Fanatizm İlkelliktir
Mete Tunçay – Murat Paker
Mete Tunçay: Ben fanatizm konusunda düşündüklerimi yazımın başında biraz anlatmaya çalıştım. Mesela fanatiklik belli görüşlere özgü mü yoksa her şeyin fanatiği olur mu? İstersen oradan başlayalım.
Murat Paker: İsterseniz daha önce fanatizmi psiko-politik açıdan nasıl çerçeveleyebiliriz, özellikleri nelerdir, ondan başlayabiliriz. Sonra da oradan sorularla ayrıntılarına geçeriz.
M.T.: Tabii.
M.P.: Fanatiklik eleştirel mesafelilikten uzak bir tarzda, nesnesine mesafe koyamadan, takıntılı bir coşku, heyecan eşliğinde, bir davaya, –politik ya da dini olabilir– ya da bir konuya –sportif olabilir, hobilerle ilgili olabilir– genel sosyal normları hiçe sayacak derecede aşırı bağlanma hali olarak tanımlanabilir. Sonuç olarak bu bir insanlık durumudur, hepimizde potansiyel olarak mevcuttur. Bu potansiyelin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği kendi kişisel tarihiyle, gelişim öyküsüyle ve de tabii içinde yer aldığı sosyo-politik bağlamın, bir sürü değişik faktörün karmaşık kombinasyonuyla, etkileşimiyle belirlenir. Belli bir insanın, belli bir zamanda, belli bir konuya dair fanatikliğe ne kadar yatkın ya da fanatiklikten ne kadar bağışık olduğu bu bireysel ve sosyo-politik faktörlerin etkileşimi sonucu ortaya çıkar. Herhalde fanatizm için ilk planda vurgulanması gereken en önemli şey, burada bir mutlaklık algısı, mutlaklık iddiası olduğu. Fanatik dediğimiz kişi, mutlak doğruya sahip olduğunu varsayan ve buna uygun tarzda davranan kişidir. Burada aslında epistemolojik anlamda, yani bilginin nasıl üretildiği ve idame ettirildiği anlamında çok özgül bir konum var. Fanatik kişi, “ben mutlak bilgiye sahibim. Ben mutlak bilgiye sahipsem bunun dışındaki her şey mutlak olarak yanlıştır” düşüncesindedir. O anlamda kuşkuya yer yoktur; kuşkunun ve kuşkuculuğun inkârı ve bununla birlikte karmaşıklığın inkârı söz konusudur. Müphemliklere, belirsizliklere, çelişkilere, çelişkilerin bir aradalıklarına yer bırakmama, tahammül edememe, krizlere tahammül edememe; kaygıya tahammül edememe gibi özellikler sayabiliriz bu mutlaklıkla birlikte gelen.
Bir de yanlış anlamaları engellemek için şunu vurgulamak yerinde olabilir herhalde: Heyecanlı/coşkulu tarzda bir davaya/konuya bağlılık göstermek her durumda fanatiklik anlamına gelmez. Bir bilim insanı, bir sanatçı, politikayla uğraşan biri, mesleğini/işini seven biri sıklıkla heyecanlı bir şekilde dert ettiği meselelere, davasına bağlı biri olabilir. Bu tek başına bir fanatizm ölçütü değildir. Tam aksine bu insanlar genellikle oldukça faydalı, yaratıcı faaliyetler yaparlar. Buradaki kritik nokta, bir dava peşinden gitsek bile, o davaya dair eleştirel bir mesafeye sahip olup olmadığımızdır.
M.T.: Şimdi, çağdaş zamana kadar yani bütün Eski Çağda, Yunan’ıyla, Roma’sıyla, İslamiyet’le, Ortaçağ’la, hatta Yeni Çağın da ortalarına kadar hüküm süren ‘hakikat tektir; yanlış cevaplar çok olabilir ama tek bir doğru vardır’ anlayışı da bununla ilgili herhalde. Yani, otomatik olarak herhangi bir dine, herhangi bir siyasi akideye bağlı olanlar çok yakın zamanlara kadar, tek doğruyu arayıp, kendilerininkinin o olduğunu düşünmüşler. Yani “farklılık bir zenginliktir” çok yeni bir fikir gibi geliyor bana. Böyle bir tarihsel perspektifi de var fanatikliğin.
Daha geleneksel olan düşünce tarzı fanatikliğe yatkın. Çok yakın zamanlara kadar bir Katolik için, bir Müslüman için fanatik olmamak mümkün değil; o zamanlar hoşgörü belki ancak tahammül düzeyinde, katlanma düzeyinde; saygı düzeyinde değil. Hatta “çeşitlilik iyi bir şeydir” gibi bir fikir çok aykırı.
M.P.: Herhalde orada mecburen katlanılan, mecburen tahammül edilen bir durum söz konusu. Büyük bir otorite, devlet var; büyük bir siyasi birimi idare etmeye çalışıyorsunuz, ekonomik çıkarlar var, mecburen tahammül edilmesi gereken farklı unsurlar var ama dediğiniz gibi saygı temelinde değil bunlar. Fanatikliğin birincil özelliği olan “mutlak doğruya sahip olma” konusundan devam edelim: Bu tabii müthiş bir dogmatizm, müthiş bir katılık getiriyor. Ak / kara tarzında algılamalar getiriyor, ara tonların, gri tonların yok sayılması, onların görülmemesi, kutuplaşma getiriyor. Burada, fanatikliğin nesnesi ne ise –politik, dini ya da başka bir şey– o alanda, o konuda çok net doğrular ve yanlışlar oluyor ve kişi ya da o grup kendisini doğrunun, haklının tarafında mutlak bir biçimde konumlandırıyor; onun dışındaki bütün konumlanmalar çok net, sert, katı bir şekilde ötekileştiriliyor ve bu ötekileştirme masum bir ötekileştirme de değil artık, bayağı düşmanlaştıran tarzda bir ötekileştirme. Düşmanlaştıran tarzda ötekileştirme de tabii gerektiğinde, yoğun tehdit algıları söz konusu olduğunda, bu düşman şeklinde kodlanan kişilere ya da gruplara yönelik çok yoğun bir nefretin, saldırganlığın boşalmasının da önemli kanallarından biri oluyor.