GAZETECİLİKTE YENİ BİR YÖNELİM:
YURTTAŞ GAZETECİLİĞİ
Ruhdan UZUN*
ÖZET
Gazetecilik mesleğinin büyük medya gruplarının ekonomik gereklerine göre biçimlenmesinin
yarattığı sorunlar, yeni bir gazetecilik anlayışının ortaya çıkmasına neden oldu. Yurttaş gazeteciliği
adı verilen bu yeni gazetecilik hareketi, hem akademisyenler hem de gazeteciler arasında
tartışmalara yol açtı. Bu makale, konuyla ilgili tartışmalardan yola çıkarak, 1990’lı yıllarda ABD’de
yaygınlaşan, ancak Türkiye’de fazla bilinmeyen yurttaş gazeteciliği deneyiminin doğası ve sonuçları
hakkında bilgi vermeyi amaçlamaktadır. Bu çerçevede, yurttaş gazeteciliğinin temel argümanları,
özellikleri, gazetecilerin değişen rolü ve yeni teknolojilerle ilişkisi üzerinde durulmaktadır. Yurttaş
gazeteciliğinin medya girişimlerinin kâr etme amaçlarından kaynaklanan yapısal sınırlamaları göz
önüne almayan bir girişim olduğu, yüzeysel sorunlarla sınırlı kaldığı belirtilmektedir.
Anahtar Sözcükler: Gazetecilik, Yurttaş Gazeteciliği, Kamusal Gazetecilik
ABSTRACT
Today’s journalism has been shaped by the economic interests of medya moguls. This has led
to a new understanding of journalism. This new journalism approach, called civic journalism,
highly debated among both academicians and journalists. It has been questioned whether civic
journalism is a revolution or a return to tradition in the journalism area.
This article aims to discuss the nature and the outcomes of civic journalism that became
widespread in USA in 1990’s but unknown in Turkey. In this context, it focuses on basic
arguments and characteristics of civic journalism, and changing role of journalists, an the
relations between civic journalism and new technologies.
This article indicates that civic journalism is an approach that neglects economic and
structural restrictions of media and limites itself with superficial problems.
Keywords: Journalism, Civic Journalism, Public Journalism.
Giriş
20. yüzyılın sonlarına doğru bir yandan siyasal ve toplumsal gelişmelerin
demokrasileri sorgulamaya zorlaması, diğer yandan da gazetecilik mesleğinin
büyük medya gruplarının ekonomik gereklerine göre biçimlenmesinin yarattığı
sorunlar, yeni bir gazetecilik anlayışının tartışılmasına zemin hazırladı. Kamusal
gazetecilik (public journalism), yurttaş gazeteciliği (civic journalism) ya da bazen
topluluk bağlantılı gazetecilik (community-connected journalism) olarak
adlandırılan bu yeni gazetecilik anlayışı, hem akademisyenler hem de gazeteciler
arasında geniş ve ihtilaflı bir tartışmayı sergilemektedir. Yurttaş gazeteciliği
kimilerine göre bir reform, kimilerine göre geleneğe geri dönüş, kimilerine göre
geçici bir moda, kimilerine göre de saçma bir hevestir.
Bu makale, tartışmalı bir konu olan yurttaş gazeteciliğinin doğasını
aydınlatmayı amaçlamaktadır. Dolayısıyla, 1990’lı yıllarda ABD’de yaygınlaşan,
ancak Türkiye’de fazla bilinmeyen yurttaş gazeteciliği deneyiminin doğası,
* Yrd. Doç. Dr., Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi
Ruhdan UZUN
634
özellikle sunulan amaç ve sonuçları hakkında gerekli bilgileri vermekte ve
konuyla ilgili tartışmalardan yola çıkarak yurttaş gazeteciliğini irdelemektedir. Bu
çerçevede, makalede yurttaş gazeteciliğinin temel argümanları, özellikleri,
gazetecilerin değişen rolü ve yeni teknolojilerle ilişkisi tartışılmaktadır.
Konuyla ilgili literatür çalışmasının yapıldığı bu makalede önce yurttaş
gazeteciliğinin ortaya çıkmasına etki eden faktörler ele alınmış, bu faktörlerin
demokrasi tartışmasıyla ilişkisine değinilmiştir. Daha sonra yurttaş gazeteciliği
pratiklerinden örnekler verilerek yurttaş gazeteciliğinin sunulan özellikleri
açıklanmış ve yorumlanmıştır. Son olarak yurttaş gazeteciliğinin etkinliğine
yönelik araştırma sonuçlarına değinilmiştir.
Yurttaş gazeteciliğinin ortaya çıkışının arkasında yatan nedenlerin
açıklanmasında iki temel yaklaşım benimsenebilir. Birincisi, geleneksel medyanın
kitle okuyucusu/izleyicisinin azalmasına çözüm arayışlarını ön plana çıkaran
ekonomik yaklaşımdır. Bu yaklaşım tarzı, basının küresel pazarın çıkarlarına
uygun olarak biçimlenirken gazetecilik pratiklerinde meydana gelen bazı
değişimlerin yurttaş gazeteciliği adı altında yeni bir alternatif gibi sunulduğunu
vurgular. İkinci yaklaşım ise siyasal iletişimde ortaya çıkan sorunlardan
kaynaklanan sosyal ve siyasal etkenleri öne çıkarır. Yurttaş gazeteciliğini,
Amerikan demokrasisinin krizine çözüm arayışı sırasında ortaya çıkan alternatif
bir gazetecilik pratiği olarak sunar. Basının içinde bulunduğu sorunlara çözüm
arayışında ekonomik kaygılarla sosyal ve siyasal kaygılar çakışsa da bu çalışmada,
ekonomik yaklaşım temel çerçeve olarak seçilmiştir. 1990’lı yıllarda ABD’de
ortaya çıkan yurttaş gazeteciliği deneyimi, savunucularının ileri sürdüğü gibi,
müzakereci demokrasiyi geliştirecek radikal bir reform olmaktan çok, haber
medyasının ekonomik sorunlarına çözüm bulmak için mevcut medya sistemi
içinde kalınarak yapılan bir gidişat düzeltmesi olarak değerlendirilmektedir.
Yurttaş Gazeteciliğinin Ortaya Çıkışına Etki Eden Faktörler
Haber, insanlık tarihi kadar eski bir olgu olmasına karşın, gazetecilik
toplumsal gelişmenin belli bir evresinde, belli bir toplumsal biçimlenmenin
ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Kapitalizmin yarattığı belli bir iletişim biçimi
olarak gazetecilik, içinden çıktığı toplumun değişim ve dönüşümlerine uygun
yanıtlar verebilmek için kendisi de değişim ve dönüşümlere uğrar. Bu
değişimlerin doğası ise basını kontrol eden güçlerin gereksinimleri ile belirlenir.
Kapitalizmin bunalımlarına paralel olarak basının da periyodik olarak sorunlar
yaşadığı göz önünde tutulursa, bu sorunları aşma çabasının gazetecilik
pratiklerine de yansıyacağı ve sistemin kendi ideolojisi için işlevsel olan arayışlar
içine gireceği açıktır. Sistem içinde kalınarak yapılan bu düzeltme çabalarının
satışı ise yeni ve alternatif gibi sunularak yapılır. Bu çerçevede yurttaş gazeteciliği
olgusu da, medyanın yaşadığı sorunları aşma çerçevesinde yeni bir alternatif gibi
sunularak gündeme getirilmiş ve tartışılmıştır.
1990’larda ABD’de tartışılmaya başlanan yurttaş gazeteciliği pratiğinin ortaya
çıkmasında etki eden faktörlere bakıldığında, ABD siyasetinin içinde bulunduğu
durum, medya sektöründeki yoğunlaşmanın ortaya çıkardığı ekonomik sorunlar
ve teknolojik gelişmeler başı çeker.
Gazetecilikte Yeni Bir Yönelim: Yurttaş Gazeteciliği
635
ABD’de Demokrasi Yönündeki Kaygıların Artması ve Yurttaş
Gazeteciliği
Bir dizi fikir, bir hareket ve bir grup gazetecilik uygulaması olarak ortaya
çıkan yurttaş gazeteciliği, ortaya çıktığı dönemin koşullarıyla ve toplumsal
gelişmeleriyle yakından ilgilidir. ABD’de 1988 başkanlık seçimleri sırasındaki
medya sunumu ve seçime katılım oranının çok düşük olması bir yandan sosyal
bilimcileri düşünmeye sevk ederken diğer yandan gazetecileri yeni arayışlara
yöneltmiştir.
Yurttaş gazeteciliği anlayışı, sorunlara çözüm arayan pratiklerin demokrasi
tezleriyle bağlantısının kurulduğu bir deneyim olarak görülebilir. Medyanın
okuyucu/izleyici kaybetmesine ilişkin ekonomik sorunlarla başa çıkma
çabasında geliştirilen bir pratik olarak yurttaş gazeteciliği, söz konusu sorunların
çözümünün demokrasinin geliştirilmesiyle bağlantısını kurmaya çalışır. Haber
medyasının okuyucu/izleyici kaybetmesi hem ekonomik hem de sosyal ve
siyasal sorunlarla bağlantılı iken, yurttaş gazeteciliğine ilişkin kuramsal
yaklaşımlara bakıldığında yalnızca ABD demokrasisinin içinde bulunduğu
sorunların ve bunlara ilişkin çözüm arayışlarının vurgulandığı görülmektedir.
Keane’in (2002:303) belirttiği gibi, “Parlamenter demokrasinin ana düşmanı
olarak görülen Sovyet İmparatorluğu’nun yıkılışı, yaşlı demokrasilerde, çoğu
Batılı gözlemcinin söylediğinin aksine, kendiliğinden gelişen alkış patlamalarına
değil, liberal demokrasinin yerleşik süreçlerinin meşruluğu ve etkililiği
konusunda yüksek sesli sorgulamalara yol açmıştır.” Liberal demokrasilerin
sorgulanmaya başlanması, bu demokrasilerde önemli işlevler atfedilen
gazeteciliğin de sorgulanmasını gerektirmiştir. Amerikan demokrasisinin iyi
işlemediği yönündeki kaygılar arttıkça, demokratik süreçte yaşanan sorunlara
çözüm olarak haber örgütleriyle medya arasında güvene dayanan ilişkilerin
kurulmasıyla bilinçli ve katılımcı yurttaşlar ortaya çıkarmanın bir yolu olarak
yurttaş gazeteciliği önerilmektedir. Ancak demokrasiyle basının işlevini
ilişkilendirmek yalnızca yurttaş gazeteciliğine özgü yeni bir yaklaşım değildir.
Liberal yaklaşımda gazeteciliğin amacı açıklanırken, demokrasi ile özgür basın
arasında vazgeçilemez bir bağ kurulmaktadır. Basın, diğer güçler yasama,
yürütme ve yargı erki yanında güçler dengesini sağlayacak dördüncü bir güç
olarak konumlandırılır (O’Neill, 1998).
Liberal demokrasi tezlerine göre, demokrasilerde özgür basın hükümet
üzerinde bir gözlemci gibi çalışarak, yurttaşların temel meseleler hakkında
yargıda bulunabilmesi için gerekli bilgi ve haberi sağlar. Aynı zamanda
yurttaşları, farklı fikirlerin ve bakış açılarının varlığından haberdar eden bir
forum işlevi görerek, demokrasinin çok sesliliğine katkıda bulunur. Yine
liberallere göre, gazetecilik ve demokrasinin mutlu beraberliğini en iyi serbest
piyasa sağlayabilir. Bu anlayışa göre, siyasal güçler tarafından sınırlandırılmayan
bir piyasa, yurttaşların gereksinimlerini karşılaması için basına gerekli olan en iyi
kurumsal ortamı sağlar (O’Neill, 1998:41). Liberal anlayışta çoğulculuk gerçeğe
ve nesnelliğe ulaşmanın bir aracı olarak algılanmaktadır, çünkü çeşitlilik ve
çoğulculuk sayesinde her türlü görüş ifade olanağı bulabilecektir. Metaların
Ruhdan UZUN
636
serbest pazarda rekabet etmesi gibi, fikirler de serbest pazarda rekabet edecek
böylece iyinin kötüden, yararlının zararlıdan, yanlışın doğrudan, gerçek
olmayanın gerçekten ayrışmasını sağlayacaktır (Kaya, 1985:44-45). Liberal
yaklaşımda iletişim alanının biçimlenmesinin felsefi temelleri, özel girişimciliğin,
serbest rekabet koşullarının geçerli olduğu, pazar mekanizmasının belirleyici
mekanizma olarak görüldüğü bir anlayışı yansıtmaktadır.
Ancak, basında ve diğer kitle iletişim araçlarında görülen tekelleşme
eğilimleri liberal yaklaşımın söz konusu önermelerini kuşkulu hale getirmektedir.
Serbest piyasa doğası gereği tekelleşme ve yoğunlaşmayı beraberinde getirmekte,
medya alanındaki yoğunlaşma ve medya sahiplerinden kaynaklanan baskılar
demokrasinin çoksesliliğine tehdit oluşturmaktadır. Sonuçta, piyasa tarafından
yönlendirilen medya, bir forum olarak demokrasinin güçten düşmesine neden
olmaktadır. O’Neill’in (1998:31) deyişiyle, gazetecilik demokratik toplumlarda
önemli bir rol oynadığı halde piyasa, gazetecilik ve demokrasi arasındaki ilişkiyi
baltalamaktadır. Günümüzde birçok gözlemci, idealar pazarının satıcıların ve
alıcıların birbirini duyamadığı ya da anlayamadığı, ahenksiz bir hale geldiği
konusunda uyarıda bulunmakta, basın özgürlüğünün sadece satan şeyleri yazma
ve yayınlama özgürlüğüne indirgenmesinin demokrasileri sınırlandırdığını
belirtmektedir.
Medya yoğunlaşması nedeniyle, Liberal yaklaşım çerçevesindeki
idealleştirilmiş pazar demokrasisinde gazeteciliğe yüklenen işlevin tartışmalı hale
gelmesi, yine liberal yaklaşım içinde kalınarak üretilen düzeltme çabalarını
gündeme getirmiştir. Bu çabalar, Avrupa’da kamu hizmeti, ABD’de ise
“toplumsal sorumluluk kuramı” adı altında sunulmuştur.
Toplumsal sorumluluk yaklaşımı, Siebert ve arkadaşlarının 1954’te
yayınlanan Four Theories of the Press adlı kitaplarında ortaya atılmıştır (Kaya,
1985:38). Soğuk savaş dönemine özgü ayrımlara yaslanan kitapta, iletişim
araçlarının liberal düzenlenişi toplumsal sorumluluk sistemi olarak
adlandırılmıştır.
Toplumsal sorumluluk yaklaşımının temel görüşleri 1947 yılında basın
özgürlüğünün uygulamadaki durumu konusunda inceleme yapan Hutchins
Komisyonu raporunda ortaya konmuştur. Komisyon raporu, basının bir kamu
hizmeti yerine getirmekte olduğunu belirtir (Kaya, 1985:52). Komisyonda,
medya profesyoneli figürünü kurtarmak amacıyla, dile getirilen eksikliklere
çözüm olarak medya profesyonelliği gösterilmiştir. Profesyonelliğin anlamı da
gazeteciliğin ilk yükümlülüğünün kamuya hizmet etmek olduğudur (Curran,
2002:221-222).
Liberal yaklaşımda, basın özgürlüğü kitle iletişim araçlarının özel mülkiyet
altında olması ve pazara devlet müdahalesinin bulunmaması ile
özdeşleşmektedir. Ancak, Liberal yaklaşımda önemli bir nokta da tekelciliğe,
tekelleşmeye yönelecek her türlü oluşumun, gerçeğe uzanan yolu tıkadığı için
kesinlikle reddedilmekte oluşudur. Haber ve bilgi tekelleri, bu tekelleri
oluşturanlara haksız bir güç kazandıracağı gibi, aynı zamanda liberalizmin
yadsıdığı toplumsal gerçeğin tek bir kaynak tarafından belirlenmesi durumunu
ortaya çıkarır. İletişim alanında müdahale ve liberalizmi bağdaştıran kavram ise
Gazetecilikte Yeni Bir Yönelim: Yurttaş Gazeteciliği
637
bütün başka alanlarda olduğu gibi “kamu yararı” kavramıdır. Serbest rekabet
koşullarını bozabilecek durumlarda, pazarın işleyişinde, kamusal gereksinimleri
karşılayacak mekanizmalarla düzeltmeler yapılabilmelidir (Kaya, 1985:45-53).
Gazeteciliğin kamusal çıkara hizmet eden bir meslek olarak tanımlanmasıyla,
profesyonel sorumluluk ideolojisi, kendisine sayısız taraftar buldu. Böylece,
Curran’ın (2002:222) belirttiği gibi;
Bir zamanlar serbest pazarda karşıtların çatışması yoluyla güvenceye alınan
düşünce ve bilgide çoğulculuk, tekelci medyadaki “içsel çoğulculuk” aracılığıyla
yeniden yaratılabilirdi. Haberin aktarılmasında sansasyona ve önemsizleştirmeye
dönük pazar baskıları, bilgilendirmeye bağlılıkla ortadan kaldırılabilirdi. Böylece,
yapısal bir reform yapmadan da medyanın demokratik rolü onarılabilirdi.
Hutchins Komisyonu raporunun basını kamu yararına hizmet eden bir
kurum olarak tanımlamasıyla, basın konusunda vurgu, özgürlüklerden
sorumluluklara kaymıştır. Ancak, burada korunmak istenen yapı değişmemiştir:
Serbest rekabet ortamının sağlanması. Serbest pazar ideolojisinin egemen
olduğu toplumlarda, özel bir girişim olarak basın kâr amacıyla kurulur ve bu
amacına kamu hizmeti adı verilen faaliyetlerden geçerek ulaşır. Basının
toplumsal sorumluluğunu vurgulayan bir hareket olarak yurttaş gazeteciliği de,
liberal yaklaşımın desteklediği bir ilişkiler yapısının işlevsel bir parçası
durumundadır.
Yurttaş gazeteciliği ile demokrasi arasında bağlantı kuran tartışmalar,
1920’lerde basın, demokrasi ve Amerikan demokrasisinin doğası konularıyla
ilgilenen Walter Lippmann ile John Dewey arasındaki tartışmanın yeniden
canlanması gibi değerlendirilmektedir. Lippmann ve Dewey, demokrasi
konusunda tartışılan iki farklı perspektiften hareket ederler. Lippmann (1965,
1993), 1922’de basılan Public Opinion ve 1927’de basılan Phantom Public
kitaplarında gazeteciliğin kamusal yargıyı ne kadar biçimlendirebileceği ya da
biçimlendirmesi gerektiği konusundaki bir kuşkuculuğu yansıtır. Çünkü
Lippmann, bilgili ve siyasi duruşa sahip bir kamunun bir yanılsama olduğuna
inanır. Çağdaş dünyanın karmaşıklığı nedeniyle bireyler, gazeteler, resimler,
radyo haberleri ve başkalarından duyulan sözler gibi ikinci el bilgi kaynaklarına
dayanmak zorundadır. Bu kaynaklar ise güvenilmez olabilirler veya en iyi
olasılıkla ancak yüzeysel bilgiler sağlayabilirler. Bu yüzden insanlar, görüşlerini
biçimlendiren puslu izlenimlere ve yarı bilinçli stereotiplere dayanırlar.
Dolayısıyla, sıradan bir yurttaşın her kamusal meselede güvenilir bir kanaate
sahip olmasını beklemek akıllıca değildir. Yurttaşların modern demokrasideki
yerleri sınırlıdır ve kararları yönlendirilebilir. Dolayısıyla, yurttaşların başlıca
demokratik etkinliğini oy kullanmak olarak gören Lippmann’ın kafasındaki
demokrasi, iyi eğitimli seçkinlerin yönetimi altında daha iyi çalış