Halit Fahri'nin Zerdüşt manzumesi böyle başlar. İhtiyar Peygamber dört bin çöl aşarak gelir Fâris'e. “Ahura Mazda'yı takdise başlasın İran!” diye vaaza başlar: “Odur yegâne ilâh, emri nûra tapmaktır.” Asırlar geçer, kutsal ateş söner ve şair o büyük inancın ölümü.
“Kan ağlayan şafak altında söndü lâlelerin,
Kırıldı taşlara çarptıkça al piyalelerin.”
mısralarıyla kitabeleştirir.
Mağaralarında yıldızlar barınan kutsal dağ... Gümüş yeleli atlar gibi şahlanan ölümsüzlük ırmağı... Gölgesinde kutsal boğanın böğürdüğü hayat ağacı ve Ahura Mazda'nın ışıktan tahtı önünde diz çöken Zerdüşt.
- Başlangıçta ne vardı Ahura?
Işık göklerin sözü, söz gönüllerin ışığı. Fecrin ilk pırıltılarıyla konuşmağa başlar gök. Ve toprak, mağaraları, ırmakları, ormanlarıyla cevap verir. Güneş susar, yıldızlar konuşur geceleri. Yalnız çöl, yalnız ölüm dilsizdir... Sonra ilk insanla ilk boğanın yaratılışı. Ve tam bir mutluluk içinde geçen altı bin yıl. Nihayet ilk çiftin meydana gelişi: Mahya ile Mahyana. İlk yalan. İlk gözyaşları ve kötülük tanrısı Angra Menyu. İki düşman cepheye ayrılan varlıklar. Ve başlarında Ahura Mazda ile Angru Menyu. Işıkla karanlık, hayatla ölüm, hakikatle yalan, altın kanatlı Amşapantlarla, tunç bedenli devler. Ve binlerce yıl sürecek bir kavga... Avesta böyle söylüyor: Michelet'lerin, Quinet'lerin Avesta'sı.
Asyanın bütün evlâtları içine Batı'nın ilk benimsediği: Zerdüşt. Zerdüşt'çülük İsa'dan dört yüz yıl önce Yunan'ı sarar. Eflâtun âşinasıdır bu düşüncenin. Buda'nın da Konfüçyüs'ün de sesi uzun zaman Avrupa'ya erişemeyecektir. Asya'nın hikmetini tek başına Zerdüşt temsil edecektir Batı'da. Mezopotamya'nın ilm-i nücûm ve büyü gibi mirasları da yanlışlıkla ona atfedilecektir. Museviliği de etkileyecektir Zerdüşt'çülük: hayırla şer arasındaki cihanşümul ikilik, dünya egemenliği için birbiriyle savaşan cinlerle melekler, tek tanrıcılıktaki üniversellik ve ruhaniyet, kıyamet gününe iman hep onun yadigârı. Hele hıristiyanlığın kaynaklarını incelerken Zerdüşt'ten gelen inançları asla ihmal edemeyiz. Zerdüşt'süz ne aziz Paulus anlaşılır, ne dördüncü İncil, ne musevi Philon ve Plotinius, ne Mani, ne aziz Augustinius. Hıristiyanlığın maniheizmden önce ilk büyük rakibi olan Mitra dini de Zerdüşt'ten izler taşır. Batı, kendi kaynaklarını araştırırken karşısında daima Zerdüşt'ü bulmuştur. 18. asır Musa'nın karşısına yeni bir Musa olarak çıkarmak ister Zerdüşt'ü. (Bak. Zoroastre, J. Duchesne-Guillemin, !948, s. 7-18.)
Batı, ilk defa Anquetil – Duperron'dan okur Zerdüşt'ü. Avesta tercümesi (1771) ihtiyar Asya ile genç Avrupa arasında ışıktan bir köprü. Eugéne Burnouf zendçenin esrarını çözer. J. Darmesteter Avesta'yı yeniden çevirir. Bazı çağdaşları hain bir alayla karşılamışlardı Anquetil'in tercümesini. Ama bütün Batı Doğu'nun şiir ve düşünce bahçelerine onun açtığı yoldan gidecektir.
Gatalar Avesta'nın en eski bölümleri. Bu ilahilerin Avrupa dillerinde ona yakın tercümesi var; birbirine benzemeyen ona yakın tercüme. Tanınmış bir Alman tarihçisi (Nyberg) şöyle diyor: “Bu metinler üzerinde uğraşan, bir gün önce yaptığı tercümeyi ertesi gün baştanbaşa değiştirmek zorunda kalır.” Kopenhag Üniversitesi hocalarından biri de (Kaj Barr) yarı ciddi yarı şaka şu itirafta bulunuyor: “Üzerlerinde derinleştikçe daha az anlıyorum gataları.” Hıristiyan başka türlü anlıyor Zerdüşt'ü, dinsiz başka türlü; parsiye, museviye, filozofa, din bilginine apayrı şeyler söylüyor Avesta. Zerdüşt, geçen asrın tarihçilerine göre, toprak reformundan yana ilerici bir köy papazı. Nyberg'e göre koyu bir düzen savunucusu, bir cezbe profesyoneli, bir nevi derviş; bir ilkel. Duchesne-Guillemin haklı galiba: “Acaba gatalar, diyor, sırf Avrupalı bilginleri şaşırtmak için, şeytani bir zekâ tarafından mı icat edildi?”
1918 lerde geçen bir kalem savaşını hatırlıyorum. Cenk alanı: Edebiyat-ı Umumiye mecmuası. Konu: Zerdüşt turani midir, aryanî mi? Muharipler: devrin tanınmış iki allâmesi, Samih Rıfat, Rıza Tevfik. Tartışma çok kibar, çok nezih bir üslupla başlar, küfürle hakaretle biter. Tam bir sağırlar diyaloğu. Münakaşa müşatemeden müdarebeye dönmek üzeredir. Hasımlar birbirini yalancılıkla, düzenbazlıkla suçlamaktadır. İkisinin de delili aynı kitap: Hovelacque'ın la Linguistique'i. Nihayet Celâl Nuri'nin teşebbüsüyle mesele aydınlanır: Üstatların her birinde aynı kitabın farklı bir baskısı vardır.
Zerdüşt Meydan-Larousse'a da oyun oynamış. Avesta maddesi yanlışlarla dolu. Örnekler: “Bütününün 12000 öküz derisi üzerine yazıldığı söylenir. Bunlar sonradan İskender tarafından Persepolis'te yaktırıldı. Akılda kalanlara dayanılarak M.S. III. veya IV. yüzyıllarda yeniden yazıldı.” Doğrusu: ... yaktırılmış ... yazdırılmış.
“Visjered, özü bakımından bir dua kitabıdır.” Doğrusu: Vispered, baştan aşağı bir ibadet kuralları kitabıdır.
“Elyazması ilk Avesta metni Avrupa'ya 1663'e doğru götürüldü.” Doğrusu: İlk yazma Avesta Avrupa'ya 1633'e doğru getirildi.
“Uzun süre nesilden nesle söz geleneğiyle geçen Avesta'yı meydana getiren parçaların tercümesi çok daha sonraları, Avesta dilinin ölü bir dil haline geldiği ve yalnız bilim adamlarınca incelendiği bir dönemde yapılabildi.” Doğrusu: Avesta'yı meydana getiren parçalar uzun zaman sözle aktarıldıktan sonra, avesta dilinin artık yalnız bilginlerce kullanılan (rahiplerce demek daha doğru olurdu) ölü bir dil haline geldiği geç devirlerde yazıya geçirildi.
Ayrıca Anquetil-Duperron'un adı Auguetil diye yazılmış.
VE ALLAH'IN RUHU
Kitab-ı Mukaddes'i okuyorum: “Başlangıçta Allah gökleri ve yeri yarattı. Ve yer ıssız ve boştu; ve enginin yüzü üzerinde karanlık vardı; ve Allah'ın ruhu suların yüzü üzerinde hareket ediyordu. Ve Allah dedi:” (Tekvin, s.1)
Garip bir manzara değil mi? Suların üzerinde hareket eden “Allah'ın ruhu” ve koşuşan Allah. Fransızca, İngilizce tercümelere bakıyorum, hepsinde aynı ifade: sularda dalgalanan, dolaşan veya kımıldayan “Allah'ın ruhu” (l'Esprit de Dieu, yahut the Spirit of God). Aslını merak ediyorum; aynı cümle Vulgate'da da var: “Et Spiritus Dei ferebatur super aquas.”
(Vulgate, Tevrat'ın ibranice aslı kadar geçerli sayılan lâtince tercümesi.) Oysa söz konusu Allah'ın ruhu değil, “büyük bir rüzgâr.” İbranice'de büyük bir dağ, büyük bir nehir yerine, Allah'ın dağı, Allah'ın nehri denirmiş çok defa. Saint-Jérome'un tercüme hatasını Taranto ruhaniler meclisi kutsallaştırmış. Nesiller on altı asırdır suların üzerinde hareket eden Allah'ın ruhu mucizesiyle karşı karşıya.
Kitab-ı Mukaddes'teki bir başka tercüme hatası da Matta incilinde: “Devenin iğne deliğinden geçmesi, zenginin Allah'ın melekutuna girmesinden daha kolaydır.” Mütercim, yunanca kamelos (deve) ile kamilos (halat) kelimelerini karıştırmış. Yani iğnenin deliğinden geçecek deve değil, halat.
Cemil MERİÇ
Hisar Dergisi, Temmuz 1971, Sayı 91
|