edebiyatokyanus
İÇERİK  
  ANA SAYFA
  YAZILAR
  ARAŞTIRMA-İNCELEME
  SÖYLEŞİ
  DENEME
  ATTİLA İLHAN
  ATTİLA İLHAN-KÖŞE YAZILARI
  E-KİTAP
  ANSİKLOPEDİK
  SATRANÇ VİDEO DERSLERİ DÖKÜMANLAR
  SATRANÇ OYNA
  ŞİİR
  DİL ANLATIM TÜRK EDEBİYATI - LİSE KAYNAK
  EDEBİYAT RADYO
  EDEBİYATIMIZDA ŞİİR ROMAN ÖYKÜ (dinle)
  100 TEMEL ESER (dinle)
  100 TÜRK EDEBİYATÇISI (dinle)
  SESLİ KİTAPLAR
  FOTOĞRAF ÇILIK
  E-DEVLET
  EĞİTİM YÖNETİMİ DENETİMİ
  RADYO TİYATROSU
  ÖĞRETMEN KAYNAK
  EDEBİYAT TV
  SÖYLEŞİLER - BELGESELLER TV
  RADYO KLASİK
  TÜRKÜLER
  GAZETELER MANŞETLER
  ÖYKÜ ANTOLOJİSİ
  => Ahmet Hamdi Tanpınar - Bir Yol
  => Ahmet Hikmet Müftüoğlu - Bahar
  => Bahaeddin Özkişi - Göç Zamanı
  => Cemil Kavukçu - Adı Yok
  => Demir Özlü - Evlenme Töreni
  => Durali Yılmaz - Gel İçimde Ağla
  => Fatma Karabıyık Barbarosoğlu - Karanfilli Kavga.
  => Fahri Celâl Göktulga - Hayâlet
  => Ferit Edgü - Dönüş
  => Memduh Şevket Esendal - Hayat Ne Tatlı
  => Oya Baydar - Elveda Alyoşa
  => Refik Halid Karay - Eskici
  => Raşet Nuri Güntekin - Balta
  => Sabahattin Ali - Değirmen
  => Sait Faik Abasıyanık - Karanfiller ve Domates Suyu
  => Samipaşazâde Sezaî - Pandomima.
  => Tahsin Yücel - Tarih Coğrafya
  => HALDUN TANER - ON İKİYE BİR VAR
  DERGİLER - KİTAPLAR - KÜTÜPHANELER
  E-DERGİ
  KİM KİMDİR BİYOGRAFİLER
  ZİYARETÇİ DEFTERİ
  İLETİŞİM
  EDEBİYAT OKYANUS
Fahri Celâl Göktulga - Hayâlet
Fahri Celâl Göktulga    - Hayâlet
Biyografi - Fahri Celâl Göktulga

20.05.1895'de İstanbul'da doğdu. İlköğretimini Yerebatan'daki Darüledep'te, orta öğretimini Mercan İdadisi'nde (1912), yüksek öğrenimini İstanbul Tıp Fakültesi'nde yaptı (1918). Üsküdar Toptaşı Akliye ve Asabiye Hastanesi'ndeki ihtisastan sonra klinik şefi olan Fahri Celal, yine klinik şefi olarak Bakırköy Hastanesi'nde ve başhekim olarak Manisa Akıl Hastanesinde çalıştı. Mesleki eğitim amacıyla bir buçuk yıl Paris'te kaldı. Bakırköy Akıl ve Sinir hastalıkları Hastanesi Başhekimliğinden emekli olan (1960) Fahri Celal, 1975 yılında İstanbul'da öldü.

Hikâye kitapları: alâk-ı Selâse (1923), Kına Gecesi (1927), Eldebir Mustâfendi (1943), Avur Zavur Kahvesi (1948), Salgın (Seçmeler, 1953), Rüzgâr (Fıkralarıyla birlikte 1955), Çanakkale'deki Keloğlan (1960)


Hayâlet

Örümcek bacakları gibi ince, maharetli parmaklarını donuk sarı ciltli, kabarık mavi damarlı alnında, dağınık saçlarının arasında dolaştırarak, kelimeleri teker teker mırlayarak anlatıyordu:
-Muallimliğim zamanında... Ama, bundan birçok seneler evvel, tuhaf bir şey başıma gelmişti. Hemen her gece çalışmaya mecbur oluyordum. Bizim işimiz hakikaten güçtür: Gündüz üç dört saat ders verilecek, anlaşılmayan kısımlar izah edilecek, akşam da vazifeler tashih edilecek. Yetmiş seksen kağıt okuyacaksınız; sona imlâ yanlışları, fikir hatâları hep düzeltilecek...
Biliyorum, o sıralarda âsabım da çok bozuktu. Vücudumun her tarafını karıncalar kaplamış, adalâtımı tutulmuş, bacaklarımı oynatmaya muktedir değilim zannederdim. Sonra geceleri bitmez tükenmez rüyalar... Böyle uykular esasen uyunmamış demektir. Hiç olmazsa uyanıkken muhakemelerimizin muntazam bir teselsülü, bir zinciri, kıyaslarınız, mütearifeleriniz vardır. Biraz arka üstü yatmanız en güzel bir çimenlikten, bir su başından birdenbire sizi uçurumlara, şimendifer yollarına atmaya kâfidir. Lokomotif düdüğünü öttürerek, dumanlarından kıvılcımlar saçarak esatirî bir yılan gibi yaklaşır; kaçmak, kurtulmak istersiniz; fakat bütün uğraşmalarınıza, didinmelerinize rağmen bacağınızın birisini, mümkün değil, yoldan çekemezsiniz. İnsanın bakmağa bile tahammül edemeyeceği kıtaller, dağdan dağa kurumuş kanınızı içmek için kovalayan mandalar, hiç sebepsiz, boş yere, bir hiç için alevlenen kavgalar... hele bu kavgalar!... Ölü gibi uyuyan şuurunuza rağmen yine size: "Canım, bu kavgalar esassız... Bu gürültüler neye iyi?.... dedirtir. Bir çit bir deve olur; çocuklukta emektar dadının anlattığı peri masalları, bir dudağı yerde, bir dudağı gökte araplar, memelerini omuzlarına atmış dev anaları birer birer, zavallı dimağınızın eski köşelerinde yaşar; çıyan gibi, kurt gibi...
Ben o zamanlar, artık bütün bütün uyumaktan da korkardım. Uyku, ölümün fotoğrafından ziyade, hakikatine benzeyen karikatürüdür. Birbiri üstüne, mütemadiyen, her gece rüya görürdüm, garip, karışık, mânasız şeyler... Her defasında aynı vahi kavga, küçücük bir darbe ile yıkılıveren büyük dağlar, gürültü.. Gürültü!... İnanır mısınız? Felâketin başladığını derhal hissederdim. Aman uyanayım, yoksa daha korkunç, daha feci şeyler göreceğim, diye düşünür, biraz kıpırdamak, eski bir itikadla bile "Besmele" çekebilmek için bütün kuvvetimi sarfederdim. Eğer uyanmaya muvaffak olamazsam ertesi sabah unutuverdiğim müthiş vekayiin içerisine dalardım. Bazan da omuzlarının üstüne çöken, beni bir hareket bile yapmaktan men eden, göğse oturup hatta nefes almama bile mâni olan şeytanın kuvvetine galip gelerek gözlerimi açardım. "Oh, kurtuldum" diyerek... Ondan sonra artık uyuyabilmek cesareti kalır mı hiç?... Sabaha kadar "Ah, horozların ötmesine acaba kaç saat var?..." diye söylenerek, şimendifer düdüklerini, sokaktan geçen ilk yolcunun öksürüğünü, komşunun kapı gıcırtısını duyabilmek için neleri feda etmek istemezdim!... Sabah erken olsun diye eve belki on tane horoz getirdim!... Bir kanat çırpıntısı, sonra hicazdan bir nağme... Halâs!
Fakat bir gece... Bu müthiş oldu. Onu Allah düşmanımın başına vermesin, sessiz bir gece yarısına doğru... Yine kitap okurdum. Sokaktan son araba geçti, son yolcu kunduralarını takırdatarak uzaklaştı. Lâmbam baykuş gözü gibi sapsarı, masanın üzerinden tünekliyordu. Satırların arasında dolaşan gözlerim bir dakika için durdu. Dimağım başka bir şey düşündü. Bir fısıltı işitir gibi olmuştum. Aşağıda karım çoktan uyudu, diye söylendim. Başımı eğerek, kulaklarımı kabartarak iyice duymak için gözlerim bir tarafa dikilmiş, bekledim odada sadece cep saatimin tıkırtıları vardı. Karşıki evin damında ishak öttü. Kulaklarımı dinledim. kaybedilecek hiçbir şey olmadığı için uğulduyor, yalnız damarlarımın darabatı trampet gibi kafatasıma aksediyordu; başka hiçbir şey... Saçmalıyorum diye yerimden kalkmak, bir cigara yakmak için doğrulacağım sırada kısık bir insan sesine benzer bir şey işittim. Gözlerim duvarın birleştiği karanlık köşeye saplanmış, tekrar dinledim. Lâmbam yok oldu; açık, vâzıh, fakat kısık, basık bir ses.
-Ha?... Öyle mi?... Sahih... Niçin?...
Diyordu. Uzaktan, pek uzaklardan müphem iki mükâleme, mânasını anlayamadığım bir feryad işittim. Yüreğim güm güm ötüyordu; saçlarım fırça gibi kabardı. Vüudumda tuhaf bir üşüme, bir titreme hissediyordum. Bu kısık, basık, perdesiz seslerin, bu müphem mükâlemenin, bu yavaş, kuvvetsiz feryadın sahiplerini düşündüm. Muhakemem bunlara birer mâna verebilmek için süratle çalıştı. Silinmiş duvarların arasında iki kişi başları kavuklu, yeşil sarıklı, uzun abalı iki derviş... Evet, muhakkak gördüm. Ellerinde bir şeyler vardı. Gözleri, hokkabaz feneri gibi yanıyordu. Uzun doksan dokuzluk tesbihlerini çevirirken dudakları oynuyor, bir şeyler mırıldanıyorlardı; bir dua, meçhul efsunlar, tılsımlı sözler gibi... Kulaklarıma Eshab-ı Kehf'in esrarengiz isimleri geldi: Yemliha, Mislina, Mekselina, Mernuş, Tabernuş, Şâzenuş, Kefeştatayyuş... Mestli pabuçları gürültü çıkarmıyordu. Fısıltılarını daha iyi işitebilmek için ürperdim. Fakat arkalarında birisi daha peyda oldu. Bilmem, ben bu adamın kıyafetini bir şeye benzetemedim. İri yarı, gayet kuvvetli gözüküyordu. Yalnız gözlerini korku ile onlara dikmiş, köle gibi onları muti, tâkip ediyordu. Bir akşam vakti idi zannederim. Ağaçların arasında, birbirlerine hendesi şekillere yakın birkaç yıldız göz kırpıyordu. Durdular; sağa sola gittiler; bir yeri, kararlanmış bir noktayı aradılar, zannederim. Sonra diz çöktüler. Arkalarındaki adam yığıldı kaldı. Tesbihler döndü; köse sakallı çeneleri oynadı; neler okunuyordu yârabbi? Fakat oturdukları yer, topraklar yarıldı. Sanki kapağı kapalı bir sarnıç gürültüsüzce delindi. Yavaş yavaş etraftaki ağaçlar kayboldu, ufuk silindi, bir, beş, on arşın derinliklere daldılar. Kıtmir kıtmir diye vâzıh bir davet hissettim. Sonra fısıltılar devam etti. harikulâde bir sür'atle iniyorlardı. Birdenbire bu sukut durdu. Bunu elimde olmayarak irkilmeden anladım. İskemlemin üstünde sakır sakır titriyordum. O kadar ki vicdanımda ancak büyük bir zelzelenin tevlid edebileceği ilahi bir korku vardı. Ani, bir saniye, hattâ bir salise parıldayan bir şimşek ortalığı sarattı. Yarılmış, yıkılmış, çökmüş bulutların dehhaş gürültüsünü duydum. Kırmızı bir muşamba fener yosunlu duvarlarla kapalı ıslak bir yol üzerinde dolaştı. Yine önde iki derviş, arkalarında, iri adam yürüyorlardı. Uzaklarda yüksek bir demir kapı göründü, tesbihler sür'atle döndü; meçhul dualar mırıldandılar. kapı paslı rezelerin üzerinde inledi... Girdiler. Sonu gözükmez yeni bir yol daha uzandı. Eski, "Nemrud" zamanından kalma kalelerin sıçan yollarına benzeyen rutubetli yerlerden geçtiler. Ben bunları hiç kendim hissettirmeden nasıl tâkip edebilirim bilmem? Yalnız sağlam kalabilmiş mantığım uyandıkça tecessüsden kurtuluyor, görmemek, çekilmek, bakmak istiyordum.
Galiba bir kapı daha geçtiler.
Kenarlarında baldıranlar, ballıbabalar, ısırganlar bitmiş harap bir binanın önünde durdular. Yeşil bir pencereden, hep beraber içeriye daldılar.
Beyaz ipek şalvarlı, gelincik gibi kırmızı kuşaklı, demir koparanın açık yakasının arasında memelerinin ortası gözüken, manolya gibi donuk yüzlü, gözleri kapalı, yosma bir dilber harikulâde güzel bir kız, onların girdiğini duymadı. Yoksa uyanırdı... Dervişler yavaş yavaş ona yaklaştılar. Duvarlarda yarasalar ürktü; yüzümde bu korkunç hayvanların yumuşak, ılık kanatlarının rüzgârını hissettim.
Tâkip eden adama:
Üstüne atıl, sakın bırakma, sonra mahvoluruz!.. dediler, zannederim.
Herif, boğa gibi kıza hücum etti. Kalenin loş odasının havası içinde debelenen ayaklarının altı o kadar penbe, o kadar güzeldi ki... İkisi birden bu sessiz mücadeleye yarım ettiler. Kızın narin bilekleri, ince beli bu ayı gibi kuvvetin altında nasıl çatırdayarak kırılmadı, bilmem... Başı lâl kırmızı yastıkların arasına gömüldü. Simîn gerdanı zambak gibi açıldı. Bu zaptetme ameliyatına sâkinane bakan dervişlere kızmayı bile hatırlamadım. Dağınık siyah saçların arasından, büyük parlak gözleri doğdu. O!... Şüphesiz şimdi de mükemmelen hatırlıyorum, bu ses kulaklarımda o kadar vâzıh ki... Baygın baygın:
-Nemrudun hazinesi... Bulanlar berhudar olmasın.. Alanlar Allahın Kahhâr ismiyle kahrolsunlar!..
Diyordu. Köle iri elleriyle zavallının bileklerini sıktı; kaba, vahşi, ağır vücuduyla kızın üstüne oturdu. Ve dervişler görmediğim bir kapıdan kayboldular. Bu kapı nereye açıldı, nasıl kapandı?... Bilmiyorum, bilmiyorum... Fakat dua, efsun teshir sesleri uzaklaştı. Bir yılan çıngırak gibi öttü, yarasalar koğuklarına sokuldu.
Biraz sonra yavaş, gamlı bir sesle kız yalvardı hepsini hatırlıyorum, yalnız bunlar aklımda:
-Ebediyet seni affetsin... Bırak beni! Kızın, karın, sevdiğin yok mu? Onların aşkına bırak beni!..
Yüzünde öyle edâ, gözlerinde öyle bir parıltı vardı ki... Herif mağlup oluyordu. Ona neler söylemedi!... Saadet taşını, bereket zümrüdünü, yağmur tılsımını, güneş efsununu vâdetti. Galibin iri kolları gevşiyordu...
Birden şimşek gibi bir mücadele oldu. Kız dağ keçileri, âhular gibi çalak, sıyrıldı. Eski kubbelerde yalnız, tannan bir kahkaha akisler yaptı... Ve her şey silindi!..

                                                                  *
Odamda duvarlar eskisi gibi mavi, lâmbam sarı, eşyam yeniden teşekkül etti. Buz gibi terlerle ıslanmış alnıma ellerimi götürdüm!
-Hayâlet!.. Hayâlet gördüm, diye söylendim. Şüphesiz sinirlerimin bozukluğundan.. Bunları benim gözlerim icad etti...
Bacaklarımın üzerinde durmaya takatım kalmamıştı. Pencerenin kenarına kadar sürüklendim. Camı kaldırdım. Ilık bir hava yüzümü okşadı, terlerimi kuruttu.
Dışarıda kurbağaların bitmez tükenmez cığıltıları sükûtu gıdıklıyordu. Birden iri damlalı bir yaz yağmuru tozların üzerinde tıpırdarken sıcak bir toprak kokusu ciğerlerime doldu...
Böyle bir şey hiç sizin başınıza geldi mi?    8 Nisan 1920


Bütün Hikâyeler, Cem Yayınevi, İstanbul 1973


İLETİŞİM edebiyatokyanus@gmail.com  
   
edebiyatokyanus 646606 ziyaretçi (1187721 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol