edebiyatokyanus
İÇERİK  
  ANA SAYFA
  YAZILAR
  => Attila İlhan Şiiri-DoDoç.Dr. Yakup ÇELİK
  => Bunalım Edebiyatı ve Modernizmin Sorunları-Svetlana Uturgauri
  => Karagöz'e Ezgi-Satı Erişen
  => Orta Oyunu Eksikliği-Nihal Türkmen
  => Orta Oyunu ve Karagöz-Nihal Türkmen
  => Dilin Yapısı ve Toplumun Yapısı-Emile Benveniste
  => Türkçe Metinlerde Bağdaşıklık ve Tutarlılık-İrem Onursal
  => Asansörle Yükseltilmek İstenen Çukurlar-Can Yücel
  => KÜLTÜR VE ÖTESİ-Cemil MERİÇ
  => Türkoloji-Cemil MERİÇ
  => Tevfik Fikret ve Batı Retoriği-Rıza Filizok
  => Estetik tarihimize bir bakış-Arslan Kaynardağ
  => MÜRSEL MECAZ-Rıza FİLİZOK
  => Başlıca Dil Bilimi Akımları-Prof.Dr. Rıza FİLİZOK
  => ZİYA OSMAN SABA’NIN NEFES ALMAK ADLI ŞİİR KİTABINDA -Yrd. Doç. Dr. Safiye AKDENİZ
  => HİKAYE VE ROMANDA “ANLATICI”YA GÖRE METİN TİPLERİ, - Yard. Doç. Dr. Safiye AKDENİZ
  => GÖSTERGEBİLİM-Yard. Doç. Dr. Mustafa Ö Z S A R I
  => TÜRKİYE'NİN ÖNEMİ-Emre Kongar
  => KÜRESELLEŞME VE KÜLTÜREL FARKLILIKLAR ÇERÇEVESİNDE ULUSAL KÜLTÜR-Prof. Dr. Emre Kongar
  => TÜRKİYE'NİN KÜLTÜREL ÖZ-ANLAYIŞI: AVRUPA BİRLİĞİ İÇİN BİR ZENGİNLİK-Emre Kongar
  => BARIŞ KÜLTÜRÜ VE DEMOKRASİ-EMRE KONGAR
  => GOP NEYİ AMAÇLIYOR, NEYİ GERÇEKLEŞTİREBİLİR-EMRE KONGAR
  => YENİ EMPERYALİZM, HUNTINGTON VE ELEŞTİRİSİ-Emre Kongar
  => KÜRESELLEŞME BAĞLAMINDA TÜRKİYE-Emre KONGAR
  => DEMOKRASİ KÜLTÜRÜ SORUNLARI-Emre Kongar
  => AVRUPA BİRLİĞİ'NE "ONURLU VE BAŞI DİK" GİRİŞ NE DEMEK-Emre Kongar
  => TOPLUMSAL VE SİYASAL GELİŞMEMİZİ ETKİLEYEN MARKALAR-Emre Kongar
  => KÜRESELLEŞME, MİKRO MİLLİYETÇİLİK, ÇOK KÜLTÜRLÜLÜK, ANAYASAL VATANDAŞLIK-Emre KONGAR
  => NİYAZİ BERKES'DE ÇAĞDAŞLAŞMA KAVRAMI-Emre KONGAR
  => KEMAL TAHİR-Hilm Yavuz
  => OYUNLARIM ÜSTÜNE-Nazım Hikmet
  => OYUN YAZARI OLARAK-Ataol Behramoğlu
  => POPÜLER EDEBİYAT- M. Orhan OKAY
  => HER SÖZ BİR ŞEY SÖYLER-Feyza HEPÇİLİGİRLER
  => Tiyatronun Kökeni, Ritüel ve Mitoslar
  => ROMANDA KURMACA VE GERÇEKLİK
  => Fuzûlî’nin Hikaye-i Leylâ ve Mecnun’u
  => SEZAİ KARAKOÇ ve HİS “;KAR ŞİİRİ”;-Selami Ece
  => İSTANBUL’UN AHMED MİDHAT EFENDİNİN ROMANLARINA TESİRİ
  => AHMET MİDHAT’A ATFEDİLEN BİR ESER: “HÜKM-İ DİL” VE MANASTIRLI MEHMET RIFAT
  => CEZMİ ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER
  => "EDEBİYATEĞİTİMİ"NDE "EDEBÎ METİN"İN YERİ VE ANLAMI
  => Mustafa Kutlu ve Rüzgârlı Pazar
  => BİR BİLİM ADAMININ ROMANI” ÜZERİNE GEÇİKMİŞ BİR TAHLİL
  => ÖLÜMÜNÜN 50. YIL DÖNÜMÜNDE
  => “MİT”TEN “MODERN HİKÂYE” “HİKÂYE”NİN SERGÜZEŞTİ
  => EDEBİYAT DİLİ/EDEBÎ DİL
  => BİR NESLİN VEYA BİR ŞAİRİN ROMANI: MÂİ VE SİYAH
  => İSTİKLÂL MARŞI’NIN TAHLİLİ
  => CAHİT KÜLEBİ
  => TEVFİK FİKRET’İN ŞİİRLERİNDE TRAJİK DURUM
  => MEHMED RAUF’UN ANILARI yahut EDEBÎ HATIRALARIN YAYIMI ÜZERİNE BİR DENEME
  => MEÇHUL BİR AŞKIN SON NAĞMELERİ: TEVFİK FİKRET’İN “TESADÜF” ŞİİRLERİ / YARD. DOÇ. DR. NURİ SAĞLAM
  => Tarihsel Romanın Eğitimsel İşlevi
  => ALIMLAMA ESTETİĞİ VE EDEBİYAT ÖĞRETİMİ1
  => Tanzimat Dönemi Oyun Yazarliginda Batililasma
  => SİNEMA VE EDEBİYAT TÜRLERİ
  => EDEBİYAT EĞİTİMİ, ESTETİK BİR HAZZIN EDİNİMİ
  => EDEBÎ TENKİT
  => ADALET AĞAOĞLU’NUN DAR ZAMANLAR ÜÇLEMESİNDE KİMLİK SORUNU
  => Halit Ziya ve Mehmet Rauf'un hayatları ile romanları
  => YAZIN VE GERÇEKLİK
  => MİLLÎ EDEBİYAT
  => HECE-ARUZ TARTIŞMASI/ Arş.Gör.Oğuzhan
  => AHMET HAŞİM’İN ŞİİRLERİNDE ATEŞİN DİLİ / ARŞ. GÖR. VEYSEL ŞAHİN
  => ROMAN TEKNİĞİ BAKIMINDAN YABAN
  => TANZİMATTAN GÜNÜMÜZE COCUK EDEBİYATI
  => KADIN VE EDEBİYAT
  => Şiirin Temel Özellikleri-Christopher Caudwell
  => EDEBİYAT EĞİTİMİ: HERMENEUTİK BİR YAKLAŞIM Vefa TAŞDELEN
  => VOLTAİRE VE ROUSSEAU ETRAFINDA AYDINLANMA ÇAĞI FRANSIZ YAZINI
  => TÜRKİYE’DE ULUSAL KÜLTÜR TARTIŞMALARI BAĞLAMINDA ÇAĞDAŞ UYGARLIK SORUNU
  => EDEBİYATIN DİLİ ÜZERİNE
  => TARİHİN SINIFLANDIRILMASI
  => Türk Milletini Uyandıran Adam: Attila İlhan
  => EDEBİYAT DERSLERİNİN İÇERİĞİNİN DEĞİŞTİRİLMESİ KONUSUNDA
  => "Yalancı şöhretlerin Gerçek Yüzünü Ortaya Koydum"-Hilmi Yavuz
  => AVRUPA BİRLİĞİNİ YARATAN NEDENLER VE TÜRKİYE Metin AYDOĞAN
  => DİVAN ŞİİRİYLE HALK ŞİİRİNDE ORTAK BİR SÖYLEYİŞ BİÇİMİ
  => divan şiirindeki sevgili tipini alaya alan bir roman
  => ALIMLAMA ESTETİĞİ VE EDEBİYAT ÖĞRETİMİ
  => BAĞLANMA VE ÇELİŞKİ
  => Antik Çağ’da Tarih Yazmak
  => TARİHÎ ROMANDA POST-MODERN ARAYIŞLAR
  => Kültürel Batılılaşma
  => GARPÇILAR VE GARPÇILAR ARASINDAKİ FİKİR AYRILIKLARI
  => Harf Devrimi Üzerine Yeniden Düşünmek
  => EDEBİYAT ÖĞRETİMİNDE WALDMANN MODELİ
  => KEMÂL AHMED DEDE VE TERCÜME-İ MENÂKIB-IMEVLÂNÂ’SI
  => TARİHSEL GELİŞİM SÜRECİ İÇERİSİNDE URDUCA
  => Avrupalılaşmak mı, Avrupalılaştırmak mı?CEMİL MERİÇ
  => ŞAİRANE BİR ÇEVİRİ yahut TOPLUMBİLİMİN SERÜVENLERİ Cemil MERİÇ
  => 47 LİLER YAHUT BİR ROMANIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
  => ZAMAN, ZAMAN – I TERAKKİ Cemil Meriç,
  => Kırk Ambar (Cilt1)
  => KADIN RUHU, Cemil Meriç
  => Umrandan Uygarlığa-C.Meriç
  => Balzac’tan önce modern roman-Cemil Meriç
  => ARİSTARK’LA ZOİL-c.meriç
  => ELİNDE CENNET AÇAN ZEND AVESTA- c.meriç
  => SELEFÎLİK–SÛFÎLİK VE ÂKİF-SÜLEYMAN ULUDAĞ
  => Mehmet Âkif- Mâhir İz’e Yazdığı Mektuplar
  => DİDO SOTİRİYU’NUN ROMANI GİBİ BİR ROMANIMIZIN OLMAYIŞI
  => HİLMİ YAVUZ’UN DENEMECİLİĞİ
  => İRONİ KAVRAMI, GERÇEKÜSTÜCÜLÜK VE ERCÜMEND BEHZAD LAV ŞİİRİ ÜZERİNE
  => OKUNAMAYAN ROMANLAR
  => Gelenekçilik Geleneğe Dahil Değil
  => Türk Tiyatrosunda İronik Söz, İronisiz Metin
  => Postmodernist İroni
  => NÂZIM HİKMET ŞİİRİNİN SİYASİ ETKİLERİ
  => NÂZIM HİKMET ŞİİRİNDE SİNEMASAL ÖĞELER
  => Savaş
  => Newton, Goethe ve Sosyal Bilimler
  => Bir Afyon (!) Olarak Diktatörlükten Demokrasiye Futbol
  => Adorno Yüz Yaşında
  => Theodor Adorno: Kültür Endüstrisini Yeniden Düsünürken
  => ADORNO'NUN KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ KAVRAMI ÜZERİNE
  => ADORNO’NUN KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ KAVRAMI ÜZERİNE
  => Frankfurt Okulu
  => TARİHİ MADDECİLİK VE KAPİTALİZM - ÖNCESİ TOPLUMLARASYA TOPLUMU - FEODALİTE Asaf Savaş AKAT
  => POSTMODERNİZM GEÇ KAPİTALİZMİN KÜLTÜREL MANTIĞI
  => Postmodernizm Ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı 2
  => Postmodernizm Ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı 3
  => DİMİTRİ KANTEMİR'İN DOĞUBİLİM ARAŞTIRMALARINA KATKISI Georges Cioranesco
  => DİMİTRİ KANTEMİR'İN DOĞUBİLİM ARAŞTIRMALARINA KATKISI Georges Cioranesco 2
  => II. MEŞRUTİYET'TE SOLİDARİST DÜŞÜNCE: HALKÇILIK Zafer Toprak
  => II. MEŞRUTİYET'TE SOLİDARİST DÜŞÜNCE: HALKÇILIK Zafer Toprak 2
  => Türkoloji Araştırmaları Makaleler Veritabanı
  => Yeni Makaleler
  => Türkoloji Araştırmaları Dergisi
  => Türkoloji Makaleleri
  => ŞAİR DUYARLILIĞI Afşar TİMUÇİN
  => Yazılar.....
  => SEÇME YAZILAR
  => EDEBİYAT Tez / Makale / Kitap ara
  => Orhan Pamuk: Babamın bavulu Nobel konuşması
  => PiVOLKA'da Çıkan Yazılar
  => Amin Maalouf Üstüne
  => Öykünün Yüzyılı /Feridun ANDAÇ
  => Cumhuriyet Dönemi Türk Felsefesinde Bir Hareket Noktası Olarak Teoman Duralı-oktay taftalı
  => Sofist Bilgeliğin "Empirist" Dayanakları Üzerine 0.TAFTALI
  => Birlik ve Liderlik Hayalleri O.TAFTALI
  => Eğitilemeyen Bir Varlık Olarak İnsan O.TAFTALI
  => Çağdaş Bir Tarım Toplumuna Doğru O.TAFTALI
  => Sosyo-Politik Bağlamda Bir Dekadans Olarak Bilgi Toplumu O.TAFTALI
  => Aşkla Varolan Hayatlar O.TAFTALI
  => Batı Medeniyetinin Mutsuz Çocuğu Entelektüel O.TAFTALI
  => Nihat Genç Yazıları
  => Batılı Tarih Bilimi ve Tarihin Mantığı
  => Bir Hayat Alanı Olarak Aile O.TAFTALI
  => Bir Savaşın Kavramları Üzerine
  => Çalışma ve Erdem Kavramları Arasındaki İlgi Üzerine O.TAFTALI
  => Değer Üreten Hayatlar
  => Doğu'nun Hayal Ülkesi O.TAFTALI
  => Dostlukla Yükselen Hayatlar O.TAFTALI
  => Şiirimizin Hazin Sonu O. TAFTALI
  => Soğuk ve Sıcak Hayatlar OKTAY TAFTALI
  => Yalanın Fenomenolojisi O. TAFTALI
  => Günümüzde Medya Kılavuzluğu - Günümüzde Medya Kılavuzluğu
  => Ermeni Meselesinin Kökenini Batının Irkçılığında Aramak Lazım Prof. Dr. Türkkaya Ataöv
  => Osmanlı’dan Lozan’a Musul-Kerkük
  => “Sözümü Tutamadım, Artık Yaşayamam” Turhan Feyizoğlu
  => Gerilla Mustafa Kemal ve Türk Yurtsever Kurtuluş Hareketi Turhan Feyizoğlu"
  => SİYASİ TARİH YAZILARI -YEREL TARİH YAZILARI
  => Yazarlar - yazılar
  => TÜRKİYE’DE MUHAFAZAKÂRLIĞIN DÜŞÜNSEL - SİYASAL TEMELLERİ
  => yazılar 1
  => yazılar2
  => türk dünyası
  => Derin devlet
  => YAZILAR,
  => SOSYOLOJİ.
  => YAZILAR,,.
  => TANZİMAT DÖNEMİ
  => İdealizm-Realizm
  => Cemil Meriç..
  => ilhan berk
  => NİYAZİ BERKES’İN TÜRK KİTLE İLETİŞİM TARİHİNE KATKILARI
  => yazılar.
  => yazılar..
  => yazılar,
  => yazılar,,
  => yazılar.,
  => YAZILAR.
  => YAZILAR..
  => YAZILAR-
  => YAZILAR-,
  => yazılar.1
  => y.1
  => y.2
  => y.3
  => y.4
  => y.5
  => y.6
  => y.7
  => y.8
  => y.9
  => y.10
  => y.11
  => y.12
  => y.13
  => y.14
  => y.15
  => y.16
  => y.17
  => y.18
  => y.19
  => y.20
  => y.21
  => y.22
  => y.23
  => y.24
  => y.25
  => y.30
  => y.31
  => y.32
  => y.33
  => y.34
  => y.35
  => y.36
  => y.37
  => y,38
  => y.39
  => y.40
  => y.41
  => y.42
  => y.43
  => y.44
  => y.45
  => y.46
  => y.47
  => İnsan-Mekan İlişkileri
  => SANAT VE ELEŞTİRİ
  => Türkiye’de olumsuz Pierre Loti eleştirileri
  => TÜRKiYE’DE MODERN EDEBİYAT ELEŞTİRİSİ
  => ATATÜRK,
  => MAKALELER:
  => MAKALELER,
  => yz
  => yz1
  => yz2
  => yz3
  => yz4
  => yz5
  => yz6
  => yz7
  => yz8
  => FRIEDRICH NIETZSCHE’NİN TARİH ANLAYIŞI
  => Edebiyat Nedir?
  => YM1
  => YM2
  => YM3
  => YM4
  => YM7
  => YM8
  => YM9
  => İbn Battûta’da “Ahı” Kelimesi ve Anadolu
  => Simone de Beauvoir: Abjeksiyon ve Eros Etiği
  => Toplumsal Cinsiyet Düzenlemeleri
  => Psikanalitik ve Post-Yapısalcı Feminizm ve Deleuze
  => Tarihsel Bir Perspektif Üzerinden İroni Tür ve Tekniklerinin Gelişimi ve Bazı Uygulama Örnekleri Tarihi Gelişim
  => İroni ve Melankoli*
  => İroni, Nostalji ve Postmodern
  => “Daha İyi Anlamak İçin Daha Fazla Açıklamak” İsteyen Bir Yorumbilimci: Paul Ricœur
  => Kendi (Paul Ricœur Üstüne)
  => Sersemleşme Okulu
  => Osmanlı ve Avrupa Arasındaki Karşılıklı Etkileşimde Etnomaskeleme
  => Antik Yunan Tragedyasının Metafiziği
  => Sonbahar Mitosu: Tragedya*
  => Ayrışma, Çatışma ve Fanatizm
  => Fanatizm İlkelliktir
  => Tuhaf Bir Çocuk
  => Huzursuz
  => Benjamin’in Mistisizmine “Üç Yönlü Yol”
  => Renan, Irk ve Millet
  => Varlık, Benlik, Hatırlayış ve Unutuş Üzerine
  => Hangi Kilidin, Hangi Anahtarı?
  => Romanda Tarih
  => Bugün Psikanalizi Tartışmak
  => Kültürde Bakış
  => 1930 Goethe Ödülü Dolayısıyla Frankfurt Goethe Evi’nde Konuşma
  => Jacques Derrida ve Konukseverlik Sorusu
  => Metafiziğin Kalesi Hakkında Düşünmek
  => Hakların İadesi
  => Modern Etiğin İki Temel Direği Agnes Heller
  => Ezoterizme Genel Bir Giriş
  => Turnanın Semahı, Ezoterizmin Zamanı: Bektaşi ve Alevi Zaman Kavrayışla
  => Yeni sayfanın başlığı
  => Ulus-Ötesinden Hukuka Bakmak: Jürgen Habermas
  => Yeni Perspektifler Gerçeğin Çölüne Hoşgeldiniz
  => Orlan: Kırılan Ten Kubilay Akman
  => Pusudaki Ten, Vice Versa
  => Cimri ve Çöp Arasındaki Güçlü İlişki Üzerine
  => Demokrasi Kavramı Üzerine Hayli Spekülatif Bir İrdeleme
  => Benim Çöp Bayramım
  => Kamu Yeniden Kurulurken Kadınlara Ne Olacak?
  => Sonsuzluğun Sınırında: Immanuel Kant
  => Kant ve Üniversite İdeası
  => İki Yüzüncü Ölüm Yıldönümünde: Immanuel Kant ve Kantçılık
  => Kant ve Yeni Kantçılık
  => Otuz Beşinci Gece: Ruh, Can, Hayat, Ölüm, Akıl ve Öte Dünya Üzerine1
  => Ölüm Üzerine Tıbbi Çeşitlemeler
  => Ölüme Karşı Ölüm
  => Avrupa İçin Yeni Bir Ethos Üzerine Düşünceler
  => Avrupa ve Ötekileri
  => Sûfî Şiirinin Poetikası
  => Byron ve Romantiklik
  => Kötülük Toplumu ve Biçimin Muhalefeti
  => Balkanlar: Metaforların Çarpıştığı Bir Savaş Alanı
  => Badiou: Etik Üzerine
  => “Semen est Sanguis" Yahudilikte ve Hıristiyanlıkta Kan
  => Âdet Kanaması Tecrübesi: Sınırlar ve Ufuklar
  => Said ve Saidciler ya da Üçüncü Dünya Entelektüel Terörizmi
  => Kültür Endüstrisini Yeniden Düşünürken
  => Adorno ve Tanrının Adı
  => Kant, Adorno ve Estetiğin Toplumsal Geçişsizliği
  => Adorno ve Berg
  => İbn Battûta Seyahatnamesi
  => Irak Savaşı ve Sivil Etkinlikler
  => Yamalı Çelişkiler Semti: Saraybosna'dan Yenibosna'ya
  => Halkla Birlikte Bir Çağdaş Kent Söylemi Üzerine
  => Yeni Dünya Düzeninin Sonu?
  => Selçuklular Anadolu’da
  => Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubâd Dönemine (1220-1237) Bir Bakış
  => 13. Yüzyılın Başında Anadolu’da Ticaret
  => Selçuklular Döneminde Anadolu’da Felsefe ve Bilim (Bir Giriş)
  => Nietzsche ve ‘Akla’ İsyan
  => Bizans Manastır Sistemine Giriş
  => Öğrenci Radikalizmi Üzerine Düşünceler
  => 1968’i Yargılamak ya da 68 Kuşağına Mersiye
  => “Gelecekte İnsanlara Çok Güzel Görüneceğiz”
  => Nevroz, Psikoz ve Sapkınlık
  => Üniversitede Psikanaliz Öğretmeli miyiz? Sigmund Freud
  => Psikanalist Kimdir?
  => Nerelisiniz?
  => Irak’a Kant Çıkarması
  => Bizans Şaşırtıyor
  => 12 eylül dosyası
  => FETHİ NACİ: Cesur, Gerçekçi Ve Halkçı... İzzet Harun Akçay
  => SON OKUDUKLARIM- İzzet Harun Akçay
  => Sabahın yalnız kuşları-İzzet Harun Akçay
  => Bir Portre - Cahit Sıtkı TARANCI - Şükran KURDAKUL
  => ŞİİR NEDİR? Cahit Sıtkı TARANCI
  => Afşar TİMUÇİN - Şair Duyarlığı
  => Ahmet KÖKLÜGİLLER - Karacaoğlan'ın Yaşamı ve Şiirleri
  => Atilla ÖZKIRIMLI - Dadaloğlu ve Çevresi
  => Aysıt TANSEL - Metin Eloğlu
  ARAŞTIRMA-İNCELEME
  SÖYLEŞİ
  DENEME
  ATTİLA İLHAN
  ATTİLA İLHAN-KÖŞE YAZILARI
  E-KİTAP
  ANSİKLOPEDİK
  SATRANÇ VİDEO DERSLERİ DÖKÜMANLAR
  SATRANÇ OYNA
  ŞİİR
  DİL ANLATIM TÜRK EDEBİYATI - LİSE KAYNAK
  EDEBİYAT RADYO
  EDEBİYATIMIZDA ŞİİR ROMAN ÖYKÜ (dinle)
  100 TEMEL ESER (dinle)
  100 TÜRK EDEBİYATÇISI (dinle)
  SESLİ KİTAPLAR
  FOTOĞRAF ÇILIK
  E-DEVLET
  EĞİTİM YÖNETİMİ DENETİMİ
  RADYO TİYATROSU
  ÖĞRETMEN KAYNAK
  EDEBİYAT TV
  SÖYLEŞİLER - BELGESELLER TV
  RADYO KLASİK
  TÜRKÜLER
  GAZETELER MANŞETLER
  ÖYKÜ ANTOLOJİSİ
  DERGİLER - KİTAPLAR - KÜTÜPHANELER
  E-DERGİ
  KİM KİMDİR BİYOGRAFİLER
  ZİYARETÇİ DEFTERİ
  İLETİŞİM
  EDEBİYAT OKYANUS
Avrupa ve Ötekileri
Avrupa ve Ötekileri
Fredric Jameson


 

Avrupa kadar geniş bir konu kuşkusuz birbirinden en kopuk düşünceleri çağrıştıracaktır insana, ama ben söyleyeceklerimde az da olsa bir tutarlılık bulunacağını umuyorum. Öncelikle konuların üstünden geçeyim ve ana başlıkları bildireyim ki, kendinizi var olmayan bir bağlantıyı kuramamış gibi hissetmeyin. Konumuz: 1) Avrupa'nın birliği konusunda birkaç düşünce veya anı; 2) Avrupa-merkezcilik, ulusal kişilik, nominalizm ve ulusal soyutlanma konusunda düşünceler; 3) Başkalarının tanımladığı biçimiyle Avrupa; 4) Avrupa modernliği üzerine; 5) Günümüzde Avrupa kültürü ve siyaseti.
Birkaç yıl önce Güneydoğu Asya'da yolculuk yaparken, Singapurlu bir arkadaşım, “Bak,” dedi, “aynı Avrupa gibiyiz; kültürleri, dinleri, dilleri, gelenekleri farklı, siyasi açıdan birbirinden bağımsız bir sürü küçük ülkeyiz, ama insanlar sürekli bir oraya bir buraya yolculuk yapabiliyorlar ve kendilerini bir biçimde akraba, bir bütünün tamamlayıcı parçaları gibi hissediyorlar, bir yandan da Hindistan, Çin veya Avustralya'dan tamamen farklı olduğumuzu biliyoruz.” Bu, Avrupa üzerine düşüncelerimi temellendirmek istediğim ilk anı. Diğer iki anekdotun göstereceği gibi bu da, Avrupa'nın içinden olmayan insanların daha zor algılayacakları bir durumu, yani Avrupa'nın benzerlikler ve tektürlülükler üzerine değil, farklılıklar üzerine kurulu olduğunu göstermektedir.
İkinci anekdot, Avrupa'nın her yerinde yaşanmakta olan, Leibniz'i canlandırma furyasıyla ilgili; Fransızca yazan ve İngiliz entelektüelleriyle tartışan bir Alman, Avrupalı bir entelektüel için uygun bir simgedir ve Hegel'e karşı Spinoza'dan çok daha iyi bir savunmadır büyük olasılıkla. Konji Karatani'nin Leibniz tutkunluğu (örneğin Deleuze'de görüldüğü biçimiyle) üzerine yorumları ufuk açıcıdır; tabii bunun bir nedeni de, kendisini, mevcut dünya düzeninin diğer iki güç odağından birinin, Japonya'nın temsilcisi olarak ortaya koymasıdır. Karatani'ye göre monadlar ve Leibniz'in monadolojisi üzerindeki ilgi, Avrupa Birliği'nin yapısını yansıtmaktadır; her monad kendi içinde bütün bir dünyadır (ve kendi bakış açısına göre tüm diğerlerini içerir), ancak bu bitişik ve kendine-yeter monadlar, aralarındaki bir sistem sayesinde temsil edilemez bir eşzamanlılıkta birlikte yaşarlar.1 Her ulusal monad kendi tarzıyla Avrupa'nın bütününü temsil etmektedir ve bu merkezi değer hepsini birleştirmektedir; burada mutlaklık, konfederasyon, birlik veya günümüzde sahip olduğumuz siyasi örgütlenmelerin hiçbiriyle tanımlanamayacak bir bağlantı vardır. Belki buna, Avrupa'yı birleştiren şeyin aslında ortak kültürel miras olduğu üzerinden itirazlar yapılabilir, ama benim bu yazıda yüklenmek ve çürütmek istediğim fikir tam da budur.
Göndermede bulunacağım üçüncü veri, bir anekdot olmaktan çok bir kuram; aslında yeni ve tam yerini bulmuş bir kuram olarak konumuzun çok dışında göndermeleri de olan, ama bir açıdan tam da konumuza parmak basan bir yaklaşım. Franco Moretti'nin edebiyatta evrim kuramından2 söz ediyorum; tabii bu ondokuzuncu yüzyılın Darwinci anlatımına geri dönüş değil, Gould ve başkaları tarafından yeniden yorumlandığı biçimiyle, teleolojik olmayan ve materyalist bir Darwin okuması. Cüretkâr bir önermede bulunarak, edebiyat tarihi ve evrim alanında Moretti'yi de kapsayan bu yeni evrimciliğin çağdaşlığının bir tür uzamsallıktan kaynaklandığını, bu uzamsallığın eski evrim ideolojilerini, zamanda ilerleme biçimleri olarak yerinden ettiğini, hatta gözden düşürdüğünü, bu geçici anlatıların yerine bir dizi uzamsal oyukta var olabilen bir yapısal değişkenlik modeli yerleştirdiğini iddia edeceğim. Moretti'nin Avrupa edebiyatının özgünlüğü konusundaki anlayışı böyledir,3 en azından. Burada monadlar, tam da anlatıldığı gibi ekolojik oyuklar oluşturmuştur; her ulusal dil ve deneyim, bir türün farklılaşma evrimi için birbirinden biraz farklı, bağımsız, nitelikleriyle oynanmış bir uzam oluşturmaktadır. Moretti'ye göre en simgesel türler barok trajedi (Shakespeare ve Lope'tan Racine'e kadar) ve burjuva romanı. Buna göre, ulusal deneyimler birtakım türlerin dışardan yerleştirilip yapay döllenme yoluyla çoğaltılacağı koloni alanları değil, her biri sözü edilen türleri farklı ve özgün bir biçimde geliştirebilecek verimli alanlar. İşte bu noktada, anılan ulusal farklılıkların dinamikleri gözlemlenebilir ve yorumlanabilir: Fransa'nın döngüsel hegemonyaları, ondokuzuncu yüzyılda başlayan güneyden kuzeye hareketi ve daha niceleri. Ama asıl vurgulamak istediğim, Moretti'nin modelinin tam da eski kültürel gelenek düşünceleriyle, güncel siyaset dünyasındaki konumu ne olursa olsun entelektüel tarihte hâlâ saygın bir yeri olan, ortak Protestan veya Katolik mirasa ilişkin hümanist kavramın bağlarını koparmak üzere geliştirilmiş olduğudur.
Ancak, ekolojik oyuk benzetmesi düşünüldüğünde, bu kavramın neden Avrupa'yı özgün kılacağı sorgulanabilir; çünkü elimizde zaten sözünü ettiğimiz Güneydoğu Asya örneği var, buna ayrıca Latin Amerika, hiç değilse İspanyol kökenli ülkeler de eklenebilir, eski İngiliz Devletler Topluluğu'nun anadili İngilizce olan üyeleri, Braudel'in Akdeniz'i, hatta evrimsel açıdan zamanı çok kısıtlı olsa da eski Varşova Paktı üyeleri (Orta Avrupa'nın kuzey ve güneyinde hüküm süren iki farklı derebeylik türünün ayrılığının çok eskiden kalma mirasçıları olarak) bu kapsama girebilir. Ancak, eğer Avrupa'nın tarihsel özgünlüğüne ilişkin tek bir mükemmel neden varsa, o henüz dile getirilmedi: Avrupa kapitalizmin doğum yeridir (yani, Cenova'dan İspanya'ya, Hollanda'dan İngiltere'ye birçok doğum yerini kapsayan bir coğrafi birimdir). Modernlik kapitalisttir; bu nedenle, Asya kıtasının ucundaki bu minik çıkıntı (Valéry'nin sözleriyle) kapitalist modernliğin doğum yeri ve geliştirme laboratuvarı olmuştur. Bu modernlik bundan sonra dünyanın her yerine yayıldı (daha doğrusu, silah zoruyla ve emperyalizmle götürüldü) ve şimdi küreselleşme, Marx'ın sözünü ettiği ve kapitalizmle birlikte mutlak çelişkilerinin de sonu olarak gösterdiği dünya pazarı kavramının somutlaşmasına ilişkin umutları, insanlık tarihinde ilk kez, bize yaklaştırıyor.
Bunları, bugün Avrupa'yla ilgilenen herkesin içinde bulunması gereken ve Avrupa-merkezcilik suçlamalarına göğüs germesini zorunlu kılan belirli bir çerçeveden söylüyorum. Avrupa'nın kapitalizmin doğum yeri olduğunu söylemek, Avrupa-merkezcilik mi? Bu bir övgü mü, yoksa belirli sınıf ve zümrelerin yasadışı yollardan ayrıcalıklı kılınması mı? Avrupalıların diğer bölgelerde yaşayanlardan daha üstün olduğunu mu ima ediyor? Avrupalıların diğer insanlara göre teknolojik açıdan daha gelişmiş, daha girişimci veya hem entelektüel, ekonomik açıdan daha cesur ve gözü kara olduğu fikrini mi destekliyor? Öyleyse, biz hâlâ kapitalizmi ve modernliği insanlık tarihinin en büyük ve en olumlu buluşlarından biri olarak görüyoruz ve mevcut Bush yönetiminin görüşlerinin altına imzamızı atıyoruz. Eğer kapitalizm yerine emperyalizmi ve yağmacı şiddetini vurgularsak bakış açımız değişir; ancak başka üretim biçimleri de eşit derecede yağmacı ve şiddet içerikli olmuştur ve eğer emperyalizmle kapitalizmi bu biçimde sistemli olarak bağdaştırmayı sürdürmezsek, emperyalizmin dinamikliğini açıklama yolumuzu yitiririz ve elimizde sadece koyu ahlakçı bir duruş kalır; buradan tek yapabileceğimiz ise gücün, tahakkümün ve şiddetin kötülüklerini alabildiğine kısır ve verimsiz bir biçimde lanetlemektir. Belki kapitalizmin gelişmesine direnen ve büyümesine uygun düşmeyen bir ortam oluşturan toplumsal düzenlerden övgüyle söz etmeye hazırlıklı olmamız gerekir. Ama ne yazık ki bu düzenlerin tamamı yıkıldı ve bu yapısal direnişin başımıza daha neler açacağını bugünden kestirmek çok zor. Hissettiğimiz en yoğun dürtü, bu düzenin (kapitalizmin ekonomik yapısından kolayca soyutlanabilecek olan) başarılarını takdir etmektir: Batı bilimi bunlardan biridir ve diğer bilim türleri ya da yerel bilgiler (bu ikincisi, Batılı –yoksa kapitalist mi demeliyim?– iş sahiplerinin, keşiflerini ve teknolojilerini patent altına almak istediklerinde yeniden ilgi duymaya başladıkları şeylerdir) hakkında ne düşünürsek düşünelim, Batı biliminin tanım gereğince Avrupalı olması gereklidir. Ancak Batı bilimi, kapitalizmin bir yan ürünüdür.
Peki ya felsefe? Felsefenin kökeni, dindışı fikirlerin soyutlamaları üzerine sistemli düşünmenin doğuşu: Bunlar kitaplarda Avrupa üzerine övgülerin en rağbet gören nesnesidir, kimi zaman (örneğin Hegel'de) felsefeyle bağdaştırılan tektanrıcılık, Hıristiyanlık ve Protestanlık gibi unsurlarla birlikte. Mitsel olmayan, dindışı bir düşünme sisteminin icadının Avrupa kökenli olduğu doğru mudur ve dönemin Yunanlılarının kapitalizmle arası nasıldır? En kötü olasılıkla Atina'nın ticaret ve imparatorluk başkenti olduğunu söyleyebiliriz, bir de dindışı görüşlerle ticaretin –felsefi soyutlamalarla paranın– el ele yürüdüğünü. Ancak tüm bunlar için, felsefe adı verilen istikrarlı toplumsal ve entelektüel kurumun, Antik Yunan'dan günümüze kadar gelişerek geldiğini varsaymamız gerekir; öte yandan Rorty ise felsefe tarihi dediğimiz kavramın bir onsekizinci yüzyıl uydurması olduğunu, üstelik Yunan değil Prusya dindışılığına ve modernliğine bağlı olduğunu iddia eder. Hoş karşıladığımız, nominalizme yatkın bir görüştür bu; üstelik gelenek kavramına farklı bir cepheden saldırmayı sağlamak gibi bir de avantajı vardır.
Fakat aynı zamanda bambaşka bir düşünce doğrultusunun da işaretçisidir: Nominalizmin bakış açısına göre, bu önerme kabul edildiğinde Avrupa'nın da şu anda var olmadığını, hatta hiçbir zaman oluşmadığını söylemek gerekebilir. Önce yerel kabileler vardı, sonra ulus devletler; ama bunlar, dünyanın diğer yerlerinde meydana gelen oluşumlardan hiç farklı değildi. Burada bence gizli bir program vardır ve Avrupa fikrini değil, kapitalizm fikrini hedef almaktadır: Nominalizmin standart hamleler dağarcığında bulunan bu siyaset karşıtı hareket, kapitalist sistem gibi evrensel ve soyut bir fenomenin aslında hiç var olmadığını iddia eder. Ben buna katılamam, ama bu fikrin tümellere ve genel soyutlamalara başvurmamız için haklı bir neden göstermemizi gerektirdiğini de yadsıyamam; üstelik aynı fikir, demin öngördüğüm hayli farklı düşünce doğrultusunu da ortaya çıkarmaktadır. Bunu ilk elden şöyle kurgulamak mümkündür: Avrupa'nın varlığını ve Avrupa fikrini savunması gerekenler, Avrupa-merkezciliği eleştirenlerdir. Eğer Avrupa diye bir şey yoksa Avrupa-merkezcilik var olabilir mi? Başka bir deyişle, bu kavramın değil olumlu, olumsuz bir gücünün olması için bile birilerinin Avrupa'nın varlığına inanması gereklidir. Bunu başka türlü kurgularsak, Avrupa “öteki”leri tarafından tanımlanmaktadır ve bu da öne sürmek istediğim konunun temelini oluşturmaktadır. Başta var olduğunu ve içerden yapılacak bir analiz gerektirdiğini söylediğimiz Avrupa'nın yapısı kavramını bir tarafa bırakalım. Şimdi bu fenomeni çatışma ve ötekiliğin oluşturduğu alan içinde incelememiz gereklidir; ancak bu fenomenin bir hayal ürünü ya da tamamen öznel bir kavram olduğunu söylüyor değiliz. Söylediğimiz şudur: Şimdi Avrupa'yı bir, veya birçok, ortak düşselin içine yerleştirmemiz gerekiyor.
Ancak soruna yine dolaylı bir yoldan, bugün ulusal kişilik kaygıları konusunda neler düşündüğümüzü sorarak gireceğim: Fransızlar en az Çinliler kadar konuşkandır örneğin, Çekler Macarlardan daha gevşektir, Macarlarsa daha kederli ve bazen kibirli olabilir. Bu böylece uzayıp gider. Bir zamanlar psikolojinin takıntısı haline gelen ve her turist rehberinde yer alan bu kişilik sınıflandırmaları, günümüzde, herhangi bir tür ırkçılığa pek yanaşmaz gibi görünürken, bizi olsa olsa hafif utandırmaktadır. Evrenselci düşüncede olan, ya da hiç değilse mirastan çok doğaya, insan doğasından çok yapıcılığa, biyolojiden çok tarihe inanan biri, ulusal kişilik diye bir şey olmadığını düşünmeyi yeğler. Tarihçi sıfatıyla yaklaşırsak, bir zamanlar böyle bir şey yaşanmış olsa bile, artık bunun küreselleşme ve medya nedeniyle, dünya çapında standartlaştırma aracılığıyla giderek zayıfladığını, silindiğini, tektürleştirildiğini, evrenselleştirildiğini söyleyebiliriz. Her ne olursa olsun, üzerinde ısrarla durduğum ve mevcut doksamızı oluşturan nominalizm, bizi yalnız bireylerin, belki de özgül ulus devletlerin var olduğuna, bireylerin sadece bir altkümesini veya somut örneklerini oluşturabileceği ulusal veya etnik kişilik gibi acayip bir tür bulunmadığına ikna etmek için uğraşmaktadır.
Ancak korkarım hâlâ ulusal kişiliğin güçlü olduğu ve gerçek bir şeylere karşılık gelir gibi göründüğü durumlar var. Bireysel olarak, birtakım farklı ulusları veya etnik grupları kapsayan bir yolculuğa çıktığınızda, her grubun kendine has kişilik özellikleri olduğu duygusundan kaçamıyorsunuz. Almanlar kabalık derecesine varana kadar açıksözlüdür, Fransızlar çok karmaşık ve dantel gibi işlenmiş nezaket kurallarına göre davranıyor (karşı gelirseniz vay halinize) ve bu listenin sonu gelmiyor. Manzarayı tamamlamak için sizin de yapabileceğiniz şeyler var; siz de bir ulusal kimlik veya psikolojinin temsilcisi haline geliyorsunuz ve kendinizi, dehşetle, Amerikalıyla özdeşleştirilmiş, her şeyi Amerika Birleşik Devletleri adına yapar halde buluyorsunuz. O zaman anlaşılıyor ki bireyi kavramak, (ne kadar bastırılmış veya susturulmuş olursa olsun) bir genel kavrama dayanmaksızın mümkün değil; tikel, (ne kadar ayıp veya ağza alınmaz olursa olsun) tümeli olmadan anlaşılamıyor. Bireylerin, tümelleri (artık buna özne-konumları diyebiliriz) olmaksızın, bir şekilde dolaysız, yüz yüze deneyimlenmesi ideali bir ütopyadır, hatta kötü bir ütopyadır; çünkü bireysel öznenin içinde başkalarının bana uyguladığı tümelin de bulunması gerekir. Bu bir alınyazısıdır. “Bir Yahudi,” demişti Sartre, “başkalarının Yahudi olarak gördüğü bir insandır.” Ardından, bir öznenin ancak bu algıdan sonra kendinin Yahudi olduğunu doğrulayabileceğini ve kimliğini tepkisel olarak kazanabileceğini eklemişti. Şu durumda ırkçılık üzerindeki o kaçınılmaz sorunun bir kez daha, daha ısrarla sorulması gereklidir: klişeler, deminden beri sözünü ettiğim tümellerle aynı şey midir? İyi ve kötü tümeller var mıdır? Bence buna verilecek cevap, tümellerin şu ya da bu biçimde bir tür klişe olduğu ve toplumsal yaşantımızın istesek de istemesek de bu çeşitli ortaklıkların indirgenmiş, kaba imgelerinden örülü bir ağdan geçmek zorunda kaldığı yönünde olmalıdır. Tatmin edici bulunabilecek hiçbir ütopya düşlemi, kendimizle diğerlerinin arabuluculuğunu yapan ve aynı zamanda bizi, kendimizle kaçınılmaz bir yabancılaşmayla yüzleştiren bu “ötekilik” boyutunu kapsamadan kurulamaz.
Ama bu durumda belki soruyu daha da sertleştirmemiz gerekir: Eğer günümüzde zaman zaman da olsa ulusal veya etnik kişilikler aracılığıyla düşünme dürtüsü varsa, insan aynı şeyi, tüm bölgeler için olmasa da, en azından Avrupa için söyleyebilir mi? Arada sırada kendimizi “Avrupa ötekilere karşı” çerçevesinde düşünürken buluyor muyuz? Henry James ve geçmiş dönemlerin Amerikalılarından birçoğu böyle düşünüyordu, hatta sömürgelerdeki entelektüellerin de önemli bir bölümü bu görüşü paylaşıyordu (ama İngiliz İmparatorluğu durumu başka bir biçimde zorlaştırıyor, bunu ilerde göreceğiz). Bugün bu dürtünün çok daha zayıf olduğunu hissediyoruz. Soğuk Savaş ve NATO bunu delip geçen unsurlar oldu; Amerika'da hâlâ çeşitli aşağılık komplekslerimiz olduğu doğru belki ama, artık bunların arasında klasikleşmiş “masum Amerikalı–açıkgöz ve dünya işlerini bilen Avrupalı” çekişmesi yok. Artık Fransız kuramından söz ediyoruz, Avrupa kuramından söz etmiyoruz. Amerikan kültürü ve edebiyatı olgunlaştı; bu yüzden bu ayrımın ağırlığı kalmadı. Eğer olumsuz taraftan bir örnek istiyorsanız, bunu Avrupa-merkezciliği eleştirenlerin kafa karışıklığında bulabilirsiniz; aslında kastettikleri Avrupa'nın değil, Kuzey Amerika'nın kültürel ve entelektüel egemenliğidir. Bu, sadece Avrupa'nın dünya sahnesindeki ağırlığının azalmasından, birleşmiş bir Avrupa gerçekliğinin sorunlu doğasından kaynaklanan bir refleks mi? Bugün Japonya ve Çin, hatta İngiltere bile, ortak veya düşsel kişilikler dağarcığımızda daha fazla ve daha belirgin bir yer almaktadır.
Ancak burada bir parantez açıp ulusal psikoloji veya ulusal kişilik üzerine birkaç söz daha söylemek istiyorum; çünkü bunun kökenleri hem ilginç hem de eğiticidir. Elbette Avrupa için ortaçağda yazılmış ve çoğunluğu askerlerle tacirlerin gezip gördüklerinden oluşan “gezi yazısı” sayılabilecek psikolojik turist rehberleri vardır. Ancak bana öyle geliyor ki diğer unsuru gözardı edemeyiz; bu da, onsekizinci ve ondokuzuncu yüzyıllarda dünya kültürünün yeni yeni irdelenmeye başlanması sırasında, oluşum halindeki antropolojiyle birlikte ortaya çıkar. Burada ulusal özellikler bir tür ulusal veya kültürel dünya görüşü gibi algılanır ve tabii kaçınılmaz olarak çeşitli dinlere dayandırılıp ulusal kişilik yaratımı sürecinin mutlak belirleyici gücü olarak gösterilir. Bu en azından açık, gizlisi saklısı olmayan bir idealizmdi, mutlak belirleyici bir kertesi ve insan doğası ile insan toplumlarına ilişkin bir kuramı vardı. Mevcut kültürcülüklerimiz dinin bu mutlak belirleyici rolü hakkında çok daha örtük ve suçluluk dolu bir yaklaşım sergiler; bunun tek istisnası, yani Samuel Huntington'ın Medeniyetler Çatışması adlı yapıtı, dünyanın on bir veya on iki din temelli kültüre ayrıldığını iddia eder.4 Batı kapitalizminin Protestan kültürü olarak tanımlanmasının bana çok garip geldiğini söylemek zorundayım; üstelik insan bundan sonraki doğal soruyu, yani bu dinlerin başta nereden çıktığını sorunca, kültür kuramcısı ya psikanalize sapar ya da sonsuzu ve metafiziği gündeme getirir. Bence Sartre'ın görüşü, dinin ve oluşturduğu düşünülen kültürel özelliklerin, insan emeğini belirli bir şekilde örgütlemesi gereken eski bir uygulama ve üretim biçimi olduğu ve bu gereksinimi boşinançlar ve efsanelerle hayata geçirebildiği yönündedir. Ben kültürel özellikler ve kişilik özelliklerinin eski bir uygulama biçiminin tortuları olduğu fikrini beğeniyorum; bu tür özellikleri, yaşayan gelenekler yerine ölmüş alışkanlıklara bağlıyor ve bu çok iyi bir şey. Ancak alışkanlıktan da hoşlandığımı söyleyemem; çünkü bir kavramın yerine yalın bir ad, bir açıklamanın yerine eziyetli bir yoksunluk koymak gibi bir huyu var.
Şimdi Avrupa ve ötekileri hakkında bir şeyler söyleyelim. Örneğin, İngilizler Avrupalı mıdır? Kendilerinin bundan yana olmadıkları ortada; öte yandan İrlandalılar, Avrupalı ve Katolik kimliklerini komşu sömürgecinin dayattığının aksine benimsemiş durumdalar. İspanya uzun süre Avrupa'nın parçası olamadıktan sonra, Franco rejiminin sona ermesi ve Avrupa Birliği'nin kurulmasıyla birlikte sonuna kadar Avrupalı olma hakkını yeniden kazandı. Almanya'ya gelince, Thomas Mann'ın Apolitik Bir Adamın Düşünceleri yapıtı daha derin bir Alman milliyetçiliğinin kanıtı olarak değil de yazarın, gizli bir Wilhelmci bilinçdışının özenle biçimlendirilmesi ve güçlendirilmesi hedefiyle kaleme aldığı bir dramatik monolog olarak okunduğunda, Almanya'nın da kendi içinde Avrupa'nın parçası olmadığı ortaya çıkar.5 Avrupa –yani Batı uygarlığı– Fransa'dır (İngiltere sadece ticari bir eklentidir); oysa Almanya bu değildir ve başka bir şey önerir: Kultur, derinlik; yeni Orta Avrupa yönelimi, kendi Batı'sından ve Avrupa'sından en az –başka ama ilgili bir fantezi imgesi seçmek gerekirse– Rus ruhu kadar farklı bir şeydir bu.
Ancak dünyanın bazı yöreleri vardır ki, Avrupa değil bir oyuncu olarak, imge olarak bile varla yok arasındadır. Örneğin bence Çin düşselinde kolaylıkla seçilebilecek birkaç oyuncu vardır: Herkesin okumaya ve para kazanmaya gitmek istediği Amerika Birleşik Devletleri, yatırımlara ve modernliğe sahip bir düşman olan Japonya, pek nankör çıkan eski bir dost olarak Vietnam ve uzaktan akraba veya sevilmeyen bir aile bireyi olan Tayvan. Avrupa'nın bu şema içinde yer aldığını sanmadığım gibi, yeni Çin için var olduğunu veya bir çekim alanı oluşturduğunu da düşünmüyorum.
Bunun tam tersi de doğru olabilir: Japonya hakkında yaptığımız bir tartışmanın, saygın bir Alman tarihçisi tarafından sert bir biçimde bölündüğünü hatırlıyorum: “Nedir bu sürekli Japonya? Siz Amerikalılar Japonya diye ölüp ölüp diriliyorsunuz, oysa biz Almanya'da (belki de Avrupa'da demeliydi) Japonya'nın varlığından haberdar değiliz; ne korkuyoruz, ne de ilgileniyoruz.”
Dünyanın çeşitli bölgelerindeki ortak düşsellerde yer alan ilişkiler böyledir ve biz bu zamana kadar bunlardan bizi en çok ilgilendirenini, yani Avrupa'yı ve Amerika'yı –buna Amerika Birleşik Devletleri demek daha doğru olur– dışarıda bıraktık. Bence soru, başka bir klasik soruyla giriftleşmiş haldedir: Neden Amerika Birleşik Devletleri'nde sosyalizm yoktur? (Alman sosyolog Werner Sombart'ın ünlü makalesinin adını kabaca çevirmek gerekirse.)6 Bence bu, Avrupa'nın Amerika Birleşik Devletleri'ne sorduğu soruya benzemektedir: Avrupa'nın farklılığına ilişkin bir soru, Amerika'nın ayrıksı durumunu ortaya çıkarır. Derebeylik yok, sosyalizm yok; kısacası gerek burjuva gerekse işçi sınıfı açısından herhangi bir politika yok.
Bu soruları zorlaştıran asıl unsur, kendisini Avrupa'dan, Avrupalıların onu dışladığı ölçüde ayırmayı seçen İngiltere. İngiltere ticaretçi ve deneycidir, anakaralarla ilgisi yoktur, siyasete de çok fazla girmez. İngiltere'de aristokrasinin ve sınıf ayrımlarının Avrupa'nın diğer bölgelerinden çok daha dirençli çıkması göze batmaz; hatta kültür fenomeniyle karıştırıldığı ve bir tür yüksek kültür kimliğine büründüğü bile söylenebilir. Burada dil devreye girer ve İngilizcenin ortak ticaret dili olması diğer tüm farkları ortadan kaldırır ve kendine özgü bir yabancı düşmanlığı üretir.
Avrupa'nın içindeki bu farklar bir tarafa bırakıldığında, Avrupa'nın Amerika Birleşik Devletleri gözünden derebeyi egemenliğinin ve despotluğunun hüküm sürdüğü kötü bir yer olarak algılandığı söylenebilir; sınıflara boyun eğdirilmesi deneyimi, bu olguya karşı duracak direnci katlayan bir unsurdur. Bu yüzdendir ki Amerika Birleşik Devletleri'ne ilk göç edenlerin, temelde siyasi baskıdan kaçan asiler mi, yoksa genel olarak siyasetten kaçarak bunun yerine daha az ideolojik olan para tutkusunu getirmek isteyen apolitikler veya antipolitikler mi olduğunu kestirmek çok güçtür. Bu tuhaf ikilik ve Avrupa'daki zaman boşluğu (aristokratik baskı, işçi sınıfı politikaları) nedeniyle, Amerikalılar aynı anda hem isyankâr hem de konformisttir. Büyük devlete isyan ederken sınıf politikasında tabulara uyum sağlarız.
Bunun dışında Amerika'nın soldan sağa tüm kesimlerini kapsayan bir kültür olarak entelektüellik karşıtlığı üzerinde de birkaç sözüm olacak. Bunun nedeni, kültür ve entelektüellerin Avrupalı aristokrat yapılarla, yani nefret ederek kaçtığımız olgularla özdeşleştirilmiş olmasıdır. Onlara karşı kemikleşmiş bir önyargı beslememiz kimseyi şaşırtmamalı; hem bu önyargı, onlar gerçek kültürümüz olan para tarafından günahlarından arındırılıncaya kadar sürmektedir.
Bu yazıyı Avrupa'nın bugünü üzerinde birkaç siyasi gözlem ile bitirmek istiyorum, ama ondan önce konumuzla ilgili olan ve Avrupa-merkezciliğin eleştirisinde zaten ima yoluyla ortaya çıkan başka bir konu hakkında da görüşlerim olacak. Sözünü ettiğim kavram, merkezciliğin ta kendisi. Acaba her şey Ranke'nin dediği gibi Tanrı'nın hemen yanı başında mı, yoksa her şeyin merkezi olmayan, merkezin uzağında kalan, merkeze ulaşmak için boş yere çırpınan ya da iki arada bir derede serpilmeye uğraşan yerler de var mı? Bu psikoloji, anakent ve taşranın eski psiko-coğrafyasını kopyalamaktadır: Çehov'un Moskova özlemiyle yanıp tutuşan üç kız kardeşi, Dreiser'ın veya Fitzgerald'ın büyük kente kapağı atmak için plan üstüne plan yapan karakterleri… Bugün Avrupa-merkezcilik olarak suçlanan şey, aslında Amerika Birleşik Devletleri'nde kitle medyasının katkılarıyla ortadan kaybolan bu arzunun yeni ve küreselleştirilmiş bir biçimi. Bu fikir, bazı yerlerin diğerlerinden daha merkezi olduğunu öne sürer ve aslında bir fikir de değil, bir tür psişik veya varoluşsal inançtır; ekonomik örüntülerle desteklenmektedir ancak bunlara indirgenemez; kesin olan tek bir şey varsa, bunun bir biçimde kültürün ta kendisi tarafından örgütlendiğidir; zira bir yerin merkez olup olmamasını belirleyen unsur, orada, henüz belirlenmemiş bambaşka bir anlamda kültürün bulunup bulunmadığıdır. Bu orada kaç film gösterildiğine, kaç konser düzenlendiğine bağlı değildir; daha derin bir yaratıcılık veya kısırlık anlayışından gelir.
Bugün Avrupa'daki en olumlu kültürel gelişme, Avrupa'nın çokkültürlü bir alana dönüşüyor olmasıdır. Tüm büyük Batı Avrupa devletleri bu değişimin farkındadır: İngiltere uzun zaman önce öğrenmiştir, Fransa Cezayir'le, Almanya artık iyice büyüyen Türk nüfusuyla, İtalya Afrikalılarla bunun farkına varmıştır. Peki bu durum Avrupa'yı Amerika'ya yaklaştırır mı? Olmayacak bir şey değil bu, ama Avrupa'da Amerikan kitle kültürü gibi tektürleştirici ve standartlaştırıcı bir kurumun bulunmadığının da altı çizilmelidir. Yeni Avrupa çokkültürcülüğü, eski ve çağdışı Yahudi karşıtlığının aksine, Amerikan çerçevesi üzerine kurulu ve Amerikan modeli adı verilebilecek bir düzene göre geliştirilmiş yeni Avrupa ırkçılıklarının olumlu tarafıdır şüphesiz.
Ancak Avrupa çokkültürcülüğünün de farklı bir tür kötü karşıtı vardır ve bunun Amerikan modelini takip ettiği söylenebilir. Bu karşıt, Amerikan yüksek kültürünün estetikçiliğine benzer bir güçle yapılan direniştir; ancak bu Amerikan yüksek kültür kurumundan, en az Avrupa çokkültürcülüğünün Amerikan kitle kültüründen farklı olduğu kadar farklıdır. Duvarın yıkılışından hemen sonra serpilen fazlaca idealist hayallerden söz ediyorum; bir tür pan-Avrupa kültürünü hedefleyen ve bunu tüm dil engellerini ve Doğu-Batı arasındaki ideolojik farklılıkları Lettre Internationale ve Liber gibi birtakım yayımlarla aşarak gerçekleştirmeye çalışan bir akımdır bu.

Çeviren: Sıla Okur

Notlar
1 Yazarla söyleşi.
2 Franco Moretti, Atlas of the European Novel, 1800-1900 (Londra ve New York: Verso, 1998).
3 Einauch'un 1993 yılında yazdığı Storia d'Europa adlı eserinin birinci cildindeki makalesinden.
4 Samuel P. Huntington, Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden İnşası, (New York: Simon and Schuster, 1996).
5 Thomas Mann, Apolitik Bir Adamın Düşünceleri, Walter D. Morris tarafından çevrilmiş ve bir önsöz yazılmıştır (New York: F. Ungar, 1983).
6 Werner Sombart, Amerika Birleşik Devletleri'nde Neden Sosyalizm Yoktur?, çev. Patricia M. Hocking ve C.T. Husbands (New York: International Arts and Sciences Press, 1956).


İLETİŞİM edebiyatokyanus@gmail.com  
   
edebiyatokyanus 647240 ziyaretçi (1188446 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol