edebiyatokyanus
İÇERİK  
  ANA SAYFA
  YAZILAR
  ARAŞTIRMA-İNCELEME
  SÖYLEŞİ
  DENEME
  ATTİLA İLHAN
  ATTİLA İLHAN-KÖŞE YAZILARI
  E-KİTAP
  ANSİKLOPEDİK
  SATRANÇ VİDEO DERSLERİ DÖKÜMANLAR
  SATRANÇ OYNA
  ŞİİR
  DİL ANLATIM TÜRK EDEBİYATI - LİSE KAYNAK
  EDEBİYAT RADYO
  EDEBİYATIMIZDA ŞİİR ROMAN ÖYKÜ (dinle)
  100 TEMEL ESER (dinle)
  100 TÜRK EDEBİYATÇISI (dinle)
  SESLİ KİTAPLAR
  FOTOĞRAF ÇILIK
  E-DEVLET
  EĞİTİM YÖNETİMİ DENETİMİ
  RADYO TİYATROSU
  ÖĞRETMEN KAYNAK
  EDEBİYAT TV
  SÖYLEŞİLER - BELGESELLER TV
  RADYO KLASİK
  TÜRKÜLER
  GAZETELER MANŞETLER
  ÖYKÜ ANTOLOJİSİ
  => Ahmet Hamdi Tanpınar - Bir Yol
  => Ahmet Hikmet Müftüoğlu - Bahar
  => Bahaeddin Özkişi - Göç Zamanı
  => Cemil Kavukçu - Adı Yok
  => Demir Özlü - Evlenme Töreni
  => Durali Yılmaz - Gel İçimde Ağla
  => Fatma Karabıyık Barbarosoğlu - Karanfilli Kavga.
  => Fahri Celâl Göktulga - Hayâlet
  => Ferit Edgü - Dönüş
  => Memduh Şevket Esendal - Hayat Ne Tatlı
  => Oya Baydar - Elveda Alyoşa
  => Refik Halid Karay - Eskici
  => Raşet Nuri Güntekin - Balta
  => Sabahattin Ali - Değirmen
  => Sait Faik Abasıyanık - Karanfiller ve Domates Suyu
  => Samipaşazâde Sezaî - Pandomima.
  => Tahsin Yücel - Tarih Coğrafya
  => HALDUN TANER - ON İKİYE BİR VAR
  DERGİLER - KİTAPLAR - KÜTÜPHANELER
  E-DERGİ
  KİM KİMDİR BİYOGRAFİLER
  ZİYARETÇİ DEFTERİ
  İLETİŞİM
  EDEBİYAT OKYANUS
Memduh Şevket Esendal - Hayat Ne Tatlı
Memduh Şevket Esendal   - Hayat Ne Tatlı
Biyografi - Memduh Şevket Esendal

Hikayeci, romancı, siyaset adamı Memduh Şevket Esendal 1883 yılında Çorlu'da doğdu. Düzenli bir eğitim görmedi. 1906'da gizli İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne girerek siyasete atıldı. 1908'de İttihat ve Terakki'nin İstanbul teftiş kurulunda görev aldı. Üretime katkısı olan toplulukların, yurt yönetiminde de payı olması gerektiğini düşünüyordu.
1912'den başlayarak dergi ve gazetelerde takma adlarla (Mustafa Memduh, Mustafa Yalınkat, M. Oğucuk, İstemenoğlu, M.Ş. ve M.Ş.E. kısaltmaları) hikayeler yayımladı. Bunlarda genellikle taşra yaşantısını yansıtıyor, başkalarından hiç farkı olmayan insanların başından geçen günlük olayları basit çizgilerle canlandırıyordu. 1925'te eski İttihatçı arkadaşlarının çıkardığı Meslek dergisinde, 35 hikayesi yayımlandı. Uzun bir aralıktan sonra Sanat ve Edebiyat gazetesi (1947) dergilerinde yeni hikayeleri çıktı.
1934 yılında yayımlanmış Ayaşlı ve Kiracıları adlı romanı da ancak bu son dönemde ilgi topladı ve ün kazandı. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki Ankara'nın görgülü görgüsüz çeşitli çevrelere bağlı insanlarının, oda oda kiraya verilen bir evdeki yaşantılarıyla birlikte, dedikodular, kumar partileri, türlü çıkar hesapları, mal-mülk kaygılarını gösteren bu romanda, Hikayeler I, II (1946) adlı kitaplarıyla bunların sonuna eklediği hikayelerinden, derlediği Temiz sevgiler (1965), Ev ona yakıştı (1971) adlı eserlerinde, yurdun dört bir köşesinde tanımak imkanını bulunduğu Türk insanının psikolojisini canlandırdı.

Hikâye kitapları: Otlakçı, Mendil Altında, Temiz Sevgiler; Ev Ona Yakıştı 


Hayat Ne Tatlı

Temmuz, öğle vakti. Komşuda bir kadın sesi... Neye bağırdığı anlaşılmıyor. Belki çocuğuna haykırıyor. Müezzin'in duvarlarından tahtaboşa bir kedi atladı. Birkaç ev ötede bir tavuk gıdaklıyor, bir horoz ona yardım ediyor...

(...)

    Hafız Nuri Efendi, kapının arkasından şemsiyesini aldı, yavaşça sokağa çıktı. Neden? Bir işi mi var? Birini mi görecekti? Hiçbir işi yok. Hiç çıkmasa da olabilirdi. Ancak, çıkmış bulundu. Ayakları onu dört yol ağzına doğru götürdü. İki evin arasındaki dar aralıktan, vagonların geçtiği görülüyor! Geçti, geçti, sonra birdenbire bitti. Oooooh!.. Nuri Efendi, rahatsız olmuştu. Edirne'den İstanbul'a kadar gelmişsin, Sirkeci kaç adımlık yer! Şöyle yavaş yavaş, kamil kamil gitse olmaz mı?... Deli gibi, sanki kelle götürüyor.

   Hafız Nuri Efendi, köşeye dayanmış duruyordu. Birdenbire yanında birini gördü. Kavaf'ın Şükrü... Arka sokaktan mı çıktı?... Nuri Efendiye:

     -Birini mi bekliyorsun? Diye sordu.

     -Yoooook!...

     -E, duracak mısın? Diye sordu.

     -Bilmem, duruyorum işte...

     -Yoksa, bir dalgan mı var?

     -Yoooook... Ne dalgam olacak!

     -Olur a! İnsan bu...

     Nuri sesini çıkarmadı. Biraz durduktan sonra gene Şükrü:

     -E, duracak mısın? Diye sordu.

     -Duruyorum, bilmem, dedi...

     -Gelirsen, gel. Seni Kumkapı'ya götüreyim.

     Nuri boynunu büktü.

     -Gidelim, dersen, gidelim, dedi.

     -Yürü, gezmiş olursun.

     Yürüdüler. Karşı kaldırıma geçtiler, sağa, sokağa saptılar, demir yoluna çıktılar. Şükrü:

     -Sen gidedur, ben sana yetişirim, dedi, oradaki odun deposuna girdi.

   Hafız Nuri Efendi yürüdü. Şemsiyesine dayanarak, iki yanda bostanlara, marullara, salatalara bakarak yürüyor. Geçitten geçerek mahalle içinden istasyonun arkasını dolaştı, yeniden demir yoluna çıkacağı yerde mahallelerinin kömürcüsü Halil ile karşılaştılar.

     -Hayrola Nuri Efendi, nereye?

     -Valla bilmem, işte öyle gidiyorum...

     Arkasına dönüp bakarak:

     -Şükrü gelecekti, gelmedi.

      Halil sordu:

     -Hangi Şükrü? Dedi.

     -Kavaf'ın Şükrü!

     -Bir yere mi gideceksiniz?

     -Yooo, öyle, gidelim, dedi idi de... Gelmedi.

     Halil:

    -Bırak canım, dedi, Şükrü'nün ipiyle kuyuya inilir mi! Kim bilir nereye takılmış kalmıştır. Ben mahalleye gidiyorum, hadi, dön gidelim.

     Nuri Efendi boynunu büktü:

     -Olur, dönelim, dedi.

     -Hadi, hadi. Yürü...

    Döndüler. Halil, kömür almaya gelip de pazarlığı yapamadığını anlatmaya başlamış ve daha on beş adım atmamışlardı ki, arkadan Halil'i çağırdılar. Bu çağrılıştan, bozulan pazarlığın düzeleceğini anlayan Halil döndü, Nuri Efendiye:

    -Sen, dedi, gidedur. Ben yetişirim.

    Nuri Efendi yürüdü. Geldiği yolu tutturup gene tek başına mahallelerinin kahvesinin kapısı önüne kadar geldi.

   İki kişi, ortada, alçak hasır iskemlelere karşılıklı oturmuş, tavla oynuyorlardı. O da gitti, üçüncü boş iskemleye oturdu.

    Oyunculardan biri oyunu kaybetti. Yenilmesini Hafız'ın uğursuzluğuna verdi.

    -Hafız, dedi. Şimdi oyun bitince, bir parti de seninle oynayacağım.

    Hafız şemsiye sapını ağzından çıkararak:

    -Ben tavla bilmem ki, dedi.

    -Tavla bilmez misin?

    -Bilmem ya!...

    -E, bilmezsin de deminden beri ne bakıp duruyorsun?

    Hafız Nuri Efendi, buna kızar gibi oldu. "Benim sana ne ziyanım var" diyecekti, demedi. Kalktı, kahve kapısına gitti, durdu. "Eve dönsem" diye düşündü. Artık ikindi vakti. Akşam oluyor. Köşeden geçerken bakkaldan ekmeğini aldı, eve gitti. Annesi kapının ipini çekti. Mangalda pişen yemeğin kokusu bütün evi bürümüştü. Odasına çıktı, gecelik entarisini, Şam hırkasını giydi, pencerenin önünde oturdu. Akşam satıcıları geçiyor. Mahalleye akşam rengi çöküyordu. Sokağın köşesinden bir çocuk:

   -Hayriii, gel; annem seni çağırıyor! Diye kardeşine sesleniyor. Bir kız çocuk, elinde bir deste maydanoz, takunyalarını tıkırdatarak geçiyor. Komşu Gaffar'ın oğlu, iki boş küfeyi bostan kapısından sokmaya uğraşıyor. İki hanım, belli ki uzakça bir yere gitmiş ve geç kalmışlardı, hızlı hızlı eve dönüyorlar. Mutfakta annesinin takunyalarla dolaştığı duyuluyor... "Hayat, ne tatlı şey" diye düşündü. İnsanın ömrü olmalı da yaşamalı.  


İLETİŞİM edebiyatokyanus@gmail.com  
   
edebiyatokyanus 647020 ziyaretçi (1188190 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol