|
 |
|
İÇERİK |
|
|
|
|
|
 |
|
'Film Çöplüğü'-Attilâ İLHAN |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
'Film Çöplüğü'
Aksi gibi, 'Wellcome Missori' yıllarında, 'Vatan'ın sinema eleştirmeniydim; işim gücüm, Beyoğlu'nda seans kovalayıp, film izlemek: iyi kötü ayırmayıp, hepsine gidiyorum; ayıptır söylemesi, hepsi de Hollywood filmi ! Arada Fransızların yada Italyanların bir filmi ya oynar ya oynamaz; Sovyet filmi göstermek vatana ihanetle bir tutuluyor; buna mukabil, Hollwood'ın en sıradan, en kötü filmlerine bile (altı kısımlık-C serisi) ekranlarımızda yer hazır. Halime bakar mısınız?
Ben ki, toplumcu gerçekçiyim; her eserin, insan/toplum/doğa üçgenini ve bunların kendileriyle ve birbirleriyle münasebetlerini- diyalektik yöntemle - işlenmesini savunuyorum; bütün'meselesi', gişe hasılatı olan (Box/Office) Hollywood filmlerini neresinden tutabilir, nasıl değerlendirebilirim: O dönem 'Şişli Sosyetesi'nin ağzı açık seyrettiği pek çok filmi - bunlara Rita Hayworth'ın 'Gilda'sı dahil- yermişimdir; haklıydım da !... Hele savaş ertesi Sovyet, Japon ve Italyan sineması ile kıyaslanırsa, Hollywood süslü bir zavallılık içindeydi: tipik bir 'şablon' sineması yapıyordu; 'iş yapan reçeteler' belli, bütün mesele, bu reçeteleri, 'iş yapan' hangi yıldızla gerçekleştirebileceğinde! 'Amerikan Rüyası' en çok işlenen konu, o da bir masal; filme yoksul ve zengin iki ayrı ve zıt karakterle başlar, film boyunca çatıştırır, sonunda ikisini evlendirip 'happy end'e bağlarsın! Onlar erdi muradına, biz çıkalım...
Hollywood sinemasının ana fikri, her ne kadar onlar 'eğlendirmek' dersede seyirciyi 'düşündürmemek'tir; bir de elbet, başka halkları, Made in USA hayat tarzına ve 'mallarına' alıştırmak! Bu konudaki başarı derecesini ölçmek için, çevrenizdeki gençlere bakmanız yetmiyor mu?
'Techno' birer masal!..
Bilgisayar teknolojisinin kullanılmaya başlaması,- biraz da televizyonun da zorlamasıyla- Hollywood'ı başka bir arayışa itti: artık, anlattıkları, 'techno' birer masal; başka türlü söylersek, filmde anlatılan -yani konu- önemini büsbütün kaybetti; aslolan, 'özel efektler', bunların mümkün mertebe aklın alamayacağı türden olması: bir manada, Post/Modernizm, yani 'Yeni Dünya Düzeni' sacayağının üçüncü ayağı, öteki sanat dallarında yaptığını, sinemada da yapıyor; film kahramanları 'kimliklerini' ve 'aidiyetlerini' bütünüyle yitirip, neredeyse bir rakam, bir harf düzeyine iniyorlar: 'Karakterler', eski ' şablon'dan ya da hayatın içinden, 'tanıdık' tipler olmaktan çıkıp sırasına göre ya 'yaratık' uzaylılar, ya 'mitologya' tanrıları, ya dinazor veya benzeri 'canavarlar', ya da geleceğin yarı insan yarı robot cyborg'ları olmadılar mı? Ezkaza, ayakları yere değecek olsa, dakikasında işi bazen korku filmlerine, bazen de biçim inceliklerine döküp, 'seyirciyi düşündürmekten', yine de vebadan kaçar gibi kaçmıyorlar mı? Hem niye ben konuşuyorum canım, günümüzün sinema yazarlarından birisi, geçtiğimiz sinema yılını değerlendirirken, benzer bir 'tespit' yapmış!
"...her alandeki tercihlerimizden zevklerimize kadar hayatımızı belirleyen modaların, modellerin ve mitosların kaynağı olan Amerikan filmlerinin evrensel kültüre vurduğu damganın iyice yoğunlaştığı bir yılı daha tamamladık Yedinci sanatta!..."
"...modern Amerikan toplumuna özgü ahlaki standartların ve geçerli değerlerin dümen suyundaki Hollywood filmleri, çoğu önceden denenmiş, tutmuş, sakızlaşmış konu ve temalarıyla kalıplaşmış iyi kötü kahramanların çevresinde gelişen, beylik heyecan/gerilim öyküleriyle, çoğu kez aklımızı, gönlümüzü çekmese de, onca zamanımızı ve paramızı aldı yine, belleğimizdeki film çöplüğünü çoğaltarak!..." (Sungu Çapan, 2 Ocak 1998, Cumhuriyet)
Dikkat isterim, ne diyor: 'Film Çöplüğü': tam kelimesi budur!
Meselenin 'bam teli'!...
Geldik mi, meselenin bam teline!
1997 yılı boyunca, Haftalık Sinema Gazetesi'nin verdiği rakamlara göre, 150/160 kadar 'yabancı' film gösterime girerken, afişe çıkabilen 'yerli' filmlerin sayısı 14'te kalmış; yıl boyunca gösterilen filmlerin yüzde 81'i ( evet, seksen biri) Amerikan, yüzde 13'ü (evet,on üçü) Türk, yüzde 6'sı da Avrupa ( ve Latin Amerika) filmiymiş!...Rakamların yeterince açıkladığı bu vahim durum, gerçekte, sizce neyi gösteriyor?
Bir kere, ülkemizde kültür politikasını yönetenlerin ne kadar 'sorumsuz' davrandığını! Amerikan Sineması, Türkiye film piyasasını silindir gibi ezip geçerken, iktidar, bu sinemanın ödediği yüzde 26 rüsumu yüzde 10'a indirerek, yüzde 10 rüsum ödemek mecburiyetine soktuğu Türk filmleriyle 'eşitliyor' : hakseverlik bunu gerektirirmiş de ondan!
Oysa geçen günkü, 'fil ile serçe' benzetmesi, bu 'eşitlik'in kime çalışacağını yeterince aydınlatmadıysa; 1997 yılı sinema mevsimi içindeki 'yüzdeler', kime yaradığını açık ve seçik göstermiyor mu? Hesapça, ecnebi filmler, Türk filmleriyle gösterime girmekte 'eşit', ama ne olmuş, ödediği rüsum yüzde 25 olduğu halde, sinemalardan Türk filmlerini silmiş süpürmüş; Türkiye beyazperdeleri üzerindeki mutlak egemenliğini ilan etmiş! 'Fil ile serçe'ye 'eşitlik' tanıdın mı, sonucun ne olacağı, kör kör parmağım gözüne!.. Bu yetmezmiş gibi, 'eşitlik' vergi alanında da olsun diye, Türkiye'ye 'ecnebi' filmlerden alınan rüsumun indirilmesi, Türk filmlerinden de rüsum alınması dayatılıyor; 'Atatürk'çü, laik ve 'alafranga' koalisyon sayesinde, başarı da kazanılıyor: 'fil ile serçe'ye 'dayatılmış' bu yani 'eşitliğin' getireceği sonuşlar, bana kalırsa, belleklerimizdeki 'film çöplüğünü', iyice genişletmekten başka bir işe yaramayacaktır.
Attila İlhan
12.1.1998 Cumhuriyet Gazetesi
|
|
|
|
|
|
|
 |
|
İLETİŞİM edebiyatokyanus@gmail.com |
|
|
|
edebiyatokyanus 692755 ziyaretçi (1258867 klik) kişi burdaydı! |