|
 |
|
İÇERİK |
|
|
|
|
|
 |
|
'Deve' mi, Yoksa 'Kuş' mu?-Attila İlhan |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
'Deve' mi, Yoksa 'Kuş' mu?
8 Mart 2002
Altı yaşında mıydım, yoksa yedi mi? Evimizin 'emektarı' Emine Nine 'miz anlatmıştı:
''... Devekuşuna sormuşlar: '- ... Sen nesin, deve misin, yoksa kuş musun?'; devekuşu cevap vermiş, '- ... Ben deveyim!'; o zaman, denilmiş ki: '- ... Deveysen, gel şu çuvalları sana yükleyelim!'; devekuşu bu, kaba toza boğulur mu, hiç; cevabı hazır: '- ... Yok canım, ne devesi? Ben aslında kuşum!'.
Berikiler inatçı ve ısrarlı, diyorlar ki: '- ... Eğer kuşsan, uç da görelim!..' Kurnaz devekuşunun, ne cevap vereceği belli: '- ... Hadi be! Şaka yaptım. Esas deveyim ben!.. '' Nasıl, riya ve yanardönerlik bahsinde, hayli güzel yakıştırılmış, bir halk 'meseli' değil mi?
Avrupa Birliği 'nin çevresindeki -aslında göz koyduğu- ülkelere davranışı, devekuşunun davranışını andırmıyor mu? Bunlar aralarında toplanıp, 'ortaklık koşulları' da sayılabilecek, birtakım 'kıstaslar' saptadılar; adı malum: 'Kopenhag Kriterleri' (22 Haziran 1993).
Meraklısı bilir, üç düzeyde tespit edilmiş bu kriterlerin, bizim en çok başımızı ağrıtanı, 'siyasi' olanlar; çünkü 'Batı'lı, Beyaz ve Hıristiyan' Avrupa, ülkemiz için düşündüğü iyilikler(!) konusunda, bu kriterlerden yararlanıyor:
A/ 'Batı Avrupa' türü, 'demokrasi' uygulaması (Sosyalist, Komünist partiler vs.) B/ 'İnsan Hakları'na saygı ('Ulusallık' yerine, 'Bireysellik') C/ 'Azınlıklar'a saygı ve haklarına güvence (etnik çeşitlilik, çok kültürlülük).
Beğenirsiniz beğenmezsiniz, o ayrı laf: kendi 'ulusallıklarını', -Yunan/Latin birikimi, Hıristiyanlık üst/yapısı ve Ortak Pazar kapitalizmi çerçevesinde-, sımsıkı savunmalarına mukabil; müstakbel 'çevre ülkelerini', etnik düzeyde bölüp, 'ulusallık'tan 'azınlığa' indirgeyerek dağıtmak hevesleri, hem kötü niyet hem de çelişki içermiyor mu? Hanidir tartışıldığı halde, çözüme kavuşulamadığı da bir gerçek! İster misiniz o düzeye çıkmayalım da; çok daha pratik, basbayağı gündelik 'düzeyde'; aynı kötü niyet ve çelişki içinde midirler, değil midirler, şöyle bir bakalım mı?
Mesela şu Karen Fogg 'Rezaleti'!..
Gerçekte, hem 'ikrar'dır hem de 'itiraf'!..
Benzetmek gibi olmasın, diyeceğim ama, -maateessüf- durum fena halde, Sait Molla/Rahip Fruw olayına benziyor, 'ecnebi' büyükelçi, -memur, işadamı, akademisyen, gazeteci makûlesi- bazı 'zevât'ı bir güzel 'kullanarak'; Türkiye 'de bir 'AB Muhipleri' zemin ve atmosferi yaratmak peşindedir; üstelik bunu Rahip Fruw gibi 'gizli kapaklı' değil, gözümüzün içine baka baka, 'açık', hatta 'legal' bir 'misyon' gibi yapıyor. Dahası, öncekinden farklı olarak, Sait Molla Efendi gibi, bir 'ara istasyon' seçip, gizlenmeye de tenezzül etmemiş; onunkisi gibi 'kodlandırılmış' muhâberatı 'bizzat' yürütmeyi yeğlemiştir.
Bazılarının, -suçluların telaşı içinde- yaptığı gibi; 'rezaletin' açıklanmasını ayıp, kabahat, hatta suç sayarak; 'rezaletin' kendisini olağan diplomasi faaliyeti addedebilmek, adamakıllı zor! O kadar zor ki, AB'nin kendisi bile, ortaya dökülecek belgelerin ve bilgilerin, 'pisliğinden' ürktü; belki bazı kişileri, bazı kuruluşları, -bu arada kendisini de- kurtarabilmek için Ankara'dan, ele geçirilmiş belgelerin yayımlanmasına, 'yasak' istedi. Aslında bu bir 'ikrar', olağan diplomasi trafiğinin dışında cereyan ettiğinden, üstelik 'itiraf'; dahası, Fogg'un 'marifetlerini' tasvip etmediklerinin de, açığa vurulması! -arada o da harcanmış oluyor, tabii- Yapılan iş 'namus dairesinde' olsa, açıklanmasından niye çekinsin ki?
İşin tuhafı, açıklanan belgeler, Türkiye 'nin ulusal çıkarları aleyhine değil, apaçık lehine olduğu; onu haklı çıkardığı halde; Ankara, AB 'nin bu isteğine boyun eğmiştir; maazallah, 'İstanbul Hükümeti 'nin, fi tarihinde, Mim Mim Teşkilatı 'nın ele geçirdiği, Rahip Fruw/Sait Molla belgelerini görmezden gelmesi; ya da gizli tutması kadar vahim, üstelik yakışıksız bir davranış sayılamaz mı bu?
Hatırladınız elbette! Mustafa Kemal Paşa, 'Büyük Nutuk' ta, bu tutuma karşı ne kadar kararlı ve sert konuşmuştu!
Asıl 'matrak' olan ne?
Asıl 'matrak' AB'nin 'Kopanhag Kriterleri'nde! Bu kıstaslardan en önemlisi, 'demokrasinin işlemesi'yse - ki temeli dört ana hürriyettir: söz, basın, toplanma ve örgütlenme hürriyetleri - ülkesinin ulusal çıkarlarını ilgilendiren belgeleri bulmuş ve yayımlamış gazeteciyi nasıl sorumlu tutarsın? Yayınını nasıl yasaklarsın? Yasaklarsan, yaptığın iş demokrasiye sığar mı?
Daha da komiği ve 'maskarası' -deyim 'Reis Paşa' nın- AB 'ye girebilmek için, 'demokrasinin işlemesini' şart koşan AB Komisyonu 'nun; işin ucu kötü niyetine dokununca, kendi koyduğu şarta, kendisinin riayet etmeyişi midir? 'Kopenhag Kriterleri' , Avrupa Birliği 'ne aday ya da aday adayı ülkelerde; söz, basın, toplanma ve örgütlenme özgürlüklerini şart koşuyorsa; bu ülkelerden biri sayılan Türkiye 'de, üstelik ülkenin ulusal savunmasını da ilgilendiren önemli belgelerin yayımlanması, tartışılması, hatta onlara karşı toplanılıp örgütlenilmesi nasıl yasaklanabilir? Yasaklanırsa, bu nasıl ve hangi türden bir 'demokrasi uygulaması' olabilir? Daha çok 'totaliter' bir devletin, 'yasakçılığını' andırmıyor mu?
Ne dersiniz, Brüksel 'in bu 'rezalet'teki tutumu, Emine Nine 'nin 'meselindeki' devekuşu'nun tutumuna, benziyor mu, benzemiyor mu? Ben ne söylüyorum yahu, ne benzemesi, tıpkısı: işine geldi mi böyle, gelmedi mi, şöyle! Kim ne derse desin, yaşadığımız bu rezaletten sonra, ne Karen Fogg, eski Karen Fogg olabilecektir; ne de Ankara ile Brüksel arasındaki ilişkiler, eski minval üzere sürebilecektir. Hele her geçen gün, benzer hınzırlıkları ortaya çıkan, AB'nin hâl-i pür-melâlini hiç sormayın! |
|
|
|
|
|
|
 |
|
İLETİŞİM edebiyatokyanus@gmail.com |
|
|
|
edebiyatokyanus 692717 ziyaretçi (1258135 klik) kişi burdaydı! |