|
 |
|
İÇERİK |
|
|
|
|
|
 |
|
'Cumhuriyet Disiplini-Attilâ İLHAN |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Söyleşi
ATTİLA İLHAN
'Cumhuriyet Disiplini!..'
15 Şubat 2002
''...tek parti bakımından, 'pratik', 'teori'den önce gelmiştir. Hatta arkadan, hiçbir teorinin gelmemiş olduğu, durumlar da vardır. Bazı devletler, örneğin Türkiye ve Portekiz , tek parti sistemini, iktidar teorilerine sokmaksızın uygulamaya koymuşlardır...''
Maurice Duverger, ('Siyasi Partiler', s. 336)
Halkevleri açıktı, vızır vızır işliyor; Köy Enstitüleri'nde, köylü çocukları; mandolinle Mozart çalıyorlardı; Millî Eğitim Bakanlığı, Yunan/Latin ve Batı Klasiklerini , ardı ardına yayımlamaktadır: kime sorsan, 'Perikles Devri' ni yaşamaktayız; Millî Şef, 'Türkiye' yi büyük bir hızla ' Batı Uygarlığı' na sokuyor'. Acaba? Aynı '40 Karanlığı' yıllarında, şu uygulamalar yaşanmış mıdır, yaşanmamış mıdır; önce ona cevap vermeli:
1/ Üretici köylünün tarladaki buğdayına, 'devlet' el koymuştur; Mal Müdürlüğü'nden izin almaksızın, tek dönüm biçemezsin! 2/ Kasasında parası olan olmayan, tüccara, sanayiciye, esnafa, 'varlık vergisi' salınmıştır; ödemeyenler, Doğu'ya taş kırmaya gönderilecektir. 3/ Savaş boyunca zikzak yapıp duran dış politika icaplarına göre bazen Irkçı/Turancılar, bazen Komünistler, bazen ikisi birden tutuklanmış, sürgüne gönderilmiştir. 4/ İşçiler gündeliklerini arttıramaz, üstelik 'mükellefiyet sistemi', özellikle stratejik maden bölgelerinde, onları zorunlu çalışmaya sevk ediyor. 5/ Ahali, kıtlık ve yokluk içinde kıvranırken memur takımına gazyağı, elbiselik kumaş, zeytinyağı vs. hükümet tarafından dağıtılmaktaydı.
Manzara-i Umûmiye'nin kısa özeti bu mudur? Bu aynı zamanda, sonraki seçimlerdeki İnönü mağlûbiyetlerinin, asıl gerekçesidir.
O 'cehennem azabı'...
Ülkemizde 'Merkeziyetçi Bürokratik' bir 'Totaliterlik' oluşmuştu. Çünkü baksanıza, Devlet'in hayırını gören tek kesim, memurlar; köylü, işçi, esnaf, tüccar, sanayici, türlü baskı altındadır; sadece memur kısmına, bazı yaşama kolaylıkları sağlanıyor. Bu durumda, iki şeyin geç farkına varabildiğimi, itiraf etmem lâzım: a/ Gâzi'nin Anti/Emperyalist, Halkçı, Devletçi, İnkılâpçı ve Ulusal Cumhuriyeti'nin 'Devrimci Otoriterliği'; ağır ve baskıcı bir 'totaliterliğe' dönüşerek, ülkede Faşizan bir oligarşi oluşturmuştu. b/ Birisi Sosyalist, öteki Cumhuriyetçi geçinmekle beraber; Stalin'in yönettiği Sovyetler'le, 'Millî Şef'in yönettiği Türkiye arasında, sosyal ve siyasal açıdan fark yoktur.
Şaşırmamak elde mi? Hele kendinizi kan kırmızı solcu sanıyorsanız?
Bu rahatsız edici benzerliğin açıklamasını, yıllara sonra, nice kitaplardan, tartışmalardan geçip, ancak yapabilecektim: Rusya ve Türkiye , iki farklı -çok da önemli- devrim yapmışlardı ama; toplumsal olarak 'Klasik Gelişme Şeması' na göre gelişmedikleri için; ikisinde de, o devrimleri gerçekleştirmesi gereken 'sosyal sınıflar' ya yoktu, ya gereken güce ulaşmamıştı, 'devrim'i, - Gramsci 'nin deyimiyle- aydınlardan, bürokrasiden, 'eşraftan' ya da işçi gruplarından oluşmuş, bir 'tarihsel blok' gerçekleştiriyordu.
Bunun tabii sonucu, Rusların ve Türklerin, XX. yy. ortalarında yaşadıkları 'cehennem azabı' oluyor.
Kaos'a götüren üç aşama!
Türkiye 'nin Demokrasi 'ye intikâli, acaba bu yüzden mi, Sovyetler 'inki kadar yanlış, sancılı ve haksızlıklarla dolu olmuştur?
Burjuvazi'nin, sağlam ekonomik alt/yapısı, geliştirilmiş 'fikriyatı' olmadığından; 'Devletçilik', epeyce bir zaman, ayrıcalıklı Burjuvazi namzetlerini 'yetiştirmek' için kullanılmış; bu kesim biraz palazlanınca, onlara 'özelleştirme' imkânları açılmıştır. Bu, her iki ülkede, halkın parası ve emeğiyle gerçekleştirilmiş. Halk kombinalarının ya da KİT'lerin; yarı esnaf, yarı simsar, yarı üçkâğıtçı birtakım tiplere, yok pahasına devredilmesi anlamına gelir. Oligarşi'nin 'Bürokratik' Ahlâkı, 'Serbest Teşebbüs'ün özgürlüğü adına ret ve terk ediliyor; fakat sonuç, Klasik (Modernist) Batı Burjuvazisi gibi, bir Burjuvazi değil; Uluslararası Sermaye'den medet uman, 'taşeron' kılıklı 'Burjuva taklidi', bir kesim ki, o da 'Küreselleşme'nin kapısını açacaktır.
Bilir bilmez, 'yukardan' indirilen kararlarla kurulan Demokrasi ; Klasik Demokratik Devrimler 'in, alışılmış 'kardeşlik, özgürlük ve hukuk eşitliğini' gerçekleştirmiyor; tam tersine, beleşten varsıllaşmış, serveti ayrıcalığı olan, 'kökü dışarda', dolayısıyla 'komprador' yeni bir 'kesim' yaratıyor: Yeltsin döneminde Rusya'nın, Özal'dan başlayarak Türkiye'nin, başını derde sokan, işte bu 'ayrıcalıklı' kesimdir: özgürlüğü, başıboşluk; kardeşliği, adam kollamak; hukuki eşitliği ise rüşvetle iş görmek diye alır: bireysel çıkarı, her şeyin önünde ve üstünde olduğundan, işine gelirse gözünü kırpmadan, memleketinin hayati çıkarlarını feda edebilir.
Bunu nasıl mı sağlar? 'Demokrasiye Geçiş'in, ilk aşamasında, Bürokrasi egemendir, çünkü imkân ve fırsatları elinde tutan ve dağıtan, henüz odur; ikinci aşamada, Burjuvazi ile Bürokrasi , eşitleşirler; artık Oligarşi , münhasıran Bürokrasi 'nin elinde sayılmaz, ortaktır. Üçüncü aşamada, 'işadamları' işi büyütüp, 'ecnebi sermaye' ile özdeşleşecekleri için, hem Bürokrasi 'ye hükmetmeye, ona yön vermeye başlar; hem de iktidar olacak siyasal örgütlere, yani partilere ! Dolayısıyla, klasik manada Demokrasi gerçekleştirilemez, lafta kalır: birbirinin benzeri siyasal partiler, aynı çıkarları korumak için; seçim sonuçları ne olursa olsun, aynı finans 'Oligarşisi'nin arzu ettiği, politikaları uygularlar... İşte Vladimir Putin 'in, Rusya 'da müdahale ettiği süreç, bu süreçtir. 'Yukardan aşağıya' demokrasinin, ülkenin her kesiminde neden olduğu başıboşluk durdurulmuş, Halk Hâkimiyeti'nin (Cumhuriyet'in) 'otoritesi' tesis edilmiştir.
Sizce Türkiye 'deki sözde 'Demokrasi' nin de, ciddi ve ulusal, bir 'Cumhuriyet Disiplini' ne, ihtiyacı yok mu?
|
|
|
|
|
|
|
 |
|
İLETİŞİM edebiyatokyanus@gmail.com |
|
|
|
edebiyatokyanus 692708 ziyaretçi (1257931 klik) kişi burdaydı! |