edebiyatokyanus
İÇERİK  
  ANA SAYFA
  YAZILAR
  ARAŞTIRMA-İNCELEME
  SÖYLEŞİ
  DENEME
  ATTİLA İLHAN
  ATTİLA İLHAN-KÖŞE YAZILARI
  E-KİTAP
  ANSİKLOPEDİK
  SATRANÇ VİDEO DERSLERİ DÖKÜMANLAR
  SATRANÇ OYNA
  ŞİİR
  DİL ANLATIM TÜRK EDEBİYATI - LİSE KAYNAK
  EDEBİYAT RADYO
  EDEBİYATIMIZDA ŞİİR ROMAN ÖYKÜ (dinle)
  100 TEMEL ESER (dinle)
  100 TÜRK EDEBİYATÇISI (dinle)
  SESLİ KİTAPLAR
  FOTOĞRAF ÇILIK
  E-DEVLET
  EĞİTİM YÖNETİMİ DENETİMİ
  RADYO TİYATROSU
  ÖĞRETMEN KAYNAK
  EDEBİYAT TV
  SÖYLEŞİLER - BELGESELLER TV
  RADYO KLASİK
  TÜRKÜLER
  GAZETELER MANŞETLER
  ÖYKÜ ANTOLOJİSİ
  => Ahmet Hamdi Tanpınar - Bir Yol
  => Ahmet Hikmet Müftüoğlu - Bahar
  => Bahaeddin Özkişi - Göç Zamanı
  => Cemil Kavukçu - Adı Yok
  => Demir Özlü - Evlenme Töreni
  => Durali Yılmaz - Gel İçimde Ağla
  => Fatma Karabıyık Barbarosoğlu - Karanfilli Kavga.
  => Fahri Celâl Göktulga - Hayâlet
  => Ferit Edgü - Dönüş
  => Memduh Şevket Esendal - Hayat Ne Tatlı
  => Oya Baydar - Elveda Alyoşa
  => Refik Halid Karay - Eskici
  => Raşet Nuri Güntekin - Balta
  => Sabahattin Ali - Değirmen
  => Sait Faik Abasıyanık - Karanfiller ve Domates Suyu
  => Samipaşazâde Sezaî - Pandomima.
  => Tahsin Yücel - Tarih Coğrafya
  => HALDUN TANER - ON İKİYE BİR VAR
  DERGİLER - KİTAPLAR - KÜTÜPHANELER
  E-DERGİ
  KİM KİMDİR BİYOGRAFİLER
  ZİYARETÇİ DEFTERİ
  İLETİŞİM
  EDEBİYAT OKYANUS
Ahmet Hikmet Müftüoğlu - Bahar
Ahmet Hikmet Müftüoğlu  - Bahar
Biyografi - Ahmet Hikmet Müftüoğlu

1870'te İstanbul'da doğdu. Süleymaniye Mahalle Mektebi'nde, Dökmeciler'deki Taş Mektep'te, Aksaray'daki Mahmudiye Vakıf Rüşdiyesi'nde ve Soğukçeşme Askeri Rüşdiyesi'nde okuduktan sonra girdiği Galatasaray Mekteb-i Sultanisi'nden 1888'de mezun oldu. 1893'den itirbaren Servet-i Fünun yazı ailesine katıldı. Hariciye Umur-i Şehbenderi (Konsolosluk hizmetleri) Kalemi'ne memur tayin olunan Ahmet Hikmet, görevli olarak Marsilya, Pire ve Kafkasya'da bulundu. 1896'da İstanbul'a dönerek ilk memuriyet yerinde Ser-halifeliği'ne atandı ve Meşrutiyet'e kadar Hariciye Nezareti merkezinde çalıştı. 1898'den 1908'e kadar Galatasaray Sultanisi'nde öğretmenlik de yapan Ahmet Hikmet, bir süre Nafia Nezareti Ticaret Müdiriyeti Umumisi'nde de bulunduktan sonra tekrar Hariciye Nezareti'ne döndü. 1913'te Peşte Başşehbenderi olan Ahmet Hikmet, 1918'de İstanbul'a döndü ve önce Abdülmecit Efendi'nin Ser-karinliği'ne atandı. 1926'da Ankara'da Dışişleri Bakanlığı Konsolosluk Hizmetleri ve Ticaret Genel Müdürlüğü'ne getirildi ve aynı yıl içinde Dışişleri Bakanlığı Müsteşarlığı'na atandı. Anadolu - Bağdat Demiryolları ile Elektrik Şirketi İdare Meclisi azalıklarında da bulunan Ahmet Hikmet 19 Mayıs 1927 tarihinde İstanbul'da karaciğer kanserinden öldü.

Hikâye Kitapları: Leylâ Yâhut Bir Mecnunun İntikâmı (1891) Haristan ve Gülistan (1900), Çağlayanlar (1922)


Bahar

-Pencereleri açın! Hava girsin! Akan rüzgâr, bu odanın kokusunu, hayalâtını, hatıratını, sürsün götürsün! Güneş girsin! Yağan ışık, köşelerin gölgelerini bozsun silsin!
Pencereler açıldı. Hava bürüdü. Güneş yürüdü. Hayalât, hatırat, siyah düşünceler sürüldü, silindi. Ve ben de beraber..
Fesim bükülmüş, boynum bükülmüş, boyun bağım bükülmüş, belim bükülmüş. Ölü küçük dalgalar gibi gayrı muntazam mavi, tümsek kaldırım taşları üstünde, batıp çıkan bir çürük sandal acziyle, sallana sallana ilerlemek istiyordum, yürüdüm. Sahile kadar geldim. Haraptım. Issız viranedeydim. Mavi deniz önümde, mavi gök üstümde idi. Taze baharın serin, serptiği ışıklara sarılmıştım.
Deniz kenarında idim. Arzın kenarında idim. Dalgalar taşlara çarparak sinelerini yırttıkça ipliği kopan inci gerdanlık gibi göz yaşlarım göğsüme dökülüyordu.
Bugün hava pek tatlı, güneş şakrak, gök pek açık, saçıktı. Fakat ben kahrolmuş, ben mahvolmuş, ben bitmiştim. Bir taşın üstüne yığıldım. Şakaklarımı avuçlarımın içine aldım. Nazarlarımın siyah nuru, denizin mavi atlası üzerinde kara lekeler bıraka bıraka uzanıyor. Karşı sahilin minarelerini kucaklıyor, kubbelerini öpüyor. Onlara gizli gizli veda ediyor ve "Sizi Allaha ısmarladım! Sizi Allaha ısmarladım!" diyordu.
Biraz ötede, döne döne, ağır ağır kalkan tozların arasından zayıf dermansız bir genç hayalî koltuk değneğine dayanarak ağlıyordu.
Uzaktan bir ses kaynaşan güneşin arasında süzülerek bize doğru erişti:
-Bahar kokuları, bahar kokuları!..
Bir sepetin içinde sünbüller, fulyalar, zerrinler, menekşeler, şebboylar dalga dalga renkler, damla, damla rayihalar sıralanmıştı.
Çiçekçi tâ yanımızdan geçiyordu. Dikkat ettim; genç hasta da gözlerini kapamış, başını arkaya bırakmıştı. Vatanın bu tatlı kokularını titreyen dudaklariyle emmek, öpmek istiyordu. Bu kokular bana ve ona ne müdebdep ve muhteşem tarih sahifeleri, ne mutantan ve muazzam zafer levhaları gösteriyor ve ne rakik ve ulvî ve hayat neşideleri okuyordu. Mevkiim Sarayburnunun en muallâ bir noktası idi. Sinan Paşanın Muradı Salis için yaptırdığı "İncili Köşk"ün viranei zaili üstünde idik. Sanıyordum ki bugün baştan başa vatan, evlâtlarının kan ve yaşlariyle yakut ve incili bir kâşanedir. İkimiz de içinde iki ufak bürkân gibi tutuşan kalplerimizi örten sinemizi Kâbetullaha çevirdik. Bu rayihalara bürünen ruhlarımız sanki güneşten kanatlar takınarak sahibi Kur'an'ın eşiğine çarpa çarpa erimek için bizden ayrıldı.
O dakika o da, ben de o mertebe masivadan ayrılmış, o mertebe fenafillaha ermiş.. Ben bir tayf, o bir zıl olmuştuk. İkimiz de birbirimize yaklaştık.
-Ey genç adın nedir?
-Mazlum!
-Bak bahar nefhaları, güneş renkleri, nesim rayihaları bütün önüne dökülmüş. Daha ne istiyorsun? Neden mahzunsun?
Sepette ne kadar çiçek varsa aldım. Gencin kucağına, etrafına yığdım.
-Bak! Bu kokular, senin harîm rayihalarındır. Saraylarının, pınarlarının, kulübelerinin, ninelerinin, mihraplarının kokularıdır. Münkesir kalbini bu çiçeklerin özleriyle peçinle!
Mazlûm önünde bir sahife gibi açılan Topkapı sarayının etrafına solgun bakışlarını gezdirdi. İçini çekti, kolları, birer kırık dal gibi, kıvrıldı ve yanına düştü.
-Hayır, dedi, bütün kokuları bir siyah tül ile örtülü sanıyordum. Lâle bir açık yara, konca bir kan pıhtısı, sünbül çitişmiş bir hasta saçı, menekşe, mavi gözlerin damla damla yaşı..
-Bütün bir senenin fecri bahar! Bak, sana ne neş'eli dakikalar vadediyor.
-Bende şimdi bir zevk kaldı. Ağlamak zevki!.. Bir ümit kaldı: mahşer ümidi.
-Baharın minesi yağmurdur. Babası güneş. Bütün bunlar aile efradını sana, senin saadetine hasrettiler.
-Nesim esareti, kuşlar enini, kokular buhuru matemi telkin ediyor. Bence şimdi gök bir türbe, güneş bir kandil.
-Görüyorum ki hem hastasın, hem meyus. Benden gizleme, söyle niçin meyus? Neden hastasın?
-Peki dinle: benim bir sevgilim, sevgili zevcem vardı. Güzel, gürbüz çocuklarım vardı. Babam ve üvey anam sevgilimin kıymetini bilmediler. Onu sevmesini bilmediler. Biçâre kadın bu ihmale dayanamadı, öldü. Sonra çocuklarım da öldü. Sonra evim de yandı. Servetim de mahvoldu. Sonra işte ben de bittim. Bahar! Bahar! Ben baharımı mezarımda açılacak dikenlerde görüyorum.

(17 Mart 1336) (Çağlayanlar)


İLETİŞİM edebiyatokyanus@gmail.com  
   
edebiyatokyanus 647067 ziyaretçi (1188243 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol