|
 |
|
İÇERİK |
|
|
|
|
|
 |
|
Senin 'Batılılaşma' Dediğin-Attilâ İLHAN |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Söyleşi Attilâ İLHAN
O Senin 'Batılılaşma' Dediğin...
5 Haziran 2002
Ortaöğretim'de, Osmanlı 'nın son iki dönemi, ( 'Tanzimat' ve 'Meşrutiyet' ), hemen daima 'Teceddüt' (Yenileşme) Dönemi diye öğretilmiştir: II. Mahmud, III. Selim, II. Abdülmecid, 'reformcu' padişahlar diye anılmaz mı? 'Genç Osmanlılar', 'Jöntürkler', Osmanlı 'nın 'inkılâpçıları' olmuyor mu?
İyi de, hakikat bu mudur? Gerçekte bunların 'yenilik' diye benimseyip uyguladıkları: 'Modernist' Batı 'nın, kendi dışında ve yabancı addettiği toplumlar için geliştirdiği, 'sömürgeleştirme' tasarımları değil midir? Sadece Devlet-i Âliyye 'nin 'yenileştikçe' borca battığını; borca battıkça, Düvel-i Muazzama 'nın -yani Emperyalizm 'in- ocağına düştüğünü; en sonunda, koskoca imparatorluğu, ecnebi büyükelçilerin yönettiğini görmek, bunu öğrenmeye ve anlamaya yetmez mi?..
Osmanlı 'da 'asrileşme', apaçık 'Batılılaşma' olarak uygulanmıştı; üstelik bu uygulama, Batı Türkleri 'nin bin yılda oluşturduğu ve üç kıtaya yaydığı 'Osmanlı Medeniyeti' nin ve 'Yaşama Tarzı' nın, 'külliyen' inkârını içeriyordu. Aslında bu 'inkâr', birçok yerde ve birçok manada, bağnaz Hıristiyanlığın, başat Müslümanlığı inkârıydı ki; Batı Türkleri'nin yenilgiye uğramaması, ancak, bunca yıllık kültür birikiminden, 'ulusal bir sentez' yoğurabilmesine bağlıydı. Osmanlı yönetiminde, işte bunu başaramadılar; 'asrilik' hep 'Avrupalı gibi olmak' zannediliyordu; zira Avrupa Modernizmi sorunu böyle koymuştu, böylesini istiyordu.
Hadi bunları ben yazmış olmayayım, London City Üniversitesi 'Sömürgecilik Sonrası Çalışmalar Kürsüsü' nde konuk profesör, Ziyaüddin Serdar söylemiş olsun; gerçekliği pekişir mi, pekişmez mi?
'Asriliği' 'Garplılık' sayınca...
''Modernizm, pratikte ve teoride, 'sömürgecilik'le iç içedir; hem teorik bir plan hem de fiziksel bir araç olarak, 'gelişme' gibi nosyonlar (kavramlar) üretmiş ve kendisine 'evrensel' bir özellik biçmiştir. Modernizm, geleneksel toplumları, yani Batılı olmayan dünyayı, 'geri kalmış toplumlar' olarak görür; bunu da geleneğin 'temel ilkelerine' bağlar. Onlara göre geleneksel toplumların 'değişime' uygun bir tabiatı yoktur ve Müslüman toplumları Batı'yı yakalamak istiyorlarsa, 'geleneğin ortadan kaldırılması'nın; ya da en azından, 'baskı altında tutulması'nın gerektiğini söylerler...''
''... bu yüzden de geleneksel kültürler, 'gelişme' ve 'ilerleme' adına, kökünden koparılmış, yerinden edilmiş, baskı altına alınmış ve yok edilmiştir. Modernizm, (yani Batı, yani Batılı, Beyaz ve Hıristiyan Emperyalizm) böylelikle, dünyanın geri kalanını 'marjinalize etmek' ve onun fiziksel dünyasıyla zihnini işgal etmek için, bilinçli ve maksatlı bir girişim; dünyanın geri kalanı ise, bunun farkında ve huzursuz...'' (Radikal-Online, 13 Mayıs 2002).
Bu saptama, XX. yy 'ın sonlarına ait; oysa, aynı yüzyılın başlarında, en radikal devrimler ve devrimciler; Modernist Emperyalizm 'in bu sinsi 'dayatmasını' tamamen benimsemiş görünür; Sovyet İhtilâli (1917) epeyce bir zaman, Proletkult Hareketi 'nin etkisi altında kalmıştı; bilindiği gibi bu hareket, Rusya'nın ihtilâl öncesine ait bütün kültür müktesebatını yok saymış; asıl kültürün ihtilâlle başladığını savunmuştur. Farkında mısınız, Modernizm'in başka ülkelerden istediği, tam da budur!
Bir başka ihtilâl, Anadolu İhtilâli (1919) benzer bir yanılgı içindeydi. Mustafa Kemal 'in devrimci radikalliği, başlangıçta, Osmanlı toplumunun Anadolu birikimini topyekûn reddetmeye kadar gidiyordu; Ali Fuat Paşa 'Hatıralar' ında, bunun altını güzelce çizmiş, diyor ki: ''... yani büyük bir değişme! Yani bu adamın büyüklüğü burada; çünkü, hiç kimse yoktur ki büyük adamlardan, an'aneleri bırakabilsin! Bizim de şimdi aklımız eriyor: Osmanlı an'anesini takip etseydik, biz imkânı yok, inkılâp yapamazdık!'' (Haz. O. S. Kocahanoğlu. 'Bilinmeyen Hatıralar', s. 306. Temel Yayınevi 2001).
Aklın yolu bir...
Ne var ki, her iki devrim ve bu devrimlerin devrimcileri, Profesör Ziyaüddin Serhad 'ın 'tespitini', çok gecikmeden anlamıştır. Çünkü, topyekûn toplumsal ve kültürel inkârın; aslında, Modernist Emperyalizm 'in istediğini, kendiliğinden yapmak demek olduğunu fark etmişlerdir; neticede, o inkâr fırtınasını koparmak yerine, 'ulusallığı', geleneksel toplumun müktesebatından, bilimsel olarak üretmek yolu tutulmuştur.
Meraklısı bilir; Vladimir İlyiç , o yıllarda, Ulusal Eğitim Halk Komiseri olan Lunaçartskiy Yoldaş 'a gönderdiği, tarihi mektupta, demiştir ki: ''Yeni bir halk kültürü, öyle kafadan icat edilmez, geçmişe oturtulur, başarılı klasik örnekler, sanat mirası, şimdiki kültürün ulaştığı sonuçlar göz önünde tutularak, bilimsel yöntemle yeni bir senteze varılır.'' (Aralık 1920) Nitekim kuruluşunda rütbesiz ve nişansız oluşturulan Kızılordu, II. Dünya Savaşı'nda geleneksel rütbe ve nişanlarına dönmüş; hayli uzun bir zaman, adı bile yasak sayılan Dostoyevskiy dahil, bütün Rus klasikleri Sovyetler'de yayımlanmıştır.
Gâzi 'nin aşırı radikalliği de, 'ulusal sentez' fikrine varmasıyla değişiyor; 'Dil devrimi'nin ilk günlerindeki 'radikallik', 'ulusallık'tan 'ırkçılık'a doğru kayınca, vazgeçer; bilinmez hangi Tanzimatçı kafaların telkiniyle, yasakladığı Türk Musikisi 'nin, ihtişam ve azametini en iyi bilenlerden olduğu için, kısa sürede serbestliğini sağlamıştır. Çünkü, aşağı yukarı aynı tarihte, şu sözleri söyleyen de odur:
''... Biz milli terbiye programından bahsederken, eski devrin hurâfelerinden ve evsâf-ı fıtriyemizle hiç de münasebâtı olmayan, yabancı fikirlerden, şarktan garpten gelen bilcümle tesirlerden uzak, seciye-i milliye ve tarihiyemizle mütenasip bir kültür kastediyorum. (...) Kültür (haraset-i fikriyye) zeminle mütenasiptir. O zemin, milletin seciyesidir!''
O yaşasaydı hiç kuşkusuz 'ulusallık' ağır basacak; kültür ve öğretim, Modern Emperyalizm 'in önerdiği ve evrensellik atfettiği Klasik Yunan/Latin tabanına kaydırılmayıp; olabildiğinden çok daha canlı ve gürbüz, bir 'ulusal özgünlük' taşıyacaktı.
|
|
|
|
|
|
|
 |
|
İLETİŞİM edebiyatokyanus@gmail.com |
|
|
|
edebiyatokyanus 692722 ziyaretçi (1258240 klik) kişi burdaydı! |