|
 |
|
İÇERİK |
|
|
|
|
|
 |
|
biyografiler |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Cumhur Başkanı
Abdullah Gül Belgeseli
Haz1rlayan: Can Dündar
cd1
Büyük ekran izleyin
cd2
Polis kökenli bir baba... Kendisi gibi polis olmak isteyen oğlu... O babanın oğlunun kollarında can verişi... O oğlun kızının da yıllar sonra bir hastalığa kurban gidişi... Ağar'ın, yollar, acılar, skandallar, iniş çıkışlarla dolu yaşam öyküsünden sadece birer kesit bunlar...
Türk tipi politikanın eşsiz bir örneği: Deniz Baykal
Gölgesini büyüten adam
En sevdiği şiir “Herkesin bırakıp gittiği noktada/sen dayanabilirsen tek/adam oldun demektir” diyordu. O yüzden hep dayandı. Örnek aldığı lider, bu şiirin tercümanı Bülent Ecevit’ti…
Cemal Süreyya, Deniz Baykal’ı şu sözlerle tarif ediyor: “Yalnız gölgesiyle göründü. Işığın hemen önünde durarak, hep öyle yaparak, gölgesini büyüttü. Öyle ki pelerini ürkütücü de sayılır oldu.”
Geçen hafta başı, CHP için hezimet olan seçim sonuçlarını ‘büyük zafer’ gibi sunan adam, adeta Cemal Süreyya’yı doğrularcasına gerçeğin ışığının önünde duruyor ve artık kullanılmaktan iyiden iyiye eprimiş peleriniyle gölgesini büyütüyordu.
Şu farkla ki, artık ürken kalmamıştı.
Tarihe ‘Türk tipi politika’nın en bildik sembollerinden biri olarak geçecek Deniz Baykal…
Partisinin her seçimde biraz daha eriyor olmasını, fazla kilolarından kurtuluyormuş gibi yorumlayacak kadar rahat…
Sonuçları ‘hezimet’ diye yorumladığı için medyayı suçlayacak kadar pervasız…
İstatistik bilmeyenlere rakamların dilini öğretecek kadar öfkeli…
Her şeye, hiçbir şey olmamış gibi devam edebilecek kadar genç…
Genç Baykal?
Tuhaftır, ama 1938 doğumlu Baykal, toruna karıştığı halde Türk siyasetinin ‘genç lideri’ unvanını kimseye kaptırmadı. Onu Or-an sırtlarında koşarken ya da bisiklete binerken görenler de bu illüzyonu sürdürmekte beis görmediler.
Anlatılanlara bakılırsa, çocukken de öyleydi.
Her sabah muntazam koşar, koşarken kızarır, kızardığı için ona ‘Domates Deniz’ denirdi.
Dar gelirli bir ailenin çocuğu olduğundan tamirci çıraklığı, simitçilik yaparak yetişmiş, ama darda kalmadıkça -Tayyip Erdoğan gibi- bunları siyasette dile getirmemeye özen göstermişti. Liseyi doğup büyüdüğü Antalya’da okurken kentin sulama kanallarında işçilik de yapmıştı, Toprak Mahsulleri Ofisi’nde ambar puantörlüğü de… Tekneyle karpuz nakliyeciliği de…
Heybeliada Deniz Lisesi’ne girmek istemiş ama bir sağlık raporu nedeniyle giriş sınavını kazanamamıştı. Daha sonra pek özendiği Deniz Üssü’ne 1980′de Zincirbozan’da sürgün olarak gidecekti.
Hukukçu
Hayatının iki önemli kararını o yıllarda vermişti:
Hukukçu olmak ve ortaokul aşkı Olcay Hanım’la evlenmek…
İkisi de oldu.
Ankara Siyasal’a girip 1959′da mezun oldu. 1961′de Mümtaz Soysal’ın Anayasa Hukuku kürsüsüne asistan olarak girdi. ‘Mülkiye Cuntası’ içinde Turan Güneş’in rahle-i tedrisinden geçti.
Asistan olduğu yıllarda, Hazine Müsteşarlığı’nda işe başlayan Olcay Hanım’la evlendiler. Fazla paraları olmadığından düğün yapamadılar. Akçakoca’da, hiç tanımadıkları iki kişinin tanıklığında sessiz sedasız evlendiler.
Baykal, -diğer politikacıların aksine- eşini hiç yanında gezdirmese de, her Yengeç burcu gibi ailesine düşkündü. Ve tabii ihtiraslı…
Siyasetçi
Siyaseti bırakması CHP’nin bir seçim hezimetiyle mi olacak, bilinmez ama, siyasete atılması CHP’nin bir seçim hezimetiyle oldu.
1965 yenilgisi üzerine CHP’nin durumunu değerlendiren bir rapor yazdı.
Daha sonra yazacağı doçentlik tezine dayanak olan bu çalışmada bu dibe vurmanın bir çıkışın başlangıcı olabileceğini yazdı. Siyasal Katılma başlıklı tezine göre DP geleneği halkın muhafazakâr değerlerine saygılıyken, CHP, onları değiştirmekten yanaydı. DP’liler halka hizmet götürürken, CHP’liler ona dans öğretmekle meşguldüler. Bu yüzden de hizmet almamış halk, değerlerine saldıran bu partiyi sandıkta habire cezalandırıp duruyordu.
İlginçtir, geçen hafta Baykal’ın partisi dibe vurduğunda, muhalifleri ona tam da bu saptamalarla saldıracaklardı.
Hizipçi
Sözkonusu rapor Turan Güneş aracılığıyla CHP’nin yükselen yıldızı Bülent Ecevit’e ulaştırıldı. Ecevit, bu genç akademisyeni elinden tutup İsmet İnönü’ye götürdü. Ve partiye böyle kaydoldu.
12 Mart döneminde askerdeydi.
Döndüğünde Ecevit’i partinin başına geçmiş buldu ve onun isteğiyle 1973 seçimlerinde Antalya’dan adaylığını koydu.
35 yaşında milletvekiliydi. 36’sında Maliye Bakanı oldu.
Ancak ‘70′li yıllar onun adının ‘hizipçilik’le özdeşleştirileceği yıllar oldu. O kadar ki, Meydan Lauresse sözlüğünün ‘Hizip’ maddesi hizipçiliğin ne olduğunu anlatırken kendisine atıf yapıyordu.
Sürgün
İkinci siyaset stajını 12 Eylül sonrası Demirel’le birlikte sürgünde olduğu Zincirbozan’da yaptı. Burada düzenlenen seminerlerde, Türkiye sorunları üzerine siyasi rakipleriyle uzun tartışmalar yaptı.
Referandumla yasaklar kalkınca da yeniden meclise döndü.
O gün bugündür, yani 17 yıldır ‘Deniz’le partisi arasında med-cezir manzaraları yaşanıyor.
Kâh Ricky Martin şarkısıyla merdivenlerden iniyor, kâh Yunus’lardan Edebali’lerden söz edip Anadolu solu kavramını ortaya atıyor, kah bırakıp gidiyor, dayanamayıp geri dönüyor.
1988 SHP kurultayında hizipçilik iddialarını yalanlarken “Ben Baykalcı değilim” açıklamasını yaptı.
2000′de Yener Süsoy’a “Hizip kurmaya ne maddi gücüm var, ne de benden talimat bekleyen insanlarım…” dedi; “Arkamda ne bana güç katan işadamları, ne medya, ne aşiret, ne de maddi güç var. Ben yalnız bir adamım. Baremin 6. derecesinden emekli Hüseyin Hilmi’nin oğlu Deniz Baykal’ım ben…”
Gladyatör
Lider Biyografilerindeki Türkiye (Aykırı Tarih, 2001) kitabında Deniz Baykal bölümünü yazan Yücel Demirer ve Levent Erçin ona ‘Ya çok sevilen ya da nefret edilen’ başlığını yakıştırdılar.
Bedri Baykam’a göre o, “Herkese rağmen herkesi kurtaracak gladyatör"dü.
Cemal Süreyya’nın (99 Yüz, Kaynak Y, 1991) tabiriyle ise “3 kişinin içinde ahbap, 100 kişi içinde yol gösterici… 1000 kişinin içinde hiç…”
Süreyya, Baykal notlarını -bugünü okurmuş gibi- bitirir:
“Her şey bitti mi? Sayılmaz. Deniz Baykal’ın o saç büklümü, alınyazısını bugün yine özenle gizlemekte… Eskisi kadar güvenli biçimde olmasa da…”
İşte Baykal’ın en sevdiği şiir
“Ne kazandım diye sevin, ne yıkıldım diye yerin”
Bir tarihte CHP liderine en sevdiği şiir sorulduğunda Adam Olmak demişti. Ne zaman sıkılsa, sıkıntısını bu şiirle dindirmişti.
Şairin adı Rudyard Kipling’di. Tercümanı ise Bülent Ecevit…
Şiiri okuyunca, yenildiği her seçimden sonra Baykal’ın nasıl olup da “Zafer bizim” açıklaması yaptığını daha iyi anlayacaksınız:
“Çevrende herkes şaşırsa,
bunu da senden bilse,
sen aklı başında kalabilirsen eğer,
herkes senden kuşku duyarken hem kuşkuya yer bırakır,
hem kendine güvenirsen eğer,
bekleyebilirsen usanmadan,
yalanla karşılık vermezsen yalana,
kendini evliya sanmadan
kin tutmayabilirsen kin tutana.
düşlere kapılmadan düş kurabilir,
yolunu saptırmadan düşünebilirsen eğer,
ne kazandım diye sevinir, ne yıkıldım diye yerinir,
ikisine de vermeyebilirsen değer,
söylediğin gerçeği eğip büken düzenbaz,
kandırabilir diye safları, dert edinmezsen,
ömür verdiğin işler bozulsa da yılmaz,
koyulabilirsen işe yeniden.
döküp ortaya varını yoğunu,
bir yazı turada yitirsen bile
yitirdiklerini dolamaksızın dile
baştan tutabilirsen yolunu
yüreğine sinirine dayan diyecek
direncinden başka şeyin kalmasa da,
herkesin bırakıp gittiği noktada,
sen dayanabilirsen tek
herkesle düşüp kalkar erdemli kalabilirsen,
unutmayabilirsen halkı, krallarla gezerken
dost da düşman da incitemezse seni
ne küçümser ne büyültürsen çevreni
her saatin her dakikasına
emeğini katarsan hakçasına
her şeyi ile dünya önüne serilir
üstelik oğlum, adam oldun demektir.”
Mehter takımındaydı. Futbol takımındaydı. Münazara takımındaydı. Dersleri zayıf olsa da sosyal yönü tamdı. Bir hocası, "Çalışkan imam hatipliler birer hacı kızı alıp eve çekilecek. Türkiye'yi siz yöneteceksiniz" dedi
Siyasete komşusu soktuDün, tek başına iktidar olamazsa siyaseti bırakacağını açıklayan Erdoğan, siyasete 33 yıl önce bir komşusunun önayak olması sonucu girmişti.
1973'te İmam Hatip'i bitirmiş, ertesi yıl İstanbul İktisadi Ticari İlimler Akademisi'ne başlamıştı. O yıl, futbol sayesinde iş de bulmuştu.
Oynamakta olduğu Camialtı futbol takımından 1. Amatör Küme takımlarından İETT'ye transfer olunca İETT Altıntepe Müdürlüğü'nde işçi olarak işe alınmıştı.
Milli Selamet Partisi'nin meydanlara çıktığı yıllardı. Komşusu, hemşerisi, arkadaşı Nuri Avcı, MSP Gençlik Kolları Başkanı'ydı. Onu bir parti toplantısına götürdü. Sonra da partiye üye olmasını teklif etti. Ama Erdoğan'ın babası koyu AP'liydi. Böyle bir şeye asla izin vermezdi.
Erdoğan, "Üye olurum ama gizli kalsın, babam duymasın" dedi. Böylece, gizlice MSP'ye üye oldu.
Çok kısa zamanda girişkenliği sayesinde MSP'nin Beyoğlu Gençlik Kolları Başkanı olacak, bir yıl sonra da İstanbul İl Gençlik Kolları Başkanlığı'na terfi edecekti.
Sistem ve Erdoğan...Erdoğan'ın yükselişinde sistemin payı var mı?
Kariyerinin değişik aşamalarına dikkatlice bakıldığında anlaşılıyor ki, istemeden de olsa aslen ona muhalif olan siyasal sistem, bu yükselişe omuz vermiş.
Hatırlatalım:
12 Eylül geldiğinde Erdoğan İETT'de çalışıyordu. Emine Hanım'la evlenmişti. İki çocuk babası olmuştu. Erbakan'ın gözdeleri arasına girmişti. MSP'nin Gençlik Kolları Başkanı idi.
Dönemin Sebil dergisi, onu "İslamcı gençliğin gerçek liderlerinden" diye tanımlıyordu.
12 Eylül'de askerle ilk kez karşılaştı. İETT'nin başına bir komando albay gelince kendi deyimiyle "farklı bir hava esti. O hava kendisine uymadı" ve istifasını verip ayrıldı. Daha 70'lerin sonunda İslamcı hareket tamamen ortadan çekilmişe benziyordu. Sonra ne oldu da birden palazlandı?
Erdoğan'ı yıllardır izleyen araştırmacı Ruşen Çakır'ın buna dair önemli bir gözlemi var: "12 Eylül'de ülkücü ve devrimci gençler hapislere dolduruldu. Gençlik boşta kaldı ve burayı büyük ölçüde İslamcılar doldurdu. Eğer onlar da o dönem ülkücüler ve devrimciler kadar telef olsalardı, belki bugün AKP'nin tek başına iktidarına kadar gelen süreç yaşanmazdı."
Ateşten gömlek
Erdoğan askerliğini yapıp döndüğünde ANAP kurulmuş, eski MSP'liler orada saf tutmuştu.
Yeni kurulan Refah Partisi adam bulamıyordu. Bu çalışma için görüştüğümüz Çakır'a göre, burada da kritik bir karar verdi. "Ateşten gömlek giydi" ve herkes Özal'ın peşine takılırken, -hatta söylenti doğruysa Özal kendisine özel kalem müdürlüğünü teklif etmişken- Erbakan'ı ve onun yeni partisi Refah'ı tercih etti.
Orada, çok daha hızlı sivrildi. Henüz 31 yaşında, Türkiye'nin en büyük kentinde il başkanı olmuştu. Bir süre sonra da milletvekili adayı olacaktı.
Sistemin hediyesi
Ruşen Çakır'a göre, Erdoğan'ın siyasal kariyerinde sistemden aldığı bir "büyük hediye" daha var: Şiir okuma nedeniyle gelen hapislik...
"Bu..." diyor Çakır, "...Erdoğan'a sistemin bir hediyesidir. Onu batırmak isterken tam tersine çıkardılar. Refahyol'un 28 Şubat deneyimi ile Erbakan ve kurmaylarının kötü sınav verişi de o döneme denk gelince Erdoğan'ın önü açıldı."
Tabii "hediyeler" ve tesadüflerle bireysel yeteneğin kesiştiği bu öyküye Erdoğan'ın baştan beri yanından ayırmadığı ekibini, Albayrak'ların finans imkânlarını, MÜSİAD çevrelerinin verdiği desteği de katıyor Çakır...
O destekler arasına son dönemeçte ABD de katılınca 60'ların imam hatip lisesi öğrencisinden 2000'lerin Başbakanı çıkıyor.
Bahçeli'nin sırları
Devlet Bahçeli, çocukken de, akademisyenken de, Türkeş'in yanındayken de hep şimdiki gibi ketum, mesafeli ve gösterişsizdi. Ama bu özelliği onun sessiz ve derinden tırmanışını engellemedi
Çatlı'nın hocası
1971'de mezun oldu ve okulda asistan olarak kaldı. Abdullah Çatlı, öğrencileri arasındaydı. Öğrencileri ve öğretim elemanları akademisyen Bahçeli'yi, bugünkü gibi ciddi, ağırbaşlı biri olarak anımsıyorlar. Yakınları ona "Devlet Abi" diye hitap ediyor. Okulun yakınlarındaki Ciğer 52'de yemek yiyor; yanında hesap ödemeye kimse cüret edemiyor.
O zaman da alnını ve ensesini açık bırakacak şekilde saç tıraşı oluyor. Nedenini soranlara şöyle diyor:
"Alnınız açık olsun ki övülecek bir iş yaptığınızda alnınızdan öpsünler; enseniz açık olsun ki kötü bir şey yaptığınızda şaplağı vursunlar."
Örgütçülüğüne akademisyenliğinde de devam ediyor; "Ülkücü Maliyeciler ve İktisatçılar Yüksekokullar Asistanları Derneği"nin (ÜNAY) kurucuları arasında yer alıyor. Ülkücü öğretim üyelerinin üniversitede kadrolaşması için çalışıyor.
Bugün adı Gazi Üniversitesi olan Akademi'den arkadaşı Rıza Ayhan, yazları çadırla tatile çıktıklarında, köylülerle sohbet edip memleket meselelerini tartışmaktan tatil yapamadan geri döndüklerini anlatıyor.
"Tatilin iyisi böyle olur" diyor Bahçeli... O yıllara ait "tek vukuat"ı var mahkeme kayıtlarında... 1978'de beyaz Renault'sunu ülkücü gençlere ödünç veriyor ve aracın bagajındaki portakal sandığından 2 makineli tüfek çıkıyor. Konu, Adana MHP davasında gündeme geliyor; ama Bahçeli'nin ifadesi alınmıyor.
12 Eylül'de hemen bütün siyasi dernekler kapatılırken Bahçeli'nin Üniversite Akademi ve Yüksekokullar Asistanları Derneği'ne dokunulmuyor.
Ama üniversite, Bahçeli'nin doktora tezine danışman hoca vermeyi geciktirerek engelleme yapıyor. Bahçeli bu yüzden tezini 10 yılda tamamlayabiliyor.
Evlilik hazırlığı
12 Eylül yıllarında üniversitedeki ülkücü arkadaşlarıyla MHP'nin "akademisyenler grubu" gibi çalışıyorlar.
Hamle ve Töre dergilerini çıkarıyorlar. Bahçeli o ara, siyasi faaliyetler yasaklanınca bir ev alıp döşüyor, evlenme hazırlığına girişiyor; üniversiteden bir arkadaşına "Ev hazır, şimdi içine bir hanımefendi bulmak kaldı" diyor. Ancak "memleket meseleleri" nedeniyle bu planı hep ertelemek zorunda kalıyor.
1987'de Türkeş'ten Milliyetçi Çalışma Partisi'ne davet alıyor. Ve o yıl, 19 Nisan'daki kongrede Genel Sekreter seçiliyor. O gün, kendisini siyasete girmeye teşvik eden babasının ölümünün 20. yıldönümü...
10 yıl yanında çalıştığı Başbuğ ölünce yerine geçiyor. Ve 1999'da, bir başka 19 Nisan sabahı, partisinin büyük zaferiyle milletvekili oluyor.
Sonrası?.. 10 gün sonra belli olacak.
Ferdi Tayfur hayranı Diğer liderlerin tersine, Bahçeli'nin özel hayatı pek az biliniyor.
Fanatik Beşiktaşlı... Türk halk ve sanat müziklerini seviyor; arada Ferdi Tayfur dinliyor. Favori yemeği: Acılı Adana...
Asla ütüsüz pantolon, kravatsız elbise giymiyor.
Bekâr. Ankara'da ablası Serpil Hanım'la oturuyor.
1948'de Osmaniye'de doğmuş. Türkmen köklerine dayanan Bahçeli ailesi koyu CHP'li... İsmet Paşa hayranı olan babası Salih Bahçeli'nin ilk evliliğinden iki çocuğu var. İlk eşi vefat edince Saime Hanım'la evlenmiş. Ondan da 4 çocuğu olmuş.Oğullarına, gördüğü bir rüyadan isimler koymuş: Turan, Servet ve Devlet...
Harmandalı oynardıDevlet Bahçeli'nin çocukluk izlerini süren Hacı Mehmet Duranoğlu, Osmaniye 7 Ocak İlkokulu'ndaki  diploma defterine ulaştı:
Defterde doğum tarihi, doğum kaydı tutulmamış pek çok Anadolu çocuğunun olduğu gibi, 1 Ocak görünüyor. Diploma derecesi: Pekiyi...
Bahçeli'nin Yavrukurt'ken çekilmiş bir fotoğrafı da var. Ağabeyi Servet Bahçeli, Duranoğlu'na Bahçeli'nin çok iyi halay çektiğini anlatıyor: "Öğrenciliğinde, okul müsamerelerinde ben mandolin çalardım, Devlet harmandalı oynardı" diyor.
Çerkez Ethem Belgeseli
Hazırlayan: Mim Kemal Öke
|
|
|
|
|
|
|
 |
|
İLETİŞİM edebiyatokyanus@gmail.com |
|
|
|
edebiyatokyanus 692892 ziyaretçi (1259278 klik) kişi burdaydı! |