edebiyatokyanus
İÇERİK  
  ANA SAYFA
  YAZILAR
  ARAŞTIRMA-İNCELEME
  SÖYLEŞİ
  => Attila İlhan ile Roman, Şiir, Gerçekçilik, Dil, Sinema ve Diğerleri üzerine
  => Kelimeler bedava, cümleler sebil-A.Turan Alkan
  => Garbın Şark Meselesi-Suat Parlar
  => Depresifler Bana Göre Evrimsel Olarak Bir Sonraki Aşamayı Temsil Ediyor, Yazdıklarım Onlaradır-M.Tahir Ceylan
  => AMERİKA'NIN MATRUŞKASI-YİĞİT TUNCAY VE SUAT PARLAR
  => 21. YÜZYILDA TÜRKİYE" ÜZERİNE YAPILAN SÖYLEŞİLER-Emre Kongar
  => 21. YÜZYILDA TÜRKİYE-2 -Emre Kongar
  => 19 Mayıs Atatürkçü Düşünce Kulübü-ATTİLA İLHAN
  => Türk Aydını Türk Değildir-ATTİLA İLHAN
  => Attilâ İlhan kendini nasıl tanımlar?- Attilâ İlhan
  => Türk Şiirinin yaşayan büyük ustalarından Abdurrahim KARAKOÇ 'la Leylâ AKGÜL'ün söyleşisi
  => ÖYKÜ TARTIŞMASI
  => SÖYLEŞİ - Hegel’in Günümüz Felsefesi Açısından Önemi
  => ACQUES DERRIDA’YLA SÖYLEŞİ
  => Doğruya, İyiye ve Güzele
  => Enis Batur'la söyleşi “Umutsuz Karamsardır”
  DENEME
  ATTİLA İLHAN
  ATTİLA İLHAN-KÖŞE YAZILARI
  E-KİTAP
  ANSİKLOPEDİK
  SATRANÇ VİDEO DERSLERİ DÖKÜMANLAR
  SATRANÇ OYNA
  ŞİİR
  DİL ANLATIM TÜRK EDEBİYATI - LİSE KAYNAK
  EDEBİYAT RADYO
  EDEBİYATIMIZDA ŞİİR ROMAN ÖYKÜ (dinle)
  100 TEMEL ESER (dinle)
  100 TÜRK EDEBİYATÇISI (dinle)
  SESLİ KİTAPLAR
  FOTOĞRAF ÇILIK
  E-DEVLET
  EĞİTİM YÖNETİMİ DENETİMİ
  RADYO TİYATROSU
  ÖĞRETMEN KAYNAK
  EDEBİYAT TV
  SÖYLEŞİLER - BELGESELLER TV
  RADYO KLASİK
  TÜRKÜLER
  GAZETELER MANŞETLER
  ÖYKÜ ANTOLOJİSİ
  DERGİLER - KİTAPLAR - KÜTÜPHANELER
  E-DERGİ
  KİM KİMDİR BİYOGRAFİLER
  ZİYARETÇİ DEFTERİ
  İLETİŞİM
  EDEBİYAT OKYANUS
Enis Batur'la söyleşi “Umutsuz Karamsardır”
Enis Batur'la söyleşi “Umutsuz Karamsardır”
E. Efe Çakmak


 

E. EFE ÇAKMAK: “Şairin en önemli yanı bilge yanı değil hayvan yanıdır” diyorsunuz. Bunun anlamı şiirin bir “bilme biçimi” olamayacağı mı? Şiirin sorulara cevap olamayacağını mı söylüyorsunuz? Sizin “meraklı” bir şair olduğunuzu biliyoruz; merak şiirsel malzeme üretemez mi? Bir de “şair”in aynı zamanda “aydın” olup olmadığı sorusu geliyor bundan sonra.
ENİS BATUR: Bir soru sorarmış gibi yapıyor, bir dizi soru yöneltiyorsunuz — izin verirseniz, şunları bir sıraya koyalım. Şiirin bir “bilme biçimi” olamayacağını söylemiyorum, başka bir “bilgi”den, “bilme biçimi”nden sözetmenin daha doğru bir yaklaşım sağlayacağını ileri sürüyorum. Akla, tartıma başvursa bile, şairin bilgisi sınırdan biraz taşmaya yatkındır: İrrasyonelin, bilinçaltının, toplumsal çerçevelemelerin ötesinin devreye girdiği bir alan onunkisi. Sıcak ve tehlikeli bir örnek vereceğim: Son bombalı saldırılarda, Beyoğlu'ndaki patlamaya yolaçan kamyonet hedefe yaklaşırken hemen arkasındaki aracın şoförü, öndeki şoförün bariyerlere çarptığını, kaldırıma çıktığını, gene de kontrolü tam kaybetmeden konsolosluk binasına daldığını adım adım izlemiş. O gece, herkes yaşananlarla doluydu şüphesiz; ben de. Gelgelelim, ertesi gün, tanığın söylediklerini okuduğumda, kamyoneti süren teröristin ruh hali, zihin çarkları, gövdesindeki yalpalanmanın iradî kilitlenişini altedemeyişi, bütün bunlara ilişkin bilgisizliğimizin, hattâ o bilgiyi istemeyişimizin nedenleri üzerinde durmaya yöneldim. Şiirsel kesit orada bir noktada biçimleniyor işte: Aklın izin vermediği, verdiği, gövdedeki organik gizilgüçlerin taşkınlaştığı yerde. Bu karmaşık gerçekliğe şiirin sokuluş biçimi, öteki akıl yürütme ve bilgisel bağlantılar kurma yöntemlerinden farklı. Şiir sorulara yanıt getirebilir mi sorunuza aynı örnek üzerinden gidelim: Bir çözümleme aramıyorsak, çünkü çözümleme için öteki bilgi dallarına, yöntembilimsel bakışlara uzanmak daha uslu tutum olur, Şiir beklenmedik (ve ısrarla tekrarlıyorum: İstenmedik) yanıtı getirebilir: Öyle ya, pek az kişi, böyle bir olayda, teröristin ruh halini anlamak ister, yaralanmış bir topluluk bu çabanın gereksizliğini savunur sert bir dille, şiire işte bundan, aslında gereksinme kalmamıştır. Merak sorunuza da böylece yanıt vermiş oldum bir bakıma: Biliyorsunuz, inanç düşüncesinde, sözgelimi Augustinus'ta merak kavramına haddi bildirilmiştir. Şairde, merak edilmesinde sakınca görülene eğilim olduğu doğrudur.
E.E.Ç.: “Auschwitz'den sonra şiir yazılamaz” mı diyorsunuz?
E.B.: Valéry'nin 1945'de kurduğu bir cümle, “Bizler, uygarlıklar, ölümlü olduğumuzu biliyoruz” cümlesi, o tarihten bu yana okuru yazarı yaralamayı sürdürüyor. Adorno'ya atfedilen “Auschwitz'den sonra şiir yazılamaz” yargısı, yaşanılanların ardından hiçbir şeyin eskisi gibi yapılamayacağına işaret ediyor sanıyorum. Bu iki bilgiyi, Tarih'in içinde İnsan'ın yerini arayan, sorgulayan her şairin başucuna koyması gerekir. Ondandır, umutsuz olmayan şairler karamsardır.
Bu arada, ilk sorunuzun son sorusunu unutmayalım: Nabokov'un üslûbuyla, önce bir karşı-soru yönelteyim size: “Aydın” derken, elinizde bir tanım var mı, “aydın”dan ne anlıyorsunuz? Bu karşı-soru, şundan: Dreyfus olayıyla gündeme gelen “entelektüel” kavramıyla, geri gidersek Erasmus ya da Bruno'da, ileri gidersek Sartre ya da Russell örneklerinde, hem çakışan, hem ayrışan özellikler buluyoruz, evrensel ve zamanlarüstü bir aydın formatı yok elimizde. Ortalama bir tanımdan hareket edebiliriz, dilerseniz. O zaman da, Şair için kural koyamayız. Aydın yanı ağır basan güçlü ve sıradan şairlere, aydın yanı ağır basmayan güçlü ve sıradan şairlere rastlıyoruz — demek, bağlantılı koşul sözkonusu değil burada.
E.E.Ç.: Peki teknik anlamda şiir, bir tür “şiir tekniği”, yani “şiir bilgisi” olabilir mi sizce? Şiir bilgi sağlasın sağlamasın, şiirin nasıl yazılacağı, nasıl şair olunacağı bilinebilir mi?
E.B.: Şimdi, şiir bilgisi apayrı şey. Şair sayılabilecek her şiir yazarı –bütün şiir yazanları şair saymak kimsenin aklından geçmez sanırım– az ya da çok şiir bilgisine ulaşmıştır. Şüphesiz, akademik bir bilgi türünden hareket etmemek gerekir: Öyle olsa, en güçlü çağdaş şairlerden biri Roman Jakobson olurdu. Şiir tekniği, öte yandan, kolay ele avuca sığan, yaş ilerledikçe yetkinleşen bir bilgi biçimi olarak da görülemez: Küçücük çocuklar müthiş şiirler, başyapıtlar vermişlerdir: Rimbaud, Shelley, Keats, Novalis, saymakla bitmez. Kısacası, şiir bilgisiyle, teknik bilgisiyle övünmenin bir anlamı yoktur. Bir yandan öğrenilmesi, bir yandan unutulması bana kalırsa en iyisi. Çok bilmiş terzilerin, teğelleri kumaşın üstünde unuttuklarını göremediklerine sık rastlanır örneğin. En sağlam şiir bilgisi, teknik bilgi, şiir okunarak elde edilendir, kuramsal bilginin katkısı pek azdır.
E.E.Ç.: Peki Türk şairi, genel olarak bilge midir yoksa hayvan mı?
E.B.: Her “iyi” şairde bu iki zıt kutbun değişken bir ortalamasına rastlanır. Birinin payı aşırı artmışsa zaaf görünür: Ya kurumuştur, ya ölçüsüzleşmiştir. Türkçe güçlü bir dil, güçlü bir şiir geleneği var; dolayısıyla bilgeleri öcü, öcüleri bilge.
E.E.Ç.: Şiir-teknik çerçevesinde son bir bakış açısı deneyelim mi – “ağacın kendini keman hissetmesi” gibi bir deyiş var aklımdan çıkmayan, bir de Leopardi'nin “doğaya dayattığımız, yakıştırdığımız” ve “doğanın bizden söküp alarak onurlandığı” şeylerden söz ettiğini hatırlıyorum; sizi dinlerken ikisi zihnimde bir araya geldi: şiirin farklı bir bilme biçimi olduğunu, yalnızca epistemik anlamda değil her anlamda “dönüştüren, farklılaştıran” bir şey olduğunu mu söyleyeceğiz – hatta biraz Heidegger'e yaklaşırsak, bazen bizim irademizin de ötesinde? Bu mudur şiirin önerdiği farklı bilme biçimi?
E.B.: Tamıtamına böyle koyabiliriz. Ağaç yalnızca keman olarak mı, bir yandan da kâğıt olarak hissediyordur kendisini. Burada, şiir bağlamında, bilmek kökünden türettiğimiz bilgi, bili, bilgelik gibi kavramların ötesinde, hâlâ harflere dökemediğimiz, boşlukta sese anlama henüz bürünmemiş haliyle yüzen bir kelime aradığımızı hatırlatmalıyım.
E.E.Ç.: Hatırladığım kadarıyla, M. H. Doğan'ın hazırladığı antolojiyle ilgili çıkan tartışma sonrasında, YKY adına yaptığınız bir açıklamada “Ben olsam, antolojiyi yaklaşık olarak 25 şairle sınırlardım” demiştiniz. Eğer antolojiyi siz hazırlamış olsaydınız, nasıl sınırlar çizerdiniz, merak ediyorum.
E.B.: Son derece kişisel bir antoloji hazırlama yolunu tutardım. Öncelikle, şairlerden çok şiirlerden hareket etmeyi yeğlerdim, burada esas şiir olmalı, şairler değil, oysa Türkiye'de bütün şiir antolojileri şairler üzerinden hazırlanıyor. O zaman da, Türk şiirinin evrimi toplama pek az yansıyor. İkinci önemli olgu, böyle bir işe kalkışıldığında kan çıkaracağı için yapılamayan iş, Türk şiirini iki ayrı çizgi üzerinden değerlendirmektir. Modern Türk şiirinde büyük dönüşüm noktalarında duran bazı şairler, sözgelimi Yahya Kemal ve Orhan Veli böyle bir antolojide geniş yer tutacaklardır şüphesiz. Oysa bu şairlerin, evrensel şiir çizgisinde bir ağırlıkları yoktur, bunu vurgulamak gerekir. Öteki kutupta, Türk şiirinde dönüştürücü etkisi olmamış, buna karşılık, evrensel boyutlardan bakıldığında özgün yeri olan şairler vardır, Asaf Hâlet Çelebi ya da Necatigil gibi, gözönünde tutmak gerekir. Bazı minör şairlerin şiirleri majör şairleri beslemiştir, örneğin Muhteşem Sünter ve Saffet Nezihi'nin Ece Ayhan'a yolaçışında olduğu gibi, ilişkilendirmek gerekir. Bazı çeviri şiirlere de yer verilmelidir: Baudelaire'e, Mayakovskiy'e, Apollinaire'e, Aragon'a, Eliot'a. Araya, birkaç şiir üzerine yazı girecektir: “Folklor Şiire Düşman”, “Mısra İşlevini Yitirdi mi?” gibi. Hazırlayacak olsaydım, böyle bir antolojinin ara yorumlarına önem verirdim: Gelenekle, Dîvan şiiriyle ve Halk şiiriyle söyleşi biçimlerine, Batı şiirleriyle ve Mesnevîlerle ilişkilere, Ataç ya da Memet Fuat'ın yönlendirici etkilerine, Faruk Nafiz'den Ümit Yaşar'a, oradan günümüze “popüler şiir”in kattıklarına ve çıkardıklarına, Din'le ve Siyasa'yla koşut sorunlara, gündelik yaşam yansımalarına. Sonuçta, bir antoloji, bana öyle geliyor ki, bir dilin belli bir dönemdeki şiirsel serüveninin bütün yönlerine sokulmalıdır. Seçme işi farklı, oysa: Yirmibeş şairin son yüzyılın şiirini en iyi biçimde temsil edeceğini düşünüyorum.
E.E.Ç.: Yahya Kemal'le ilgili söyledikleriniz aklımda; Yahya Kemal'in bir köprü olduğunu söylemiştiniz. Bir de Ahmet Haşim var; bu iki şairin Türk şiirindeki ağırlıkları üzerinde duralım mı? Sizce bu iki isim ekolleşmiş midir?
E.B.: Yahya Kemal ve Ahmet Hâşim'in girişimlerinin büyüklüğünü daha iyi kavramanın yolu, Türk şiirinin Şeyh Galip'in ölümünden Tevfik Fikret'in ölümüne uzanan dönemine kuşbakışı eğilmekten geçiyor. Ciddi bir kırılma yaratmışlardır. Bir kopuş değildir gene de, gerçekleştirdikleri. Asıl büyük “temizlik”, Picasso'nun kullandığı anlamda kullanıyorum bu sözcüğü, Nâzım'la önce, Orhan Veli'yle sonra, gelmiştir. Türk şiirinin XX. yüzyıldaki özgün çizgisinin Çocuk ve Allah ile başladığı kanısındayım. Bu köprüler kurulmadan olmazdı ama.
E.E.Ç.: Bugünün şiirini belirlemesi, beslemesi ya da yön vermesi açısından Türk şiirinin “altın çağı” sizce hangi yıllara denk düşer?
E.B.: “Altın Çağ” demek istemem, günümüzün şiirini geniş ölçüde besleyen dönem, II. Yeni adı verilen topluluğun üyelerinin, benzer yanlarından çok ayrılan yanlarıyla öne çıktıkları olgunluk ürünleri, 1970'lerin ilk yarısında yayımlanmış bazı anayapıtlardır: Oktay Rifat'ın Yeni Şiirler'i, Ece Ayhan'ın Devlet ve Tabiat'ı, Turgut Uyar'ın Dîvan'ı, İlhan Berk'in Şenliknâme'si, Necatigil ve Cansever'in, Cemal Süreya ve Sezai Karakoç'un 1965-75 arası yayımladıkları kitaplarıdır. Bu yapıtların genellikle olumlu yönde etkili olduklarını düşünüyorum, Ece Ayhan'ı ayırırsak: Onun bir o kadar da zararlı etkisi göze çarpıyor. Son çeyrek yüzyıl içinde olumsuz yönde etkili olduğuna inandığım başka şairler de var: Attilâ İlhan, Hilmi Yavuz, İsmet Özel, Enis Batur gibi. Bunun faturası ne kadar onlara çıkarılabilir, bilemiyorum. Bir çeyrek yüzyıl daha geçmesi gerekebilir, olanı biteni doğru konumlayabilmek için.
E.E.Ç.: Olumsuz, zararlı etki derken tam neyi kastediyorsunuz?
E.B.: Tıpkı “asal sayı”lar gibi, asal şairler vardır. Yapıtları yeni parametreler getirir. Mesafe onların etkisini ölçmemizi hem kolaylaştırıyor, hem de güçleştiriyor. Sözgelimi, bugün baktığımızda, Baudelaire'in yalnızca olumlu etkileri olmuştur sanabiliriz. Oysa Baudelaire'in şiiri bir mezarlık da doğurmuştur: Yörüngesinden kurtulamamış sayısız şaire rastlanır, çoğu unutulmuştur. Zaman, kurumuş ağları temizleme işlevini üstlenir, bir de etki gücünü yeni asal şairlere devreder, günümüzde Baudelaire'in girdabında ancak anakronik şiirler yazmaya davrananlar kaybolur. Şüphesiz, yalnızca asal şairler etkili olmaz bir dilde, iyi şairlerin de belli bir gücü vardır, işin tuhafı kötü şairlerin de! Her durumda, ayrıştırmak kaydıyla, bu etkilenme biçimlerini yorumlamak eleştirinin işlevleri arasındadır. Benimkisi nesnel bir değerlendirme olmaz, öznellik yakasından düşündüklerini söylüyorum topu topu. Dikkat edilmesi gereken özellikler belli öte yandan: Hangi şairlerin hangi izlekleri çoğaltılıyor, hangi şairlerin edâları yapışkan, bunları seçmek olanaksız değil. İyi şiir hem zehirdir, hem panzehir, biraz da ona gözünü dikene bağlı. Yeni şairin, genç şairin kendisine çekici gelen sokağın çıkmazı olabileceğini çok gecikmeden kavraması en sağlıklısı.
E.E.Ç.: “20. yüzyıl Apollinaire ile, Fütüristler ile açıldı, Cummings'e ve Zukofsky'ye ilk yarıda gelindi. Bu atak, sökücü şiir yazısı, bir noktadan sonra kaynaklara dönüş özlemi yarattı. Rilke'yi, Perse'i, Char'ı düşünelim. Günümüz şairi, hâlâ, bu iki akıntı arasında bînamaz konumunda duruyor. Bir tarafımız, arsız sarmaşık gibi uç vermeyi sürdürüyor, bir tarafımız köke bağlantılarını tarıyor.” Türk şiiri açısından düşünecek olursak, “köklere bağlantıyı taramak” ne demektir? Bu kökler nerede taranır? Yoksa şiir için birtakım “evrensel” köklerden mi söz etmek gerekir?
E.B.: Hüdainabit pek az şair vardır. Her şair öncelikle kendi dilinin şiirinden, sonra da iyi tanıdığı dillerin şiirinden etkilenecektir doğal olarak. Köklere saplanmak, kök bağlantılarına kutsiyet yüklemek bana kalırsa yolu tıkar. Karşı yakada, büsbütün köksüz şiir de görülmemiştir bugüne dek. Evrensel bağlantıları önemsedim başlangıçtan beri. Coleridge'i, Hlebnikov'u, Gongora'yı, Bâki efendiyi, Karacaoğlan'ı, René Char'ı ailemden sayarım. Gene de bütün dillerin şiirleri eşit olsa da, Türkçeninkiler daha eşittirler, çünkü bu dilin şairiyim ben. Bir yanımla soykütüğüme bağlıyımdır, öteki yanım piçliği savunur. RH negatif bir şiire yatkınsam, şairin nüfus kütüğüne neden bakayım?
E.E.Ç.: Farklı versiyonları olan bir deyişi var Aziz Nesin'in, “Memlekette her üç adamdan beşi şairdir”; doğru mudur, ne diyorsunuz? Bugün hem Türkiye için, hem de evrensel anlamda, “şair” dediğimiz kimdir? Romantiklerin şairiyle bizim şairimiz arasında fark var mıdır?
E.B.: Gene bir soruda üç soru soruyorsunuz! Aziz Nesin'in o ünlü saptamasının doğruluğunu kendi şiirlerine bakarak da ölçebiliriz; bu iş böyledir, yapılabilecek birşey yok. Bana sorarsanız, ki bana soruyorsunuz, şair tuhaf kişidir diyebilirim: Algı ayarı farklıdır. Başka canlılara en yakın insan cinsi olduğunu düşünüyorum. Hemcinslerine mânâsız görünen kesitlere sokuluyor, ses ve anlam ilişkileri kuruyor. Toplumlar, topluluklar şairin görünen yanını tanıyorlar daha çok. Oysa şiir yazmak ayrılmak, biraz kopmak demektir, “figür”ün o koyu cephesi pek bilinmiyor. Toplumsal figüre, kamu önüne çıkmış haliyle şaire bakıldığında, her çağa ait yanları vardır şairin, bir de değişmeyen özellikleri. Dante'yle Neruda'nın duruşlarında farklılıklar ve özdeşlikler bulmak güç değildir. 2003 yılında Şair'in konumunu gözönüne alacak olursak, çağının ve kültür coğrafyasının belirlediği bazı yeni özelliklerini görebiliriz. Günümüzün Türk şairi, otuz yıl öncesine göre hayli değişmiş koşulların içinde yaşıyor: Televizyonda sözalıyor, sıcağı sıcağına yabancı dillere çevriliyor, uluslararası toplantılarda yabancı şairlerle biraraya geliyor, hakkında araştırmalar, sempozyumlar yapılıyor, ülkenin en büyük gazetelerinde tam sayfa söyleşileri yayımlanıyor, belgesel filimleri çekiliyor, internet siteleri açılıyor. 51 yaşındayım, bütün bunları yaşadım; oysa Dıranas ya da Turgut Uyar, otuz yıl önce, bu konumun bütünüyle dışındaydılar. Şüphesiz şiirin değerini belirleyen şeyler değil hiçbiri, ama şairin varoluş biçimi kökten değişmiştir diyebiliriz, bunca kısa bir zaman dilimi içinde. İster istemez şiirine bakışını etkileyecek toplumsal duruşunun değişmiş olması.
E.E.Ç.: Son otuz yıl içinde pek çok dergi ve yayın projesinin içinde oldunuz, unutulmayan/sonraki yıllarda da aranan dergiler çıkardınız. Bu nedenle sayısal açıdan da bir değerlendirme yapmanız belki mümkün: Sizce, “iyi şiir”in yüzdesinde bir artış/düşüş söz konusu mu?
E.B.: İyi şiirin sayısında bir düşüş olduğu kanısında değilim, her zaman az sayıda iyi şiir yazılmıştır. Eskiden daha iyi şiirler yazılıyordu inancına saplananlar, şiir parametrelerinin tutsağı olduklarının farkına varmıyor, dahası bunu kabullenemiyorlar. Şiirde ayak değişimi her yaşanışında ciddi tepkiler doğmuş, bu tepkilerin yalnız tutuculardan değil, bir önceki dönemin sıkı edebiyat adamlarından da geldiğine tanık olunmuştur. Size iki örnek vermekle yetineceğim. İlki, Asaf Hâlet Çelebi'nin, 1954'de, Metin Eloğlu'nun Düdüklü Tencere'si yayımlandığında yazdığı yazıdan bir alıntı; aktarıyorum: “Böyle bir kitaptan bahsetmek benim için zûl, muharriri için de bir şereftir. Çünkü, bu kitap yalnız firenklerin tabiriyle ‘ordurier' (süprüntülük) nevinden ibaret olmakla kalsaydı, hakikaten kale almaya değmezdi. Maalesef mesele bu kadar basit değildir. Geçenlerde, bir mecmuada çıkan (Pislik Edebiyatı) adlı bir yazımda da belirttiğim gibi, bu kitabcık âdeta, sistematik olarak cehalet, kabalık, pislik, tenbellik, vurdumduymazlık ve serserilik propagandası yapan, antisosyal bir meyilden ve komplekslerle dolu, malûl bir ruh hâletinden doğmuştur. Âdi, işsiz ve inatçı görünmeyi bir marifet sayan ve yeni teşekkül etmekte olan bir züppeliğin şimdilik mukaddes kitabı mahiyetindedir. Bunun için de, zararlı kelimesinin iade edemeyeceği kadar korkunç bir mâhiyet taşımaktadır”. Okuduğum bu uzun parçayı, otuz yıl sonrasından daha kısa bir parçayla desteklemek istiyorum. Cemil Meriç, 1984'de şunları yazıyor: “Ben yaşlı bir okuyucunun alışkanlıklarına bağlıyım. Toplumdaki zevk değişikliklerini izleyemeyecek kadar taşlaşmış bir idrak içinde bulunabilirim. Üzülerek itiraf edeyim ki, son çeyrek asrın şiir hayatını pek cılız buluyorum. Bu mahkumiyet kararının mucip sebepleri var şüphesiz. Önce dildeki sefâlet, sonra irfan yokluğu, sonra insanı insan yapan ideallerin eski zindeliğini kaybetmiş olması”. Bu iki alıntının ardından şunu eklemeliyim: Bilen bilir, Asaf Hâlet Çelebi ve Cemil Meriç, benim değer verdiğim edebiyat adamlarıdır. Gelgelelim, bu saptamalarında külliyen yanıldıkları görüşündeyim. Bugün durum farklı mı? Belli bir yaşın üstündekilerin ezici çoğunluğu, en son iyi şiirlerin yirmi yıl önce yazılmış olduğu inancındalar. Çeyrek yüzyıl sonra, şimdi 25-30 yaşında olanlar, en son iyi şiirlerin bugün yazıldığını düşünecekler. Kötü şiir sayısında artış yok mu peki? Yayımlanan şiir sayısında büyük bir yükseliş gerçekleşmiş olduğuna göre, doğal bu. Kötü şiir sayısındaki artışı gene de iyi şiir konusunda ölçütümüz saymamayı öğrenmeliyiz. Bugünün iyi şiiri dünkünün tekrarı, aynısı, benzeri olabilir miydi? Cemil Meriç, “Edebiyatını en iyi bildiğim Fransa'da, Baudelaire ve Rimbaud'dan sonra büyük şair gelmemiştir bence” diyor aynı metinde. Eh, donmanın özürü mü var: Apollinaire'i, Max Jacob'u, Saint-John Perse'i, Aragon'u, René Char'ı, daha nicelerini okumayınca iş kolaylaşıyor doğrusu. Durum, bize özgü değil ayrıca, geçenlerde Lévi-Strauss “Roman XIX. yüzyıl sonunda ölmüştür” diyordu. Ben söyledim oldu, demekle olmuyor iyi ki.
E.E.Ç.: Bu söyleşi, Cogito'nun “Şiir” sayısında yayımlanacak. Günümüzde Şiir'in Düşünce'yle, Düşünce'nin Şiir ile ilişkileri hakkında neler söyleyebilirsiniz?
E.B.: Kadim çağlardaki kadar olmasa bile, Romantiklerden başlayarak, özellikle de modernlerle birlikte, Şiir ile Düşünce arasında yeniden koyu bir söyleşi dönemine girildiği söylenebilir. Bu gelişmenin kritik bir noktasında Nietzsche'nin yapıtının durduğunu söyleyebiliriz sanırım, o noktaya göre geriye ve ileriye sarılabilir makaralar. Nietzsche, nasıl şiirsel bir felsefenin yeniden olabilirliği üzerinde çağdaşlarımızı düşündürdüyse, bazı şairlerin yapıtları da, şiirin felsefe yakası olabileceğini düşündürmüştür. Herşeyden önce, Felsefe'nin şiir okumamızı tazeleyen atılımları oldu XX. yüzyılda. Bunu söylerken, yalnızca Heidegger gibi birebir yaklaşımlar getirenlere işaret etmiyorum, Bergson'un ya da Wittgenstein'ın, apayrı yollarda şairleri etkileyişlerini de işin içine katıyorum. Bir de, şiirin düşünmesiyle sınırlı bir bakışaçısıyla yetinmemeliyiz, şiirin oluşuyla ilgili bağlantıları da gözönünde tutmalıyız. Bütün bunlar, şairin, hem genel hatlarında varoluşun, varlığın, varlıkla yokluk arasındaki köprünün üzerinden farklı bir optikle bakmasının yolunu açmış, hem de Şiir'in oluş sorunlarına teknik-ötesi, teknik-üstü bir perspektiften yeniden eğilmesini sağlamıştır. XXI. yüzyılda, Şair, kozmik açıdan yeni çerçeveler çizecek. Bunu yaparken, düşünme ediminin tam neresinde durduğu sorusu karşısına çıkan en çetin soruların başında gelecektir.


İLETİŞİM edebiyatokyanus@gmail.com  
   
edebiyatokyanus 645100 ziyaretçi (1184938 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol