|
 |
|
İÇERİK |
|
|
|
|
|
 |
|
'Futbolcu'nun, 'Entel'e Verdiği 'Ders'-Attilâ İLHAN |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Söyleşi
ATTİLA İLHAN
'Futbolcu'nun, 'Entel'e Verdiği 'Ders'!..
12 Temmuz 2002
Yanlış mı aklımda kalmış? O yıllarda 'Milli Takım'ın savunması, ondan sorulurdu: Ankara Ligi 'nden bir oyuncu, tribün halkı ona ne kadar güveniyor olmalı ki, 'Beton' lakabını takmış; şu anlatacaklarım, ona yakıştırılmıştır; doğru mu yalan mı, kestiremem; yalnız, bir futbol 'zihniyetini' çok iyi özetlediği için, aktaracağım:
'Milliler', önemli bir maç oynayacak, kampta; o zamanlar, hep olduğu üzere, antrenör 'ecnebi'; elinde tebeşir, kara tahta başında krokiler çizip, oklar çıkararak; oyuncularını, uygulanmasını istediği oyun planına hazırlıyor. Rivâyet odur ki, 'ders' sona erince, 'Beton' antrenörüne yaklaşıp sormuş: ''-...Hoca, anlattıkların iyi hoş ama, sen esas bana 'adamımı' söyle, ben kimi 'tutacağım'!?'' Bence bu soru, Türk Futbol Tarihi'nin, en az yarım yüzyıl sürmüş vahim yanılgısını özetliyor: en iyi oyuncu, hatta onun 'hocası'; oyunu bir akıl zekâ, beden ruh, strateji taktik 'projeksiyonu' olarak, geniş ve kapsamlı düşünmüyor; idrakini olduğu kadar, sorumluluğunu da daraltıp, o ünlü 'top geçer, adam geçmez' formülüne indirgiyor. Sonuç bellidir, hemen her defasında 'geçen' ve golü atan, bir 'adam' olmuştur: Milli Takım'ın sonuçlar cetvelindeki yenilgi fazlası, hiç şüphe yok, o dönemin eseri!
Çünkü, Cumhuriyet 'in zorunlu kıldığı, 'çağdaş ama ulusal' futbol bileşimini (syhthese) arayacak yerde; 'ecnebi'den yalapşap öğrendiğimiz, 'Avrupa Taklidi' (Komprador) bir futbol sergiliyorduk; üstelik, ne büyük ön korkular, ne ciddi 'aşağılık kompleksleri' ile! Tanzimat sonrası, ilim/kültür ve sanatta; Ümmet (Feodal) Uygarlığı'nın, inanca dayanan duygusal davranış ve itiyatlarından; millet uygarlığının, (çağdaş) yani 'akılcı' (Rasyonalist) yöntemlerine neden ve nasıl geçemediysek; beden eğitimi ve sporda da, aynı sebepten, geçememiştik: başarılar, ya tesadüflere kalıyordu; ya da bireysel çaba ve güce! Bakınız! Neden o senelerden, toplu başarıları değil de, tek tek isimleri hatırlarız, tabii bundan! Bekir, 'Arslan' Nihat, Gündüz, 'Baba' Hakkı, Lefter vb...
'Kalıbı' kopya değil; 'yöntemi' özgün uygulama!
Zaman zaman, kendi kendime sormuşumdur: Gündüz (Kılıç) gerçekten çetin bir santrfordu; Feriköy 'de başlayan antrenörlük başarısı; 'ulusal' beden enerjisi ile 'çağdaş' ve 'akılcı' futbol yöntemlerini birleştirmek gayretinden mi doğdu? Çünkü Türk Futbol 'Rönesansı'nın ucu, 50'li yıllara dayanıyor; planlı ekonominin 'Kalkınma' -yani endüstrileşme, daha da güzeli 'kamu öncülüğünde hızlı endüstrileşme'- hamlesi; nüfusun 'patlaması'; ulaşım ve iletişim gelişmesiyle, 'Ulusal Pazar'ın, 'Ulusal Media' ve 'Ulusal Kültür'le buluşması; yoksa, o ilk 'Milli Lig' dönemimizdeki 'başarı aysbergi'nin, gözle göremediğimiz, altyapısını mı oluşturuyor?
Piontek ve Jup Derwall , aslında, bu 'taban' üzerine temel atmışlardı; Mustafa Denizli ve Fatih Terim , 'meseleyi' bütün boyutlarıyla kavramayı bildiler: Futbol, 'ulusal' bir 'izzetinefs savaşı' değildi ve sayılamazdı; sağlam altyapı, zengin bilgi ve tecrübe; fakat en önemlisi, devâsâ bir satranç diyalektiğini içeren, yaratıcı bir sentez süreci idi: fizik güç (kondisyon) kadar manevi güç (moral); fakat mutlaka esnek, son derece seyyal bir hayal gücü (muhayyele) gerektiriyordu.
Türk futbolunun genç antrenörleri, Türk siyaset adamlarının, ekonomist ve kültür kılavuzlarının, üstesinden gelemediğini başarmış; 'ecnebi'den 'kalıbı' kopya edecek yerde; yöntemi (metodu) alıp 'ulusal' koşullara uygulayarak, ulusal ve Çağdaş Türk Futbolu'nu yaratmıştır: Denizli, Terim, Güneş , elbette birer 'öncü'; onların ardından, adı saymakla bitmez, koca bir antrenörler ordusu geliyor: Yılmaz, Güvenç, Sâkıp, Samet ve niceleri!.. Nitekim Türk Futbol Sentezi'nin 'emekdaşları'ndan birisi, Serpil Hamdi Tüzün , son başarının önceki 'basamaklarına' nazikçe dikkatimizi çekmiş: a/ 1992 'de, A Genç Milli Takımımız, Avrupa Şampiyonu olmuştu. b/ 1993 'te A Genç Milli Takımımız, Avrupa ikincisi idi. c/ 1994 'te B Milli Genç Takımımız, Avrupa Şampiyonu oldu.
Gâzi de öyle yapmamış mıydı?
'Ecnebi'ye 'maymunluk' ederek, 'uluslararası şöhret' olacağını zanneden, o yeni/Tanzimatçı, o post/ modernist 'entel' takımı yok mu; meydanı boş bulup, yine ahkâm kestiğimi mi, ileri sürecek? Gülüp geçiniz, çünkü şu satırları İtalyanların önemli ve ciddi bir gazetesinden aktarıyorum, bakalım kime hak vermiş?
''...Türk futbolu, İtalyan futbolunun önüne geçmiştir; artık bu gerçeği kabul etmeliyiz. (Asıl buraya dikkat!) Dünya Kupası'nda gördüğümüz Türkiye'nin, en büyük 'katma değeri' ise, bir 'takım olması'; ve İtalya'nın aksine, bireysel yeteneklerin üstüne çıkabilen, bir 'ortak ('ulusal') oyun' yaratmasıdır...'' (La Reppublica, 30 Haziran 2002)
Bu var ya bu; yıllardır bu işin, Batılıları 'yıkayıp yağmalamakla', yapılabileceğini zannedip; her düzeyde 'çuvallayan', o Tanzimat 'kırması' siyaset, iktisat, şeriat ve sanat 'entelleri'ne; Türk futbolcularının, Avrupa'ya nereden ve nasıl girileceğini gösteren, tarih dersidir: çağdaşlığı ulusallaştırıp, onları yenerek!
Bildiğiniz gibi, Gâzi Mustafa Kemal Paşa da, öyle yapmıştı!
|
|
|
|
|
|
|
 |
|
İLETİŞİM edebiyatokyanus@gmail.com |
|
|
|
edebiyatokyanus 692761 ziyaretçi (1259002 klik) kişi burdaydı! |