Prof. Dr. Türkkaya Ataöv
Günümüzde Medya Kılavuzluğu
Eski Fransız Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle, ABD Başkanı J.F.Kennedy’ye şöyle bir soru yöneltmişti:
“Televizyonu denetiminiz altına almadan ülkeyi nasıl yönetebiliyorsunuz?”
Dışarıdaki izlenim bir yana, Amerikan yönetimi bunun yolunu o gün de biliyordu, bugün de biliyor. Televizyon gibi neredeyse her evin içine giren bir aracın, ayrıca sürümü yüksek basının, modern toplum yaşamındaki yeri, özellikle kamuoyunun biçimlenmesindeki büyük etkisi yadsınamaz biçimde ortadadır. Bu etkinin sergilenişinde “açıklık”, “özgürlük”, “demokrasi”, “eğlence”, “fırsat”, “yığın kültürü”, “pazar rekabeti” gibi güzel sözler de var. Bu sözcükleri geliştirenler medyanın gerisinde yer alan kimi “düşün gücü” bireyleri ya da kümeleri. Uygulayıcılar da medya işverenleri ya da duyuk (haber), bilgi ve yoruma sıkıdenetim koymuş olan basın-yayın ağaları. Yukarıdaki çekici sözler, kolay yutulsun diye acı ilâcın üstüne sürülmüş şeker gibi, artlarındaki gerçek kimliği gizlemeğe yarıyor.
Bu yazıyı 22 Temmuz 2007 seçimlerinin sonucu nedeniyle mi kaleme alıyorum? Evet! Sonucun tüm incelemesi bu yazıya sığmaz. Bu nedenle, kitle iletişim araçlarının geçmişi, yapılanması ve günümüzdeki işlevi üstüne kimi değerlendirmelerle yetineceğim.
***
Önce belirtmeli ki, “özgür basın” kavramı başta olmak üzere, demokratik kitle iletişim araçları savaşımının kendine özgü, oldukça şanlı bir tarihi var. Son aşamanın ne olacağı henüz kestirilemezse de, bu uğraş noktalanmamalı. Bu bağlamda, basın ve yayın özgürlüğünün en güçlü olarak Batı Avrupa’da yer aldığını ileri sürmek yanlış olmaz. Öte yandan, baskı makinesi Osmanlı sahnesine, İslâmcı hocaların karşı koymaları sonucu, geç (1727) girdi. Gerçi, basımın ön koşulu olan kâğıt önceleri yalnızca Çinlilerce biliniyordu. Araplar, Uygurlar, Türkler ve Moğollar da onlardan görüp öğrenmişler, Avrupa da bu tekniği Endülüslü Araplardan almıştı. Ama Müslüman Osmanlı “basmahane”ye karşı direnirken, İngiltere’de, John Milton’un “Areopagitica”sı başta olmak üzere, birkaç yapıt basın özgürlüğünü savunuyordu.
Osmanlı’da Fransızça bir sözcükle (“Vankulu”) nihayet Kur’an basıldığında, İngiltere’de günlük gazete çoktan yayınlanmaktaydı. İlk özel gazete “Ceride-yi Havadis”i de İstanbul’da tüccar ve konsolos yardımcısı William N. Churchill 1840’da başlattı, oğlu Alfred sürdürdü. Osmanlı’nın yarı-sömürgeleşmesinin ilk büyük adımı olan ve ülke pazarını dışardan gelecek endüstri ürünlerine açıp gümrükleri indiren ve yabancıya ucuz hammadde veren Osmanlı-Britanya Ticaret Antlaşması da iki yıl önce imzalanmıştı. Bu oluşumun bize de ne denli yararlı olduğunu anlatmakla görevli olan bu gazetenin ilk baskısından yaklaşık kırk yıl sonra Osmanlı devleti önlenemez yıkılışının en büyük darbesini yedi.
Öte yandan, İngiltere’de birçok çevre sıkıdenetime karşıydı. Önce, dine bağlı yaklaşım “Tanrı’nın kula us ve düşünme yeteneği verdiğini” ileri sürerek basına baskıyı eleştiriyordu. Ayrıca, ilk olarak John Locke’ın belirttiği gibi, basının ne yapacağı temelde insan haklarıyla ilgiliydi. Jeremy Bentham’ın başını çektiği “Faydacılar”a göre de, devletten kaynaklanan baskı “en çok sayıda insanın en çok mutluluğu”na sınır getiriyordu. Bentham basın özgürlüğünü öyle tanımlamıştı ki, bu konuda özgürlük sürekli olmazsa, belirli aralıklarla yapılan seçimler kuzu sürüsünün koruyucu köpeklerinin çoğu kez bağlanarak bu yaratıkların kurtların denetimine bırakılmaları gibi bir şeydi. Üstelik, J.S.Mill’in açıkladığı üzere, gerçek ancak açık ve sınırsız bir tartışmayla ortaya dökülebilirdi.
Bu güzel düşünceler, ne var ki, yayımcılıkta yalnız devlet denetimine karşı savaşımla ilgiliydi. Despot yönetimler halkı cehalet içinde tutmağa ve yanılmaya itmeğe çabalarken, özgür basın bu salt karanlığı gerçeklerin ışığıyla aydınlatacaktı. Bu olmazsa, kamuoyu dedikodu fısıltılarına indirgenecek ve bu gizlilik de yalnız kötü yönetimlere hizmet edecekti. Britanya’da da özgürlükten yana gazeteler ağır vergilere bağlanıyor, kimi yazarları korkutuluyordu. Basın özgürlüğünün en iyi döneminde bile ciddî sorunlar yaşandı.
Kısaca, basın özgürlüğü yönünden “ütopya” ile gerçek arasında bir ayrım söz konusuydu. George Orwell’in 1972’de yazdığı bir yazıda üstünde durduğu gibi, yazarın kendi kendine koyduğu sıkıdenetim, o zaman da bugün de, kişinin çok ileri gidemeyeceğini anımsatıyordu. Ama özgürlükten yana olanlar bunun her türlü yaraya iyi geleceğini ve düşüncelerin pazarın müdahalesiz ortamında özgürce dolaşabileceğini savunuyorlardı. Gene onlar, ayrıca, özel mülkle anlatım özgürlüğü arasında bir bağ görmekteydiler.
***
Bu düşünceler iletişim pazarının kendinin de basın özgürlüğünü kısıtlayabileceğine yer vermediler. Oysa, Albert Camus 1944’te şunu yazıyordu:
“Basın ancak bir yandan hükûmetin gücüne, öte yandan da para gücüne dayanmadığı sürece özgür olabilir.”
İlk basın ağalarını yaratan da işte bu “özgür pazar rekabeti”ydi. “Demokratik” diye bilinen ülkelerde, o gün de bugün de, bu ağalar basın sürecini önemli ölçüde denetliyor, düşünceyi bu yoldan tekelleri altında tutuyorlar. Kitle iletişim araçları, günlük gazetelerden televizyon kuruluşlarına, her şeyden önce, akılcı düşünce ve bilginin aracı değil, daha çok çarpıcı, ilgi çeken ya da yürek oynatan haberlerin kaynağı oldu. Resmî siyasal güce karşı basın özgürlüğünü savunmuş olanlar bu bağlamda bir çelişkiyle karşı karşıya kaldılar, çünkü özgürlük devlet müdahalesi düşüncesinin dışına çoktan taşmıştı.
Buna karşın, pazar rekabetinden yana olduklarını söyleyen kimi özelleştirme savunucuları, özellikle eski Doğu blokundaki yönetim biçimlerinin 1989-91 arasında ortadan kalkmasıyla, basın özgürlüğünün geçmişte kalmış kökleşik görüşlerini yeniden ortaya çıkardılar. Basın özgürlüğünün koşulu pazar rekabetiydi. Sanki özel kuruluşun denetimi altındaki medya özgürlüğünün kendiliğinden kalesiydi; ama bu çerçevede bile, medya dünyasında hükûmetin parmağı, giderek ardında duyulan varlığı ya da yazarların seçerek okuyucuya sundukları görülmeyecek gibi değil. Sırtını yalnız büyük sermayeye değil, onun uygulayıcısı olan kimi medya kuruluşları halka, kendi görüşlerine göre, “ne yararsa” onu veriyorlar.
Bu “yarar”ın içinde çapkınlık masalları ve soyunma gösterileriyle donatılmış fotoğraflar yanında kana bulanmış bol resimler var da, şehit cenazeleri ve yolsuzluk haberleri az. “Medya pazarı” herkese ve her konuya açık değil. 1960’larda, giderek daha sonraları da, dar gelirli birkaçımız aramızda para toplar, “Forum” ya da “Sosyal Adalet” gibi dergileri ya da “İşçi-Köylü” benzeri gazeteleri çıkarabilir, bu yayınları uzun süre sürdürebilirdik. Ama günümüzde, yalnız Türkiye’de değil, neredeyse tüm kürede çok varlıklı çevreler hem ulusal gazetelerin, süreli yayınların, radyo ağalarının ve televizyon kuruluşlarının sahibidirler, hem de maliye pazarında, taşınmazlar işinde, yapı ticaretinde, sigortacılıkta, büyük satış yerleri zincirlerinde, giderek spor kulüplerinde büyük ağırlıkları vardır. Bu koşullarda özgür kitle iletişim araçları çok gerilemiştir.
***
Pazar liberallerinin söylediklerinin tam karşıtı olarak, bu durum rekabetin de ortadan kalkmasını doğurdu. Öyle ki, kimi uluslararası ortaklıklar ülkeleri, giderek anakaraları denetleyecek parasal güçtedirler. Örneğin, Murdoch ailesinin sahibi olduğu haber kuruluşu, kitap basan yayınevleri, televizyonları, radyoları ve film stüdyoları çalıştırır. O da, başkaları da gene aynı yere bağlı duyuru ağından yararlanırlar. Gazete görünümündeki fasarya sayfalar bu kolaylıklarla satış yaparlar. Kimileri ücretsiz dağıtılır. Bu ağa bağlı bir yayın, aynı bağlantı içindeki kitap kulübü eliyle pazarlanır, aynı ağın dergilerinde övülür ve onlara bağlı stüdyolarda filmi bile yapılır. Özgürlüğün eski savunucuları eleştirilerini yalnız resmî baskıya karşı yöneltmişlerdi. Bugüne gelince, pazar liberalizmi halkın neyi okuyup ne seyredeceğine karar veren tekeller yoluyla iletişim özgürlüğüne sınırlar getirmiştir. “Pazar rekabeti” adını taktıkları şey pazar sıkıdenetimini getirmiştir. O pazarı denetleyenler rekabetin içine hangi görüşlerin ne ölçüde gireceğine de karar veriyor. “Rekabet” ancak belirli ve onaylanmış seçenekler çerçevesinde ve yalnızca kimi zaman olabilir. O çerçeveyi titizlikle çizen de var, sınırları bilen sorumlular da. “Özgür pazar” yöntemi buraya gelip dayanmıştır. Başka bir deyişle, “bireyciliğe” ilişkin olup kulağa hoş gelen güzel sözler bireyciliğin kendini toptan ortadan kaldırma yolundadır.
Basın özgürlüğüne tehlike bugün, daha çok, ağırlığı olan pazar güçlerinden geliyor. İktidar o güçlerle ortaksa, özgürlük daha büyük tehlike altındadır. Pazar güçlerinin ya da iktidarın baskılarına hedef olmamak için, kimi yazarlar yönetimi, medyanın sahibini ya da her ikisini de memnun etmek için kendiliklerinden bir sıkıyönetim uygularlar. Kimileri yanlışları ve yalanları araştırmak isterler de. Bunların çoğu kendilerine başka bir uğraş aramak zorunda kalabilirler.
***
Bu çerçeve içinde “halkı doğru bilgilendirme hakkı” nereye oturuyor? Yurttaşın iletişim alanında yeni bir hizmet örneğine gereksinimi var. Halk kitlesine neyin yararlı olacağına kimi zaman yönetenler de doğru tanılar koymayabilir. Birkaç medya patronu ve onların imparatorlukları da bu görevi yerine getiremez. Çağdaş demokrasinin uygulanış biçimi bir bunalım yaşıyor, bir yabancılaşma sürecinden geçiyor. Genel oy hakkı ve birtakım yasal güvenceler gerçek ya da yeterli seçenekler sunmaktan uzak. Demokrasinin erdemine inancının böylesine içerik değiştirmesidir ki, son değerlendirmede çıkar yolu olmayan seçenekleri besliyor. Demokrasi ancak halk yığınlarını bilgilendirme görevini yapan bir iletişim modeliyle el ele yürüyebilir. Halkın varlığı birkaç yılda bir oy kullanmasıyla sınırlı değildir. Aşağıdan yukarıya siyasal ve ekonomik konularda katılım, tartışma, kararların alınması, uygulanması ve denetlenmesinde başrolü oynaması gerekir. Demokraside gerçek seçenekler her yerde, bu arada medyanın büyük çoğunluğunda özgürce konuşulmalıdır. Basın ve yayın özgürlüğü ilgi çeken haberlerin gazete başlıklarına taşınması ya da dışarıda ve içerde kimilerinin gönül serüvenleri değildir. Demokrasinin bir yandan iktidarın, öte yandan büyük sermayenin sultasında olmayan bir medya varlığıyla temel bağlantısı vardır. Demokrasinin yaşaması bu bağın korunmasına bağlıdır.