13.5 milyon ilköğretim okulu öğrencisi ve 575 bin öğretmen derslere başladı. Ülkemizin sadece öğrenci sayısı bile bir çok Avrupa ülkesinin nüfusundan daha fazladır. Genç ve fazla nüfus Avrupa için heyecan verici olurken, kendilerine yeterli eğitim fırsatı verilememesi nedeniyle ülkemiz için kaygı verici olarak değerlendirilebilir.
Her yıl eğitim öğretim yılının başlaması eğitim sistemi sorunlarının gündeme gelmesine neden olmaktadır. Bilindiği gibi toplumların sosyal, ekonomik ve siyasal yönden gelişmesinde eğitim yaşamsal bir öneme sahiptir. Bilginin üretimi, kullanımı ve toplumsal gelişmeye olan etkisi ele alındığında eğitim, toplumların en öncelikli konularının başındadır. Bu nedenle okulların açılması toplumda tatlı bir heyecan, bazı öğrenci ve velilerde geleceğe yönelik ümit ve beklentiler oluştururken, eğitim koşulları yetersiz katmanlar için kaygı ve ümitsizliğe neden olmaktadır.
Türk eğitim sistemi bireysel ve toplumsal beklentilere ne derece yanıt vermektedir? Eğitim sistemi yirmi birinci yüzyılın temel değerlerini öğrencilere aktarabiliyor mu? Toplumların kalkınmasında, toplumsal hareketliliğin sağlanmasında eğitim yeterli rolü oynayabiliyor mu? Toplumda demokrasi, eşitlik, adalet anlayışının yerleşmesinde eğitimimiz ne derece rol oynamaktadır?
Üniversite öğrencileri hariç 13.5 milyon ilköğretim ve lise öğrencisi, ülkemizin genç ve dinamik nüfus yapısını ortaya koymaktadır. Ülkemizin bu nüfus yapısı değerlendirilebilirse avantaj olarak görülebilir. Genç nüfus, ülkenin geleceğini belirleyen büyük bir potansiyel, insan kaynağı anlamına gelmektedir. Genç nüfus oranı çok yüksek olan ülkemizin bu durumu avantaj haline getirmesi onlara verilecek eğitime bağlıdır. Türk eğitim sisteminin temel sorunlarının başında toplumsal katmanlar arasındaki farklı eğitim koşullarının olması ve bu eşitsizliğin öğrencilere yansıması, eğitim kurumlarının fiziksel altyapı eksikleri ve eğitim felsefesindeki sorunlar gelmektedir.
Eğitimin toplumdaki yeri birçok sosyolojik yaklaşımla açıklanmaya çalışılmakla birlikte, işlevselci, çatışmacı ve etkileşimci teoriler temel olarak ele alınmaktadır. İşlevselciler eğitimin açık ve gizli işlevlerine değinmektedirler. Eğitimin en önemli işlevleri arasında bilginin aktarılması, bireyi mesleki yaşama hazırlama, toplumsal değer ve normları yeni nesillere aktarmak gelmektedir. Kültürün aktarılması, toplumsal, siyasal bütünleşmenin ve toplumsal kontrolün sağlanması ile toplumsal değişmenin sağlanması eğitimin gizli işlevleri arasındadır
Çatışmacı görüş ise eğitim ve okul sistemini egemen sınıfların faydasına hizmet eden kurumlar olarak değerlendirir. Çatışmacı kuram, eğitimdeki eşitsizliğe dikkati çeker ve eğitim sistemin toplumsal eşitsizliği artırdığını öne sürer
Etkileşimci görüş ise insanların düşünme kapasitesine sahip olduklarını, düşünme kapasitesinin ise toplumsal etkileşime göre biçimlendiğini vurgularlar. Bu bağlamda öğrencilerin tutum ve davranışlarının oluşmasında öğretmenlerin öğrencilere karşı olan yaklaşımı ve öğretmenin okulda oynadığı rol önem kazanmaktadır.
Türk eğitimi, sorun çözmeden öte sorun üreten bir yaklaşım içindedir. Öğrenciler günün bir bölümü tahta sıralarda, iki veya üç öğrencinin aynı sırada oturduğu kalabalık sınıfta değerlendirmektedir. Batı ülkelerindeki eğitim koşulları ve anlayışıyla karşılaştırdığımızda, öğrencilerin hapis altında kaldığını söylemek mümkündür.
Türkiye’de uygulanan eğitim şekli ‘kolaycılığa kaçma’ şeklinde yorumlanabilir. Çocuk ve gençlik dönemlerinde gençlere sadece teorik bilgi yüklemeye çalışmak eğitim felsefesine, çocuk ve genç psikolojisine ters bir yöntemdir. Çocukların oyun, eğlence ve sosyal etkinlik gereksinimlerini de göz önünü alınması gerekmektedir. Okullarımızda öğrencilerin bu gereksinimleri karşılanıyor mu
Günümüzde Türk eğitimi, öğrencilerden birey olmalarını değil, sadece not almalarını istemektedir. Eğitim süresince öğrenci, evden - okula, okuldan - eve gidip gelen bir makine konumundadır. Sosyal etkinlikler, araştırma, kütüphaneye gitme, konularla ilgili kişilerle görüşme, eğitime yönelik ziyaretler eğitim sürecinde sınırlı veya yoktur. Birey olma demek, haklarının bilincine sahip olma, sorgulama, eleştirme, tartışma demektir. Birey olma, kişinin kendisini tanıması, isteklerinin, zayıf ve güçlü yönlerinin farkına varması demektir. Kendini tanıyan, güçlü ve zayıf yönlerini bilen kişi iyi bir yurttaş, üretken bir kişi ve bilinçli bir tüketici olur. Dolayısıyla eğitim sistemimiz öğrencilerin ‘birey’ olduklarının bilincine varmalarını hedeflemelidir.
Eğitim sistemimizdeki önemli sorunlardan biri de cinsiyetler arasındaki eşitsizliktir. Kadınlar erkeklere göre dezavantajlı konumdadırlar. Bunun en belirgin örneğini okuma-yazma oranında, kır-kent ayrımında ve formel eğitim kurumlarına (ilköğretim, lise ve üniversite) devam oranında görmekteyiz.
Kadınların erkeklere oranla dezavantajlı olmaları sadece okur yazarlıkla sınırlı değildir. Ayrıca eğitime ilişkin tüm veriler erkeklerin kadınlara oranla daha avantajlı olduğunu göstermektedir.
Birey yaşamını devam ettirebilmek için gerekli gereksinimlerini tatmin amacından başka, sosyal ilişkiler ağı içinde etkinliğini de artırmak istemektedir. Bu durum bireysel ilerlemenin yanında, toplum yapısında sosyal hareketliliği de artırmaktadır. Eğitimin önemi bu aşamada öne çıkmaktadır. Eğitim, bireyi pasif konumdan aktif vatandaşlığa dönüştüren en güçlü etkenlerden biridir.
Geleceğin toplumunu oluşturacak bireylerin davranışlarının niteliği, öğretmenin davranışları ile doğrudan ilişkilidir. Öğrencilerin öğretmenin verdiği bilgilinin yanı sıra ve daha çok gösterdiği tutum ve davranışlardan etkilendiği araştırmalar sonucu doğrulanmıştır.
Eğitim ‘sistem yaklaşımı’ anlayışı içinde ele alınması gerekmektedir. Öğrenci, öğretmen, okul, yönetici, veli ve programlar sistemin temel elemanlarıdır. O halde problemin doğru bir şekilde tanımlanması gerekmektedir. Problem nedir? Problemin sonuçları nelerdir? Problemin çözümü için neler yapılmalıdır? Çözümdü kimler görev alacaktır. Hangi kurum ve kuruluşlara sorumluluklar düşmektedir?
Eğitim sistemi ve okullar, içinde bulunduğu toplumun aynalarıdır. Bir toplum hakkında bilgi sahibi olabilmek için bu aynalara bakmak bizlere önemli ipuçları verecektir. Özellikle demokrasinin gelişmesi ile demokrasi arasında bir ilişki vardır. Demokratik koşullar bireyin bilincinin farkına varmasını sağlar. İnsanların gelişimlerinin devam etmesi, bireysel ve toplumsal sorumluluklarının bilincine varması, kendini gerçekleştirmesi demokratik bir iletişim ve etkileşimin yaşanmasıyla mümkündür. Dolayısıyla okullarda demokratik bir ortamın sağlanması ve öğretmenlerin yeterli bilgi ve kültür donanımına sahip olması gerekmektedir.
Olumsuz çevresel koşullar eğitimi desteklemekten öte, engelleme yönündedir. Okul yaşamı toplumsal yaşamdan soyutlanamaz. Bu nedenle toplumsal yaşamın her kesimin yaşanan şiddet olgusunun okul yaşamına da yansıması yadsınamaz. Eğitimcilerin kişisel özelliklerinin öğrenciler üzerindeki etkilerinin olduğu tartışılmaz bir gerçektir.
*Doç. Dr. Halil İbrahim Bahar, Polis Akademisi Öğretim Üyesidir.
|