edebiyatokyanus
İÇERİK  
  ANA SAYFA
  YAZILAR
  => Attila İlhan Şiiri-DoDoç.Dr. Yakup ÇELİK
  => Bunalım Edebiyatı ve Modernizmin Sorunları-Svetlana Uturgauri
  => Karagöz'e Ezgi-Satı Erişen
  => Orta Oyunu Eksikliği-Nihal Türkmen
  => Orta Oyunu ve Karagöz-Nihal Türkmen
  => Dilin Yapısı ve Toplumun Yapısı-Emile Benveniste
  => Türkçe Metinlerde Bağdaşıklık ve Tutarlılık-İrem Onursal
  => Asansörle Yükseltilmek İstenen Çukurlar-Can Yücel
  => KÜLTÜR VE ÖTESİ-Cemil MERİÇ
  => Türkoloji-Cemil MERİÇ
  => Tevfik Fikret ve Batı Retoriği-Rıza Filizok
  => Estetik tarihimize bir bakış-Arslan Kaynardağ
  => MÜRSEL MECAZ-Rıza FİLİZOK
  => Başlıca Dil Bilimi Akımları-Prof.Dr. Rıza FİLİZOK
  => ZİYA OSMAN SABA’NIN NEFES ALMAK ADLI ŞİİR KİTABINDA -Yrd. Doç. Dr. Safiye AKDENİZ
  => HİKAYE VE ROMANDA “ANLATICI”YA GÖRE METİN TİPLERİ, - Yard. Doç. Dr. Safiye AKDENİZ
  => GÖSTERGEBİLİM-Yard. Doç. Dr. Mustafa Ö Z S A R I
  => TÜRKİYE'NİN ÖNEMİ-Emre Kongar
  => KÜRESELLEŞME VE KÜLTÜREL FARKLILIKLAR ÇERÇEVESİNDE ULUSAL KÜLTÜR-Prof. Dr. Emre Kongar
  => TÜRKİYE'NİN KÜLTÜREL ÖZ-ANLAYIŞI: AVRUPA BİRLİĞİ İÇİN BİR ZENGİNLİK-Emre Kongar
  => BARIŞ KÜLTÜRÜ VE DEMOKRASİ-EMRE KONGAR
  => GOP NEYİ AMAÇLIYOR, NEYİ GERÇEKLEŞTİREBİLİR-EMRE KONGAR
  => YENİ EMPERYALİZM, HUNTINGTON VE ELEŞTİRİSİ-Emre Kongar
  => KÜRESELLEŞME BAĞLAMINDA TÜRKİYE-Emre KONGAR
  => DEMOKRASİ KÜLTÜRÜ SORUNLARI-Emre Kongar
  => AVRUPA BİRLİĞİ'NE "ONURLU VE BAŞI DİK" GİRİŞ NE DEMEK-Emre Kongar
  => TOPLUMSAL VE SİYASAL GELİŞMEMİZİ ETKİLEYEN MARKALAR-Emre Kongar
  => KÜRESELLEŞME, MİKRO MİLLİYETÇİLİK, ÇOK KÜLTÜRLÜLÜK, ANAYASAL VATANDAŞLIK-Emre KONGAR
  => NİYAZİ BERKES'DE ÇAĞDAŞLAŞMA KAVRAMI-Emre KONGAR
  => KEMAL TAHİR-Hilm Yavuz
  => OYUNLARIM ÜSTÜNE-Nazım Hikmet
  => OYUN YAZARI OLARAK-Ataol Behramoğlu
  => POPÜLER EDEBİYAT- M. Orhan OKAY
  => HER SÖZ BİR ŞEY SÖYLER-Feyza HEPÇİLİGİRLER
  => Tiyatronun Kökeni, Ritüel ve Mitoslar
  => ROMANDA KURMACA VE GERÇEKLİK
  => Fuzûlî’nin Hikaye-i Leylâ ve Mecnun’u
  => SEZAİ KARAKOÇ ve HİS “;KAR ŞİİRİ”;-Selami Ece
  => İSTANBUL’UN AHMED MİDHAT EFENDİNİN ROMANLARINA TESİRİ
  => AHMET MİDHAT’A ATFEDİLEN BİR ESER: “HÜKM-İ DİL” VE MANASTIRLI MEHMET RIFAT
  => CEZMİ ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER
  => "EDEBİYATEĞİTİMİ"NDE "EDEBÎ METİN"İN YERİ VE ANLAMI
  => Mustafa Kutlu ve Rüzgârlı Pazar
  => BİR BİLİM ADAMININ ROMANI” ÜZERİNE GEÇİKMİŞ BİR TAHLİL
  => ÖLÜMÜNÜN 50. YIL DÖNÜMÜNDE
  => “MİT”TEN “MODERN HİKÂYE” “HİKÂYE”NİN SERGÜZEŞTİ
  => EDEBİYAT DİLİ/EDEBÎ DİL
  => BİR NESLİN VEYA BİR ŞAİRİN ROMANI: MÂİ VE SİYAH
  => İSTİKLÂL MARŞI’NIN TAHLİLİ
  => CAHİT KÜLEBİ
  => TEVFİK FİKRET’İN ŞİİRLERİNDE TRAJİK DURUM
  => MEHMED RAUF’UN ANILARI yahut EDEBÎ HATIRALARIN YAYIMI ÜZERİNE BİR DENEME
  => MEÇHUL BİR AŞKIN SON NAĞMELERİ: TEVFİK FİKRET’İN “TESADÜF” ŞİİRLERİ / YARD. DOÇ. DR. NURİ SAĞLAM
  => Tarihsel Romanın Eğitimsel İşlevi
  => ALIMLAMA ESTETİĞİ VE EDEBİYAT ÖĞRETİMİ1
  => Tanzimat Dönemi Oyun Yazarliginda Batililasma
  => SİNEMA VE EDEBİYAT TÜRLERİ
  => EDEBİYAT EĞİTİMİ, ESTETİK BİR HAZZIN EDİNİMİ
  => EDEBÎ TENKİT
  => ADALET AĞAOĞLU’NUN DAR ZAMANLAR ÜÇLEMESİNDE KİMLİK SORUNU
  => Halit Ziya ve Mehmet Rauf'un hayatları ile romanları
  => YAZIN VE GERÇEKLİK
  => MİLLÎ EDEBİYAT
  => HECE-ARUZ TARTIŞMASI/ Arş.Gör.Oğuzhan
  => AHMET HAŞİM’İN ŞİİRLERİNDE ATEŞİN DİLİ / ARŞ. GÖR. VEYSEL ŞAHİN
  => ROMAN TEKNİĞİ BAKIMINDAN YABAN
  => TANZİMATTAN GÜNÜMÜZE COCUK EDEBİYATI
  => KADIN VE EDEBİYAT
  => Şiirin Temel Özellikleri-Christopher Caudwell
  => EDEBİYAT EĞİTİMİ: HERMENEUTİK BİR YAKLAŞIM Vefa TAŞDELEN
  => VOLTAİRE VE ROUSSEAU ETRAFINDA AYDINLANMA ÇAĞI FRANSIZ YAZINI
  => TÜRKİYE’DE ULUSAL KÜLTÜR TARTIŞMALARI BAĞLAMINDA ÇAĞDAŞ UYGARLIK SORUNU
  => EDEBİYATIN DİLİ ÜZERİNE
  => TARİHİN SINIFLANDIRILMASI
  => Türk Milletini Uyandıran Adam: Attila İlhan
  => EDEBİYAT DERSLERİNİN İÇERİĞİNİN DEĞİŞTİRİLMESİ KONUSUNDA
  => "Yalancı şöhretlerin Gerçek Yüzünü Ortaya Koydum"-Hilmi Yavuz
  => AVRUPA BİRLİĞİNİ YARATAN NEDENLER VE TÜRKİYE Metin AYDOĞAN
  => DİVAN ŞİİRİYLE HALK ŞİİRİNDE ORTAK BİR SÖYLEYİŞ BİÇİMİ
  => divan şiirindeki sevgili tipini alaya alan bir roman
  => ALIMLAMA ESTETİĞİ VE EDEBİYAT ÖĞRETİMİ
  => BAĞLANMA VE ÇELİŞKİ
  => Antik Çağ’da Tarih Yazmak
  => TARİHÎ ROMANDA POST-MODERN ARAYIŞLAR
  => Kültürel Batılılaşma
  => GARPÇILAR VE GARPÇILAR ARASINDAKİ FİKİR AYRILIKLARI
  => Harf Devrimi Üzerine Yeniden Düşünmek
  => EDEBİYAT ÖĞRETİMİNDE WALDMANN MODELİ
  => KEMÂL AHMED DEDE VE TERCÜME-İ MENÂKIB-IMEVLÂNÂ’SI
  => TARİHSEL GELİŞİM SÜRECİ İÇERİSİNDE URDUCA
  => Avrupalılaşmak mı, Avrupalılaştırmak mı?CEMİL MERİÇ
  => ŞAİRANE BİR ÇEVİRİ yahut TOPLUMBİLİMİN SERÜVENLERİ Cemil MERİÇ
  => 47 LİLER YAHUT BİR ROMANIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
  => ZAMAN, ZAMAN – I TERAKKİ Cemil Meriç,
  => Kırk Ambar (Cilt1)
  => KADIN RUHU, Cemil Meriç
  => Umrandan Uygarlığa-C.Meriç
  => Balzac’tan önce modern roman-Cemil Meriç
  => ARİSTARK’LA ZOİL-c.meriç
  => ELİNDE CENNET AÇAN ZEND AVESTA- c.meriç
  => SELEFÎLİK–SÛFÎLİK VE ÂKİF-SÜLEYMAN ULUDAĞ
  => Mehmet Âkif- Mâhir İz’e Yazdığı Mektuplar
  => DİDO SOTİRİYU’NUN ROMANI GİBİ BİR ROMANIMIZIN OLMAYIŞI
  => HİLMİ YAVUZ’UN DENEMECİLİĞİ
  => İRONİ KAVRAMI, GERÇEKÜSTÜCÜLÜK VE ERCÜMEND BEHZAD LAV ŞİİRİ ÜZERİNE
  => OKUNAMAYAN ROMANLAR
  => Gelenekçilik Geleneğe Dahil Değil
  => Türk Tiyatrosunda İronik Söz, İronisiz Metin
  => Postmodernist İroni
  => NÂZIM HİKMET ŞİİRİNİN SİYASİ ETKİLERİ
  => NÂZIM HİKMET ŞİİRİNDE SİNEMASAL ÖĞELER
  => Savaş
  => Newton, Goethe ve Sosyal Bilimler
  => Bir Afyon (!) Olarak Diktatörlükten Demokrasiye Futbol
  => Adorno Yüz Yaşında
  => Theodor Adorno: Kültür Endüstrisini Yeniden Düsünürken
  => ADORNO'NUN KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ KAVRAMI ÜZERİNE
  => ADORNO’NUN KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ KAVRAMI ÜZERİNE
  => Frankfurt Okulu
  => TARİHİ MADDECİLİK VE KAPİTALİZM - ÖNCESİ TOPLUMLARASYA TOPLUMU - FEODALİTE Asaf Savaş AKAT
  => POSTMODERNİZM GEÇ KAPİTALİZMİN KÜLTÜREL MANTIĞI
  => Postmodernizm Ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı 2
  => Postmodernizm Ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı 3
  => DİMİTRİ KANTEMİR'İN DOĞUBİLİM ARAŞTIRMALARINA KATKISI Georges Cioranesco
  => DİMİTRİ KANTEMİR'İN DOĞUBİLİM ARAŞTIRMALARINA KATKISI Georges Cioranesco 2
  => II. MEŞRUTİYET'TE SOLİDARİST DÜŞÜNCE: HALKÇILIK Zafer Toprak
  => II. MEŞRUTİYET'TE SOLİDARİST DÜŞÜNCE: HALKÇILIK Zafer Toprak 2
  => Türkoloji Araştırmaları Makaleler Veritabanı
  => Yeni Makaleler
  => Türkoloji Araştırmaları Dergisi
  => Türkoloji Makaleleri
  => ŞAİR DUYARLILIĞI Afşar TİMUÇİN
  => Yazılar.....
  => SEÇME YAZILAR
  => EDEBİYAT Tez / Makale / Kitap ara
  => Orhan Pamuk: Babamın bavulu Nobel konuşması
  => PiVOLKA'da Çıkan Yazılar
  => Amin Maalouf Üstüne
  => Öykünün Yüzyılı /Feridun ANDAÇ
  => Cumhuriyet Dönemi Türk Felsefesinde Bir Hareket Noktası Olarak Teoman Duralı-oktay taftalı
  => Sofist Bilgeliğin "Empirist" Dayanakları Üzerine 0.TAFTALI
  => Birlik ve Liderlik Hayalleri O.TAFTALI
  => Eğitilemeyen Bir Varlık Olarak İnsan O.TAFTALI
  => Çağdaş Bir Tarım Toplumuna Doğru O.TAFTALI
  => Sosyo-Politik Bağlamda Bir Dekadans Olarak Bilgi Toplumu O.TAFTALI
  => Aşkla Varolan Hayatlar O.TAFTALI
  => Batı Medeniyetinin Mutsuz Çocuğu Entelektüel O.TAFTALI
  => Nihat Genç Yazıları
  => Batılı Tarih Bilimi ve Tarihin Mantığı
  => Bir Hayat Alanı Olarak Aile O.TAFTALI
  => Bir Savaşın Kavramları Üzerine
  => Çalışma ve Erdem Kavramları Arasındaki İlgi Üzerine O.TAFTALI
  => Değer Üreten Hayatlar
  => Doğu'nun Hayal Ülkesi O.TAFTALI
  => Dostlukla Yükselen Hayatlar O.TAFTALI
  => Şiirimizin Hazin Sonu O. TAFTALI
  => Soğuk ve Sıcak Hayatlar OKTAY TAFTALI
  => Yalanın Fenomenolojisi O. TAFTALI
  => Günümüzde Medya Kılavuzluğu - Günümüzde Medya Kılavuzluğu
  => Ermeni Meselesinin Kökenini Batının Irkçılığında Aramak Lazım Prof. Dr. Türkkaya Ataöv
  => Osmanlı’dan Lozan’a Musul-Kerkük
  => “Sözümü Tutamadım, Artık Yaşayamam” Turhan Feyizoğlu
  => Gerilla Mustafa Kemal ve Türk Yurtsever Kurtuluş Hareketi Turhan Feyizoğlu"
  => SİYASİ TARİH YAZILARI -YEREL TARİH YAZILARI
  => Yazarlar - yazılar
  => TÜRKİYE’DE MUHAFAZAKÂRLIĞIN DÜŞÜNSEL - SİYASAL TEMELLERİ
  => yazılar 1
  => yazılar2
  => türk dünyası
  => Derin devlet
  => YAZILAR,
  => SOSYOLOJİ.
  => YAZILAR,,.
  => TANZİMAT DÖNEMİ
  => İdealizm-Realizm
  => Cemil Meriç..
  => ilhan berk
  => NİYAZİ BERKES’İN TÜRK KİTLE İLETİŞİM TARİHİNE KATKILARI
  => yazılar.
  => yazılar..
  => yazılar,
  => yazılar,,
  => yazılar.,
  => YAZILAR.
  => YAZILAR..
  => YAZILAR-
  => YAZILAR-,
  => yazılar.1
  => y.1
  => y.2
  => y.3
  => y.4
  => y.5
  => y.6
  => y.7
  => y.8
  => y.9
  => y.10
  => y.11
  => y.12
  => y.13
  => y.14
  => y.15
  => y.16
  => y.17
  => y.18
  => y.19
  => y.20
  => y.21
  => y.22
  => y.23
  => y.24
  => y.25
  => y.30
  => y.31
  => y.32
  => y.33
  => y.34
  => y.35
  => y.36
  => y.37
  => y,38
  => y.39
  => y.40
  => y.41
  => y.42
  => y.43
  => y.44
  => y.45
  => y.46
  => y.47
  => İnsan-Mekan İlişkileri
  => SANAT VE ELEŞTİRİ
  => Türkiye’de olumsuz Pierre Loti eleştirileri
  => TÜRKiYE’DE MODERN EDEBİYAT ELEŞTİRİSİ
  => ATATÜRK,
  => MAKALELER:
  => MAKALELER,
  => yz
  => yz1
  => yz2
  => yz3
  => yz4
  => yz5
  => yz6
  => yz7
  => yz8
  => FRIEDRICH NIETZSCHE’NİN TARİH ANLAYIŞI
  => Edebiyat Nedir?
  => YM1
  => YM2
  => YM3
  => YM4
  => YM7
  => YM8
  => YM9
  => İbn Battûta’da “Ahı” Kelimesi ve Anadolu
  => Simone de Beauvoir: Abjeksiyon ve Eros Etiği
  => Toplumsal Cinsiyet Düzenlemeleri
  => Psikanalitik ve Post-Yapısalcı Feminizm ve Deleuze
  => Tarihsel Bir Perspektif Üzerinden İroni Tür ve Tekniklerinin Gelişimi ve Bazı Uygulama Örnekleri Tarihi Gelişim
  => İroni ve Melankoli*
  => İroni, Nostalji ve Postmodern
  => “Daha İyi Anlamak İçin Daha Fazla Açıklamak” İsteyen Bir Yorumbilimci: Paul Ricœur
  => Kendi (Paul Ricœur Üstüne)
  => Sersemleşme Okulu
  => Osmanlı ve Avrupa Arasındaki Karşılıklı Etkileşimde Etnomaskeleme
  => Antik Yunan Tragedyasının Metafiziği
  => Sonbahar Mitosu: Tragedya*
  => Ayrışma, Çatışma ve Fanatizm
  => Fanatizm İlkelliktir
  => Tuhaf Bir Çocuk
  => Huzursuz
  => Benjamin’in Mistisizmine “Üç Yönlü Yol”
  => Renan, Irk ve Millet
  => Varlık, Benlik, Hatırlayış ve Unutuş Üzerine
  => Hangi Kilidin, Hangi Anahtarı?
  => Romanda Tarih
  => Bugün Psikanalizi Tartışmak
  => Kültürde Bakış
  => 1930 Goethe Ödülü Dolayısıyla Frankfurt Goethe Evi’nde Konuşma
  => Jacques Derrida ve Konukseverlik Sorusu
  => Metafiziğin Kalesi Hakkında Düşünmek
  => Hakların İadesi
  => Modern Etiğin İki Temel Direği Agnes Heller
  => Ezoterizme Genel Bir Giriş
  => Turnanın Semahı, Ezoterizmin Zamanı: Bektaşi ve Alevi Zaman Kavrayışla
  => Yeni sayfanın başlığı
  => Ulus-Ötesinden Hukuka Bakmak: Jürgen Habermas
  => Yeni Perspektifler Gerçeğin Çölüne Hoşgeldiniz
  => Orlan: Kırılan Ten Kubilay Akman
  => Pusudaki Ten, Vice Versa
  => Cimri ve Çöp Arasındaki Güçlü İlişki Üzerine
  => Demokrasi Kavramı Üzerine Hayli Spekülatif Bir İrdeleme
  => Benim Çöp Bayramım
  => Kamu Yeniden Kurulurken Kadınlara Ne Olacak?
  => Sonsuzluğun Sınırında: Immanuel Kant
  => Kant ve Üniversite İdeası
  => İki Yüzüncü Ölüm Yıldönümünde: Immanuel Kant ve Kantçılık
  => Kant ve Yeni Kantçılık
  => Otuz Beşinci Gece: Ruh, Can, Hayat, Ölüm, Akıl ve Öte Dünya Üzerine1
  => Ölüm Üzerine Tıbbi Çeşitlemeler
  => Ölüme Karşı Ölüm
  => Avrupa İçin Yeni Bir Ethos Üzerine Düşünceler
  => Avrupa ve Ötekileri
  => Sûfî Şiirinin Poetikası
  => Byron ve Romantiklik
  => Kötülük Toplumu ve Biçimin Muhalefeti
  => Balkanlar: Metaforların Çarpıştığı Bir Savaş Alanı
  => Badiou: Etik Üzerine
  => “Semen est Sanguis" Yahudilikte ve Hıristiyanlıkta Kan
  => Âdet Kanaması Tecrübesi: Sınırlar ve Ufuklar
  => Said ve Saidciler ya da Üçüncü Dünya Entelektüel Terörizmi
  => Kültür Endüstrisini Yeniden Düşünürken
  => Adorno ve Tanrının Adı
  => Kant, Adorno ve Estetiğin Toplumsal Geçişsizliği
  => Adorno ve Berg
  => İbn Battûta Seyahatnamesi
  => Irak Savaşı ve Sivil Etkinlikler
  => Yamalı Çelişkiler Semti: Saraybosna'dan Yenibosna'ya
  => Halkla Birlikte Bir Çağdaş Kent Söylemi Üzerine
  => Yeni Dünya Düzeninin Sonu?
  => Selçuklular Anadolu’da
  => Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubâd Dönemine (1220-1237) Bir Bakış
  => 13. Yüzyılın Başında Anadolu’da Ticaret
  => Selçuklular Döneminde Anadolu’da Felsefe ve Bilim (Bir Giriş)
  => Nietzsche ve ‘Akla’ İsyan
  => Bizans Manastır Sistemine Giriş
  => Öğrenci Radikalizmi Üzerine Düşünceler
  => 1968’i Yargılamak ya da 68 Kuşağına Mersiye
  => “Gelecekte İnsanlara Çok Güzel Görüneceğiz”
  => Nevroz, Psikoz ve Sapkınlık
  => Üniversitede Psikanaliz Öğretmeli miyiz? Sigmund Freud
  => Psikanalist Kimdir?
  => Nerelisiniz?
  => Irak’a Kant Çıkarması
  => Bizans Şaşırtıyor
  => 12 eylül dosyası
  => FETHİ NACİ: Cesur, Gerçekçi Ve Halkçı... İzzet Harun Akçay
  => SON OKUDUKLARIM- İzzet Harun Akçay
  => Sabahın yalnız kuşları-İzzet Harun Akçay
  => Bir Portre - Cahit Sıtkı TARANCI - Şükran KURDAKUL
  => ŞİİR NEDİR? Cahit Sıtkı TARANCI
  => Afşar TİMUÇİN - Şair Duyarlığı
  => Ahmet KÖKLÜGİLLER - Karacaoğlan'ın Yaşamı ve Şiirleri
  => Atilla ÖZKIRIMLI - Dadaloğlu ve Çevresi
  => Aysıt TANSEL - Metin Eloğlu
  ARAŞTIRMA-İNCELEME
  SÖYLEŞİ
  DENEME
  ATTİLA İLHAN
  ATTİLA İLHAN-KÖŞE YAZILARI
  E-KİTAP
  ANSİKLOPEDİK
  SATRANÇ VİDEO DERSLERİ DÖKÜMANLAR
  SATRANÇ OYNA
  ŞİİR
  DİL ANLATIM TÜRK EDEBİYATI - LİSE KAYNAK
  EDEBİYAT RADYO
  EDEBİYATIMIZDA ŞİİR ROMAN ÖYKÜ (dinle)
  100 TEMEL ESER (dinle)
  100 TÜRK EDEBİYATÇISI (dinle)
  SESLİ KİTAPLAR
  FOTOĞRAF ÇILIK
  E-DEVLET
  EĞİTİM YÖNETİMİ DENETİMİ
  RADYO TİYATROSU
  ÖĞRETMEN KAYNAK
  EDEBİYAT TV
  SÖYLEŞİLER - BELGESELLER TV
  RADYO KLASİK
  TÜRKÜLER
  GAZETELER MANŞETLER
  ÖYKÜ ANTOLOJİSİ
  DERGİLER - KİTAPLAR - KÜTÜPHANELER
  E-DERGİ
  KİM KİMDİR BİYOGRAFİLER
  ZİYARETÇİ DEFTERİ
  İLETİŞİM
  EDEBİYAT OKYANUS
Kültürde Bakış
Kültürde Bakış
Meltem Kütahneci


 

I. Giriş: Kültür1, Freud’dan Lacan’a
Kültür sınırsız hazzın dışlanması üzerinde temellenir: Bu Freud’un Totem ve Tabu ve Uygarlığın Huzursuzluğu’nda savunduğu tezdir. Bu ilk metinde Freud, toplum bağlarını kurmak ve oradan, topluluk içinde yaşamak için, insanın dürtülerinin mutlak bir doyumunun yasaklanmasının zorunluluğu üzerine konuşur. Totemik yasaların inşası bu yasaklamayı sağlamlaştırmak içindir.
Totem ve Tabu mitinde, müttefik kardeşler, ilkel kalabalığın babasını (totem hayvanını (le père de la horde primitive) öldürüp, yiyip tüketince, onuru kırılan baba ile bağlantı kurma arzusuna yol açan bir suçluluk bilinci hissetmeye başlarlar. Bu suçluluk duygusu, totemik dini ve ona eşlik eden iki temel tabu doğuracaktır: Totem hayvanını öldürme tabusu (babanın temsilcisi) ve ensest tabusu (babanın haz nesnesi olan kadınlarının temsilcisi). Totemik yasalar böylece, temel cinayet suçluluğundan kaynaklanan bir cezalandırılma ihtiyacından doğar ve bu yasalar bireyi saldırgan (babayı öldürme) ve cinsel (anne ile yatma) dürtülerini bırakmaya zorlar. Freud’a göre, bu bilinç sadece totemik dinin değil, aynı zamanda da toplumun kaynağını oluşturur: “Toplum bundan böyle ortak bir yanlış, ortak işlenen bir suç üzerine; din, suçluluk hissi ve pişmanlık üzerine; ahlak, bir taraftan bu toplumun gereksinimleri üzerine, diğer taraftan da suçluluk hissinin ortaya çıkardığı kefaret ihtiyacı üzerine dayanır”2.
Freud ikinci metin olan Uygarlığın Huzursuzluğu’nda, kültürün kurulması için zorunlu olan ve her bireyin payına düşen dürtüsel vazgeçme üzerine olan tezini yeniden ele alır. Freud, toplumsal bağlılığı devam ettirmek için, insanın saldırgan ve cinsel dürtülerini kısıtlayan kültürün kendisinin birey bazında üyeleri ile nasıl çatışmaya girdiğinin üzerinde durur. Ona göre, insan kendi temayülünü takip etseydi, “kendi akrabasının sırtından kendi gereksinimini tatmin edebilir, ölçüsüzce onun çalışmasını sömürebilir, onun rızası olmadan cinsel anlamda onu kullanabilir, mallarına el koyabilir, onu aşağılayabilir, ona acı yaşatabilir, ona işkence edebilir ve onu öldürebilirdi”3; böylece toplumsal yaşamı imkânsız kılardı.
Fakat kültür ve birey arasındaki çatışma kendi karşıtını birey psişesindeki çatışmada bulur, ki bu da Freud’un gelmek istediği noktadır: Dışsal otorite üst-benin gereksinimleri tarafından psişizmde cisimleştirilir; bireyin kişisel ilgileri ben tarafından savunulur. Bundan dolayı, insandaki huzursuzluk kültürdeki huzursuzluktan ileri gelir, zira burada üst-benin gereksinimleri ile karşılaşıp, bireyi suçluluk hissinin altında bırakacak olan arzunun aralıksız ortaya çıkışı söz konusudur. Bu arzu, herkes için, Anne ile bütünleşmek ve bu bütünleşme üzerinden kendi kökensel eksikliğini aşmak üzerine kuruludur. Yine de, her zaman par excellence bir öteki vardır, ki çocuğun imgeleminde babayı temsil eder, anne bedenini yasaklayan yasayı taşır ve böylece tamamlanmanın hazzını ve çocuk tarafından aranan bütün iktidarını yasaklar. Onun içindir ki baba katli, en eski istek olarak kurulur. Freud zaten Totem ve Tabu mitini bu tuhaf öldürme arzusunu açıklayabilmek için kurmuştur: müttefik kardeşler, hazzın sınır tanımadığı ve bunun yanında ötekilerin hazzını da sınırlayan kalabalığın babasını öldürürler. Totem o günden beri, bu tür istisnai bir yer edinmek için yasak getiren ve imrenmeye değer bir hazdan bireylerin birbirlerini karşılıklı olarak yoksun etmelerini sağlayan yasa olarak ortaya çıkar.
Lacan, Freud’un uygarlığın temeli olarak sınırsız hazzın dışlanması üzerine olan tezini yeniden ele alır ve nesne a’yı kavramsallaştırarak, bireyde arzunun nasıl ortaya çıktığını yorumlar4. Bu “arzuya neden olan” nesne, kastrasyon süreci esnasında5, Öteki’nin6 ya da, başka bir deyişle, Anne’nin bedeninden kopup düşen nesnedir. Gerçeklikten kendini dışlayarak düşen bu nesne simgesel düzeni mümkün kılan ve onun temsiline izin veren bir eksiklik, bir boşluk bırakır. Özne simgesel sisteme, kültüre bu boşluğun etrafında söylemini organize ederek girer. Bundan dolayıdır ki Lacan otorite söylemini (discours du maître) toplumsal bağı kuran söylem olarak gösterir, zira bu söylemde nesne a (l’objet a), öznenin kültüre girme işleminden arta kalan nesnedir. Bununla birlikte, arzunun nesnesi olan bu “artık”, bir yandan kültürden dışarı çıkartılırken, öbür yanda da arzunun ortaya çıkmasıyla birlikte bu kültürün bir parçası haline gelir. Böylece yasalar arzunun imkânsız tamamlanmasını sınırlamak için dile getirilir.
Lacan’a göre kalabalığın babasının sınırsız hazzı7 ulaşılamazdır; fakat bu, insanların yasaklayan yasası yüzünden değil, dilin zorunlu olarak bir eksiği, hazzın kaybını imlemesinden kaynaklanır. Bu aynı zamanda özneye, aklına gelen her şeyi söylemeyi emreden psikanalizin temelindeki kuralla birlikte gözlemlediğimiz şeydir. Psikanalizin her şeyi söyleme üzerine olan emri başka bir taraftan özneye verilen haz duyma emri diye de yorumlanabilir; ve bu, insanın istese de aklından her geçeni söyleyemeyeceğini, hazzın özünde imkânsız olduğunu gösterme amacıyla verilir, zira konuşma olayının kendisi bir eksiğe işaret eder; çünkü simgesel anlamda konuşmak her şeyden öte eksik olanı temsil etme eylemidir. Yasak bu yüzden bir yasa olayı değil, bir yapı olayıdır. Burada bizler Freudcu mantığın nasıl Lacan tarafından tersine çevrildiğini görüyoruz: Herkesin yasanın altına girmesi babanın hazzını yasaklamak için değildir, tersine bu haz, imkânsız olduğundan yasaklanmalıdır.
Ölüm deneyiminin ve travmatizmin gösterdiği gibi, dünyanın bir bölümü dille benimsenemez. Bu Lacan’ın “Gerçek” kavramı (Réel) ile dile getirdiği şeydir. Gerçek8 imkânsızdır; çünkü Gerçek’in imgeleşmesi ya da simgeleşmesi olanaksızdır. Bu demek oluyor ki dünyanın, gösterenler (signifiant) tarafından tam açıklanması olanaksızdır, bu açıklamanın bir bölümü her zaman elden kaçar. Bu sindirilemez bölümün temsilcisi, öznenin, arzusunun itişinde aradığı “nesne a”dır. Bu yüzden bu nesne aynı zamanda dürtü nesnesi olarak da adlandırılır. Yani dürtü, kendi devri üzerinden tam doyumu ya da başka deyişle hazzı yakalamak için nesneyi elde etmeye uğraşır. Fakat Lacan’ın da bize dediği gibi, bu dürtü nesnesinin hangi nesne olduğunun hiçbir önemi yoktur. Bu yüzden Lacan, bu nesneyi alfabenin herhangi bir harfi ile, örneğin “a” harfi ile adlandırır. Sonuçta bir paradoks ortaya çıkar; dürtü bu nesne a’ya erişmeye çalışsa da, amacı bu nesneyi elde etmek değildir; tıpkı onu yüceltme olayında gördüğümüz gibi, ki burada dürtünün, nesnesi tarafından zorunlu olarak doyuma ulaştırılması söz konusu değildir, psişenin yaşamını devam ettirmesi, yani arzuyu garanti altına alması için, dürtünün bu nesnenin etrafındaki dönüşünü, ona hiç ulaşamadan, yani doyuma asla ulaşamadan, tamamlaması gerekir. Çünkü dürtü nesnesine ulaşırsa arama sona erer ve bu son psişenin ölümü manasına gelir.
II. Dürtüsel Yeni Bir Nesne: Bakış
Freud, bakışı bir dürtü olarak tasvir eder ve bakışın, dürtü merkezini görme dürtüsü olarak ifade edilmesinden bahseder. Yine de, Lacan’ın aksine, Freud bakışı bütün dürtüler bir bakış alanının parçası olduğu için spesifik kısmi bir dürtü diye ayırmaz; çünkü eğer bir dürtü varsa, Id görmek ister. Histeriğe acı çektiren görmenin psikojenik bozukluğu, görme dürtüsü olarak dürtüsel alanda bakışın rolüne verebileceğimiz örneklerden biridir. Aslında, eğer görme (la vision) temsili, bir sorun olarak ortaya koyulmuyorsa, histeriğin görme yeteneğini (la vue) kaybetmeyeceğini varsayabiliriz, zira eğer özne kör ise, gözü hasar görmemiştir. Bakış, böylece, görme yeteneğinin bir organı olan gözden farklıdır: Göz hayatın korunması konusunda yeterliyken, bakış gözden erotik nesnenin karşısında işlevini yerine getirmesi ile ayrılır. O bir haz organının taşıyıcısıdır ve bu yüzden, dürtüsel ve oto-erotiktir: “Böylece bakış gözden öcünü alır [...], organın bilgisinin yerini alan estetik hazzın etkisi ile...”9.
Dürtüsel nesnelere ait olan bakış, toplumsal bağda öznenin simgesel yerini bulabilmasi için, kendini Gerçek’in dışında bırakmak zorundadır. Didier-Weill’in dediği gibi: Eğer insan “özne olarak konuşuyorsa, bunu özne olduğunu unutarak yapar. Oysa ki, nasıl Öteki’nin kendisi üzerindeki bakışını unutamayacak olan özne kendini unutabilir ki?” Özne üzerinde konumlanan Öteki’nin bu bakışı, üst-bensel bir bakıştan başka bir şey değildir, ki bunlar gözetim ve eleştiri olarak bilinen üst-benin iki formudur ve Lacan tarafından incelikle ele alınan sırasıyla bakış ve sese denk düşen iki dürtüsel nesnedir10.
Söze giriş insana toplumsal bir yere sahip olmasını sağlar ve bu giriş kastrasyon süreci ile koşullandırılır. Bu süreç Öteki ile (ya da Anne’den) çocuğun ayrışmasını sağlayan süreçtir. Bu iki kişinin arasına bir siper oluşturarak, Öteki’nin bakışının çocuk için kaybolmasına neden olur. Bakış alanındaki bu ayrışmayı daha iyi anlamak için Algı Fenomenolojisi adlı yapıtında Merleau-Ponty’nin anlattığı deneyi ele alabiliriz. Bu deney karanlık bir odada gerçekleşir; siyah bir disk üzerine yansıtılan parlak bir nokta vardır ve bu şekilde ışık demetinin sınırı ile diskin sınırı birbiriyle örtüşür. Deneyin bu ilk etabında, gözlemci beyazımtırak bir koni görür. İkinci etapta, ışıklı nokta ile siyah disk arasına beyaz bir sayfa yerleştirilmesi ile gözlemci –tıpkı mekânın diğer unsurlarının da olduğu gibi– siyah diskin farklı bir görünümüne sahip olacaktır. Yani ışık ancak görülmediği takdirde aydınlatma rolünü oynar; deneyin ikinci etabının anlamı budur. Eğer Öteki’ni temsil eden şey olarak ışığı ele alacak olursak, bu deneyin başlangıcında özne (siyah disk), Öteki ile karışır: Özne Öteki’nin alanındadır, onunla kaynaşır. İkinci etapta siperin girişi, ona, kendini birey olarak kurmasına, Öteki’nden ayrı bir biçimde görülmesine izin verir. Bu ayrışma, özne eğer Öteki’nin yerinde bir eksikliğin var olduğunu kabul ederse gerçek olabilir, ki bu eksiklik Öteki’nin Gerçek olgusu (Réel) yüzünden dünyayı tam olarak simgeselleştirememesinden kaynaklanır. Özne, Öteki’nde saptadığı bu eksiklik sayesinde kendisindeki eksikliği kabul eder11, simgesel12 sisteme entegre olur ve sınırsız hazzın imkânsız oluğunu kavrar. Bu eksiklik ayrıca öznenin yakınmasının etrafında ördüğü eksikliktir ve görme alanında kendini şu şekilde ifade eder: “seni gördüğüm zaman asla bana bakmıyorsun” ya da “bana hiç benim istediğim gibi dikkat etmiyorsun”. Öyleyse öznenin Öteki’nin bakışından yoksun olması; öznenin söyleme, söze, yakınmaya, simgesele, kültüre girişi için zorunludur.
Burada, topluluk halinde yaşamı, kültürün temelini garanti altına almak için, dürtüsel nesnelerin (meme, dışkı, bakış, ses) gerçeklikten dışlanmasının zorunluluğunu ifşa eden önceden de konusunu ettiğimiz varsayımımıza geri döneriz. Yine de, dışta tutulan bu nesne [bakış], hazzın arta kalanı olarak geri döner ve bu geri dönüş, Freud’un Uygarlığın Huzursuzluğu’nda bahsettiği huzursuzluğun nedenidir. Bakışın dışlanması, bakış arzusunu ve bu arzudan kaynaklanan, üst-benin etkileri üzerinden ifade edilen bir suçluluk duygusunu doğurur.
Her insan sınırsız hazza yönelir, zira insanlar mutlak mutluluğun koordinatlarının ikamet ettiği yerin hazda olduğuna inanırlar; fakat bu eğilim, bütünsel şeffaflığı ve öznenin eylemlerinde dürüstlüğü isteyen üst-benin gözünde insanı suçlu duruma düşürür. Bu otorite, özneyi hep gözaltında tutar ve öznede, suçlayan bakışının geri dönüşü dolayısıyla huzursuzluğa neden olur. Bu huzursuzluk, Nazar’a inanç şeklinde kültürün en eski belirtilerinden birinde kendi ifadesini bulur.

III. Uygarlıktaki Huzursuzluk Olarak Kötü Göze/Nazara İnanç
Lacancı terimlerle söylenirse, uygarlık, öznenin dile girişi yararına dürtüsel nesne eksikliğinin sonucu olarak, simgesel olanın yararına Gerçek’in dışta bırakılması ile kurulur. Bu nesne, gösteren zincirinin (chaine signifiante) ve imgenin dışında bırakılır, zira o ne sembolize edilebilir ne de imgelenebilir. O, sınırsız haz veren bir korkunçluk olarak kültürün gözünde saf bir artıktır13 ve orada “hazzın fazlası”14 şeklinde geri dönerek huzursuzluğa neden olur. Özne, bu hazzı aramanın suçlusu olarak, onu kötü göz/nazar formu altında görme alanında yeniden bulur.
Kötü göz veya nazar’a inanç, öznenin sahip olduğu şeyden onu yoksun bırakması karakteristiğine sahiptir. Öznenin bu şeyi kaybetme korkusu bize onun bu nesneye ne derecede değer verdiğinin işaretidir; ne de olsa kimse değer vermediği bir şeyi kaybetmekten korkmaz. Bu değerli nesne, psikanalitik dilde, agalmatik nesnenin* adını taşır. Gernet, Platon’un Şölen’ninden Lacan’ın ödünç aldığı agalma sözcüğünü, “her çeşit nesne ile ilişkili olabilen – hatta, şartlar uygunsa eğer, ‘paha biçilmez’ olarak insan ile de ilişkili olabilen” bir şey olarak tanımlar15. Bu nesnenin sahiplenilmesi böylece, özneye eksiksiz hazza erişme imkânını verir. Öteki bundan dolayı bu hazzı çekemez olur ve öznenin sahip olduğu şeyden özneyi yoksun bırakmayı ister.
Çekemezlik (l’envie) kavramını açıklamak için, Lacan’ın yaptığı gibi, Aziz Agustinus’un İtiraflar’ından bir alıntı üzerine yaslanacağız. Sahne şöyledir: “Kendi gözlerimle gördüm ve kıskançlığa (la jalousie) maruz kalan küçük bir çocuğu tanıdım. Hâlâ konuşmuyordu ve zaten sütkardeşini seyrediyordu, bütünüyle solgun ve zehirleyici bir bakışla”16. Burada söz konusu olan çekemezlikle, yani zehirleyici bir bakışla, Öteki’nin (Anne ya da Sütanne’nin) memesinden haz almakta olan benzerine (kardeşi) bakan çocuktur. Özne, Anne’nin memesiyle bütünleşme hazzından yoksun olduğunu hisseder. Böylece, benzerinin gösterdiği basit bir eksiksizlik gösterisi ile o, kendisindeki eksikliğin benzeri yüzünden olduğuna kanaat getirir. Bu yüzden, öteki ile ilişkisinde o potansiyel bir yıkıcıdır, zira öldürücü bakış, haz duyulan nesneden öte, haz duyan ötekiyi amaçlar. Çekemezlik, öyleyse, sahip olmanın basit bir arzusu değil fakat ötekine karşı nefrettir. Bu yüzden Lacan kıskançlık (la jalousie) kelimesi yerine çekemezlik17 (l’envie) kelimesini kullanacaktır. Nazar’a olan inançta, özne, kendisinin hissettiği ya da daha önceden hissetmiş olduğu bu çekemezlik hissinin Öteki’nde de var olduğunu varsayar. Bir başka deyişle, özne Öteki’nin üzerine kendi nefretini yansıtır. Ayrıca, kötü göz/nazar tehlikesinin ona yaklaşmasını önleyen birisi, aslında kendisine ait olan yok etme arzusunu ve saldırgan dürtüsünü reddederek, bunları öldürücü Öteki’nin üzerine taşır.
Sonuçta, öznenin Öteki’ne varsaydığı çekemezlik, bize onun, elinde paha biçilmez, agalmatik, başka bir deyişle kastrasyonu maskeleyen bir nesneyi tuttuğunu düşündüğünü kanıtlar. Böylece, bu nesnenin kaybı önünde duyulan kaygı (angoisse), Freud’un gösterdiği gibi, kastrasyon kaygısına denk düşer. Kötü göze/nazara olan inanç, kökenini eksiksizliğin ya da kastrasyonun iptal edildiği bir durumun var olması inancında bulur. Bu bize, onun hâlâ hazzın elde edilebileceği veya bu eksiksizliği bir gün Öteki’nde bulabileceği yanılsamasını kendinde taşıdığını gösterir. Aynı zamanda Nazar’a inanç agalmatik nesnenin sahiplenmesinin getirdiği bir ceza ihtiyacı olarak da yorumlanabilir. Tıpkı Freud’un bize öğrettiği gibi, bilinçdışı suçluluk ceza ihtiyacının arkasında saklanan şeydir. Ve bu suçluluk duygusu, öznenin eksiksizliğe olan inancını açığa çıkarır, zira insanın eksiksizliğe erebilmek için elde etmesi gereken temel arzu Ödipal sistem’de babayı öldürmek ve anneyle yatmaktır. Bu arzunun varlığı bile, insanda büyük bir suçluluk duygusu yaratır. Yine de özne öteki karşısında bu arzusunu saklayabilse de, ahlaki vicdan olarak sürekli onu gözetleyen üst-benden bunu saklayamaz.
Öznenin çekemezliği ve her zaman için kaybolmuş olanı bulmanın aldatıcı umudu, benzerinin hazzını sürekli ve kaçınılmaz olarak gösteriye döken bizimki gibi “görmeye dair” (scopique) bir toplumda, kendini ‘vurgulanmış’ olarak bulur.

IV. Çağdaş Toplum ve Görme Hazzı
Çağdaş toplumumuz tanım olarak “görmeye dair” (scopique) bir toplumdur. Dürtü nesnesi olarak ve Gerçek’in alanından dışlanarak özneye kültüre girme izni veren bakış, bu toplumda bir gösteri hazzı formu altında geri dönüşünü gerçekleştirir. Üst-bensel emirlerden biri olan kendini göstermek ya da sadece varolmak için görmek hiç olmadığı kadar güçlüdür bugün. Toplumumuzun baskın cogito’ları bu yüzden “Öteki beni görüyor, öyleyse varım” ile ya da “görüyorum, öyleyse varım”la sınırlandırılır.
Guy Debord tarafından tanımlanan gösteri toplumunda, bu toplum varolduğunu hissetmek için her şeyi görmek zorundadır. Gerçek dünya böylece imgelere aktarılır ve bu imgeler gösterici hazzını garantiye almak için gerçeklikten de daha gerçek olur. Dahası, görme gereksinimi sınırsız olur, çünkü insan sadece görmeyi istemez, ayrıca herkesi, her şeyi ve hemen görmeyi ister. İmkânsızın boyutu onun için artık söz konusu değildir; çünkü sınırsız haz imkân olarak verilir. İnsanı eskiden şoke eden savaş imgeleri böylece bir bayağılığın parçası haline gelir. Savaşın dehşeti sadece filmlerde yoktur artık, ölüm dürtüsünde kayıtlı silinmez imgelerle birlikte göstericinin tahrik edici bir dehşet tarafından uyanık tutulduğu doğrudan televizyon haberlerindedir.
Görme zorunluluğu ayrıca, varolmak için bütün olayların imgeye alınması zorunluluğunda kendini gösterir. Bu imgeler tercihen doğrudan olmalı ve mutsuzluk, kayıp, acı, seks ve ölüm olayları ile daha çok içli dışlı olmalıdır. Büyük figürlerin cenaze görüntüleri, 11 Eylül, Irak Savaşı ya da Biri Bizi Gözetliyor’un iyi bir örnek olduğu reality showlarda olduğu gibi. Üstelik, izleyiciyi hazza eriştirmek için verilen bütün bu imgeler, Türk televizyonlarında sürekli olarak tekrarlanıyor; dürtünün öldürücü boyutunda izleyiciyi alıkoyarak, temsil imkânını bırakmaksızın insanları büyüleyen bir tekrar halinde.
Şeffaflığın imgesi, böylece güncel her şeyi görmenin hazzını karakterize eder. Michel Foucault bize bunun çok daha iyi bir örneğini Gözetleme ve Cezalandırma [Hapishanenin Doğuşu] adlı yapıtında, Jeremy Bentham’in panoptikonundan yola çıkarak gösterir. Burada, merkezi bir kuleden tutukluları ya da hastaları gözetleyenin onlara görünmeksizin bunu yapmasını sağlayan bir mimari düzenleme söz konusudur. İktidar bu kulenin bakışında algılanabilir, fakat görünmez kalır. Her şeyi ve her hareketi, bakış nesnesi olmaksızın kontrol eder. Aynı zamanda, bakılan o özneyi Öteki’nin haz nesnesi yapar; sembolleşme üzerinden gerçekleşen özneleşme artık bu hazda garanti altına alınamaz: Tutuklu ya da hasta böylece “bir bilginin nesnesi olur ve asla bir iletişim öznesi olamaz”18. Kendisi, artık kim tarafından ve ne zaman görüldüğü önemli olmadan bakışın nesnesi olur. Bu panoptik [göz], Merleau Ponty’nin bahsettiği görsel alanın kesişmesini (chiasme) ve bunun yanı sıra paronayak gözetlemenin çılgınlığındaki gibi özneyi perdesiz, maskesiz ve şeffaf kılan bir gözü kurmak için görme ve görünme arasındaki M. Ponty’nin iç içeliklerini (entrelac) yok eder.
Bu Peter Weir’in Truman Show adlı filmindeki mizansendir. Senaryo, bir televizyon dizisi için, bir prodüksiyon ajansı tarafından, doğar doğmaz satın alınan bir insanın hikâyesini anlatır. Bu saf sapkın düzenleme, bu insanı anonim bir haz nesnesine, yaratıcısının nesnesine dönüştürür. Bu film bugünün “reality show”larını karikatürize ederek anlatır. Herkesin görüldüğü ve dinlendiği, ve aynı zamanda röntgencinin görünmez ve anonim kaldığı bu şovlarda, gerçek ve şeffaf olanın bir temsili söz konusudur. Kahramanlar ayrıca başarılı bir televizyon programının oyuncakları ve nesneleridir. Değeri artan boyut, bakış altındaki, hayranlık duyulan çıplak ündür. Ne bir girişim ne de bir süreç, sadece anında istenen başarı, tanınma ve para. Bir zamanlar teşhircilik olarak yorumladığımız [şeyler], bugün televizyonun güncel mekân ve zamanında, bastırılmaksızın gösterilen bir haz halinde yayınlanıyor. Burada, temsilin yerine sunumun ve şeffaflığın gerekliliği söz konusudur. Jean Baudrillard’ın dediği gibi, orada, hiçliğin delirten teşhirciliği, hiç olarak izlenme ve hiç olma söz konusudur. Bu insanlar izleniyor olmanın dışında hiçbir değere sahip değillerdir. Televizyon izleyicilerinin isteklerine bütünüyle bağlı olmaları nedeniyle, onların varlığı, umutsuzca ve her ne pahasına olursa olsun, beğenilmenin sefil yasasına takılır. Yine de onlar, izleyiciler tarafından kıskanılırlar; çünkü her insanın eline geçirmek istediği Öteki’nin bakışına, izleyicinin haz nesnesine sahip oldukları düşünülür.
“Görmeye dair” toplum, özneye Öteki’nin bakışının eksikliğini sunmak yerine, ki bu eksiklik onun yoksun olanı temsil etmesine ve böylelikle simgesel sisteme girmesine izin verir, bu bakıştan öznenin gerçekliğinde mutlak bir mevcudiyet yaratıyor. Kameralar, örneğin, gündelik yaşamımızın yerini dolduruyor. Araştırmalara göre, Londra şehir merkezinde yaşayan birisi ortalama olarak günde sekiz ila üç yüz defa kameralar tarafından görüntüleniyor. Bu, “görme-görülme” çiftini parçalayan Öteki panoptikondur; çünkü görmeyen fakat sürekli görülen, gözetlenen bir özne yaratır. Toplumumuz sadece bu panoptik boyuta indirgenemez, fakat şu genelleme yanlış olmaz: herkes herkesi gözetler. Bu ayrıca Öteki’nin varlığının yanılsamasını veren, dolayısıyla da hazzın imkânlılığını öğreten toplumdur.
Temelde bizler, yüceltmenin ve kastrasyonun ekonomisini yaparak, hazzın dolaysızlığı için temsil dünyasını sürekli olarak terk ederiz. Fakat, öznenin tekilliğini yaratmak için orada eksik mekânı açarak, öznel boyutun değerinin artmasına izin veren psikanalitik anlamda etik nerededir?

V. Sonuç: Bakış Etiği
Psikanaliz etiği bir haz etiği değildir, daha çok arzunun etiğidir. Lacan’ın dediği gibi: İnsan, arzusundan vazgeçmemelidir. Vazgeçmeyeceğimiz arzu, ondan kaygılandığımız anlamda cinsel arzu, ya da iktidar açlığı, ya da para için aç gözlülük değildir. Burada söz konusu olan, öznenin başı boş dolaşmamasına ve toplumda hareket halinde olmasına izin veren arzu arzusudur, ki özneye varlığını veren budur, zira arzu varlığın mecaz-i mürselidir. Analiz böylece asıl doğasının sınırsız haz karşısında bir bariyer olduğu arzunun yolunu terk etmemeyi tavsiye eder. Öznenin varolma eksikliğinin kordinatlarını keşfetmesine, arzusuna neden olan, kendi eylem ve kararlarının temelini oluşturan onarılmaz olan bu eksikliği ile özdeşleşmesini sağlar. Böylece onun kastrasyonu kabul etmesine izin verir.
Paranoyak aklı kendine temel ederek, hazzın aşırılığını komuta eden “görmeye dair” topluma karşı olarak, psikanaliz arzunun doğmasını sağlayan bakış etiğini getirir. Böylece, paranoyak akla karşı çıkmak içindir ki psikanaliz gizlilik, mahremiyet, edep hakkının temel öneminin altını çizer. Bakışın imgesel payının, haz arayışının yanılsama payının üstündeki örtüyü kaldırarak psikanaliz bu bakışın bir özü olmadığını önceden haber verir, ki Öteki bireyin bir kurgusudur ve hiç şüphesiz onun bakışı kör ve dayanıksızdır. Psikanalitik kurama göre hazzın imkânsızlığı yapısaldır. Nesne a’yı yeniden bulmak ölüme eşittir, zira bu yeniden bulma aynı zamanda öznenin harekete geçmesi kadar yadsınmasıdır da. Arzusuna göre hareket eden özne, İd’in olduğu yerde kendini “Ben” olarak tanımlayabilen, özne olma konumunun sorumluluğu ile yüz yüze gelebilen öznedir.
Sonuç olarak, içinde yaşadığımız toplum arzudan ziyade hazzı salık verir. Klinikte, bu salık vermenin olumsuz etkilerini psikoterapileri kesilen hastaların üzerinden görüyoruz, ki bu hastalar varoluş ıstıraplarının anlamını kavramak yerine, kendilerini onlara hazzı dolaysız yoldan vereceğine inandıkları ilaç tedavisine terk ediyorlar. Günümüzde uyuşturucu kullanımlarının önemli oranda artışı, içinden çıkılması güç olan bu arzu sorunu ile asla yüzleşmemek üzerine kurulu olan haz arayışının diğer bir örneğidir. Gerçi toplum bize sınırsız hazzın mümkün olduğu yanılsamasını sunduğu için, bu hastaların zamanlarını kendilerini tanıyıp, eksikliklerini kabul etmekle harcamamaları karşısında şaşırmamak gerek.

Fransızcadan çeviren: Nusret Polat

Notlar

1 Kültür ya da Uygarlık? Freud bu iki terimi Uygarlığın Huzursuzluğu adlı yapıtında birbirlerinin yerine kullanır, fakat eğer daha yakından bakılırsa bu iki terim arasında bir ayrım yapar: “Kültür bir taraftan doğa güçlerini kontrol etmek için insanları kontrol eden bütün bilgiyi ve iktidarı ve insan gereksinimlerinin doyumuna elverişli şeyleri, diğer taraftan da ulaşılabilir şeylerin paylaşımını kurala bağlayan bütün zorunlu düzenlemeleri içine alır”,
S. Freud, (1929), Malaise dans la civilisation, Çev: P. Cotet, R. Lainé ve J. Stute-Cadiot, PUF yayınları, Paris, 2000, s. 8. Bu ayrım, kültürü, bir uygarlığın entelektüel görüşlerinin bütünü olarak uygarlığı ise insan toplumlarının kazanımlarının bütünü olarak tanımlar.
2 S. Freud, (1912), Totem et tabou, Çev. S. Jankélévitch, Petite Bibliothèque Payot Yayınları, Paris, 1979, s. 168.
3 Freud, Malaise dans la civilisation, Çev: P. Cotet, R. Lainé ve J. Stute-Cadiot, PUF Yayınları, Paris, 2000, s. 64-65.
4 Lacan nesne a olarak adlandırdığı yeni bir nesne hakkında konuşur. Bu nesne ile bizler Lacancı katkının en önemli noktasıyla temas ederiz. Nesne a dünyaya ait bir nesne değildir. Bu nesne temsil edilemez, ele geçirilemez ve sadece bedenin kısmi bölümlerinden itibaren tanımlanabilir; bu nesne dörde indirgenebilir: Emme nesnesi (meme), boşaltım nesnesi (dışkı), bakış ve ses. O, arzuya neden olan nesne olduğu kadar arzu tarafından da amaçlanan nesnedir.
5 Kastrasyon öznel yapıyı belirleyen simgesel bir işlemdir. Bu öznenin Oidipus karmaşasına girişine işaret eden eksiğin varoluşunun, özne tarafından hesaba katılmasıdır. Özne böylece hazdan vazgeçer ve buna karşılık olarak, hazzın başka bir formunu, Yasa’nın öznelerine özgü olan formunu kabul eder.
6 Lacan, işlevini belirtmek için büyük harf ile süslediği bu terimi ilk olarak Seminer II’de tanıttı. Öteki, sözün yayılmasının, gösterenlerin (signifiants) kökeninin yeridir – Özne bundan sonra her konuştuğunda Öteki’nin (ki bu anne, baba ya da öznenin çevresindeki diğer kişiler olabilir) gösterenlerine danışarak konuşur; zira özne bu Öteki’nin gösterenleri üzerinden dünyayı tanır. Öteki böylece kendisinin içinde ve dışında olan imgesel partnerin ötesindedir. O, özdeşliğe ya da aynılığa indirgenemez bir başkalıktır, o zaten hep orada olandır. Bu nedenle de küçük harfle yazılan öteki ile karıştırılmamalıdır.
7 Haz kavramını herhangi bir zevk olarak yorumlamamak gerek. Haz temelinde sınırsız olmasıyla tanımlanır. Bu aşırılık, simgesel düzende bir boşluk bırakır ve bu boşluğu Lacan, Gerçek (Réel) kavramıyla adlandırır. O, Gerçek’in yerini imkânsız kılan damgadır.
8 Gerçek (Réel), simgesel düzenin müdahalesiyle kendini öznenin gerçekliğinin dışında bırakır. Gerçek, imkânsızdır, bu dünyaya ait değildir, düşünülemeyen ve temsil edilemeyendir.
9 P. L. Assoun, Le regard et la voix, Economica Yayınları, Paris, 2001, s. 20.
10 A. Didier-Weill, Les trois temps de la loi, Paris, Seuil, 1995, s. 72.
11 “Kastrasyonun reddi, her şeyden önce Öteki’nin kastrasyonunun reddidir”, J. Lacan, (1958), “La direction de la cure et les principes de son pouvoir”, Ecrits içinde, Seuil Yayınları, Paris, 1966, s. 632.
12 Simgesel düzen (sembolik), öznenin doğumunu önceleyen ve özneyi önceden belirleyen kurumların tümüdür. Eksiğe gönderme yapar ve kendini ikili form altında gösterir: Yasak ve borç.
13 Sofokles’in Oidipus mitinde olduğu gibi, Oidipus ensest yasasını çiğnedikten sonra kendini cezalandırmak için kendi gözlerini yuvalarından çıkarır. Bundan böyle o, şehrin artığı haline gelmiş, görüntüsü ile bu şehre dehşet saçan kişidir.
14 Lacan bu yeni sözcüğü (plus-de-jouir), Marx’ın artı değer kavramına gönderme yaparak önermiştir. Bu formdaki haz, nesne a’nın öznenin gerçekliğinde sunulmasından ileri gelir. Fakat, Marx’ın artı değer kavramında da olduğu gibi, hiç kimse bu nesneden yararlanamaz. Özne bu nesnenin aslında Öteki’nin ellerinde olduğunu varsayar, oysa ki Öteki de bu nesneye sahip değildir. Öteki de aslında özne gibi hazza ulaşamaz.
15 L. Gernet, (1968), “La notion mythique dans de la valeur en Grèce”, Anthropologie de la Grèce Antique içinde, Flammarion Yayınları, Paris, 1982, s. 127.
16 J. Lacan, (1948), “L’agressivité en psychanalyse”, Ecrits içinde, s. 101.
17 Mélanie Klein, Envie et Gratitude adlı yapıtında çekemezlik ile kıskançlığın arasındaki farkı ortaya koyar. Bu yazara göre, çekemezlik ikili bir ilişkide, oysa ki kıskançlık üçlü bir ilişkide kendini gösterir. İlkinde özne, ötekinin hazzını sağlayan nesneyi yok etmek ister, ikincisinde ise bu nesneye sahip olmak.
18 M. Foucault, Surveiller et punir, Ed. Gallimard, Paris, 1975, s. 202. [Hapishanenin Doğuşu, Çev. M. A. Kılıçbay, İmge Yayınları, 1992]


İLETİŞİM edebiyatokyanus@gmail.com  
   
edebiyatokyanus 647130 ziyaretçi (1188316 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol