hiç degilse kendini pragmatik gören bir bilim tarafından, onun nesnel
mesrulugu ve özsel nitelikleri üzerine düsünülmesini gereksiz kılmaz. Tersine, tam da bu nedenle onlar
üzerine düsünmek zorunludur.
Kültür endüstrisini sorgulanmamıs rolü ölçüsünde ciddiye almak, onu alabildigine ciddiye almak ve
tekelci karakterini gözardı etme korkaklıgına düsmemek demektir.
Bu fenomenle uzlasma ve hem çekincelerini belirtme, hem de onun gücüne olan saygılarını ifade
edecek genel bir formül bulma derdinde olan bu aydınlar, kendilerine zorla attırılan geri adımlardan
yeni bir yirminci yüzyıl miti yaratmayı henüz basaramamıslarsa bile, yazılarında ironik bir hosgörünün
egemen oldugu açıktır. Ne de olsa herkes biliyor bu aydınların hangi cep romanlarını, basmakalıp
filmleri, dizi halinde yayımlanan, ailelere yönelik televizyon programlarını, her derde bir çare köselerini
ve fal sütunlarını savunduklarını.
Kültür endüstrisini sorgulanmamıs rolü ölçüsünde ciddiye almak, onu alabildigine ciddiye almak ve
tekelci karakterini gözardı etme korkaklıgına düsmemek demektir.
Bu fenomenle uzlasma ve hem çekincelerini belirtme, hem de onun gücüne olan saygılarını ifade
edecek genel bir formül bulma derdinde olan bu aydınlar, kendilerine zorla attırılan geri adımlardan
yeni bir yirminci yüzyıl miti yaratmayı henüz basaramamıslarsa bile, yazılarında ironik bir hosgörünün
egemen oldugu açıktır. Ne de olsa herkes biliyor bu aydınların hangi cep romanlarını, basmakalıp
filmleri, dizi halinde yayımlanan, ailelere yönelik televizyon programlarını, her derde bir çare köselerini
ve fal sütunlarını savunduklarını.
Onlara göre tüm bunlar zararsızdır ve her ne kadar yaratılmıs da olsa bir talebe karsılık verdikleri için
demokratik bile sayılırlar. Aynı zamanda insanlara türlü türlü faydası olduguna, mesela bilginin, hayat
derslerinin, gerilimi azaltıcı davranıs biçimlerinin yayılmasını sagladıgına da dikkat çekerler. Ama
halkın nasıl politik anlamda güdümlü bir biçimde bilgilendigini arastıran her sosyolojik arastırmanın
gösterdigi gibi, yayılan bilgi sınırlı ve vasattır. Üstelik kültür endüstrisinin verdigi malzemeden
çıkarılacak dersler mantıksız, banal ya da kötülüge yönelticidir ve davranıs modelleri de utanmazlık
derecesinde uygitsincidir.
Bu köle ruhlu aydınlarla kültür endüstrisi arasındaki iliskide görülen ikili ironi sadece onlara özgü
degildir. Tüketicinin bilinci de kültür endüstrisi tarafından satılan eglence reçeteleriyle, kültür
endüstrisinin faydaları konusunda pek de saklı gizli olmayan bir süphe arasında ikiye bölünmüs
durumdadır. Insanlar sadece deyisteki gibi tongaya basmakla kalmaz, en küçük bir mutluluk vaadinde
dahi, altında yatanı görebilecekleri bir aldanmayı arzularlar. Adeta kendilerinden nefret ederek, göz
kapaklarını kapanmaya, seslerini onaylamaya zorlarlar, ne için üretildiginin eksiksiz bir bilgisiyle,
haksızca önlerine konanı alırlar. Kabul etmeseler de, hiçbir deger tasımayan tatmin edici mallardan
uzak kaldıklarında hayatlarının iyice çekilmez olacagını hissederler.
Kültür endüstrisinin en azimli savunucuları bugün bu endüstrinin (bizim kuskusuz ideoloji olarak
adlandırabilecegimiz) tutumunu, düzenleyici bir etken olarak gösteriyorlar. Kaos içinde oldugu
söylenen bir dünyada insanlara bir nevi konumlanma ölçütü vermesi bile tek basına takdire deger
sayılıyor. Oysa savunucularının kültür endüstrisinin korudugunu hayal ettigi sey, aslında onun
tarafından tamamıyla yok ediliyor. Insanların birbirine yakınlastıgı meyhaneler ve kahvehaneler renkli
film tarafından bombalardan daha kesin bir biçimde yerle bir ediliyor, film imago'sunu yok ediyor.
Filmlerin konu edinip isledigi hiçbir yurt, üzerinde yetisen emsalsiz karakteri birbirinin yerine geçebilir
bir aynılıga dönüstüren filmler karsısında, yurt olarak kalmaya devam edemez.
Kültür tanımını mesru bir biçimde elde eden sey, acı ve çeliskinin ifadesi olarak, iyi yasam fikri
konusunda bir kavrayısı korumaya çalısmıstır. Kültür endüstrisinin varolan gerçekligi iyi yasamın ta
kendisi gibi göstererek iyi yasam fikrinin üstünü örtmek için kullandıgı, sanki iyi yasamın gerçek
ölçütüymüs gibi sundugu, törel ve artık baglayıcılıgı olmayan düzen kategorilerinin, ya da salt
varolanın; kültür tarafından temsili mümkün degildir. Kültür endüstrisi temsilcilerinin sanatla
ugrasmadıkları yönünde bir tepki vermeleri bile bir ideolojidir ki, sektörün yasam kaynagını saglayanlar
konusundaki sorumluluktan kaçmalarına yarar. Hiçbir kötülük, kötülük olarak tarif edilmekle
düzeltilememistir.
Somut özgüllük olmadan tek basına düzene basvurmak bosa kürek çekmektir; öte yandan gerçeklikte
ya da bilinç karsısında kendini hiçbir zaman kanıtlayamayan normların yayılmasına basvurmak da aynı
derecede bostur. Nesnel ve baglayıcı bir düzen düsüncesi insanlara dayatılmaktadır, çünkü onlara
göre çok eksiklidir, içsel olarak ve insanlar karsısında kendini kanıtlamadıkça hiçbir iddiası yoktur.
Fakat kültür endüstrisinin hiçbir ürünü böyle bir ise girismez. Insanların beynine çakmaya çabaladıgı
düzen kavramları daima statükonun kavramları olmustur. Onları kabul edenlerin gözünde hiçbir
anlamları kalmasa bile, sorgulanmaz, çözümlenmez, diyalektik olmayan bir sekilde varsayılmıs olarak
kalırlar.
Kantçı buyrugun aksine, kültür endüstrisinin kategorik buyrugu artık özgürlükle hiçbir ortak yana sahip
degildir. Söyle der: Neye uyacagınız belirtilmemis olsa dahi uyacaksınız; gücüne ve her an her
yerdeligine bir refleks olarak, herkesin, öyle ya da böyle düsündügü seye, öyle ya da böyle varolana
uyum saglayacaksınız.
Kültür endüstrisinin ideolojisi o kadar güçlüdür ki bilincin yerini uygitsincilik almıstır. Kültür
endüstrisinden fıskıran düzen hiçbir zaman oldugunu iddia ettigi seyle ya da insanların gerçek
çıkarlarıyla karsı karsıya konmaz. Düzen kendi basına iyi degildir. Ancak iyi bir düzen iyi olabilir. Kültür
endüstrisinin bunu bilmezden gelmesi ve düzeni kendi basına göklere çıkarması, aktardıgı mesajların
yetersizligini ve yanlıslıgını da beraberinde getirir. Kafası karısmıslara yol gösterme iddiasıyla onları
aldatarak mevcut çatısmaların yerine sahte çatısmalar koyar.
Onların çatısmalarını sadece görünüste, gerçek yasamlarında çok zor uygulanabilecek biçimlerde
çözer. Kültür endüstrisinin ürünlerinde insanlar ancak zarar görmeden kurtulacaklarsa basları derde
girer ve genelde onları kurtaran da hayırsever bir kolektifin temsilcileri olur; ondan sonra bos bir ahenk
olusur, daha baslangıçta çıkarıyla taleplerinin uzlasmaz oldugu anlasılan çogunlukla uzlastırılır. Kültür
endüstrisi bu amaçla, kavramsal olmayan alanlarda bile formüller gelistirmis ve örnegin hafif müzigi
ortaya çıkarmıstır. Burada da insan bir karmasaya düser, ritmik sorunlar yasar ve bu sorunlar anında
basit bir temponun zaferiyle çözülür gider.
Fakat kültür endüstrisinin savunucuları bile insanlar için nesnel ve asıl olarak yanlıs olanın, aynı
zamanda öznel anlamda iyi ve dogru olamayacagı konusunda Platon'a karsı çıkamazlar. Kültür
çözer. Kültür endüstrisinin ürünlerinde insanlar ancak zarar görmeden kurtulacaklarsa basları derde
girer ve genelde onları kurtaran da hayırsever bir kolektifin temsilcileri olur; ondan sonra bos bir ahenk
olusur, daha baslangıçta çıkarıyla taleplerinin uzlasmaz oldugu anlasılan çogunlukla uzlastırılır. Kültür
endüstrisi bu amaçla, kavramsal olmayan alanlarda bile formüller gelistirmis ve örnegin hafif müzigi
ortaya çıkarmıstır. Burada da insan bir karmasaya düser, ritmik sorunlar yasar ve bu sorunlar anında
basit bir temponun zaferiyle çözülür gider.
Fakat kültür endüstrisinin savunucuları bile insanlar için nesnel ve asıl olarak yanlıs olanın, aynı
zamanda öznel anlamda iyi ve dogru olamayacagı konusunda Platon'a karsı çıkamazlar. Kültür
endüstrisinin uydurmaları ne mutlu bir hayatın, ne de ahlaki sorumluluga götüren yeni bir sanatın
rehberi olabilir, onlar ancak, büyük çıkar çevreleri tarafından çizilen çizgiden çıkmamaları için insanlara
ögüt vermeye yarayabilir. Yaygınlastırmaya çalıstıgı uzlasma görünmez, seffaf olmayan bir yetkeyi
güçlendirir.
Kültür endüstrisi asıl anlamı ve mantıgı degil de faydası bakımından, gerçeklikteki konumu ve ortada
bulunan iddiaları açısından degerlendirilecek olursa; dikkatler onun daima basvurdugu fayda konusuna
yöneltilecek olursa, yapacagı etkinin potansiyelinin iki kat daha fazla oldugu anlasılacaktır. Ama bu
potansiyel, gücün yogunlasması sayesinde, çagdas toplumun güçsüz bireylerinin mahkûm oldugu
tanıtım ve insan zayıflıklarının sömürülmesinde yatar. Bu bireylerin bilinci daha da geriler. Bazı alaycı
ABD'li film yapımcılarının on bir yasındakileri de göz önüne alarak film çekmek durumunda olduklarını
söylemeleri bir rastlantı degil. Ellerinde olsaydı, böyle yaparak yetiskinleri de on bir yasına indirmek için
canlarını verebilirlerdi.
Kültür endüstrisinin tekil bir ürününün geriletici etkilerini açıkça ortaya koyan saglam bir arastırmanın
henüz yapılmadıgı dogrudur. Ancak, yaratıcı düsünmeyle düzenlenen bir arastırmanın, sermaye
gruplarının rahatını kaçıracak sonuçlara ulasacagına hiç kusku yok. Ne olursa olsun, damlayan suyun
zamanla tası delecegini tereddüt etmeden söyleyebiliriz, özellikle de kitleleri saran kültür endüstrisi
sisteminin, sapmalara giderek daha az hosgörü gösterdigini ve hiç durmadan aynı davranıs kalıpları
üzerinden hareket ettigini düsünecek olursak.
Ancak ve ancak bilinçaltının derinliklerindeki güvensizlik, sanatla görgül gerçeklik arasındaki farkın
kitlelerin ruhsal dogasındaki son kalıntısı, neden uzun zamandır dünyayı kültür endüstrisi tarafından
kuruldugu biçimiyle algılamadıklarını ve kabullenmediklerini açıklayabilir. Kültür endüstrisinin verdigi
mesajlar iddia edildigi kadar zararsız olsa bile –ki pek çok durumda zararlı oldukları açıktır, örnegin
aydınları tipik karakterlerle temsil ederek onlara yönelik antipropagandaya katkı saglayan filmler– bu
mesajlarla öne çıkardıgı görüslerin zararlı oldugu açıktır. Bir astrolog herhangi bir günde okuyucularına
dikkatli araba kullanmalarını tavsiye ederse, bunun gerçekten de kimseye zararı olmaz, fakat bunun
altında yatan, her gün geçerli olan ve tam da bu yüzden belli bir günde özellikle tekrarlanması aptalca
görünen bir tavsiyenin dogrulanması için yıldızlara bakmak gerektigi gibi sersemletici bir fikir,
alabildigine zararlıdır.
Insanın bagımlılasması ve kölelesmesi, yani kültür endüstrisinin yok edici etkisi, ABD'de yapılan bir
programda halktan bir kisinin, insanlar ünlü karakterleri taklit ederlerse çagımız sorunlarının yok
olacagı yönündeki görüsünden daha iyi bir biçimde tarif edilemezdi. Kültür endüstrisi, ikiyüzlüce önüne
geçtigi mutluluktan insanları uzaklastırmak için aldatıcı bir memnuniyet duygusunu devreye sokmakta,
dünyanın tam da kültür endüstrisinin istedigi gibi oldugu fikriyle bir refah havası yaratmaktadır.
Kültür endüstrisinin asıl etkisi aydınlanma karsıtlıgında kendini göstermektedir ve doga üstündeki
gittikçe artan teknik egemenlik olarak aydınlanma, Horkheimer'la benim daha önce de yazdıgımız gibi,
kitleleri aldatma haline gelmekte, bilinci zincire vurma yöntemine dönüsmektedir. Kendi baslarına
bilinçli olarak yargılayan ve karar veren özerk, bagımsız bireylerin gelisimi önünde bir engel olarak
durmaktadır. Böyle bireyler, güçlenmek ve gelismek için olgun insanlara ihtiyaç duyan demokratik
toplumun olmazsa olmaz önkosuludur.
Eger kitleler sırf kitlelere dönüstükleri için hakir görülüyorsa, sunu akıldan çıkarmamak gerekir ki, onları
kitlelere dönüstürüp küçük düsürme, devrin üretim güçleri ne kadarına izin veriyorsa o kadar
olgunlasmalarını saglamak için, özgürlesmelerini engelleme konusunda kültür endüstrisinin rolü çok
büyüktür.