edebiyatokyanus
İÇERİK  
  ANA SAYFA
  YAZILAR
  ARAŞTIRMA-İNCELEME
  SÖYLEŞİ
  DENEME
  ATTİLA İLHAN
  ATTİLA İLHAN-KÖŞE YAZILARI
  => 'Havanda Su Dövülüyor' -Attilâ İLHAN
  => Madalyonun Arka Yüzü-Attila İlhan
  => 'Deve' mi, Yoksa 'Kuş' mu?-Attila İlhan
  => Hadi, Konuşsana İsmet Paşa!.-Attila İlhan
  => İkisi de, Sağlam NATO'cu!..-Attila İlhan
  => 'Akbaba Operasyonu' ve Sonrası-Attila İlhan
  => Seç Seçebildiğini!- Attilâ İLHAN
  => Gâzi'nin 'Dev Yalnızlığı-Attilâ İLHAN
  => Gâzi'nin 'Solculuğu'!..- Attilâ İLHAN
  => Gâzi'nin Solculuğu!(2)-Attilâ İLHAN
  => 'Reis Paşa'nın, Gelecek Tasarımı!-Attilâ İLHAN
  => 'Avrasya'nın NATO'su!-Attilâ İLHAN
  => 'Kökü Dışarda Demokrasi!.-Attilâ İLHAN
  => 'Batı'ya Parmak Kaldırmak-Attilâ İLHAN
  => Amaç Ülkeyi, 'Batı Çizgisi'nde Tutmak-Attilâ İLHAN
  => Senin 'Batılılaşma' Dediğin-Attilâ İLHAN
  => Batılılaşma, Bir tuzak- Attilâ İLHAN
  => Aysberg'in Görünmeyen Kısmı-Attilâ İLHAN
  => Intibah Basladi- Attilâ İLHAN
  => Ilericiligin Böylesi - Attilâ İLHAN
  => Gençler Müdafai Hukuk’ta Birlesmeli-Attilâ İLHAN
  => Usakligin Zirvesindeki Komprador Aydinlar-Attilâ İLHAN
  => 'Biz e Sözümüz Var!-Attilâ İLHAN
  => 'Cumhuriyet Disiplini-Attilâ İLHAN
  => 'Darbe' İçin 'Halkı Kullanmak-Attilâ İLHAN
  => 'Değişme' Var da, 'Sandıkları' Değil-Attilâ İLHAN
  => 'Dengeler' Değişiyor mu-Attilâ İLHAN
  => 'Dibe Vurmak' mı?-Attilâ İLHAN
  => 'Doğu/Batı İkiliği' Olmasın?-Attilâ İLHAN
  => Gidinin 'Dünya Bankası!..-Attilâ İLHAN
  => Yeni 'Durum'a, Eski 'Senaryo'-Attilâ İLHAN
  => Gazi ve Filistin-Attilâ İLHAN
  => 'Emperyalizm'in Son Aşaması?-Attilâ İLHAN
  => 'Türkçülüğün' Yeri 'Solda' mı-Attilâ İLHAN
  => Faşizim Kimin Sloganı-Attilâ İLHAN
  => 'Ay/Yıldızı' Sildirtecek miyiz?-Attilâ İLHAN
  => 'Film Çöplüğü'-Attilâ İLHAN
  => 'Yoksul'a, 'Sınıf Atlama' Yolu: 'Futbol!-Attilâ İLHAN
  => 'Futbolcu'nun, 'Entel'e Verdiği 'Ders'-Attilâ İLHAN
  => Futbolu'nun 'Lağım Çukuru'- Attilâ İLHAN
  => Seni, Ben Mahvederim, İsmet- Attilâ İLHAN
  => Gâzi'nin 'Tespit'i- Attilâ İLHAN
  => 'Reis Paşa', Doğru Görmüştü
  => Gâzi'nin 'Tasarımı': 'Devlet Sosyalizmi'- Attilâ İLHAN
  => 'Times Anlaşması' - Attilâ İLHAN
  => 'Türkçü'nün 'Ülkücü'ye Tepkisi-Attilâ İLHAN
  => Halka Söylemeye Dilleri Varmıyor-Attilâ İLHAN
  => 'Hancı Sarhoş, Yolcu Sarhoş-Attilâ İLHAN
  => Demokrasi Kamuflajı- Attilâ İLHAN
  => Avrasya'da dolaşan Hayalet:'Galiyef'-Attila İlhan
  => ...'Ilımlı' mı?.. Yoksa 'Bağımlı' mı?..-ATTİLA İLHAN
  => 'İlk Meclis'in Solculuğu-Attilâ İLHAN
  => Kimin 'İmparatorluğu'-Attilâ İLHAN
  => 'Irk Milliyetçiliği' Değil, 'Yurt Milliyetçiliği'-ATTİLA İLHAN
  => İşin Ucu 'Nereye' Dayanırdı-Attilâ İLHAN
  => İthal Malı' Demokrasi- Attilâ İLHAN
  => İt Ürür, 'Tarih' Yürür-Attilâ İLHAN
  => İzin Arzuhali-Attilâ İLHAN
  => 'Karen Fogg Dosyası-ATTİLA İLHAN
  => İyi ki, Bugünleri Görmediler-ATTİLA İLHAN
  => Perinçek 'i tanımazdım: tanımış oldum-ATTİLA İLHAN
  => Kimlerin, Elinde Kalmıştık-ATTİLA İLHAN
  => 'Tatlısu Frengi' Kim? 'Tatlısu Türkü' Kim-ATTİLA İLHAN
  => Sol' Yoksa, 'Demokrasi' de Yok!-ATTİLA İLHAN
  => Üstelik, Adı 'Liberal', Soyadı 'Demokrasi ATTİLA İLHAN
  => 'Mazlumlar Enternasyonali' mi?-Attilâ İLHAN
  => Parola Vatan, İşareti Namus-ATTİLA İLHAN
  => Haklı Bir Milliyetçilik-Cengiz İlhan
  => Şiir Arşivi
  E-KİTAP
  ANSİKLOPEDİK
  SATRANÇ VİDEO DERSLERİ DÖKÜMANLAR
  SATRANÇ OYNA
  ŞİİR
  DİL ANLATIM TÜRK EDEBİYATI - LİSE KAYNAK
  EDEBİYAT RADYO
  EDEBİYATIMIZDA ŞİİR ROMAN ÖYKÜ (dinle)
  100 TEMEL ESER (dinle)
  100 TÜRK EDEBİYATÇISI (dinle)
  SESLİ KİTAPLAR
  FOTOĞRAF ÇILIK
  E-DEVLET
  EĞİTİM YÖNETİMİ DENETİMİ
  RADYO TİYATROSU
  ÖĞRETMEN KAYNAK
  EDEBİYAT TV
  SÖYLEŞİLER - BELGESELLER TV
  RADYO KLASİK
  TÜRKÜLER
  GAZETELER MANŞETLER
  ÖYKÜ ANTOLOJİSİ
  DERGİLER - KİTAPLAR - KÜTÜPHANELER
  E-DERGİ
  KİM KİMDİR BİYOGRAFİLER
  ZİYARETÇİ DEFTERİ
  İLETİŞİM
  EDEBİYAT OKYANUS
Ilericiligin Böylesi - Attilâ İLHAN

Ilericiligin Böylesi

1949 içinde olmali, Paris’te üçü besi biraraya gelen solcu delikanlilar, sosyalist bir örgüt olusturur, örgütlerine ad koymak; gerekince, son Osmanli ilericilerinin yaygin adina siginirlar: Ilerici, Jöntürkler Birligi. Hepsi hizli, atilgan ve gözü pek olan: bu yigitlerden, hiçbirisinin aklina, ‘Jöntürk ilericiliginin’ geçerlilik derecesini tartismak gelmiyordu. Nasil gelsin, hepsi klasik ‘maarif’in tarih bilgisini edinmisler, hepsi ‘zalim Osmanli padisahlarina; karsi, Avrupa’da hürriyet mücadelesi veren Jöntürklerin efsanesiyle’ büyümüsler.

Jöntürk demek, ülkesini özgürlük ugruna birakip, gönüllü bir sürgünde, ‘zalim padisaha karsi’ savasim veren yigit aydin demek. Acaba öyle mi?

Misirli Prens Mustafa Fazil Pasa, Paris’ten Sultan Abdülaziz’e bir ‘ariza’ gönderiyor: Memlekette ‘mesrutiyeti tesis ve umumi islahat icrasini’ saygili ama anlamli bir dille rica etmektedir. Ne hikmetse, Misirli Prens dilekçesini Fransizca yazmis, Namik Kemal, Ebuzziya Tevfik ve Sadul1ah Beyler Osmanlicaya çeviriyorlar, Tasvir-i Efkar gazetesi tarafindan halka dagitiliyor.

Sadrazam Ali Pasa buna bozulur, ‘yeni Osmanlilar’i cezalandirir. Iste ‘methaldar oldugu anlasilan’ Ziya Bey (Pasa) Kibris Mutasarrifligi’na, Namik Kemal Bey ise Erzurum Vali Muavinligi’ne atanirlar. Muhbir gazetesiyle Misir Hidivligi sorununu kurcaladigi için de, Ali Suavi Kastamonu’ya gönderiliyor. Ilginç bir cezalandirma biçimi degil mi?

Mustafa Fazil Pasa ne de olsa prens, bu zavalli aydinlari kaderlerine terketmek ona yakisir mi... Hepsini Paris’e yanina çagirir. Ziya Pasa ile Namik Kemal, 17 Mayis 1867’de Fransiz Bandirali Fresni vapuruyla Istanbul’dan ayriliyorlar. Ali Suavi ‘Kastamonu menfasindan’ kaçiriliyor. Paris’te, Kayazade Resat Menapirzade Nuri, Çapanogullari’ndan Agâh ve Sagir Ahmet Beyzade Mehmet Beyler de onlarla birlik oluyor. Bu ‘hürriyet mücahitlerinin’ hepsine Mustafa Fazil Pasa aylik baglamistir. Ayrica, Hürriyet gazetesinin çikarilmasi için, Ziya Pasa’nin emrine 250.000 frank vermistir. Daha sasirtici olani elbette su: Namik Kemal Bey veliaht Murat Efendi’den de yardim görüyordu. Bunu yazan da Jöntürklüge bulasmis birisi, Ahmet Bedevi.

Sultan Aziz, 1868’de Paris sergisini ziyaret için Paris’e gitmistir ya, Prens Mustafa Fazil Pasa Sultan’i Marsilya’da karsilar, af dileginde bulunur. Dilegi kabul edilir edilmez kapagi Dersaadet’e attigi gibi, bir de bakarsiniz nazir olmus. Oysa Jöntürkler onun Mesrutiyet Sadrazami olacagini beklemekteydiler. Beklentileri gerçeklesmeyince ne oluyor, birer ikiser memlekete dökülüsüyorlar. Prens vazgeçince özgürlük davasi bitmistir. Daha da vurucu bir gerçegi ögrenmek istemez misiniz? Dönmemekte direnen Ziya Pasa’nin gurbet ellerde yoksullukla pençelestigini ögrenen Sultan Abdülaziz, ona parayla birlikte su mektubu yazmistir:

“Isittim ki büyük bir sefalet içinde kalmissin. Riza-yi sâhânem haricinde yasamakligina ragmen, Sultan Aziz’in fâzil ben- degânindan olan bir kimsenin, yar-ü agyare karsi sürünüp mahvolmasina tahammül edemedigimi bil, âtini yine sen düsün / Sultan Aziz.”

Jöntürk ilericiligi epeyce masonluk, bir hayli Tanzimat kompradorlugudur, iste böyle kisilerin çevresinde döner. Adami vuran yani elbette, ‘özgürlük savasimini sürdüren aydinlarin’ yönetici çevrelere yakinliklari, hatta bu çevrelere bagliliklaridir.

Yalniz bu çevrelere mi?

Damat Mahmut Pasa’yi tanir misiniz? Böyle kupkuru sorunca tanimayacaginizi biliyorum, bu zat, Osmanli düsün hayatinda önemli etkileri oldugu bilinen Prens Sabahaddin’in babasidir, Sultan Abdülhamid’in de enistesi. Misirli Prens Mustafa Fazil Pasa gibi, Damat Mahmut Pasa da, Abdülhamid istibdadina karsi yurt disinda savasim veren Jöntürklerin koruyucusu olur. Çünkü hasbelkader, o da gönüllü sürgüne gitmistir. Evet, padisahin enistesi oldugu halde. Bu isin nasil oldugunu merak etmez misiniz?

Damat Mahmut Pasa, Abdülhamid’e memleket islerine deggin ‘layihalar verirmis’, padisah günün birinde bunlardan hoslanmadigini belli etmis, o da kirilmis. Kendi iddiasi, muhalefetinin bu noktadan basladigi yolunda. Bir baska iddia daha var. Hatirlayacaksiniz, Osmanli’nin son döneminde en çok tartisilan sorunlardan birisi Bagdat Demiryolu imtiyazinin hangi ülkeye verilecegiydi, megerse Damat Mahmut Pasa da yilan hikâyesine dönen bu olaya karismamis mi? Ogullari Sabahaddin ve Lütfullah’in özel egitimlerini yapan Mösyö Çeza Heke, bir gün ögrencilerine Mr. Maymon adli bir Ingilizin babalariyla görüsmek istedigini bildirir, görüsme gerçeklestirilince anlasilir ki, bu Mr. Maymon güçlü bir Ingiliz sirketler grubu tarafindan görevlendirilmistir, amaci da Bagdat Demiryolu imtiyazinin Ingilizlere verilmesini saglamaktir. Tabii bunu, nüfuzlu bir Türk araciligiyla yapacak: seçtigi nüfuzlu Türk Damat Mahmut Pasa’nin ta kendisi. Sultan Abdülhamid’in hesaplari baska, o Almanlarla uzlasma pesinde, enistesinin müdahalesine kiziyor, “oturdugu yerde otursun, benim islerime burnunu sokmasin” diye haber gönderiyor. Vay sen misin bunu yapan!.. Damat Mahmut Pasa iki oglunu kaptigi gibi ülkeyi terk edecek, ‘Jöntürkler’e katilacaktir.

Nasil mi? Allah askina bakin nasil!

“...Pasa’nin bu kararindan haberdar olan Maymon, kendilerine yardimci olmak için Lord Salisbury’nin imzasini tasiyan üç pasaport getirerek firari kolaylastirmak is- temistir. Lakin firarin takarrür ettigi gün yolculari almak üzere Maltepe sahillerine gelecegi Maymon tarafindan vadedilen Ingiliz vapurunun görünmemesi, Damat Pasa ile ogullarinin ümidini kirmis ve Maymon’in bu isi beceremeyecegini anlatmisti...”

“...Avrupa seyahati, nihayet, dostlarindan Isviçreli Mösyö Charlier delaletiyle vücut bulmus ve Beyoglu’nda piyano ticaretiyle mesgul Mösyö Komvendinger de bu hu- susta kendilerine yardim etmistir. Mösyö Charlier, Paquet Kumpanyasi’nin Istanbul Acentesi Mösyö Reboul ile uyustuktan birkaç gün sonra Pasa ve ogullariyla Mösyö Charlier, Hüseyin Danis Bey ve Pasa’nin hizmetçisi Istanbul’dan uzaklasmaya muvaffak olmuslardir...”

Peki, yabancilarin Damat Mahmut Pasa’ya gösterdikleri kolaylik bu kadarla mi kaliyor? Hayir! Pasa ve ogullari, yurt disinda para sikintisina düsüyorlar, Istanbul’da mali mülkü var ama, Paris’te isine yaramiyor ki! Fakat, Damat Mahmut Pasa ve çevresindeki ‘Jöntürk aydinlari’ üzerine bazi yabanci çevreler ne kadar umut baglamis olmalilar ki, yardim için bir sendika olusturuluyor.

“...Evvelce kendilerini Istanbul’dan kaçirmaya muvaffak olan Mösyö Charlier delaletiyle istikraz akdine tesebbüs etmis ve bu maksat etrafinda da bazi sermayedarlarca bir sendika teskil edilmistir. Bu sendikayi Paris’te Rue de Provence 31’de yazihanesi bulunan Mösyö Silvain ve yine Paris’te Boulevard des Capucines 25’de oturan Mösyö Bousquet temsil ediyordu...”

“...Sendika Pasa ve ogullarina ayda 1.000 lira vermeyi kabul etmisti. Bu borç tabii yüksek bir faizle Pasa’nin Istanbul’daki emlakinden ileride alinacak irad ile ödenecekti. Bu suretle sendikanin matlubu, o tarihlerde, Pasa’ya ve ogullarina verilen 7.500 lira ile ‘Osmanli’ gazetesinin Londra’ya nakli münasebetiyle yapilan masraftan (1.500 lira) ve bir de simsarlik olarak verilmesi lazim gelen 2.000 liradan ibaretti. Yuvarlak bir hesapla borç miktari takriben 10.000 lira kadardi...”

Insanin aklina neler geliyor? ‘Jöntürk ilericiligi’ni ya prens ya damat pasalar, prensleri ve damat pasalari da yabanci sendikalar ‘finanse etmis’. Damat Pasa’nin oglu ‘tesebbüs-ü sahsiyi ve adem-i merkeziyetçiligi’ savunuyor. Her ikisinin de Osmanli maliyesini ve ekonomisini yikmakta, Osmanli mülkünün parçalanmasini hazirlamakta ne kadar ise yaradigini tarih sonradan gösterecektir.

Jöntürk aydininin biçimsel komprador ilericiligi böyle kisiye bagli bir ilericilikti, iste.

Ümmet toplumunda saltanat, Tanri adina, ‘emir-ül-mümin’ tarafindan sürülüyor. Iktidar ‘bireysel’. Osmanli’da iktidarin birey- selligi, padisahin ve halifenin kisiliginde öylesine yogunlasmis ki, ‘muhalefeti’ bile denetleyebiliyor. Saray’in, ‘yeni Osmanlilardan’ da ‘Jöntürklerden’ de istedigi, ‘padisaha tam mutavaat’ti. Osmanli ilericileri, gariptir, mülkün padisah tarafindan emperyalizme peskes çekilmesine pek karsi çikmazlar da, ‘teskilât-i esasiye’yi sorun haline getirirler: Anayasa ilan edilir, mesrutiyet gelirse sanki bütün sorunlar çözümlenecektir. Padisahin buna tepkisi hem siddetlidir, hem de etkili. Hadi bir göz atalim.

Paris’te Cenevre’de ‘Jöntürk makulesi’ isi büyütür gibi olunca, Sultan Abdülhamid öteden beri güvendigi bir bendesini, Ferik Ahmet Celâlettin Pasa’yi ‘fevkalade selahiyetle’ Avrupa’ya gönderir. Ahmet Celâlettin Pasa’nin gizlisi saklisi yok, Jöntürkleri yola getirmeye geldigini kimseden gizlemiyor, Paris’in en ünlü otellerinden birisine yerlesip, mükemmel bir istihbarat agi örüyor. Jöntürkler arasinda, ona indicateur’lük edenlerin sayisi hesaba sigar mi? Hangisinin mektubunu okusaniz sasarsiniz; hepsi, sözde ‘kizil sultan’in zulmüne muhalif olan bu aydinlar, garip bir ‘göze girmek’ telasi içindedirler. Ahmet Celâlettin Pasa da bundan fazlasiyla yararlanir.

En çarpici örnek, kuskusuz ‘Mizanci’ Murat Bey örnegi. Ahmet Celâlettin Pasa, Cenevre’de Murat Bey’le birkaç görüsme yaptiktan sonra, ne görüyoruz, ünlü muhalif Murat Bey, ‘kararlastirilan bazi serait dahilinde’ memlekete dönmeyi kabul et- mistir. Kabul etmis ne laf, dönüyor adam, tarih 2 Agustos 1897. O siralarda Paris’teki Osmanli Sefareti ‘aff-i sâhâne’ benzeri bir ‘teblig-i resmi’ yayimlayacak, bu da öteki Jöntürklerin sapir sapir dökülmesini saglayacaktir. Nereye ve nasil mi dökülüyorlar? Görelim:

“Gerek Ahmet Celâlettin Pasa’ya dehalet edenler, gerek Paris Sefareti’nin teblig-i resmisinden mülhem olarak, bilahare Sefir Bey’le uyusanlar arasinda, Jöntürk aleminin taninmis sahsiyetleri ve ‘Ittihat ve Terakki’ müessesesinin müessislerinden iki mefkureci de bulunuyordu. Uyusmadan sonra, Cenev- re’de çikan Mizan gazetesi de kapanmisti. Bunun yerine Ishak Sükuti ve Abdullah Cevdet Beyler tarafindan, Osmanli gazetesi çikarildi. Lakin Münir Bey ve bu sirada sahneye dahil olan Necip Melhame uyusmasi üzerine bu gazete de tatil edilmisti. Dr. Abdullah Cevdet Bey, Viyana Sefareti doktoru, Çürüksulu Ahmed Bey ise Belgrad Atasemiliteri olmustu. Serasker Yaveri Sefik Bey Bükres, Ali Kemal Bey Brüksel, Tunali Hilmi Bey Madrid, Rauf Ahmet Bey Atina Sefareti’nde vazife almislardi. Serafeddin Magmumi ve daha bazilari tahsillerine devami tercih eylemisler, Rahmi ve Süleyman Nazif Beylerle daha birkaç ihtilalci memlekete dönmüslerdi...”

Bu ‘kadro’ sonraki Mesrutiyet döneminin ‘aydin’ kadrosu degil mi? Emperyalizm, nasil Saray’i da içeren bir komprador burjuvazisi agi yaratiyorsa, ayni sekilde bir de komprador aydinlar agi yaratiyor. Aralarindaki çekisme, temele iliskin degil, üstyapisal. Öyle ki, ‘mülkü ayakta tutmanin’ ancak halifelige siginmakla mümkün olabilecegini sanan Abdülhamid, komprador egilimli Jön- türkler tarafindan tahttan indirilince, bu aydinlarla sonraki padisahlar gül gibi geçinirler.

Ümmet toplumlarinda aydinin ilericiligi, eger ulusal burjuvazi gelismemisse, üstyapisal kaliyor; ister istemez yabanci kültürlerin çigirtkanligini yapiyor. Iktidarin ondan istedigi, ya mutlak itaattir, ya da rütbe, mansip, para mukabilinde susmasi. Çokluk, bu yalniz bizim ülkemizde böyle olmustur saniriz ya, degil. Ayni dönemde, ayni sorunlari yasayan Rusya’da benzer olaylar geçmistir. Çarlarin, ilerici Rus aydinlarina -ki onlarin da birçogu kompradar ilericisiydi- karsi tavri, Osmanli padisahlarinin Jöntürklere karsi tavrindan pek farkli sayilmaz.

Puskin örnegine bir göz atalim mi?

Rus devrim tarihinde, yenilgiyle sonuçlanan ‘deçembrist’ hareketi, dolayli olarak Puskin’in sanatçi davranisini da etkiliyor. Önce Puskin’in Çar I. Aleksandr dönemindeki tutumunu hatirlamak gerek. O dönem Herzen’in toprak aristokrasisinin henüz bagimsizligini yitirmemis oldugunu söyledigi, Çar I. Aleksandr’in sövalye geleneklerine bagliliginin altini çizdigi dönem. Puskin, ‘halk için’ sanat yanlisi, ‘zincirlere, kirbaçlara, önyargilarin yogun karanligina’ karsi siirler yaziyor. Zamaninin ve sanatinin ölçüleri içinde kalarak, ‘ilerici’ sayilabilir. Devrimci bile.

Osmanli’da (kismen Çarlik Rusya’sinda da) devrimcilige yeltenen aydinin, yeltendigi devrimcilik klasik burjuva devrimciligi de olsa, böyle sinifsal bir dayanagi var mi? Hiç olmamis. Nedeni çok basit: Osmanli’da birtakim aydinlar ortaya devrimciyiz diye çiktiklari zaman, batili emperyalizmlerin Osmanli’yi parçalamak için onun topragina çöreklendigi, ekonomik düzeyde oldugu ka- dar, kültürel düzeyde de onu sikbogaz ettigi zaman. Hadi isterseniz, sorunu çevirip baska türlü koyalim: Osmanli ümmet toplumu, olagan gelismesini sürdürebilse, derebeylik asamasindan burjuvazi asamasina geçecek, bu arada da altyapisiyla ve üstyapisiyla ulusal burjuvazisini yaratacakti degil mi? Yaratamiyor. Bunun türlü nedenleri var, ama önemlilerinden birisi de, emperyalizmin Osmanli’nin ümügüne çökmesi, orada komprador burjuvazisini ve kültürünü gelistirmeyi çikarina elverisli bulmasidir. Emperyalizm, ayni seyi, Rusya’da, Iran’da, Hindistan’da ve Çin’de de yapmis: Ilkin dinsel ve kültürel kurumlarini iletiyor, orada bati kültürüne uygun bir aydin tabakasi yetistiriyor, sonra bu tabakayi ülkesini sömürmek için masa gibi kullaniyor. Osmanli’da emperyalizm için daha da elverisli bir ortam bulunuyordu, zira Müslüman olmayan hayli büyük bir halk kalabaligi emperyalizmin bu yöredeki ‘temsilcisi’ olmaya’ dünden raziydi.

Osmanli’da komprador tüccari ile komprador aydini içiçe yetismistir. 20. yüzyilin baslarina dogru, Osmanli’nin yalniz Asya topraklarinda, Tevfik Çavdar’in verdigi rakamlara göre, asagi yukari 30 Ingiliz okulunda üç bin dolayinda Osmanli ögrencisi, 60 Fransiz okulunda 9 bine yakin Osmanli ögrencisi, 13 Alman okulunda bin dolayinda Osmanli ögrencisi, 190 Amerikan okulunda ise 15 bin dolayinda Osmanli ögrencisi okumaktaydi. Bu okullarin çogu Hiristiyan okullaridir. Hepsinde mensup olduklari ülkenin kültürü ve çikarlari savunulur. Bu okullardan çikan aydinlarin, dünya görüsleri degismis, yasama biçimleri kendi ülkelerine yabancilasmistir. Osmanli bu kadarla da kalmaz. Yabancilarin kendi topraginda yaydigi yabanci kültürleri, kendi açtigi okullarda benimsemeye yönelir. Önce Sultan çocuklari için açilan Mekteb-i Sultani (Galatasaray), ‘ülkenin bu garba açilan tek penceresi’ gerçekte, Osmanli’nin çikarlarindan çok Düyun-u Umumiye’nin, Osmanli Bankasi’nin, Reji Idaresinin ya da Bagdat Demiryollari Sirketi’nin çikarlarini koruyacak ve savunacak aydinlar yetistirecektir.

Jöntürk devrimcilerinin büyük bir kismi, Osmanli’daki yabanci okullarindan çikmis, ya da Mekteb-i Sultani’de, okumuslardir. O zaman, batili emperyalizmlerin Osmanli’ya benimsetmek istedigi görüsleri savunmalarindan baska olanaklari olabilir mi? Mekteb-i Mülkiye’de ders veren ünlü bir hoca, haril haril, ‘birakiniz yapsin, birakiniz geçsin’ liberalizminin ülke için tek çikis yolu oldugunu savunuyordu. Oysa bu politikanin Tanzimat-i Hayriye ile uygulanmasina geçilmesi, sadece Istanbul’daki 25.000 dokuma tezgahini bes-alti yilda 5.000’e düsürmüstü. Prens Sabahaddin âdem-i merkeziyet ilkesini savunurken, sonunda savundugu fikrin, Osmanli’nin Ingilizlerin istedigi biçimde parçalanmasina varacagini elbette düsünemiyordu. Osmanli devrimcisi, elinde olmadan bir komprador devrimcisiydi, iktidara geçtigi zaman mülkü on yilda batirmasinin nedeni de elbette buydu.

Hüseyin Avni Bey, bu gerçegi pek güzel saptamis, yazmistir.

“...Osmanli aydinlari, darülfünun müderrisleri, iktisatçilari, politikacilari bu fikri hiç degismez bir iktisat ilkesi olarak kabul etmislerdi. Imparatorlugun yüksek okullarinda ögrenciye iktisat dersi verilirken liberalizm sisteminin yararlari açiklaniyordu.

Mesrutiyet devrinin maliye bakanlari da bu fikrin adamiydilar. Memlekete yüksek faiz ve agir sartlarla yabanci sermaye getirmislerdi. Bundan baska eskiden kurulmus ve imtiyaz süresini tamamlamis sirketlerin sözlesmeleri de daha agir sartlarla tazelenmisti.

Osmanli aydinlari arasinda Avrupa sermayesinin girisine yandas olan ve memleketin ekonomik çikarlarini burada gören kimseler vardi. Avrupa sermayedarligi hesabina bu iyi bir fikirdi. Sermayedarlik hükümette bu fikri tasiyan devlet adamlarini görmek isterdi.”

Görmemis midir? Osmanli’yi yabanci devlet çikarlari adina Harb-i Umumi’ye sokanlar da, savastan sonra ülkenin batmasi demek olan Sevres Anlasmasi’ni imzalamis olanlar da, aslinda Tanzimat’la baslamis olan Jöntürk devrimciliginin yetistirmeleri olmamis midir? ‘Amerikan mandasi’ yandaslari, nasil ülkedeki Amerikan okullarinin ürünü aydinlar ise, ‘memleketin Büyük Bri- tanya’nin tam mali ve ekonomik denetimine girmesinde’ yarar görenler de Ingiliz okullarinin ve kültür emperyalizminin yetistirmeleri idi. Su halde, üzerinde yetistigi toprakta ulusal/sinifsal kökenini bulamayan aydinlar, devrimci olsalar da, ya kendi ülkelerini yabancilara peskes çekmek gibi bir ihanete düserler, bunu devrimcilik sanirlar, ya da sonunda gelir ülkelerindeki kurulu istibdat düzeninin buyruguna girerler.

Peki, ya Cumhuriyet dönemi aydinlari? Ya onlarin devrimcilikleri?

Yaygin bir düsünce, Atatürk devrimciliginin, ‘batili ve batici’ Mesrutiyet devrimciliginden, Jöntürk devrimciliginden farkli ol- madigini ileri sürer. Böyle midir? Bence, ilkin Mustafa Kemal’in bu yoldaki gözlem ve saptamalarina bakmak yararli olur. Ne görürüz? Mustafa Kemal’de ulasilmasi öngörülen ‘amaç’ bati kültürü ve uygarligi degildir, ‘muasir medeniyet seviyesi’dir. Bati kültürü ve uygarligi bu amaca ulasilmak için bir araç olarak önerilmistir. Asil istenilen, ulusal bir kültürün, ulusal bir bilesimin yaratilmasidir.

Mustafa Kemal’in iki metni, bu dedigimi tartisma birakmayacak bir açiklikla kanitliyor. Birincisi sudur:

“...bozuk zihniyetli milletlerde ekseriyet-i azime baska hedefe, münevver denilen sinif baska zihniyete maliktir. Bu iki sinif arasinda ziddiyet-i tamme vardir. Münevveran, kitle-i asliyeyi kendi hedefine sevketmek ister, kitle-i halk ve avam ise, bu sinif-i münevvere tâbi olmak istemez. O da baska bir istikamet tayinine çalisir. Sinif-i münevver telkinle, irsadla, kitle-i ekseriyeti kendi maksadina göre iknaa muvaffak olamayinca, baska vasitalara tevessül eder, halki tahakküm ve tecebbüre baslar; halki istibdatta bulundurmaya kalkar. Artik burada asil tahlili noktaya geldik. Halki ne birinci usul ile, ne de tahakküm ve istibdat ile kendi hedefimize sürüklemeye muvaffak olamadigimizi görüyoruz. Neden?

Arkadaslar, bunda muvaffak olmak için münevver sinifla halkin zihniyeti ve hedefi arasinda tabii bir intibak olmak lazimdir. Yani, sinif-i münevverin halka telkin edecegi mefkûreler halkin ruh ve vicdanindan alinmis olmali. Halbuki bizde böyle mi olmustur? O münevverlerin telkinleri milletimizin, umk-u ruhundan alinmis mefkûreler midir?

Süphesiz, hayir! Münevverlerimiz içinde çok iyi düsünenler vardir. Fakat, umumiyet itibariyle su hatamiz vardir ki, tetkikat ve tetebbuatimiza zemin olarak alelekser kendi memleketimizi, kendi tarihimizi, kendi ananelerimizi, kendi hususiyetlerimizi ve ihtiyaçlarimizi almayiz. Münevverlerimiz belki bütün cihani, bütün diger milletleri tanir, lâkin kendimizi bilmeyiz.

Münevverlerimiz, milletimi en mesut millet yapayim der. Baska milletler nasil olmussa, onu da aynen öyle yapalim der. Lakin düsünmeliyiz ki, böyle bir nazariye hiçbir devirde muvaffak olmus degildir. Bir millet için saadet olan sey, diger millet için felâket olabilir. Ayni sebep ve serait birini mesut ettigi halde, digerini bedbaht edebilir. Onun için bu millete gidecegi yolu gösterirken, dünyanin her türlü ilminden, kesfiyatindan, terakkiyatindan istifade edelim, lâkin unutmayalim ki asil temeli kendi içimizden çikarmak mecburiyetindeyiz.

Milletimizin tarihini, ruhunu, ananatini sahih, salim, dürüst bir nazarla görmeliyiz. Itiraf edelim ki, hâlâ ve hâlâ münevveranimizin gençleri arasinda halk ve avama tetabuk muhakkak degildir. Memleketi kurtarmak için bu iki zihniyet arasindaki ayriligi durdurmak, yürümeye baslamadan evvel bu iki zihniyet arasindaki tetabuku tevlit etmek lazimdir. Bunun için de biraz avam kitlesinin yürümesini tacil etmesi, biraz da münevver- lerin çok hizli gitmesi lazimdir. Lâkin halka yaklasmak ve halkla kaynasmak, daha çok ve daha ziyade münevverlere teveccüh eden bir vazifedir.”

Mustafa Kemal’in saptamalari, Hüseyin Avni Bey’in saptamalarindan hiç de asagi kalmiyor. Jöntürk aydinini pek güzel ta- nimlamis, çikis yolunu pekâlâ göstermistir. Egitim ve ögretimi konu diye alan baska bir metninde, soruna baska bir yönden, fakat ayni tutumla yanasir:

“...simdiye kadar takip olunan tahsil ve terbiye usullerinin, milletimizin tarihi tedenniyatinda en mühim bir amil oldugu kanaatindayim. Onun için biz milli terbiye programindan bahsederken, eski devrin hurafatindan ve evsaf-i fitriyemizle hiç de münasebati olmayan yabanci fikirlerden sarktan garptan gelen bilcümle tesirlerden uzak, seciye-i milliye ve tarihiyyemizle mütenasip bir kültür kastediyorum. Çünkü deha-yi milletimizin inkisafi ancak böyle bir kültür ile temin olunabilir. Lalettayin bir ecnebi kültürü simdiye kadar takip olunan yabanci kültürlerin tahrib edici neticelerini tekrar ettirebilir. Kültür (haraset-i fikriyye) zeminle mütenasiptir. O zemin, milletin seciyesidir.”

Mustafa Kemal’in bu metni, gerçekte, Islamci dogmatik egilimlere oldugu kadar, Tanzimatçi alafranga egilimlere de, kesin bir karsi çikisi içerir. Mustafa Kemal’e göre, Türk devrimcisinin yogurmasi gereken ulusal bir kültür bilesimidir. Zaten, onun bu fikri bilinmezse, Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu gibi, sonradan yozlastirilmis kurumlari kurmasinin anlami da anlasilmaz. Mustafa Kemal, ulusal bir bilesim için gerekli malzemeyi bu kurumlarin hazirlayacagini umuyordu. Zamanla, yeni bir Tanzimatçiligin organlari olacagini ne bilsin?

Iyi ama, neden böyle oldu? Neden devrimin lideri ne yapilmasi gerektigini bir güzel saptamisti da, devrimin gelisme süreci bu saptamadan sapti?

Sanirim bu ilginç sorunun karsiligi da, Türk devriminin ayriksi niteliginde yatiyor. Türk devrimi, mayasi itibariyle bir ulusal demokratik devrimdir. Bu tür devrimler, gelismis burjuvazilerin, köhnemis soylulari tasfiye ettigi ülkelerde basarili sonuçlar verir. Oysa Türk devrimini, gelismis, gürbüz ve saglikli bir ulusal burjuvazi yapmiyor. Her ne kadar, özellikle Harb-i Umumi içersinde, Ittihat ve Terakki bu tür ulusal bir ekonomi tutumu tutar gibi olmussa da, ortaya tam anlamiyla ulusal denebilecek bir burjuvazi çikmamistir. Ülkedeki burjuvazi komprador burjuvazisidir, disa bagimlidir. Zaten Mütareke döneminde Istanbul Hükümeti’ne bagli, Ankara Hükümeti’ne karsi olmustur. O halde devrimi kim gerçeklestiriyor? Kismen derebeylik artiklari, sivil ve asker burjuvazi, aydinlar, Gramsci’nin anladigi manada bir Tarihsel Blok olusturuyorlar, üstesinden geliyorlar. Baska türlü söylersek, Sevres sözlesmesinin emperyalist niteligi, anti emperyalist bir tepkiyi kolaylastiriyor, ortaya çikan ‘vatan cephesi’ ulusal demokratik devrimi sagliyor. Sagliyor ama, bu devrimin tarihsel ve olagan sinifsal kökeni yok, burjuvazi yok. Burjuvazi olmayinca, kültürü de yok. Mustafa Kemal istedigi kadar, geçmise dayanan ama gelecege açilan ulusal bir kültür gereginden söz etsin, aydinin bildigi kültür onun da saptadigi tatlisu frengi kültürü, komprador kültürü. Halk ise, hâlâ ümmet dönemi kül- türünü asamamistir.

Cumhuriyet devrimi, tipki Rusya’da sosyalist devrimin yaptigi gibi, önce sinifsal tabanini yaratmaya çalisir. Ruslar, kalabalik bir isçi sinifi yaratmayi is edinmislerdi, Türkler ise ulusal bir burjuvazi yaratmayi is edindiler. Gel gör ki, bu arada, yaratilmak istenen ulusal kültür, Beyoglu alafrangaligi ile Ziya Gökalp Anadoluculugu arasinda kaldi. Mustafa Kemal dönemi, burjuva olamamis, narodnik kalmis bir kültür çabasini içeriyor. Tabiati geregi soylularin kültürünü (saray ve divan kültürü) reddeden Cumhuri- yet, dayanacak bir burjuva kültürü bulamayinca, kompradordan kaçiyor, ister istemez feodal kültürün kucagina düsüyordu. Halkçilik da, Halkevleri de, kültür ocaklari da, hep bu yanlis çevresinde dönüp durdular.

Inönü’yle beraber, her sey eski rayina oturdu.

En dikkatsiz bir gözlemci bile, Cumhuriyet tarihimizin Atatürk ve Inönü dönemlerini karsilastirirsa, temel bir farki görmezlikten gelemez. Mustafa Kemal dönemi, özetlenmek istenirse, söyle özetlenebilir: Ulusal bir ekonomi ve ulusal bir kültür kurma; bunun için de, a) yabanci sermayesini ulusallastirmalar yoluyla, yurtdisina çikarma, b) ulusal demiryolu ve sanayilesme politikasiyla kalkinma, c) emperyalist ülkelerle ittifaklardan kaçinma, d) ulusal bir kültürün olusmasi için gerekli örgütlenmeleri gerçeklestirme (Tarih Kurumu, Dil Kurumu vs).

Mustafa Kemal döneminin dikkati çeken özelligi, ulusalligi ve bagimsizligidir.

Inönü dönemi, o dönemin saksakçilari tarafindan ‘Perikles dönemi’ diye adlandirilmistir. Bunu niye mi yapiyorlardi? Basit bir sebepten: Inönü dönemi, bir ‘kültür seferberligi’ dönemidir. Inönü kalkinmayi, ülkenin gelismesini bir ekonomi sorunu olarak almamis, alamamis, bir kültür sorunu olarak almistir. Böyle olunca, döneminin belirleyici niteligi, köylere zorunlu okul götürmek, konservatuvar açmak, opera kurmak, devlet radyolarini bati müzigine tahsis etmek, Milli Egitim Bakanligi yayinlariyla ‘batili kültürü’ Türkçeye aktarmak, isi liselerde Yunanca ve Latince derslerinin konulmasina kadar götürmek olmustur. Kültürel düzeyde bati kültürüne baglanma, siyasal düzeyde Türkiye’nin Ingiltere ve Fransa ile ittifak yapmasina uygundur ve kosuttur.

Mustafa Kemal, bagimsiz bir ulusallik, bagimsiz bir ulusal bilesim yaratilmasindan yanadir. Inönü, ‘batili’ bir Türk kültürünü savunur. Bunu Mustafa Kemal’in yukardaki sözlerinden de anlayabiliriz. Ne diyor, ‘sarktan garptan gelen bilcümle tesirlerden uzak’ diyor, ‘kültür zeminle mütenasiptir, o zemin milletin seciyesidir’ diyor. Oysa Inönü, ‘milletin seciyesini’, ‘ruhunu, ananatini’ bir kenara koymus, ‘seçkin’ batili aydinlar yetistirerek halki bunlarin yönetimine vermeyi öngörmüstür. Halk, basegmeyince, Mustafa Kemal’in söyledikleri, Inönü döneminde ayniyla gerçeklesmistir: ‘Münevveran, kitle-i asliyeyi, kendi hedefine sevketmek istemis, kitle-i halk ve avam ise, bu sinif-i münevvere tâbi olmak istememis, o da baska bir istikamet tayinine çalismistir. Sinif-i münevver telkinle, irsadla, kitle-i ekseriyeti kendi maksadina göre iknaa muvaffak olamayinca baska vasitalara tevessül etmis, halka tahakküm ve tecebbüre baslamistir, halki istibdatta bulundurmaya kalkmistir.’ Inönü döneminin, ne büyük bir baski dönemi oldugunu, o dönemi yasayanlar bilir. Ama acaba, bu baski döneminin kültürel anlamda, Kemal Pasa’nin elestirdigi Tanzimat usulü bir baticilik oldugunu da bilir mi, düsünmüs müdür?

Inönü döneminin ‘ilerici’si tipik bir Jöntürk ilericisidir. Devlete kafa tutsa da, onun önüne atacagi kemigi kapmaya hazirdir. ‘Kültür seferberligi’ oyununa hangi ‘ilericilerin’ nasil candan katildigini söyle bir hatirlamak bile bunu kanitlamaya yeter. Tipki Abdülaziz ya da Abdülhamid döneminde oldugu gibi, ‘ilerici’lerin en büyük devlet memuriyetlerinde bulunmasi dogaldir, üstelik bu defa Mesrutiyet döneminin nitelikleri resmen benimsenmis, yönetim kendisini ‘ilerici’ saydigi için batili aydinlar, halka karsi yönetimle ittifak etmislerdir.

Oysa ne yapilmasi gerektigini, Mustafa Kemal’in ‘yabanci kültürleri’, sarktan da gelse, garptan da gelse ayni kefeye koyan mantigindan çikarmak olasiydi. Çünkü Kemal Pasa, ‘sarktan gelen kültür baskisindan söz ederken, ‘ümmet kültürü’nü kastediyor, Türklerin ulus asamasina vardiklari için ümmet kültüründen millet kültürüne geçmeleri gerektigini vurguluyordu. ‘Garptan gelen kültür baskisi’ ise, bildigimiz komprador kültürünün aydinlar üzerindeki etkisidir. Mustafa Kemal, emperyalist kültür yabancilasmasinin asilmasini istemis, ulusal bir kültür bilesimine ulasilmasini önermistir. Inönü dönemi ise, ümmet dönemi kültürünü halka birakmis, tipki Tanzimat sonrasinda oldugu gibi, batili kültür çevresine ‘mensubiyeti’ kalkinmanin ve uygarlasmanin tek yolu saymistir. Bu yolun, 1950 baslarindan itibaren Türkiye’yi ekonomik ve siyasal bagimsizligini kaybetmeye kadar götürdügünü söylemek bilmem gerekir mi? Bu olay bile, tek basina, Inönü dönemi politikasinin nasil bir yeni Tanzimatçilik ol- dugunu kanitlamaya yeter.

Söze Paris’te Türk solcularinin kurdugu IIerici Jöntürkler Dernegi ile baslamistim. Türk sosyalistleri, uzun süre, Jöntürkleri ilerici saymislardir. Çünkü Türk sosyalistligi de, gerçekte, bir Jöntürk özelligi olarak, tarih sahnesine çikmistir. Osmanli aydinla- ri, nasil batililara bakarak, liberal oluyorlardiysa, ayni biçimde batililara bakarak sosyalist oluyorlardi. Sosyalizm Osmanli toplumunun nesnel kosullarinda, bir gereksinme haline geldigi için degil! Ilk Osmanli sosyalistlerinin, Selânik gibi komprador ekonomisinin ve kültürünün besigi bir sehirde belirmesi, üstelik bunlarin Yahudiler olmasi bosuna midir sanirsiniz? Mütareke’de, Istanbul’da kurulan Türkiye Sosyalist Isçi ve Çiftçi Firkasi’ni, Selânikli Dr. Sefik Hüsnü, Fransiz aydini Barbusse’ün tavrindan esinlenerek örgütlemis, dergisine Aydinlik adini bile, Barbusse’ün dergisi, La Clarte’den alarak vermistir. Onun çevresinde toplanan öteki sosyalist Türk aydinlarinin, savas sonrasinda Almanya’daki sosyalist hareketlerden etkilenen gençler oldugunu biliyoruz. Isin tuhafi, bu sosyalist Jöntürkler de, tipki kendilerinden öncekiler gibi sonradan Cumhuriyet bürokrasisi tarafindan benimsenmis, yüksek yöneticilik olanaklarina kavusmustur.

Peki, Paris’teki ilerici Jöntürklere ne buyrulur? O örgütün fedailerinden birkaçini belki Türkiye’de bulabilirsiniz ama, bazila- rinin Dogu Almanya’da, bazilarinin Macaristan’da, bazilarinin SSCB’de olmasi, ‘Jöntürk’ düzeyindeki devrimciligin çagimizdaki bir kalintisi sayilmamali midir?

İLETİŞİM edebiyatokyanus@gmail.com  
   
edebiyatokyanus 640502 ziyaretçi (1178081 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol