edebiyatokyanus
İÇERİK  
  ANA SAYFA
  YAZILAR
  ARAŞTIRMA-İNCELEME
  SÖYLEŞİ
  => Attila İlhan ile Roman, Şiir, Gerçekçilik, Dil, Sinema ve Diğerleri üzerine
  => Kelimeler bedava, cümleler sebil-A.Turan Alkan
  => Garbın Şark Meselesi-Suat Parlar
  => Depresifler Bana Göre Evrimsel Olarak Bir Sonraki Aşamayı Temsil Ediyor, Yazdıklarım Onlaradır-M.Tahir Ceylan
  => AMERİKA'NIN MATRUŞKASI-YİĞİT TUNCAY VE SUAT PARLAR
  => 21. YÜZYILDA TÜRKİYE" ÜZERİNE YAPILAN SÖYLEŞİLER-Emre Kongar
  => 21. YÜZYILDA TÜRKİYE-2 -Emre Kongar
  => 19 Mayıs Atatürkçü Düşünce Kulübü-ATTİLA İLHAN
  => Türk Aydını Türk Değildir-ATTİLA İLHAN
  => Attilâ İlhan kendini nasıl tanımlar?- Attilâ İlhan
  => Türk Şiirinin yaşayan büyük ustalarından Abdurrahim KARAKOÇ 'la Leylâ AKGÜL'ün söyleşisi
  => ÖYKÜ TARTIŞMASI
  => SÖYLEŞİ - Hegel’in Günümüz Felsefesi Açısından Önemi
  => ACQUES DERRIDA’YLA SÖYLEŞİ
  => Doğruya, İyiye ve Güzele
  => Enis Batur'la söyleşi “Umutsuz Karamsardır”
  DENEME
  ATTİLA İLHAN
  ATTİLA İLHAN-KÖŞE YAZILARI
  E-KİTAP
  ANSİKLOPEDİK
  SATRANÇ VİDEO DERSLERİ DÖKÜMANLAR
  SATRANÇ OYNA
  ŞİİR
  DİL ANLATIM TÜRK EDEBİYATI - LİSE KAYNAK
  EDEBİYAT RADYO
  EDEBİYATIMIZDA ŞİİR ROMAN ÖYKÜ (dinle)
  100 TEMEL ESER (dinle)
  100 TÜRK EDEBİYATÇISI (dinle)
  SESLİ KİTAPLAR
  FOTOĞRAF ÇILIK
  E-DEVLET
  EĞİTİM YÖNETİMİ DENETİMİ
  RADYO TİYATROSU
  ÖĞRETMEN KAYNAK
  EDEBİYAT TV
  SÖYLEŞİLER - BELGESELLER TV
  RADYO KLASİK
  TÜRKÜLER
  GAZETELER MANŞETLER
  ÖYKÜ ANTOLOJİSİ
  DERGİLER - KİTAPLAR - KÜTÜPHANELER
  E-DERGİ
  KİM KİMDİR BİYOGRAFİLER
  ZİYARETÇİ DEFTERİ
  İLETİŞİM
  EDEBİYAT OKYANUS
Garbın Şark Meselesi-Suat Parlar

GARP'IN ŞARK MESELESİ

YİĞİT TUNCAY VE SUAT PARLAR
Söyleşi Tarihi : 22. 06. 2005

 

                                                       www.edebiyatokyanus.tr.gg

Suat Parlar: Avrupa Birliği projesi, "Atlantik"çi bir çerçeve içerisinde iflas etti. Bunu net olarak belirtmek lazım. Ben bu iflası sadece Fransa'da ve Hollanda'da refarandumdan "hayır" çıkmasına bağlamıyorum. Bunun ötesinde değerlendirmek lazım bu iflas tablosunu.

Yiğit Tuncay: Uzun zamandır söyleşemedik Suat. Söyleşemediğimiz dönem içinde üç kitabın daha çıktı. Biri "Emperyalist Müdahale Doktrinleri: NATO ve Barbarlığın En Yüksek Aşaması: ABD", diğeri ise "Barbarlığın kaynağı: Petrol". Ayrıca şu anda gündemde olan "Egemenlikler Tarihinde Türkler ve Kürtler" diye çok kapsamlı bir tarih kitabın daha geliyor temmuzun sonunda. Zaten bunu ayrıca konuşacağız. Uzun bir süredir konuşamadık, fakat, bu zaman içerisinde bir çok gelişme oldu. Türkiye'de muhalefet, iktidar dahil herkes Avrupa Birliği trenine bindi. Avrupa Birliği treninde yol alan bu siyasi oluşumlar zaman zaman birbirilerine karşı ters düşüyor gibi dursalar da, sonuçta Türkiye'nin "kurtuluş" reçetesi gibi görülen AB ekonomisinin bir parçası olma konusunda müzakere tarihinin istasyonuna doğru hep birlikte yol alıyorlar. Kimileri AB demokrasisinin peşinde, kimileri ise AB ekonomisine dahil olma peşinde. AB'nin de istekleri var. AB'nin istekleri ise yüzyıllardır halledemedikleri "Şark Meselesi"ni tekrar gündeme getirmek. Osmanlı'dan beri bütün imzalanan antlaşmaların son iki maddelerine bakarsak, ne olduğunu anlamak pek güç olmayacaktır. Bütün bu sözünü ettiğimiz şeyler bugün karşımıza Ermeni meselesi, Kıbrıs meselesi ve Kürt sorunu başlıklarıyla gündeme geliyor. Sen genel anlamda Avrupa birliği sürecini ve Avrupa birliğini nasıl değerlendiriyorsun?

 

Avrupa'da sosyal refah devleti anlamındaki kazanımların hiçbiri yukarıdan ihsanla verilmedi. Bunların hepsi Avrupa'da egemen sınıfların devrim korkuları üzerine şekillendirilmiş olan kurumlaşmalardır. 2. Dünya Savaşı'ndan sonraki dönemde, pek çok Avrupa ülkesinde, partizan savaşı içerisinde büyük prestij edinmiş olan sol hareketlerin iktidarın çok yakınına geldiğini görüyoruz. O anlamda Avrupa'nın yeniden kuruluşunda ABD'den destek alan egemen sınıflar, "Birleşik Avrupa" adı altında veya başka adlar altında, sınıf savaşında yeni bir mevzilenmeyi gündeme getirecek bir takım girişimlerin içerisinde oldular. Bu girişimlerin askeri yanında NATO duruyor. Diğer yanında ise Avrupa İmar Bankası, Avrupa Kömür ve Çelik Birliği'ni -ki bu aynı zamanda Avrupa Ekonomik Topluluğu'nu mayalandırılmış bir projedir- görmek mümkün. Bütün ortaya konan projeler, Avrupa'da savaşın, altüst oluşun getirdiği tablo içerisinde siyasal ve sosyal çelişkileri bastırmakla yükümlüdür. Böyle değerlendirerek meseleyi günümüze taşırsak, sosyal refah devleti anlamında bir devrim korkusunun ortaya çıkardığı ve 2. Dünya Savaşı sürecinde biriken mücadelelerden süzülüp gelmiş olan bir takım hakların budanmasının, Avrupa'daki emekçi sınıflar tarafından büyük tepkiyle karşılandığını görüyoruz. Fransa'da ve Hollanda'da yaşanan süreç budur.

Böyle değerlendirildiğinde de bu süreç emekçi halka dayandığı ölçekte ulusaldır. Bu bizi bir ulus tanımına da götürür aynı zamanda. Son 20 sene içerisinde yaşananlar "kapitalist emperyalizm"in ulus düşmanı niteliğini, ulus düşmanı olması vesilesiyle halk düşmanı niteliğini daha da net bir biçimde ortaya koymuştur. Dünyanın hiçbir yerinde ulusal değerlere sahip çıkan bir kapitalist sistem gerçeğiyle karşı karşıya gelmek mümkün değil. Kapitalizm ulusa düşmandır. Bu ulus düşmanlığıyla ve dolayısıyla emekçi halk düşmanlığıyla yola çıkan egemenler, Fransa'da, Hollanda'da çok büyük ölçekli bir tepkiyle karşı karşıya kaldılar. Fransız ve Hollanda halkı sosyal refah devleti kazanımlarını korumanın, haklarına sahip çıkmanın yanı sıra, aynı zamanda kendine yönelik bu saldırıyı da hem göğüsledi, hem de geri püskürttü. Çünkü, bu saldırı bir yanıyla neo-liberal ölçekler içerisinde biçimlenen küreselleşmenin saldırısıydı. Bu saldırı çerçevesinde Fransız kültürü, Fransız pazarı, Fransız endüstrisi, Fransız halkının elde ettiği önemli hakların hepsi tehdit altındaydı. Bu tehdide bir bakıma "dur" denildi ve dediğim gibi; bu çerçeve içerisinde değerlendirildiğinde, bunun sosyal refah devleti kazanımlarının çapını aşan bir yönü olduğunu da görüyoruz. Çünkü bu Avrupa Birliği projesi, açıkçası, Amerika Birleşik Devletleri tarafından dayatılan tek yanlı neo-liberal politikalara oturtulmuş ve bu çerçeve içerisinde kültürden, endüstriye kadar bütün alanları kapsayan, Fransa'ya bir Amerikan bakışını oturtmaya çalışan ideolojik bir saldırı kapsamındaydı. Bu saldırının, Avrupa Birliği'nin yeni anayasası adı altında ortaya çıkışının geri püskürtülmesi, aynı zamanda "Atlantik"çiliğin de geri püskürtülmesi olduğunu görmek gereklidir. Bunu daha net de söyleyebiliriz; Avrupa Birliği projesi bir Amerikan projesidir; AB projesi bir Avrupa projesi değildir. Dolayısıyla burada çözülmeye başlayan süreç, açıkçası bir Avrupa eksenli çözülme kapsamı içerisinde değerlendirilemez. Bu Amerika Birleşik Devletleri'nin odağında yer aldığı dünya anlayışının, bir kapitalizm anlayışının, bir küresel düzen anlayışının iflasıdır. Çünkü Avrupa Birliği projesi kendi öz dinamiklerine dayanan, kendi tarihsel birikiminden, kendi sınıfsal dengelerinden veya bu ülkelerdeki geniş halk kitlelerinin kazanımlarından mayalanan bir proje değildir. Bunun tam tersidir. Bu ölçekler içerisinde de aslında görülmemiş bir totalitarizmi, bir tek biçimciliği içeriyordu. Söylendiği gibi "emeğin avrupası" bir sosyal Avrupa projesi değildir. Dünyanın en içine kapalı tekno-bürokratik aygıtlarından birine dayanan uluslar ve devletler üstü bir kapitalist emperyalist projeydi. Aslında, sınıf mücadelelerini keskinleştirmesi ve halka saldırması anlamında, "kapitalist emperyalizm"e içkinleşmiş olan faşizan bir içerik de taşıyordu. AB projesi demokrasi mesajlarıyla yüklü bir proje kapsamında değerlendirilemez. Tam tersine, tekno-bürokratik, tekellerle kaynaşma ve tekellerin küresel çıkarlarına hizmet anlamında bir neo-faşist programdır. Bu şekilde değerlendirilmesi gerekir. Dolayısıyla, Fransız halkının tepkisini aynı zamanda anti-faşist bir kazanım olarak da algılamak gerekir. Birileri, Türkiye'de, bu projeyi "emeğin avrupası", "sosyal avrupa" şeklinde değerlendirmekle çok büyük bir tarihsel yanlışlık içine düşmektedirler. Batı dünyasından aldıkları fonlar gözlerini kör etmiş olsa gerek.

Söz konusu olan tekellerin Avrupa'sıdır. Söz konusu olan Amerikan tekellerinin problemsiz bir şekilde bütün Avrupa pazarlarına yerleşmesidir. Söz konusu olan bu toprakları yerli tekellerle birlikte istila etmesidir. Söz konusu olan bu istilaya halkların hiç bir biçimde itiraz edememesidir. Olayın bir tarafında neo-faşist veya aşırı sağ denilen grupların durması, buradaki çok büyük ölçekteki halk tepkisinin niteliğini görmezden gelmemizi beraberinde getirmemeli. Bu anlamda anayasaya "hayır"ı ben de destekledim. Buradaki emekçi halk iradesini görmek lazım. Yani söz konusu olan emekçilerin haklarına sahip çıkmalarıydı. "Sahip çıkma", aynı zamanda, Amerikan bakışının Avrupa'dan kovulması adına bir kazanımı da beraberinde getirdi. Yani şimdiden sonra eskiye dönülmeyecek. Artık anayasanın oylanması konusunda birer birer erteleme kararlarının geldiğini görüyoruz.

Yiğit Tuncay: Ulusal tanımlar içerisinde parçalanan bir Avrupa'nın gerici olacağı ve böyle bir Avrupa'nın keskinleşen çelişkileriyle tekrar savaşı davet edeceği konusunda kurgular var. Sence Avrupa Birliği projesi ebedi bir barış projesi midir?

Suat Parlar: Küreselleşmeye eklemlenmiş olan bir AB projesi militarist bir projedir aynı zamanda. Neo-militarist yapının oluşumu adına Balkanların nasıl paramparça edildiğini hep beraber gördük. En önemlisi ise, AB projesinin ekseninde Almanya'nın durmasıdır. Almanya, eğer, Avrupa'da kıskacı kapatabilmiş olsaydı ve o anlamda birleşmenin getirdiği mali problemleri bir parça halledebilmiş olsaydı, biz, merkezinde Almanya'nın durduğu tekno-bürokratik aygıtlarla sımsıkı sarılmış, büyük sermayenin totalitarizmine terkedilmiş bir Avrupa yakasıyla karşı karşıya kalacaktık. Ama halklar buna itiraz ediyorlar.

Yiğit Tuncay: Türkiye'nin, AB'ne girmesini bir insan hakları olgusu olarak ele alan ve ABD'nin demokrasi ihraç etmesine kızan ama, AB'den bu anlamda demokrasi ithal etmeyi düşünen marjinal kesimler var. Bu marjinal kesimlerin çok fazla yaygara koparabilmesinin nedenleri ise, Batı dünyasındaki legal vakıflar olarak gözüken ama, illegal işleri finanse eden karanlıklar prenslerinin fonlarından siyasi organizasyonlar için maddi destek almalarıdır. Diğer bir neden ise, medyanın ve üniversitelerin içinde odaklanmış olmalarıdır. Bu marjinal gruplar, böylelikle iletişim teknolojisini kullanarak kitleleri yönlendirmeyi amaçlamaktadırlar. Gerçi bu marjinal grupların siyasi hedefleri yüzyıllar boyu bu topraklarda bir siyasi akım olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir. Önce Batı dünyasıyla eklemlenme anlamında modernizmi savunmuşlar ve modernliğin iflası üzerine post-modernleşmişlerdir. Bu kesimleri Hürriyet ve İtilaf Partisi'nde de, Sivas Kongresi'nde de, Tanzimat döneminde de görebilirsiniz. Ben bu siyasi eğilimleri de izliyorum ve son dönemde Fransa'dan, Hollanda'dan çıkan "hayır" tepkisini milliyetçi sağın yükselişi olarak değerlendirdiler. Sen ise, AB projesini bir "Atlantik projesi" olarak değerlendirdin ve referandumlardan çıkan "hayır" oylarını hem "Atlantik projesi"nin iflası, hem de Avrupa'daki emekçi halkların anti-faşist bir çıkışı olarak tanımladın.

 

Suat Parlar: Evet. Dünyanın gündeminde anti-kapitalizm var, dünyanın gündeminde anti-emperyalizm var, dünyanın gündeminde anti-küreselleşmecilik var ama, dünyanın gündeminde anti-faşizm yok. Faşizm zaten bunların özündedir. Faşizm küreselleşmenin, "kapitalist emperyalist" aşamanın özündedir. "Kapitalist emperyalist" bir tekno-bürokratik kurumlaşma olarak AB kalesinin içerisindedir faşizm. Bu anlamda Le Pen'in faşizmi, Chirac'ın askeri endüstriyel kompleksin çıkarlarıyla bütünleşmiş faşizmi yanında ne anlam ifade eder? Yani bu konuda net olmak lazım.

Diğer önemli nokta ise; Almanya'da kendini çok "demokrat" sayan Yeşiller veya diğerleri, hangi anti-emperyalist, anti-sömürgeci mücadelenin içerisinde olmuşlardır? Alman büyük sermayesiyle hangi mücadeleye girmişlerdir? Ortadoğu'da sessiz diplomasiyle yada büyük çıkar şebekeleriyle yayılmaya çalışan Almanya ile ne gibi bir sorunları var? Sadece arada sırada teftiş heyeti olarak geliyorlar ve her gelip gittikten sonra Almanya, Türkiye'den büyük bir altyapı yatırımından imtiyaz koparıyor. Başka ne oluyor ki? İnsan hakları dediğimiz, küresel ölçekler içerisinde faaliyet gösteren faşizan yapıların halkla ilişkiler müdürlüklerinden başka bir anlam taşımıyor bunlar. O halkla ilişkiler müdürlüklerinin teftiş heyetleri, arada sırada, büyük bir yeni sömürgeci sürükleniş içerisinde olan ülkelere teftiş ziyaretlerinde bulunuyorlar. Bu da kendilerine çok görkemli altyapı siparişleri olarak geri dönüyor. Mesele budur. Türkiye'den bakıldığı zaman görünen tablo budur. Bunun bazı kırıntıları da, Türkiye'deki, adı artık çok bilinen kişilerle, sivil toplum kuruluşlarına küçük kemikler olarak düşüyor. Onlar o kemikleri yaladıkları ölçüde, açıkçası imtiyazlarından kopmak istemiyorlar. AB projesini hiç olmadığı ölçüde ilericilik kisvesi altında değerlendiriyorlar. Yanlış mı yapıyorlar? Yanlış yapmıyorlar, bunların hakikâti bu. Bunu böyle değerlendirmek lazım. Yani siz, zaten bir yerden para alıyorsanız bağımsız olamazsınız düşünce çizginizde.

Yiğit Tuncay: Biraz önce yukarıda da sözünü ettiğim marjinal grupların "bağımsız"lık anlayışı, etnik parçalanma ve etnik kimliklerin öne sürülmesiyle karşımıza çıkıyor. Mesela bu marjinal gruplar, aldıkları bu fonlarla belgesel yapma histerisine kapıldılar. Tarihçilik adına etnik kimliklerin izini sürmeye başladılar ve bu anlamda bir sürü yayınevleri, belgeselci fotoğrafçılık, belgeselci sinema kurumlaşmaları yarattılar. Pek tabi, bu grupların arkasında ciddi bir maddi güç vardı. Bu maddi güçler içinde ülkemizde en fazla öne çıkan isim Soros oldu. Soros'un adı, özellikle Türkiye ve Kafkasya'daki ülkelerde gerçekleştirilen darbelerde gündeme geldi. Ama Soros, anlaşıldığı kadarıyla, Kafkasyadaki tarzından daha farklı bir tarzı Türkiye'de gündeme getirdi. Adında "açık" kelimesi geçen her şeyin altından Soros çıktı. Bunlardan biri Türkiye'deki "Açık Toplum" adı altında faaliyet yürüten bir kurumdur. Sence, Soros'un Türkiye'deki faaliyetleri, etkileri ve amaçları nelerdir?

Suat Parlar: Soros uzun yıllardan beridir Türkiye'de. 1990'ların başından itibaren Soros'un burada faaliyetleri var. Hatta daha önceye dayanıyor. Soros'un burada silah tüccarı olan ortakları da vardı. Bunlar Türkiye'de ansiklopediler çıkardılar, dergiler çıkardılar.

Yiğit Tuncay: Kim bunlar Suat?

Suat Parlar: Bunların isimlerini vermeye gerek yok. Herkes biliyor. Bunlar "sol"da şebekeleşmiş vaziyetteler. Bunlar adı 'sol' olan bir şebekedir. Soros'a gelince şunu söyleyebilirim; bence Soros 3. sınıf bir CIA teknisyenidir, bir vampirdir. Soros, ancak Türkiye'de bu kadar itibar görebilir. Yani Soros'u bir entellektüel olarak değerlendirip de, Soros'un toplantılarını sanki çok büyük bir peygamber konuşuyormuşçasına dinleyenlerin de aslında kimler olduğu belli. Ama, dinledikleri 3. sınıf bir CIA teknisyenidir. 1. sınıf değildir. Yani, Soros, Fuller ve Paul Henzeler'den bile daha niteliksizdir. Soros dünyanın birçok ülkesinde vampir olarak anılır. Ama Türkiye'de inanılmaz bir itibar görüyor. Beni şaşırtan da 3. sınıf bir CIA teknisyeninin böyle bir entellektüel itibara sahip olmasıdır. Bu nasıl oluyor? Ne güzel değil mi? Soros buraya geliyor ve bir spekülatör olarak faaliyetlerini yürütebiliyor. Bu zaten herhangi bir izine tabi değil. Her şey, zaten fazlasıyla açık bu ülkede; dış sömürüye, dış istismara ve spekülasyona. Ama, Soros'un bu ülkede bir entellektüel olarak muamele görmesi ve Soros'u eleştirenlerin bile ona entelektüel bir çerçeve içerisinde cevap vermeye çalışması anlaşılabilir bir şey değil. Bu ülkemizde ne kadar mesafe kaydedildiğini gösteriyor.

Soros tek başına ne Gürcistan'da, ne de başka bir ülkede darbe düzenleyemez. Soros, CIA'nin ön plana sürdüğü isimlerden biridir. Doğru olan arka plandaki gücü görmek lazım. Bunu Soros kendisi de söylüyor; "benim sahip olduğum finansal güç ne Rothschildler'le, ne Rockefeller'le, ne de diğerleriyle mukayese edilebilir" diyor. Yani, küresel sermayenin asıl güç merkezlerini değerlendirmek, bunların politikalarını ve stratejilerini yerli yerine oturtmak gerekir. Soros bu anlamda bir teknisyendir, uygulamacıdır. Soros, elbette ki tek başına ihtilal çıkartamaz. Yani Gürcistan'da, Amerikan özel kuvvetlerinin, askeri istihbaratının faaliyetlerini değerlendirmeden, tek başına Soros'un bir darbe sihirbazı, bir devrim sihirbazı -onların tabiriyle-, bir karşı devrim sihirbazı gibi bir yerlerde görülüp ihtilaller, karşı devrimler yarattığının söylenebilmesi zaten söz konusu bile değildir.

Yiğit Tuncay: Bu, Soros'u çok fazla ciddiye almak mı olur?

Suat Parlar: Evet, çok fazla ciddiye almak olur. Bu açıkçası, Amerikan devletinin bütün askeri birimleriyle, bütün istihbarat birimleriyle, bu ülkelere ne ölçekler içerisinde yüklenildiğinin gözden kaçırılmasını beraberinde getirir. En önemlisi de, Türkiye'nin, burada üs olarak ne gibi faaliyetler gördüğünün perdelenmesini getirir. 1990'da, Bodrum-Yalıkavak'da bir toplantı yapıldı. O toplantıya Gürcistan, Kazakistan, yani bugün karşı devrimin boy attığı bütün ülkelerden temsilciler geldiler. O da Soros'un finanse ettiği bir toplantıydı ve kapalı bir toplantıydı. İlk kararlar o toplantılarda alındı. Soros, Türkiye'yi uzun zamandan beridir üs olarak kullanıyor. Bir başka nokta da, bu anlamda şebekeleşmiş bir güç var Türkiye'de. Yani, Türkiye'de "sivil toplum" adı altında şebekeleşmiş, küresel sermayeden fon alan, ağırlıkta Amerikan istihbaratıyla içli-dışlı, bu anlamda Amerikan askeri stratejileri ve istihbarat projeleri ile uyum içerisinde, ağırlıklı olarak da "sol" maskeli isimlerden beslenen bir şebekeleşme oluşmuş vaziyette. Bu yapıların 1990'lardan itibaren çok boyutlu faaliyetlerine şahit oluyoruz. Hem Balkanlar eksenli olarak, hem Kafkasya eksenli olarak, hem de Kazakistan olsun, Gürcistan olsun ve diğerleri de. Tabi sadece Türkiye ile sınırlı kalmadı bu; Türkiye'den giden uzmanların da katıldığı toplantılar 1990'ların ikinci yarısında, örneğin Kazakistan'da gerçekleştirildi. Burada fonlayıcı olarak Soros görüldü.

Yiğit Tuncay: Niye fonlayıcılık özellikle Soros'da?

Suat Parlar: Bu soruya şu cevabı verebiliriz: Doğrudan doğruya bir istihbarat örgütünden kaynak almak veya doğrudan bir istihbarat örgütüyle temas da bulunmak hâlen daha çok kolay kabul edilebilir bir durum değildir. Özellikle de muhalif görünen insanlar açısından. Ama siz, adı "sivil toplum" kuruluşu olan bir vakıftan veya bir fondan rahatlıkla para alabiliyorsunuz. Oysa ki, onların arka planında da gene istihbarat örgütleri ve kurumlaşmaları var. Yani, Ford Vakfını CIA'nın operasyonlarından bağımsız tutabilir misiniz? Rockefeller Vakfı, CIA yada Amerikan askeri istihbaratıyla ne kadarlık bir mesafeye sahiptir? Mesafe düşünüldüğünden çok daha dar bir mesafedir. Böyle değerlendirildiğinde, bir istihbarat örgütünden doğrudan kaynak almanın veya onun politikaları çerçevesinde hareket etmenin getirdiği olumsuz değerlendirmelerden kurtulmanın yolu, adı çok çekici olan bir "sivil toplum" örgütü meydana getirip, CIA, Alman istihbaratına ve İngiliz istihbaratına bağlanmaktır. Bugün Türkiye'de yaşanan süreç de tam budur. Bugün Türkiye'de, özellikle de "sol" etiketli pek çok insan, "sol"u marka olarak kullanan pek çok insan doğrudan doğruya Soros'dan değil, -bu kibarlığa hiç gerek yok- CIA'den para alıyorlar. Aldıkları paranın kaynağında CIA fonları duruyor. Dolayısıyla bunlar CIA ajanıdırlar. CIA'den bir tek kuruşu dolaylı olarak veya doğrudan alan her insan CIA'e hizmet eden CIA ajanıdır. Şu anda Türkiye'de, özellikle "sol" içerisinde CIA ajanları cirit atıyor. Bunların kimler olduğunu da biliyoruz. Soros'la kimin bağlantısı varsa, kim beraber olmuşsa, Soros'dan kim para almışsa onun niteliği üzerine ayrıca bir tartışma üretmenin gereği yoktur ve bu gayet açıktır. Kurumsal düzeyde de kimlerin iş yaptığı bellidir.

Yiğit Tuncay: Peki, Soros'un Türkiye'de bu anlamda ilişki içinde olduğu ve siyasi manipülasyonlar için kullandığı göze çarpan başka kurum ve kişilikler var mı?

Suat Parlar: Soros, özellikle Türkiye'deki Yahudi işadamları arasında bir şebekeleşmeye doğru ilerliyor. Buraya geldiği zaman, özellikle bir Yahudi işadamını devamlı Soros'un yanında görüyoruz. Bu önemlidir. Ayrıca, Soros'un, oligarşinin üniversiteleriyle olan bağlantıları da vardır. Buralara hem kaynak aktarıyor, parasal fonlar aktarıyor, hem de bu üniversitelerle irtibat halindedir. Nitekim, "Ermeni konferansı"nın bu üniversitelerin birlikteliği çerçevesinde bir platformda değerlendirmesi de boşuna değildi. Kimse Ermenileri çok sevdiğinden, kimse Ermenilerin acılarına duyarlı olduğundan bu meseleyi gündeme getirmiyor. Ermenistan şu anda Kafkaslarda çok stratejik bir mevkidedir. Petrol boru hatlarının odağında ve "Genişletilmiş Ortadoğu-Kafkasya Projesi" çerçevesi içerisinde kilit mevkide bir bölgedir. Bu kilit mevkideki bölge üç tane İsrail planı çerçevesi içerisinde; 1- İsrail, 2- Kuzey Irak'taki ikinci İsrail devleti, 3- Gelecekte bu anlamda kurgulanan Ermenistan'dır. Üç İsrail planı çerçevesi içerisinde burada yeniden yapılandırılmaya çalışılıyor. Bu yapılandırılmaya hem bir meşruiyet sağlanması, hem de bu yapılanma çerçevesi içerisinde, Türkiye'de bu tarz bir üçüncü İsrail oluşumuna karşı çıkacak güçlerin kırılması bakımından bir meşruiyet hazırlığı vardır. Yoksa bu iş ne tarihçiler düzeyinde gitmektedir, ne de Ermeni halkının burada acıları söz konusudur. Burada söz konusu olan, Ermeni finans kapitalinin ve petrol şirketleri içerisinde yuvalanmış Ermeni petrol milyarderlerinin çabalarıdır. Burada aynen Yahudi soykırım endüstrisinde olduğu gibi, Ermeni soykırım endüstrisi yaratılmaya çalışılıyor. Bunu bir tutunum noktası yaparak, aynen Yahudi ulusal yurdu gibi, belki yarın Ermenistan'ın daha da genişlemesi üzerine kurgulu, Türkiye'den giderek toprak talebi de olacak bir Ermeni ulusal yurdu projesi de gündeme gelebilecektir. Bunlar açıkçası birilerinin söylediği gibi bizim açımızdan birer hezeyan değildir. Çünkü, Ermenistan yayılmacı ve sınırları belirsiz bir devlet. Ermenistan topraklarının %20'si işgalle edinilmiş topraklardır.

Yiğit Tuncay: AB ve ABD eksenli bu siyasi manipülasyonların asıl amacının odağında bu projenin hayata geçirilmesinin yattığı net olarak ortaya çıkıyor Suat. Bu anlamda Ermenistan tartışmasının yaratılması ve bunun "demokratik" bir tartışma görüntüsü içinde yapılarak, tüm toplumun vicdanında meşruiyet zeminin yakalanması amaçlanıyor. Senin de söylediğin gibi, tarihsel uzlaşma görüntüsü, esas olan projenin üzerini örtüyor.

Suat Parlar: Tabi. Soros'un gelecekteki en önemli projelerinden birinin, Ermenistan üzerinden yürüteceği proje olduğunu net olarak değerlendirebiliyoruz. Avrupa Birliği'nden de son dönemde, Ermenistan konusunda, özellikle sınır kapısının açılması için fazla baskı gelmesinin gerekçelerinden biri de, bir an önce harekete geçerek bir mevzi edinmektir. Çünkü bu doğrultuda Amerika'da ciddi bir hareketlenme var. Avrupa'da bunu haliyle takip edecektir. Böyle baktığımızda da, Soros'u ağırlıklı olarak Kafkasya'da, Ermenistan odaklı politikalar içerisinde önümüzdeki süreçte çok daha aktif bir biçimde göreceğiz. Soros'la birlikte, Türkiye'de de bir hareketlenmeyi, özellikle "Ermeni meselesi"ne yönelik bir hareketlenmeyi gündeme getireceklerini göreceğiz.

Yiğit Tuncay: Soros'un Türkiye'de yürüttüğü kampanyalardan bir tanesi de "Gelme Bush" kampanyasıydı. Diğeri ise, şu anda gündemde olan "Irak Dünya Mahkemesi". Anti-Amerikancılık ekseninde yürütülmeyen bu kampanya, tamamen Amerikan iç politikasına yönelik olarak yol alıyor. Bu kampanyaları yürütenler alışık olmadığımız ve bu topraklara yabancı bir muhalefet kampanyası yürütüyorlar. İttifakları ise Türkiye halkının dışında, Batı kaynaklı "küreselleşme karşıtları", "savaş karşıtları" ve "barış yanlıları". Sadece Türkiye entelecensiyası içinde birlik arayan bu marjinal gruplar, kendi cephelerini halkla bütünleşmeye giden bir genişleme içine de sokmak istemiyorlar. Muhalefet tarifini bizim geleneksel çizgimize aykırı bir biçimde geliştirmeye özen gösteriyorlar. Türkiye sermayesi içindeki önemli isimleri bile bünyelerine alabiliyorlar. Geleneksel Türkiye solu ise, bütün bu olanları izliyor ve hatta "küreselleşme karşıtlığı", "savaş karşıtlığı" konusunda ciddi bir kafa karışıklığı içine düşüyor. En önemlisi ise, Türkiye solunun kamusal kazanımlar ve devlet konusundaki yaşadığı teorik ve pratik karmaşa.

Suat Parlar: Küreselleşmeye ahlâki bir karşıtlığın anlamı yoktur. Küreselleşmeye karşıtlık, gayet net, kavramları son derece belirgin bir savaşı gerektirir. Küreselleşme karşıtlığı, küreselleşme askerî bir anlam içerdiği için savaş karşıtlığını değil, savaşta taraf olmayı beraberinde getirir. Bizler eğer küreselleşme karşıtıysak, zaten bu anlamda savaşta bir tarafız demektir. Ayrıca, Amerika'da son zamanlarda ortaya çıkan gelişmeleri, "neo-com"lar adı altında bir grup şahine mâletmek ve Amerika'da demokrat bir iradenin olabileceğini ileri sürmek çok moda oldu. Yani, Amerika'da kötü niyetli "neo-com"lar tarafından yürütülen politikaya bağlanabilecek bir Amerika gerçekliği yoktur. Kaldı ki, bizim bu "neo-com"lar dediğimiz kesim, 35 yıldır zaten iktidarda. Bunlar bir iktidar bloğudur. Zaten, Amerika'yı bütün o sınıfsal yapısından soyut, yani, açıkçası Amerika'ya baktığımız zaman çok güçlü ölçeklerde enerjiye dayalı muazzam bir büyük sermaye yoğunlaşması ve bununla ortaklaşmış devâsa ölçeklerde askeri endüstriyel kompleks görüyoruz. "Neo-com"lar bu politikanın sadece bir yüzünü oluşturuyor. Amerika her zaman için, iki partiden oluşan tek partidir. Böyle değerlendirildiğinde, Bush gitse, Bush'un yerine gelecek olan çok farklı politikalar mı izleyecek? Hayır. Amerika'nın artık dünyadaki varlığı, siyasetleri, stratejileri insanlık açısından çok büyük problemdir. En önemlisi de şudur; Amerika'yı müttefikleriyle de birlikte algılamak ve değerlendirmek gerekir. Amerika'nın Irak'a yönelik vahşi soykırımını Avrupa desteklemedi mi? Güney Avrupa destekledi, Doğu Avrupa destekledi ama, Almanya sessiz kaldı.

Yiğit Tuncay: Evet, medeni Avrupa ve barbar Amerika, pardon, barbar Bush gibi bir görüntü vermeye çalışıyorlar. Sanki aralarında uzlaşmaz bir çelişki varmış gibi davranıyorlar.

Suat Parlar: Fransa sadece petrol çıkarları çerçevesi içerisinde buna karşı durdu. Bu meseleler insanî kampanyalarla yürütülecek meseleler değil. Ayrıca, direnen insanları etiketleyerek veya direnen insanları kendi bakış açınıza göre seçerek, siz, bu anlamda bir yapay savaş karşıtlığı üretemezsiniz. Eğer, orada, Vietnam'da olduğu gibi bir halk cephesi olsaydı ve Vietnam'da olduğu gibi Sol anlayışa dayalı bir mücadele yürütülseydi herhalde çok daha büyük bir ses çıkardı. O ses çıkmıyor, niye? Oraya baktıkları zaman, aynı zamanda bombalanmasından gizli memnuniyet duydukları, onların tabiriyle "gerici" dedikleri müslümanları ve arapları görüyorlar. Bu şöyle bir bilinçaltı; Afganistan bombalandığı zaman, Afganistan'da 7.5 milyondan fazla insan açlığa mahkum olduğu zaman, Türkiye'de bundan gizli bir memnuniyet duyularak bu meselenin insanî ölçekler içerisinde daha fazla uzatılmamasını savunan entelecensiya vardı. Durum çok farklı değil. Türkiye'de çok yapay tarzda, bir takım işleri "dünya mahkemeleri" oluşturarak ortaya sürmekle ne yapılmaya çalışılıyor? Oradaki direnişe en küçük bir destek yok. "Biz savaşa karşıyız"! Ortada bir savaş mı var. Yoksa ortada bir katliam mı, bir soykırımcı psikopatlar çetesinin yürüttüğü bir katliam mı var? Böyle bir katliam yürütülürken, "savaş karşıtlığı" demek, her iki tarafı da aynı potanın içerisine koymak demektir. Saldıran, yakan, yıkan, öldüren bir emperyalist güçle, bunun karşısına dikilen bir halk savaşı var. Bunu net olarak görmek lazım. Dolayısıyla, "savaşa karşıyız" demek bir anlam ifade etmiyor. Burada sorun edilmesi gereken Amerikan emperyalizmine, Batı emperyalizmine karşıtlık olmalı ve bu karşıtlık sadece Bush üzerinden geliştirilecek bir karşıtlık da olmamalıdır. Bakın net olarak görülüyor: Amerika nerelerde üsler kurdu? Müslüman ülkelerde üsler kurdu. Katar'da, Türkiye'de ve diğer ülkelerde. Amerika'nın en büyük müttefikleri kim? Japonya, Fransa, Almanya. Halen daha Amerika'ya borç veriyorlar. Halen daha Amerika'nın bütçe açıklarını bunlar karşılıyor. Bunların hiçbirini göz önünde bulundurmuyoruz.

Yiğit Tuncay: Bu marjinal gruplar çok ciddi siyasi manipülasyonlar yapıyorlar. Biriken siyasi enerjiyi farklı kanallara akıtma uğraşı veriyorlar.

Suat Parlar: Evet. Mesela "Büyük Ortadoğu Projesi" bir "Büyük İsrail Projesi"dir. Peki, İsrail'e yönelik, bugüne kadar, bu grupların bir tek tepkisini gördük mü? Gösteremezler, çünkü burada çok iyi yönlendirilmiş bazı kampanyaların bileşimi söz konusudur. O bakımdan bunlar göstermelik gündemler yaratarak, oluşan toplumsal muhalefetleri boşa çıkarma çabalarıdır. Hele Türkiye gibi anti-amerikancı ve giderek anti-emperyalist bir muhalif anlayışın yükseldiği bir ülkede bu tarz bir muhalefetin istenilen kanallara çekilmesinin yolu, bu muhalefetin iğdiş edilmesinden geçiyor. Bu açıkçası, Türkiye'deki anti-Amerikancılığı iğdiş etme harekâtıdır. Bunun başka bir anlamı yoktur. Çünkü; 1- kalıcı değildir, 2- halk seferberliği üzerine dayanmaz, 3- Irak'taki direnişe destek vermez, 4- Bölgedeki Siyonist cepheyi kırıp parçalayacak bir çağrısı yoktur. Ve sonuç itibariyle de, anti-emperyalist bir hatta kesinlikle oturmaz. Türkiye içerisinde etkili, cüretkâr mücadele hattını bu anlamda gündeme getirmez. Çünkü, sorun aynı zamanda Türkiye'dir. Türkiye, sonuçta Amerika'ya büyük destekler veren bir cephe ülkesi konumundadır. Ortada böyle bir yapı varken, Bush'u yargılamak, Cheeney'i yargılamak gibi şeylerin bence çok fazla bir anlamı yoktur. Bunlar, buz üzerine yazılan yazılar gibi kalırlar. Ben bu kampanyaları doğru bulmuyorum ve bu kampanyaların arka planında açıkçası yönlendirmeler olduğuna da inanıyorum. Tabi bu kampanyaların içerisinde yer alan her insanın bu niyetler içerisinde olduğunu söylemek istemiyorum. İyi niyetli insanlar da vardır. Ama yönlendiren odakları da iyi değerlendirmek lazım.

Yiğit Tuncay: Peki, bütün bunların demokrasi adına yapılması ve giderek de Soros gibi bir şahsiyetin dünyada demokrasiye para harcayan bir şovalye gibi görülmesi için ne diyorsun?

Suat Parlar: Soros kapitalizmi eleştiren kitaplar da yazdı. Soros anti-kapitalist midir? Soros dünya finansının geldiği nokta da büyük krizleri de haber verdi. Soros bu anlamda dünya finansından vergi alınmasını mı sağladı? Peki ne yapıyor? Soros çok usta bir politika izliyor. Soros dünya üzerindeki muhalefetleri iğdiş ediyor ve yolundan saptırıyor. Soros bunu yapıyor. Bir bakıyoruz ki, Soros'un devrim etiketi haline geldiğini görüyoruz. Soros bir devrim etiketi gibi. Ama, dediğim gibi, Soros bir 3. sınıf CIA teknisyenidir. Bizim açımızdan acı olan 3. sınıf CIA teknisyenlerinin (ki eskiden 1. sınıf CIA teknisyenleri gönderilirdi), pasifikasyon uzmanlarının, Türkiye'nin işini bitirme konusunda, özellikle Türkiye'nin "sol" kamuoyunun işini bitirme konusunda çok yetenekli görülmeleri. Bu bizim nereden nereye geldiğimizin en iyi göstergelerinden biridir. Nereden nereye geldik? Avrupa Birliği'ni "sol" bir kimlik içerisinde değerlendiren, "sol" bir kimlikçiliğin değeri olarak ele alan ve bu anlamda kendi çektiği acıları Avrupa'dan elde ettiği fonlarla değiş tokuş eden bir "sol" muhalefetin geldiği nokta, aynı zamanda, Türkiye'nin de açmazını oluşturuyor. Çünkü, Türkiye'de şu anda, "sol" muhalefetin çok büyük kitleselliğe erişmese bile, küreselleşmeye ve küreselleşmenin Avrupa Birliği gibi projelerine güç veren bir yaklaşımın, özellikle entellektüel kesimle hiç tartışma görmeden kabul edildiğine tanık oluyoruz. Bu son derece vahimdir. Yani, burada, açıkçası, acıların fonlarla değiş-tokuş edilmesinin sürecini yaşıyoruz.

Yiğit Tuncay: Sözünü ettiğin "çekilen acılar"ın değiş-tokuş edilmesi, 1980 öncesinde devrimci mücadele içinde olan siyasi kişiliklerin yaşadıkları dönüşüm mü?

Suat Parlar: Ne oldu 12 Eylül'den sonra? 60 bin kişi Avrupa'da mülteci oldu. 12 Eylül cuntası, Avrupa ve orada bulunanlar arasında bir uyum oluşturuldu. Gittikleri yerlerde sınıf mücadelesine karışmayacaklar, o ülkeye özgü sınıfsal örgütlenme içerisinde aktif olarak yer almayacaklar, maaşa bağlanacaklar ve cuntayı da fazla yıpratmayacaklardı. O anlamda da, dışarıdan da çok ses getirecek bir muhalefetle dönmeyeceklerdi. Ortadoğu ülkelerine, asla silahlı anlamda giriş yapmayacaklardı. Karşılığında da kendilerine bazı imkânlar aktarılacaktı. Süreç o zamandan başladı ve Soros gibi bağlantılar o zamandan gündeme geldi.

Yiğit Tuncay: Evet. Sözünü ettiğin bu siyasi kişilikler, aslında siyasetten kopmadılar. Tam anlamıyla profesyonel politikanın içine dahil olup buradan ekmek yer hale geldiler. Sözünü ettiğin dönüşlerinde yeni teorileri de hazırdı. Reel sosyalizmin çözülüşü de yeni teorinin önünü fazlasıyla açtı. Neydi bu teori; sınıfın yerine kimlikçilik, sömüren ve sömürülen ilişkisinin yerini ezen ve ezilen ilişkisi, üretim araçlarının özel mülkiyetine karşı itirazın yerini yönetim araçlarından yabancılaşmaya karşı itiraz aldı.

Suat Parlar: Marksist düşüncenin içerisinden sadece ve sadece insancıllığı çekip alırsanız, elinizde kala kala burjuva hayırsever anlayış kalır. Bugün yapılan budur. Burjuva hayırseverliği, kimlikleri kategorilere ayırır. Bu kategoriler ebedî kabul edilir. Aslında, emekçinin konumu da ebedî bir konumdur. Ebediyen o emekçi bazı haklar çerçevesi içerisinde sistemden ne koparırsa kârdır mantığı savunulur. Yoksa, o ilişkinin yerle bir edilmesi, o ilişkinin ortadan kaldırılması, o ilişkinin tasfiye edilmesi söz konusu değildir. Bu anlamda, Türkiye'de sözünü ettiğimiz "sol" muhalefetin de Amerika'yla ve emperyalizmle bir sorunları yoktur. Burada söz konusu olan, emperyalizmi vareden mekanizmaların yerle bir edilmesi değildir, çünkü, bunun için sizin ciddi bir mücadele vermeniz, savaşmanız gerekir. Nedir söz konusu olan? Bir takım kimlik kategorileri yaratılmasıdır; eşcinsel kimliği, kadın kimliği, çocuk kimliği, Kürt kimliği, alevi kimliği ve bu kimlikler üzerinden politika üretilmeye çalışılmasıdır. Buradan politika üretemezsiniz, bu açıkçası toplumu, insanı, emekçiyi, bireyi, her ne derseniz deyin, hangi kategori veya hangi büyük insani bütünlükten yola çıkarsanız çıkın, toplum dışına, insan dışına sürmek anlamına gelir. Siz eğer kitleleri siyaset dışına çıkarıyorsanız, insanlığın dışına çıkarıyorsunuz demektir. Çünkü, siyaset bu anlamda insani mücadelenin odağında durur. "Siz insanlık dışısınız" diyorsunuz. Kimlikler üzerinden siyaset yapmak, açıkçası, sadece "kim" sorusunun cevabı üzerinden şekillendirilmiş bir insanlık dışılığın kabullenilerek, bu çerçeve içerisinde sözde iktidar yapılarına karşıtlık anlamında sistemin yeniden üretilmesi demektir. Şimdi kimlikçi bir muhalefeti düşünün, kimlikçi bir muhalefet sürekli olarak iktidar sömürüsü üzerine dayanır. Oysa karşınızda insanı yerle bir eden, ezen, yokeden, beşeriyi sıfır noktasına düşüren bir sistem var. Bu sistemin temel aygıtlarını nasıl kırıp paramparça edeceksiniz? Bu noktada sizin, yani açıkçası elinizde donanımlı silahlarınızın olması gerekiyor. Ama söylenen nedir? Şudur; "kimliklerinizin içerisine hapis olun", "bu kimlikler size yeterlidir" ve "bu kimliklerden yola çıkın". O kimlikler birey üzerinden zaten gündeme getiriliyor. "Azınlık hakları" deniliyor ve bu tariflerin kimin birey, kimin azınlık olduğunu sistem tarafından beslenen bir takım ideolojik aygıtlara, gruplara ve "sivil toplum" kuruluşlarına ihale edilmesi söz konusudur. İhale sivil toplum şebekelerinin üzerinde kalıyor. Benim kimliğime, kim olduğuma onlar karar veriyorlar. İsteyeceğim haklarıma da onlar karar veriyorlar. Tersinden bakıldığında inanılmaz ölçekte, faşizmin bugüne kadar planladığının çok ötesinde bir tektipleştirme, sözde bir çoğulculuk adına ortaya sürülüyor. Burada çoğulculuk yok, burada tek tipleştirme var. Çünkü kimlik kaynaklı bir süreçten burada söz ediyoruz, sınıf kaynaklı bir süreçten söz etmiyoruz. Sınıf kaynaklı bir sürecin insanı yok eden, sömüren, özgürlüğünü ortadan kaldıran mekanizmalara karşı kullanılması esastır. Siz bunun bütün araçlarını, o sınıfsal araçları reddediyorsunuz. Dolayısıyla, bu baskı aygıtlarını çözecek, ortadan kaldıracak bütün silahları insanlığın elinden çekip alıyorsunuz. Ondan sonra diyorsunuz ki, bizim ideolojik aygıtlarımız sizin için en iyi olanı düşündü; Siz Kürtsünüz, siz alevisiniz, siz homoseksüelsiniz, siz kadınsınız, siz çocuksunuz. Sonuçta, burada tek yanlı insanlığın bir boyutundan yola çıkan, o anlamda da hiçbir biçimde aynı durumda olanların bütünleşmesini getirmeyecek yapay kategoriler icat ediyorsunuz ve bu yapay kategorilere bazı haklar yazıyorsunuz. Bazı hak etiketleri yapıştırıyorsunuz. O hak etiketlerinden sonra da diyorsunuz ki, "burada iktidar yok". Hayır, burada iktidarın en koyusu var. Çünkü ne diyorsunuz; "bu kimliklerin en büyük güvencesi Avrupa Birliği'dir"; "bu kimliklerin güvencesi sivil toplumdur". Bunu söylediğiniz noktada en koyu militarist projeleri temsil eden AB gibi kurumlara, açıkçası, bütün bir ülkeyi değil bütün bir insanlığı peşkeş çekiyorsunuz. AB dahil olmak üzere bu kurumların hepsi koyu militarist kurumlardır. Tekno-bürokratik totalitarizmin ürünü olan kurumlardır. Bunlar büyük tekellerin o insanı yok eden, boğan yaklaşımların ürünü olan kurumlardır. Avrupa'daki tekno-bürokratik yapılanma içerisinde büyük tekellerin ödünç verdiği çok sayıda uzman, işadamı bulunuyor. Böyle değerlendirildiğinde, sizin tutup da oradan güç alarak ve onların projelerinden yola çıkarak kimlikler icat etmeniz, özünde faşizme hizmetten başka hiçbir anlama gelmez.

Yiğit Tuncay: Evet suat, faşizm tanımı konusunda hala daha teorik bir birlik sağlanamamıştır. Avrupa ülkelerini faşizmi yasaklamış ülkeler olarak tanımlayanlar var. Türkiye için faşist tanımlaması yapılırken, Avrupa demokrasisinin faşizmden 2.dünya savaşı sonrasında sıyrıldığını düşünenler var.

Suat Parlar: Faşizmi, kapitalizmden, emperyalizmden, küreselleşmeden, büyük tekellerden soyutlayarak ele alıp, ayrı bir mücadele kategorisi tarzında sunmak bir süre sonra ülke içerisinde sınıf mücadelesini kesen, sınıf mücadelesini bölen paramparça eden birtakım bölünmeler de yaratacaktır. İşin bu boyutunu da görmek lazım. Avrupa açıkçası bunu besliyor ve bu süreci ısrarla bekliyor. Türkiye'nin modernizmle abuklaştırılmış, pozitivizmin artık en yüce noktalarına ulaşması diyebileceğimiz bir devrim jandarmalığı temelinde post-modern tezlerle bulamaç haline gelmiş, bir takım kerameti kendinden menkul münevverler bu projelerin bayraktarlığını yapıyor. Karşılıksız mı yapıyor? Hayır, acenta sıfatıyla yapıyor. Bu anlamda da bir faşizm tehlikesi varsa ve bu faşizm tehlikesini MHP'den ve ülkücülerden ziyade bu kesimlerde aramak bence daha yerinde olacakt

İLETİŞİM edebiyatokyanus@gmail.com  
   
edebiyatokyanus 646330 ziyaretçi (1187397 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol