edebiyatokyanus
İÇERİK  
  ANA SAYFA
  YAZILAR
  => Attila İlhan Şiiri-DoDoç.Dr. Yakup ÇELİK
  => Bunalım Edebiyatı ve Modernizmin Sorunları-Svetlana Uturgauri
  => Karagöz'e Ezgi-Satı Erişen
  => Orta Oyunu Eksikliği-Nihal Türkmen
  => Orta Oyunu ve Karagöz-Nihal Türkmen
  => Dilin Yapısı ve Toplumun Yapısı-Emile Benveniste
  => Türkçe Metinlerde Bağdaşıklık ve Tutarlılık-İrem Onursal
  => Asansörle Yükseltilmek İstenen Çukurlar-Can Yücel
  => KÜLTÜR VE ÖTESİ-Cemil MERİÇ
  => Türkoloji-Cemil MERİÇ
  => Tevfik Fikret ve Batı Retoriği-Rıza Filizok
  => Estetik tarihimize bir bakış-Arslan Kaynardağ
  => MÜRSEL MECAZ-Rıza FİLİZOK
  => Başlıca Dil Bilimi Akımları-Prof.Dr. Rıza FİLİZOK
  => ZİYA OSMAN SABA’NIN NEFES ALMAK ADLI ŞİİR KİTABINDA -Yrd. Doç. Dr. Safiye AKDENİZ
  => HİKAYE VE ROMANDA “ANLATICI”YA GÖRE METİN TİPLERİ, - Yard. Doç. Dr. Safiye AKDENİZ
  => GÖSTERGEBİLİM-Yard. Doç. Dr. Mustafa Ö Z S A R I
  => TÜRKİYE'NİN ÖNEMİ-Emre Kongar
  => KÜRESELLEŞME VE KÜLTÜREL FARKLILIKLAR ÇERÇEVESİNDE ULUSAL KÜLTÜR-Prof. Dr. Emre Kongar
  => TÜRKİYE'NİN KÜLTÜREL ÖZ-ANLAYIŞI: AVRUPA BİRLİĞİ İÇİN BİR ZENGİNLİK-Emre Kongar
  => BARIŞ KÜLTÜRÜ VE DEMOKRASİ-EMRE KONGAR
  => GOP NEYİ AMAÇLIYOR, NEYİ GERÇEKLEŞTİREBİLİR-EMRE KONGAR
  => YENİ EMPERYALİZM, HUNTINGTON VE ELEŞTİRİSİ-Emre Kongar
  => KÜRESELLEŞME BAĞLAMINDA TÜRKİYE-Emre KONGAR
  => DEMOKRASİ KÜLTÜRÜ SORUNLARI-Emre Kongar
  => AVRUPA BİRLİĞİ'NE "ONURLU VE BAŞI DİK" GİRİŞ NE DEMEK-Emre Kongar
  => TOPLUMSAL VE SİYASAL GELİŞMEMİZİ ETKİLEYEN MARKALAR-Emre Kongar
  => KÜRESELLEŞME, MİKRO MİLLİYETÇİLİK, ÇOK KÜLTÜRLÜLÜK, ANAYASAL VATANDAŞLIK-Emre KONGAR
  => NİYAZİ BERKES'DE ÇAĞDAŞLAŞMA KAVRAMI-Emre KONGAR
  => KEMAL TAHİR-Hilm Yavuz
  => OYUNLARIM ÜSTÜNE-Nazım Hikmet
  => OYUN YAZARI OLARAK-Ataol Behramoğlu
  => POPÜLER EDEBİYAT- M. Orhan OKAY
  => HER SÖZ BİR ŞEY SÖYLER-Feyza HEPÇİLİGİRLER
  => Tiyatronun Kökeni, Ritüel ve Mitoslar
  => ROMANDA KURMACA VE GERÇEKLİK
  => Fuzûlî’nin Hikaye-i Leylâ ve Mecnun’u
  => SEZAİ KARAKOÇ ve HİS “;KAR ŞİİRİ”;-Selami Ece
  => İSTANBUL’UN AHMED MİDHAT EFENDİNİN ROMANLARINA TESİRİ
  => AHMET MİDHAT’A ATFEDİLEN BİR ESER: “HÜKM-İ DİL” VE MANASTIRLI MEHMET RIFAT
  => CEZMİ ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER
  => "EDEBİYATEĞİTİMİ"NDE "EDEBÎ METİN"İN YERİ VE ANLAMI
  => Mustafa Kutlu ve Rüzgârlı Pazar
  => BİR BİLİM ADAMININ ROMANI” ÜZERİNE GEÇİKMİŞ BİR TAHLİL
  => ÖLÜMÜNÜN 50. YIL DÖNÜMÜNDE
  => “MİT”TEN “MODERN HİKÂYE” “HİKÂYE”NİN SERGÜZEŞTİ
  => EDEBİYAT DİLİ/EDEBÎ DİL
  => BİR NESLİN VEYA BİR ŞAİRİN ROMANI: MÂİ VE SİYAH
  => İSTİKLÂL MARŞI’NIN TAHLİLİ
  => CAHİT KÜLEBİ
  => TEVFİK FİKRET’İN ŞİİRLERİNDE TRAJİK DURUM
  => MEHMED RAUF’UN ANILARI yahut EDEBÎ HATIRALARIN YAYIMI ÜZERİNE BİR DENEME
  => MEÇHUL BİR AŞKIN SON NAĞMELERİ: TEVFİK FİKRET’İN “TESADÜF” ŞİİRLERİ / YARD. DOÇ. DR. NURİ SAĞLAM
  => Tarihsel Romanın Eğitimsel İşlevi
  => ALIMLAMA ESTETİĞİ VE EDEBİYAT ÖĞRETİMİ1
  => Tanzimat Dönemi Oyun Yazarliginda Batililasma
  => SİNEMA VE EDEBİYAT TÜRLERİ
  => EDEBİYAT EĞİTİMİ, ESTETİK BİR HAZZIN EDİNİMİ
  => EDEBÎ TENKİT
  => ADALET AĞAOĞLU’NUN DAR ZAMANLAR ÜÇLEMESİNDE KİMLİK SORUNU
  => Halit Ziya ve Mehmet Rauf'un hayatları ile romanları
  => YAZIN VE GERÇEKLİK
  => MİLLÎ EDEBİYAT
  => HECE-ARUZ TARTIŞMASI/ Arş.Gör.Oğuzhan
  => AHMET HAŞİM’İN ŞİİRLERİNDE ATEŞİN DİLİ / ARŞ. GÖR. VEYSEL ŞAHİN
  => ROMAN TEKNİĞİ BAKIMINDAN YABAN
  => TANZİMATTAN GÜNÜMÜZE COCUK EDEBİYATI
  => KADIN VE EDEBİYAT
  => Şiirin Temel Özellikleri-Christopher Caudwell
  => EDEBİYAT EĞİTİMİ: HERMENEUTİK BİR YAKLAŞIM Vefa TAŞDELEN
  => VOLTAİRE VE ROUSSEAU ETRAFINDA AYDINLANMA ÇAĞI FRANSIZ YAZINI
  => TÜRKİYE’DE ULUSAL KÜLTÜR TARTIŞMALARI BAĞLAMINDA ÇAĞDAŞ UYGARLIK SORUNU
  => EDEBİYATIN DİLİ ÜZERİNE
  => TARİHİN SINIFLANDIRILMASI
  => Türk Milletini Uyandıran Adam: Attila İlhan
  => EDEBİYAT DERSLERİNİN İÇERİĞİNİN DEĞİŞTİRİLMESİ KONUSUNDA
  => "Yalancı şöhretlerin Gerçek Yüzünü Ortaya Koydum"-Hilmi Yavuz
  => AVRUPA BİRLİĞİNİ YARATAN NEDENLER VE TÜRKİYE Metin AYDOĞAN
  => DİVAN ŞİİRİYLE HALK ŞİİRİNDE ORTAK BİR SÖYLEYİŞ BİÇİMİ
  => divan şiirindeki sevgili tipini alaya alan bir roman
  => ALIMLAMA ESTETİĞİ VE EDEBİYAT ÖĞRETİMİ
  => BAĞLANMA VE ÇELİŞKİ
  => Antik Çağ’da Tarih Yazmak
  => TARİHÎ ROMANDA POST-MODERN ARAYIŞLAR
  => Kültürel Batılılaşma
  => GARPÇILAR VE GARPÇILAR ARASINDAKİ FİKİR AYRILIKLARI
  => Harf Devrimi Üzerine Yeniden Düşünmek
  => EDEBİYAT ÖĞRETİMİNDE WALDMANN MODELİ
  => KEMÂL AHMED DEDE VE TERCÜME-İ MENÂKIB-IMEVLÂNÂ’SI
  => TARİHSEL GELİŞİM SÜRECİ İÇERİSİNDE URDUCA
  => Avrupalılaşmak mı, Avrupalılaştırmak mı?CEMİL MERİÇ
  => ŞAİRANE BİR ÇEVİRİ yahut TOPLUMBİLİMİN SERÜVENLERİ Cemil MERİÇ
  => 47 LİLER YAHUT BİR ROMANIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
  => ZAMAN, ZAMAN – I TERAKKİ Cemil Meriç,
  => Kırk Ambar (Cilt1)
  => KADIN RUHU, Cemil Meriç
  => Umrandan Uygarlığa-C.Meriç
  => Balzac’tan önce modern roman-Cemil Meriç
  => ARİSTARK’LA ZOİL-c.meriç
  => ELİNDE CENNET AÇAN ZEND AVESTA- c.meriç
  => SELEFÎLİK–SÛFÎLİK VE ÂKİF-SÜLEYMAN ULUDAĞ
  => Mehmet Âkif- Mâhir İz’e Yazdığı Mektuplar
  => DİDO SOTİRİYU’NUN ROMANI GİBİ BİR ROMANIMIZIN OLMAYIŞI
  => HİLMİ YAVUZ’UN DENEMECİLİĞİ
  => İRONİ KAVRAMI, GERÇEKÜSTÜCÜLÜK VE ERCÜMEND BEHZAD LAV ŞİİRİ ÜZERİNE
  => OKUNAMAYAN ROMANLAR
  => Gelenekçilik Geleneğe Dahil Değil
  => Türk Tiyatrosunda İronik Söz, İronisiz Metin
  => Postmodernist İroni
  => NÂZIM HİKMET ŞİİRİNİN SİYASİ ETKİLERİ
  => NÂZIM HİKMET ŞİİRİNDE SİNEMASAL ÖĞELER
  => Savaş
  => Newton, Goethe ve Sosyal Bilimler
  => Bir Afyon (!) Olarak Diktatörlükten Demokrasiye Futbol
  => Adorno Yüz Yaşında
  => Theodor Adorno: Kültür Endüstrisini Yeniden Düsünürken
  => ADORNO'NUN KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ KAVRAMI ÜZERİNE
  => ADORNO’NUN KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ KAVRAMI ÜZERİNE
  => Frankfurt Okulu
  => TARİHİ MADDECİLİK VE KAPİTALİZM - ÖNCESİ TOPLUMLARASYA TOPLUMU - FEODALİTE Asaf Savaş AKAT
  => POSTMODERNİZM GEÇ KAPİTALİZMİN KÜLTÜREL MANTIĞI
  => Postmodernizm Ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı 2
  => Postmodernizm Ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı 3
  => DİMİTRİ KANTEMİR'İN DOĞUBİLİM ARAŞTIRMALARINA KATKISI Georges Cioranesco
  => DİMİTRİ KANTEMİR'İN DOĞUBİLİM ARAŞTIRMALARINA KATKISI Georges Cioranesco 2
  => II. MEŞRUTİYET'TE SOLİDARİST DÜŞÜNCE: HALKÇILIK Zafer Toprak
  => II. MEŞRUTİYET'TE SOLİDARİST DÜŞÜNCE: HALKÇILIK Zafer Toprak 2
  => Türkoloji Araştırmaları Makaleler Veritabanı
  => Yeni Makaleler
  => Türkoloji Araştırmaları Dergisi
  => Türkoloji Makaleleri
  => ŞAİR DUYARLILIĞI Afşar TİMUÇİN
  => Yazılar.....
  => SEÇME YAZILAR
  => EDEBİYAT Tez / Makale / Kitap ara
  => Orhan Pamuk: Babamın bavulu Nobel konuşması
  => PiVOLKA'da Çıkan Yazılar
  => Amin Maalouf Üstüne
  => Öykünün Yüzyılı /Feridun ANDAÇ
  => Cumhuriyet Dönemi Türk Felsefesinde Bir Hareket Noktası Olarak Teoman Duralı-oktay taftalı
  => Sofist Bilgeliğin "Empirist" Dayanakları Üzerine 0.TAFTALI
  => Birlik ve Liderlik Hayalleri O.TAFTALI
  => Eğitilemeyen Bir Varlık Olarak İnsan O.TAFTALI
  => Çağdaş Bir Tarım Toplumuna Doğru O.TAFTALI
  => Sosyo-Politik Bağlamda Bir Dekadans Olarak Bilgi Toplumu O.TAFTALI
  => Aşkla Varolan Hayatlar O.TAFTALI
  => Batı Medeniyetinin Mutsuz Çocuğu Entelektüel O.TAFTALI
  => Nihat Genç Yazıları
  => Batılı Tarih Bilimi ve Tarihin Mantığı
  => Bir Hayat Alanı Olarak Aile O.TAFTALI
  => Bir Savaşın Kavramları Üzerine
  => Çalışma ve Erdem Kavramları Arasındaki İlgi Üzerine O.TAFTALI
  => Değer Üreten Hayatlar
  => Doğu'nun Hayal Ülkesi O.TAFTALI
  => Dostlukla Yükselen Hayatlar O.TAFTALI
  => Şiirimizin Hazin Sonu O. TAFTALI
  => Soğuk ve Sıcak Hayatlar OKTAY TAFTALI
  => Yalanın Fenomenolojisi O. TAFTALI
  => Günümüzde Medya Kılavuzluğu - Günümüzde Medya Kılavuzluğu
  => Ermeni Meselesinin Kökenini Batının Irkçılığında Aramak Lazım Prof. Dr. Türkkaya Ataöv
  => Osmanlı’dan Lozan’a Musul-Kerkük
  => “Sözümü Tutamadım, Artık Yaşayamam” Turhan Feyizoğlu
  => Gerilla Mustafa Kemal ve Türk Yurtsever Kurtuluş Hareketi Turhan Feyizoğlu"
  => SİYASİ TARİH YAZILARI -YEREL TARİH YAZILARI
  => Yazarlar - yazılar
  => TÜRKİYE’DE MUHAFAZAKÂRLIĞIN DÜŞÜNSEL - SİYASAL TEMELLERİ
  => yazılar 1
  => yazılar2
  => türk dünyası
  => Derin devlet
  => YAZILAR,
  => SOSYOLOJİ.
  => YAZILAR,,.
  => TANZİMAT DÖNEMİ
  => İdealizm-Realizm
  => Cemil Meriç..
  => ilhan berk
  => NİYAZİ BERKES’İN TÜRK KİTLE İLETİŞİM TARİHİNE KATKILARI
  => yazılar.
  => yazılar..
  => yazılar,
  => yazılar,,
  => yazılar.,
  => YAZILAR.
  => YAZILAR..
  => YAZILAR-
  => YAZILAR-,
  => yazılar.1
  => y.1
  => y.2
  => y.3
  => y.4
  => y.5
  => y.6
  => y.7
  => y.8
  => y.9
  => y.10
  => y.11
  => y.12
  => y.13
  => y.14
  => y.15
  => y.16
  => y.17
  => y.18
  => y.19
  => y.20
  => y.21
  => y.22
  => y.23
  => y.24
  => y.25
  => y.30
  => y.31
  => y.32
  => y.33
  => y.34
  => y.35
  => y.36
  => y.37
  => y,38
  => y.39
  => y.40
  => y.41
  => y.42
  => y.43
  => y.44
  => y.45
  => y.46
  => y.47
  => İnsan-Mekan İlişkileri
  => SANAT VE ELEŞTİRİ
  => Türkiye’de olumsuz Pierre Loti eleştirileri
  => TÜRKiYE’DE MODERN EDEBİYAT ELEŞTİRİSİ
  => ATATÜRK,
  => MAKALELER:
  => MAKALELER,
  => yz
  => yz1
  => yz2
  => yz3
  => yz4
  => yz5
  => yz6
  => yz7
  => yz8
  => FRIEDRICH NIETZSCHE’NİN TARİH ANLAYIŞI
  => Edebiyat Nedir?
  => YM1
  => YM2
  => YM3
  => YM4
  => YM7
  => YM8
  => YM9
  => İbn Battûta’da “Ahı” Kelimesi ve Anadolu
  => Simone de Beauvoir: Abjeksiyon ve Eros Etiği
  => Toplumsal Cinsiyet Düzenlemeleri
  => Psikanalitik ve Post-Yapısalcı Feminizm ve Deleuze
  => Tarihsel Bir Perspektif Üzerinden İroni Tür ve Tekniklerinin Gelişimi ve Bazı Uygulama Örnekleri Tarihi Gelişim
  => İroni ve Melankoli*
  => İroni, Nostalji ve Postmodern
  => “Daha İyi Anlamak İçin Daha Fazla Açıklamak” İsteyen Bir Yorumbilimci: Paul Ricœur
  => Kendi (Paul Ricœur Üstüne)
  => Sersemleşme Okulu
  => Osmanlı ve Avrupa Arasındaki Karşılıklı Etkileşimde Etnomaskeleme
  => Antik Yunan Tragedyasının Metafiziği
  => Sonbahar Mitosu: Tragedya*
  => Ayrışma, Çatışma ve Fanatizm
  => Fanatizm İlkelliktir
  => Tuhaf Bir Çocuk
  => Huzursuz
  => Benjamin’in Mistisizmine “Üç Yönlü Yol”
  => Renan, Irk ve Millet
  => Varlık, Benlik, Hatırlayış ve Unutuş Üzerine
  => Hangi Kilidin, Hangi Anahtarı?
  => Romanda Tarih
  => Bugün Psikanalizi Tartışmak
  => Kültürde Bakış
  => 1930 Goethe Ödülü Dolayısıyla Frankfurt Goethe Evi’nde Konuşma
  => Jacques Derrida ve Konukseverlik Sorusu
  => Metafiziğin Kalesi Hakkında Düşünmek
  => Hakların İadesi
  => Modern Etiğin İki Temel Direği Agnes Heller
  => Ezoterizme Genel Bir Giriş
  => Turnanın Semahı, Ezoterizmin Zamanı: Bektaşi ve Alevi Zaman Kavrayışla
  => Yeni sayfanın başlığı
  => Ulus-Ötesinden Hukuka Bakmak: Jürgen Habermas
  => Yeni Perspektifler Gerçeğin Çölüne Hoşgeldiniz
  => Orlan: Kırılan Ten Kubilay Akman
  => Pusudaki Ten, Vice Versa
  => Cimri ve Çöp Arasındaki Güçlü İlişki Üzerine
  => Demokrasi Kavramı Üzerine Hayli Spekülatif Bir İrdeleme
  => Benim Çöp Bayramım
  => Kamu Yeniden Kurulurken Kadınlara Ne Olacak?
  => Sonsuzluğun Sınırında: Immanuel Kant
  => Kant ve Üniversite İdeası
  => İki Yüzüncü Ölüm Yıldönümünde: Immanuel Kant ve Kantçılık
  => Kant ve Yeni Kantçılık
  => Otuz Beşinci Gece: Ruh, Can, Hayat, Ölüm, Akıl ve Öte Dünya Üzerine1
  => Ölüm Üzerine Tıbbi Çeşitlemeler
  => Ölüme Karşı Ölüm
  => Avrupa İçin Yeni Bir Ethos Üzerine Düşünceler
  => Avrupa ve Ötekileri
  => Sûfî Şiirinin Poetikası
  => Byron ve Romantiklik
  => Kötülük Toplumu ve Biçimin Muhalefeti
  => Balkanlar: Metaforların Çarpıştığı Bir Savaş Alanı
  => Badiou: Etik Üzerine
  => “Semen est Sanguis" Yahudilikte ve Hıristiyanlıkta Kan
  => Âdet Kanaması Tecrübesi: Sınırlar ve Ufuklar
  => Said ve Saidciler ya da Üçüncü Dünya Entelektüel Terörizmi
  => Kültür Endüstrisini Yeniden Düşünürken
  => Adorno ve Tanrının Adı
  => Kant, Adorno ve Estetiğin Toplumsal Geçişsizliği
  => Adorno ve Berg
  => İbn Battûta Seyahatnamesi
  => Irak Savaşı ve Sivil Etkinlikler
  => Yamalı Çelişkiler Semti: Saraybosna'dan Yenibosna'ya
  => Halkla Birlikte Bir Çağdaş Kent Söylemi Üzerine
  => Yeni Dünya Düzeninin Sonu?
  => Selçuklular Anadolu’da
  => Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubâd Dönemine (1220-1237) Bir Bakış
  => 13. Yüzyılın Başında Anadolu’da Ticaret
  => Selçuklular Döneminde Anadolu’da Felsefe ve Bilim (Bir Giriş)
  => Nietzsche ve ‘Akla’ İsyan
  => Bizans Manastır Sistemine Giriş
  => Öğrenci Radikalizmi Üzerine Düşünceler
  => 1968’i Yargılamak ya da 68 Kuşağına Mersiye
  => “Gelecekte İnsanlara Çok Güzel Görüneceğiz”
  => Nevroz, Psikoz ve Sapkınlık
  => Üniversitede Psikanaliz Öğretmeli miyiz? Sigmund Freud
  => Psikanalist Kimdir?
  => Nerelisiniz?
  => Irak’a Kant Çıkarması
  => Bizans Şaşırtıyor
  => 12 eylül dosyası
  => FETHİ NACİ: Cesur, Gerçekçi Ve Halkçı... İzzet Harun Akçay
  => SON OKUDUKLARIM- İzzet Harun Akçay
  => Sabahın yalnız kuşları-İzzet Harun Akçay
  => Bir Portre - Cahit Sıtkı TARANCI - Şükran KURDAKUL
  => ŞİİR NEDİR? Cahit Sıtkı TARANCI
  => Afşar TİMUÇİN - Şair Duyarlığı
  => Ahmet KÖKLÜGİLLER - Karacaoğlan'ın Yaşamı ve Şiirleri
  => Atilla ÖZKIRIMLI - Dadaloğlu ve Çevresi
  => Aysıt TANSEL - Metin Eloğlu
  ARAŞTIRMA-İNCELEME
  SÖYLEŞİ
  DENEME
  ATTİLA İLHAN
  ATTİLA İLHAN-KÖŞE YAZILARI
  E-KİTAP
  ANSİKLOPEDİK
  SATRANÇ VİDEO DERSLERİ DÖKÜMANLAR
  SATRANÇ OYNA
  ŞİİR
  DİL ANLATIM TÜRK EDEBİYATI - LİSE KAYNAK
  EDEBİYAT RADYO
  EDEBİYATIMIZDA ŞİİR ROMAN ÖYKÜ (dinle)
  100 TEMEL ESER (dinle)
  100 TÜRK EDEBİYATÇISI (dinle)
  SESLİ KİTAPLAR
  FOTOĞRAF ÇILIK
  E-DEVLET
  EĞİTİM YÖNETİMİ DENETİMİ
  RADYO TİYATROSU
  ÖĞRETMEN KAYNAK
  EDEBİYAT TV
  SÖYLEŞİLER - BELGESELLER TV
  RADYO KLASİK
  TÜRKÜLER
  GAZETELER MANŞETLER
  ÖYKÜ ANTOLOJİSİ
  DERGİLER - KİTAPLAR - KÜTÜPHANELER
  E-DERGİ
  KİM KİMDİR BİYOGRAFİLER
  ZİYARETÇİ DEFTERİ
  İLETİŞİM
  EDEBİYAT OKYANUS
İSTİKLÂL MARŞI’NIN TAHLİLİ

İSTİKLÂL MARŞI’NIN TAHLİLİ

  

Bu tahlil, Ay Işığı (S.4, Kış, 1997, s.6-12)  ve Türk Yurdu dergilerinde (C.17,  S. 119, Tem.1997, s.48-55) yayımlanmış; Metin Tahlillerine Giriş 1 -Şiir- isimli kitapta (s. 153-174) yer almıştır.)

                                   

İSTİKLÂL MARŞI

 

Korkma, sönmez bu  şafaklarda yüzen al sancak;

Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.

O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;

O benimdir, o benim milletimindir ancak.

 

Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl!

Kahraman ırkıma bir gül... Ne bu şiddet, bu celâl?

Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl;

Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklâl.

 

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.

Hangi çılgın, bana zincir vuracakmış? Şaşarım!

Kükremiş sel gibiyim: Bendimi çiğner, aşarım;

Yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım.

 

Garb’ın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar;

Benim îmân dolu göğsüm gibi serhaddim var.

Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir îmânı boğar,

"Medeniyet!" dediğin tek dişi kalmış canavar?

 

Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın;

Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.

Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın...

Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

 

Bastığın yerleri "toprak!" diyerek geçme, tanı!

Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.

Sen şehîd oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:

Verme, dünyâları alsan da, bu cennet vatanı.

 

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?

Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!

Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,

Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ.

 

Rûhumun senden İlâhî şudur ancak emeli:

Değmesin ma’bedimin göğsüne nâ-mahrem eli;

Bu ezanlar -ki şehâdetleri dînin temeli-

Ebedî, yurdumun üstünde benim inlemeli.

 

O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım;

Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım,

Fışkırır rûh-ı mücerred gibi yerden na'şım!

O zaman yükselerek Arş’a değer, belki başım.

 

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!

Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.

Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:

Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyyet;

Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklâl.

                                                                          Mehmet Âkif Ersoy

 

I- İSTİKLÂL MARŞI’NIN DOĞDUĞU ORTAM

 

Türk şiir tarihi içinde beğendiğimiz ve mısralarını dudaklarımızdan düşürmediğimiz pek çok güzel şiir mevcuttur. Bunların başında İstiklâl Marşı’mızın geldiği ve onun şiir bahçemizde kendine has ve müstesna bir yere sahip olduğu, muhakkaktır. Millî Marş’ımızın Mehmet Âkif’in kaleminde ifadesini bulan muhtevası, şekli, dili ile bu üç unsurun ferdî bir tarzda sentezinden doğan üslûbunu daha iyi kavradığımız zaman, onu çok daha iyi anlayacak, duyacak, sevecek ve ondaki ruhu çok daha iyi hissedeceğimiz, kanaatindeyim.

İstiklâl Marşı’nın tahliline geçmeden önce, onun doğduğu tarihî ortamı kısaca hatırlatmak faydalı olacaktır. Zira her edebî eser, önemli ölçüde içinde vücut bulduğu sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel ve sosyo-politik şartların ürünüdür. İlhamını tamamiyle içinde yaşanılan hayattan alan İstiklâl Marşı için, eser-devir ilişkisi, elbette ki çok daha önemlidir. Unutulmamalıdır ki o, herhangi bir sanatkârın alelâde duygularını dile getiren herhangi bir şiir değil, bir millî destandır. Destanlar, milletlerin hayatlarında olağanüstü hâdiselerin (müsbet veya menfî) yaşandığı dönemlerin mahsülleridir. Belki onlar, ilk önce bir sanatkârın dili veya kaleminde hayat bulurlar; fakat zaman içinde milletin bütün fertleri tarafından benimsenip destan seviyesine yükseltilirler. Çünkü destanlar, millet ruhu, hayatı ve ideallerinin kelimelere dökülmüş en güzel ifadeleridir. İstiklâl Marşı’mız da böyle bir destandır. O, Millî Mücâdele yıllarının en zor günlerinde, ordumuz ve bütün milletimizin şiddetle ihtiyaç duyduğu kendine güven, millî heyacan, şevk ve imanın manzum dili olmak üzere doğmuştur. O,  Türk milletinin istiklâl, hürriyet, vatan, din ve bayrak aşkının, topyekûn ve bir ağızdan bütün dünyaya karşı  gür bir haykırışıdır. Bu sebeple o, bizim için, öncelikle Millî Mücâdele’nin; sonra da bütün zamanların destanıdır.

Birinci Dünya Harbi’nde İttifak Devletleri mağlup olunca, Osmanlı İmparatorluğu da mağlup sayıldı. 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi ile bu mağlubiyet resmîleştirildi ve Türk ordusuna silah bıraktırıldı. Hâlbuki Türk ordusu tam dört yıl yedi cephede savaşmış ve yer yer büyük zaferlerde kazanmıştı. Montros Mütarekesi’nden sonra İtilaf Devletleri’nin 55 parçalık donanması İstanbul’a geldi. 15 Mayıs 1919’da Yunanlılar İzmir’e çıktı. Elde kalan diğer Anadolu topraklarının önemli bir bölümü de kısa sürede Fransız, İtalyan, İngiliz ve Ermeniler tarafından işgal edildi. Kısacası; Türk milleti, önüne sürülen Sevr Antlaşması gibi bir ölüm fermanı ile karşı karşıya kaldı. Böyle bir antlaşmanın şartlarını kabul etmek veya sonucunu beklemek, milletin geleceği ve bakâsını düşmanın insafına terk etmek olacaktı. Elbette ki, Türk milleti böyle bir zillete razı olamaz, düşmanın önünde boyun eğemezdi. Nitekim eğmedi de. Başta İstanbul’da olmak üzere, memleket sathında protesto mitingleri yapıldı ve hemen hemen bütün vilayetlerde Müdafaa-i Hukuk cemiyetleri kuruldu. 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal ve arkadaşları Millî Mücadele meşalesini yaktılar. Türk milleti, tarihinin en önemli ölüm kalım savaşına; İstiklâl Savaşı’na girdi; canı, namusu, dini, bayrağı, hürriyeti, istiklâli ve vatanı için savaştı.

Mehmet Âkif, pek çok Türk aydını gibi, başından beri Millî Mücadele’nin yanında yer almış ve İstiklâl Savaşı’mızın manevî mimarlarından biri olmuştur. Osmanlı İmparotorluğu’nun mağlubiyeti ve ardından gelen vahim gelişmeler üzerine Âkif, önce büyük bir bedbinliğe düşmüştür. Zira yürekten bağlandığı İslâm birliği davası bütünüyle çöktüğü gibi, bu birliğin lideri olması gereken Türk milleti de son derece zor durumdadır. Ancak memleket sathında başlayan uyanış ve direnişler, onu ümitlendirir. Direnişi bizzat yerinde görmek için 1920 Şubatında Eşref Edip’le birlikte Balikesir’e gider ve Zağnos Paşa Camii’nde halka hitap eder. 16 Mart 1920’deki İstanbul’un işgali ve burada hiçbir şeyin yapılamacağının anlaşılması üzerine Nisan 1920’de Ankara’ya gitmek üzere yola çıkar. Üstelik o, 23 Nisan 1920’de açılan TBMM’ne Burdur mebusu seçilmiştir. Ankara’da Taceddin Dergâhı’na yerleşen Âkif, savaş müddetince Burdur, Eskişehir, Afyon, Konya, Kastamonu vilayetleri ve bu vilayetlerin ilçelerini dolaşır; halkı Millî Mücadele’nin yanında yer almaya çağırır; onların millî his ve heyecanlarını ayağa kaldırır. Nitekim halk üzerinde büyük tesir icra eden onun bu konuşmaları çoğaltılarak diğer vilayetlerdeki halka ve cephelerdeki orduya dağıtılır.

İşte böyle bir ortamda, millî heyecan, millî bilinç, millî şevk ve millî azmi daha güçlü kılmak; toplumu millet yapan değerleri fertlerin ruhu ve hayatında daha canlı tutmak ve milleti tek yürek, tek yumruk hâline getirmek için bir istiklâl marşına ihtiyaç vardır. Unutulmamalıdır ki, diğer zamanlar pek aklımıza getirmediğimiz, kıymetinin farkına varamadığımız millî değerler, böyle günler için son derece önemlidir. Çünkü böylesi zor günlerde, onlarsız yaşayamayacağımızın daha çok şuurunu varırız.

Bu ihtiyacı, ciddî bir biçimde ilk kez dile getiren insan, Garp Cephesi Kurmay Başkanı İsmet (İnönü) Bey olmuştur. İsmet Bey, konuyu Maârif Vekili Dr. Rıza Nur’a açmış; asker ve milletin şevk ve heyacanını arttıracak bir millî marş yazdırılmasını istemiştir. Bunun üzerine Maarif Vekaleti tarafından bir şiir müsabakası düzenlenmiş ve konu bir tebliğle okullara; 7 Kasım 1920 tarihli Hâkimiyet-i Millîye gazetesinde yayımlanan ilânla da kamuoyuna duyurmuştur. “Türk Şairlerinin Nazar-ı Dikkatine” diye başlayan ilânda “bütün erbâb-ı kalem”, “Milletimizin dahilî ve haricî istiklâli uğruna girişmiş olduğu mücadelâtı ifade ve terennüm için” tertip edilen istiklâl marşı müsabakasına katılmaya davet edilmektedir. Şiirler 23 K.Evvel 1336’ya kadar Maarif Vekaleti’ne teslim edilecek, birinci seçilen şiirin şairine ve daha sonra yapılacak olan beste müsabakası birincisine 500’er liralık mükâfat verilecektir.[1]

Yarışmaya, dönemin şairleri ve istenilen şiiri yazabileceğini düşünen kişiler tarafından 724 şiir gönderilmiştir. Ancak bunların hiçbiri, Türk istiklâl mücadelesinin ruhunu ve büyüklüğünü ifade edebilecek güç ve değere hâiz bulunmamıştır. O yılların çok iyi tanınan şairi ve Burdur mebusu Mehmet Âkif, yarışmayı kazanan kişiye verilecek olan 500 liralık ödül sebebiyle yarışmaya katılmamıştır. Çünkü ona göre, bir milletin istiklâl marşı para ile yazılmaz, yazılamaz ve yazılmamalıydı. Bu durum fark edilip sebebi öğrenilince, bizzat Maârif  Vekili Hamdullah Suphi Bey’in özel ilgisi ve yakın dostlarının ısrarı ile -500 liralık ödülü de almamak şartıyla- Âkif’in yarışmaya katılması sağlanmıştır. Konuyla ilgili olarak Hamdullah Suphi’nin kendi el yazısıyla Mehmet Âkif’e yazdığı mektubu şöyledir:

“Pek aziz ve muhterem efendim,

İstiklâl marşı için açılan müsabakaya iştirak buyurmamalarındaki sebebin izalesi için pek çok tedbirler vardır. Zât-ı üstâdânelerinin matlûb şiiri vücuda getirmeleri, maksadın husûlü için son çare olarak kalmıştır. Asil endişenizin icab ettiği ne varsa hepsini yaparız. Memleketi bu müessir telkin ve tehyic vasıtasından mahrum bırakmamanızı rica ve bu vesile ile en derin hürmet ve muhabbetimi arz ve tekrar eylerim efendim.”[2]

 Bunun üzerine Mehmet Âkif şiirini, Taceddin Dergâhı’nın soğuk duvarları arasında ve TBMM’nin sıralarında çok kısa sürede tamamlar. Şiir, ilk kez Sebilürreşat mecmuasında (17 Şubat 1921, S. 468, s. 305), ardından da Açık Söz (Kastamonu) gazetesinde (21 Şubat 1921) yayımlanır. TBMM, istiklâl marşı konusunu, Maârif Vekaleti’nden gelen şiirlerin Maârif Encümeni’ne gönderilmesi hususundaki tezkeresi üzerine, ilk olarak 26 Şubat 1921 Cumartesi günü görüşmüş ve Maârif Encümeni’ne gönderilmesine değil, “tab ve tevziine” karar vermiştir.

1 Mart 1921 Salı günkü Mustafa Kemal’in başkanlığındaki ikinci görüşmede,  Karesi (Balıkesir) Mebusu Hasan Basri Bey’in, istiklâl marşı güftesinin Hamdullah Suphi Bey tarafından Meclis kürsüsünde okunması hakkındaki takriri kabul edilmiş ve Âkif’in şiiri kürsüde alkışlar arasında okunmuştur. Hamdullah Suphi, şiiri okumadan önce Meclis’e şu açıklamada bulunur: “ -Arkadaşlar, hatırlarsınız Maârif Vekaleti son mücadelemizin ruhunu terennüm edecek bir marş için şairlerimize müracaat etmiştir. Birçok şiirler geldi. Aradan yedi tanesi en fazla evsâfı hâiz olarak görülmüş ve ayrılmıştır. (...) Vekalet yapmış olduğu tetkikatta fevkalâde kuvvetli bir şiir aramak lüzumunu hissettiği için ben şahsen Mehmet Âkif Beyefendi’ye müracaat ettim ve kendilerinin de bir şiir yazmalarını rica ettim. Kendileri çok asil bir endişe ile tereddüt gösterdiler. Bilirsiniz ki bu şiirler için bir ikramiye vadedilmiştir. Hâlbuki bunu kendi isimlerine takrib etmek arzusunda bulunmadıklarını ve bundan çekindiklerini izhar ettiler. Ben şahsen müracaat ettim. Lâzım gelen tedâbiri alırız ve icabeden ilânı yaparız dedim. Bu şartla büyük dinî şairimiz bize fevkalede nefis bir şiir gönderdiler. Diğer altı şiirle beraber nazar-ı tetkikinize arz edeceğiz.

İntihab size aittir. Arkadaşlar reyimi ihsas ediyorum. Beğenmek, takdir etmek hususunda hâiz-i hürriyetim. İntihabımı yapmışım, fakat sizin intihabınız benim intihabımı naksedebilir. Arkadaşlar bu size aittir efendim.”[3]

Hamdullah Suphi’nin, böyle bir karara varmış olmasının asıl sebebi, orduya gönderilmiş olan üç şiirden en çok Âkif’in şiirinin asker üzerinde tesir göstermiş olmasıdır.

İstiklâl Marşı ile ilgili üçüncü ve son görüşme 12. Mart 1921 Cumartesi günü yapılmıştır. Toplantı başlangıcında söz alan Hamdullah Suphi, istiklâl marşı meselesinin bir an önce görüşülüp sonuca bağlanmasını ister. Tartışılan asıl mesele; marşın doğrudan doğruya meclis tarafından mı kabul edileceği yoksa bir encümene mi gönderileceğidir. Tartışma konusu olan bir başka husus ise, istiklâl marşının parayla ve ısmarlama yöntemiyle yazılamayacağı, halkın içinden doğması gerektiğidir. Hamdullah Suphi buna şiddetle karşı çıkar.

“- Arkadaşlar, bir hata üzerine, bir galat-ı rü’yet üzerine dikkat-i âlinizi celbetmek isterim. Bilhassa para meselesi ile bu şiirler arasında bir münasebet bulmak, gayet yanlış bir nokta-i nazardır.

(...) Biz halkın ruhunu, heyecanını ifade eden şiirler yazmaları için şairlerimize müracaat ettik. Hiçbirisi para hakkında bir şey söylememiştir. Geçen defa işaret ettiğim üzere nazar-ı dikkatinizi celbediyorum: Mehmet Âkif Bey -ki bu, şairler arasında para meselesinden kaçınan arkadaşlarımızdan birisidir- zaten senelerden beri en yüksek ve en ilâhî belâğatle yazmıştır. Yeniden yazmaktan çekinmesi; bazılarının hatırlarına para gelir, diye korkmasındandır ve ona binaen yazmamıştır.”[4]

Bu tartışmalardan sonra, Karasi (Balıkesir) Mebusu Hasan Basri, Kastamonu Mebusu Dr. Suat, Ankara Mebusu Şemseddin, Bursa Mebusu Operatör Emin, Bitlis Mebusu Yusuf Ziya, Isparta Mebusu İbrahim, Kırşehir Mebusu Yahya Galip Beylerin Mehmet Âkif’in şiirinin istiklâl marşı olarak kabul edilmesi hakkında ayrı ayrı önergeler vermeleri üzerine oylamaya geçilmiş ve Âkif’in şiirini, alkışlar arasında ve dört defa ayakta dinlenerek saat 17,45’te “ekseriyet-i âzime” ile istiklâl marşı olarak kabul edilmiştir.

Şiirini, “kahraman ordumuza” ithaf eden Âkif, onu Safahât’ına almamıştır. Ayrıca Âkif, yarışma sonunda verilecek olan 500 lirayı, Maârif Vekaleti’nin ısrarı ve zorlamaları üzerine almış ve fakir çocuk va kadınlara örgü öğretmek üzere kurulan Dârülmesaî’ye vermiştir. Hâlbuki Burdur Mebusu ve Maârif Encümeni Reisi Âkif’in bir paltosu bile yoktur. O günlerde Ankara’nın kuru soğuğunda eski bir ceketle dolaşmakta olan Âkif, aşırı soğuk ve yağmurlu günlerde arkadaşı Baytar Şefik Bey’in muşambasını ödünç almaktadır.

İstiklâl Marşı güftesinin kabulünden hemen sonra beste yarışması açılmış; Sadettin Arel, Lemi Atlı, Zati Arca, Rauf Yekta, Sadettin Kaynak, Muhlis Sabahattin, Suphi Ezgi, Zeki Üngör, Ali Çağatay, Giriftzen Asım Bey gibi yirminin üstünde ünlü ismin katıldığı yarışma, çok yoğun işler ve savaşın olağanüstü şartları sebebiyle o günlerde sonuçlandırılamamıştır. Bu yüzden İstiklâl Marşı, uzun süre farklı bestelerle çalınıp söylenmiştir. 1924’te Ali Çağatay’ın çalışması, İstiklâl Marşı’nın bestesi kabul edilerek bu karışıklığa son verilmiş; ancak 1930’da bu besteden vazgeçilerek hâlen yürürlülükte olan Zeki Üngör’ün bestesine geçilmiştir.

 

II- İSTİKLÂL MARŞI’NIN MUHTEVASI

 

İstiklâl Marşı’nın muhtevası, iki ana temel üzerine oturur: Bunlar: Bir; Türk milleti, onun vatanı, istiklâli, dini ve bayrağının düşman saldırısı karşısındaki durumu ve bunun millet nezdinde doğurduğu ciddî endişe. İki; bu endişeye mahâl olmadığı inancı ve bunun Türk milletine bağlı gerekçeleri. Metin, ilk kelimesinden son kelimesine kadar bu iki ana temel üzerine inşa edilmiş; bu iki ana eksen çevresinde doğup gelişmiştir.

Muhtevanın iç veya alt birimlerini ise; Türk milletinin değer (hürriyet, istiklâl, din, vatan, bayrak) ve nitelikleri (hürriyet severlik, imanlılık/Hakk’a tapmak, vatanseverlik, kahramanlık) ile düşmanın nitelikleri (alçaklık, hayâsızlık, medenîlik (!), çılgınlık, maddî güçlülük) oluşturmaktadır. Türk milletine ait söz konusu değer ve niteliklerin her biri, -çoğu zaman- bir “mânâ birliği” seviyesinde ele alınmış ve ön plâna çıkarılmıştır. Düşmana ait nitelikler ise, dördüncü dörtlükte mukayeseli bir şekilde ve daha belirgin olarak vurgulanırken diğer dörtlüklerden bazılarında yer yer sezdirilmiştir.

İstiklâl Marşı’mız, Türk milletinin duyduğu endişenin yersiz olduğunu haykıran “Korkma!” emriyle başlamaktadır. Buradaki “korkmak” fiilinin temel anlamında kullanılmadığını belirtmemiz gerekir. Kelimelerin iki farklı mânâ dünyası vardır. Bunlar; temel anlam ve yan anlamdır. “Ali karanlıktan korktu.”, “Ayşe köpekten korkar.” cümlelerindeki “korkmak” kelimeleri, temel anlamda kullanılmıştır. Hâlbuki İstiklâl Marşı’ndaki bu fiil, asıl anlamında değil, yan anlamlarından biri olan “endişe etmek, kaygılanmak” anlamında kullanılmıştır. Aynı kelimenin dördüncü dörtlüğün ikinci mısraındaki mânâsı da aynıdır. Mehmet Âkif’in “korkmak” fiilini, emir kipinde ve iki defa kullanmasının amacı, hem Türk milletinin ne ölçüde ciddî endişe içinde olduğunu sezdirmek hem de böyle bir endişeye lüzum olmadığını vurgulayarak onu ortadan kaldırmaktır.

Metnin büyük bir bölümünde varlığını sürdüren; dolayısıyla muhtevada önemli bir yer işgal eden millet, bayrak ve şehidlerin derinden duyduğu endişe nedir? Bu sorunun cevabı, ilk kelimeden sonra ortaya konmakla beraber, diğer dörtlüklerde de parça parça sezdirilmektedir. Endişe; “alçaklar”ın “hayâsızca akın”larıyla vatanı işgal edebileceği, iman dolu göğüslerin boğulabileceği, kutsal değerlere “nâ-mahrem” elinin uzanabileceği, ezanların susturulabileceği, vatanın semalarında dalgalanan bayrağın gönderinden indirilebileceği ve istiklâline son verilen Türk milletine esaret zincirinin vurulabileceği ihtimalidir. Burada dikkati çeken husus; söz konusu endişenin belli değerler üzerinde yoğunlaşmış olmasıdır. Bunlar; bayrak, hürriyet, istiklâl, vatan ve dindir. Elbette ki bunlar, doğrudan doğruya Türk milletine bağlıdır ve Türk milletinin varlık değerleridir. Türkün bayrağı, hürriyeti, istiklâli, vatanı ve dininin olmadığı bir ortamda, onun varlığından da bahsedilemeyecektir. Toplumlar veya insan yığınları, ancak ve ancak bu değerlere sahip oldukları müddetçe var ve millet olabilirler. Bu noktada “korkmak” fiilinin alelâde bir korkudan çok farklı; mukaddes bir endişe mânâsında kullanılmış olduğu gerçeği, daha açık bir biçimde anlaşılmış olur. O zaman millet, bayrak ve şehitlerin endişelerinde ne kadar haklı oldukları ortaya çıkar.

Türk milleti, onun bayrak ve şehitlerini böyle kutsal bir endişeye sürükleyen sebep veya sebepler nedir? Bu sorunun cevabını, iki, üç ve dördüncü dörtlüklerde bulmak mümkündür. Çünkü Marş’ın muhtevasındaki ana unsurlardan birini düşman teşkil eder. Türk milleti, İstiklâl Savaşı’nı bir düşmana karşı vermektedir. Düşman; en genel anlamıyla “Garb”tır. Ayrıntılarda ise; kendilerini “medenî” sıfatıyla lanse eden, ama “tek dişi kalmış canavar”dan farksız olan “alçaklar” ve Türk vatanına “hayâsızca” saldıran “çılgın”lardır. Bir başka ifadeyle; silah ve silah teknolojisi açısından son derece güçlü olan Batı ve onun uşakları, “medeniyet” maskesi arkasına saklanarak “tek dişi kalmış canavar” gibi, “hayâsızca” Türkün vatanına saldırmakta,  işgale kalkışmakta ve durmadan da “ulumak”tadırlar. Saldırılarının hiçbir haklı gerekçesi olmadığı için onlar birer “alçak”tırlar. Düşmanın “bugün bizden istedikleri, ne filan vilayet, ne filan sancaktır, doğrudan doğruya başımızdır, boynumuzdur, hayatımızdır, varlığımızdır, devletimizdir, dinimizdir, imanımızdır.”[5] Kısacası düşman; alçaklık, hayâsızlık, çılgınlık, maddî güçlülük, medenîlik (!) vasıflarına sahiptir.

Elbette ki bu endişe, sadece, Anadolu’nun 1918’den sonra adım adım işgal edilmesi olayından kaynaklanmaz. Tâ Haçlı Seferleri’nden bu yana asırların Türk milletinin hafızasına kabus gibi kazıdığı bir Batı gerçeği vardır. Özellikle Doksanüç, Trablus, Balkan, Birinci Dünya harpleri, böyle bir Batı’yı çok daha iyi tanımamıza vesile olur. Âkif, Safahât’ının değişik yerlerinde ve özellikle Çanakkale Şehitleri isimli destanında bu Batı’yı bütün çıplaklığıyla gözler önüne sermiştir.

 

Ne hayâsızca tahaşşüd ki ufuklar kapalı!

Nerde -gösterdiği vahşetle “bu:  bir Avrupalı”

Dedirir -yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,

Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!

...............................................................

Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...

Hani, tâuna da züldür bu rezîl istîlâ![6] (s. 354)

 

“Medeniyet” denilen maskara mahlûku görün:

Tükürün maskeli vicdânına asrın, tükürün!          ( s.170)

 

  İşte emperyalist ve zâlim Batı, elimizde kalan son vatan parçası Anadolu’yu da işgale kalkınca, elbette ki, yaşayan ve şehit olan her Türk ferdi ve onların varlık sembolü olan bayrak ciddî endişeler duymuştur. Nitekim nazlı hilâl; çehresini, kaşlarını çatmış, kızgınlık içindedir ve milletine tebessüm etmez.

Âkif, öncelikle böyle bir endişeyi kafalardan ve yüreklerden silmek ister. Çünkü böyle bir endişenin kökleşmesi ve kesinleşmesi, Türk milletinin mücâdele azmini, şevkini, heyecanını büsbütün kıracak ve korkulan durumun gerçekleşmesine zemin hazırlayacaktır. Ümitsizlik, insanların ve milletlerin mücâdele azmini yok edip elini kolunu bağlayan en büyük hastalıktır. Nitekim o günlerde “manda” zilletinden başka çıkar yolun kalmadığını açıkça telaffuz edenler vardır. Bu durumu çok iyi bilen Safahât şairi, öncelikle endişenin yersizliğini vurgulamaya; bu endişe ortamında doğabilecek ye’se engel olmaya çalışır. Daha da önemlisi, ümit, iman, şevk ve kendine güven duygusu aşılar. Söz konusu tavır, onun en karakteristik niteliklerinden birisidir. Bu sebepledir ki, ilk mısradan son mısraya kadar İstiklâl Marşı’na hâkim olan temel duygu, bedbinlik değil, nikbinliktir.

 

Âtîyi karanlık görerek azmi bırakmak....

Alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak.    ( s.175)

                      

Ye’sin sonu yoktur, ona bir kerre düşersen,

Hüsrâna düşersin, çıkamazsın ebediyyen! ( s.54)

 

Ye’se hiç düşmeyecek zerrece imanı olan; ( s.155)

 

Mehmet Âkif inanır ki; bu yurdun üstünde yaşayan en son Türk insanı, vatanı ve bayrağı uğruna şehit olmadığı müddetçe, ufuklarındaki al sancak dalgalanmaya devam edecektir. Onca olumsuzlukların yaşandığı bir dönemde, o, bu inanç ve ümidi nereden ve hangi güçten alır? Bu sorular bizi, Türk milleti; onun değer ve niteliklerine götürecektir.

Türk milleti: İstiklâl Marşı’nın en büyük ve asıl muhteva unsuru, Türk milletidir. Metnin çok büyük bir bölümü, Türk milleti; onun değer ve niteliklerinin anlatımına tahsis edilmiştir. Hatta o, doğrudan doğruya Türk milletinin topyekün ve bir ağızdan cephede savaşan ordusuna, kendisini Türk hisseden dün, bugün ve yarının nesillerine ve daha da önemlisi bütün dünyaya haykırışıdır. Metin boyunca yedi defa tekrar edilen “ben” zamirinin tamamı ve altı defa tekrar edilen “sen” zamirinin ikisinin muhatabı, Âkif’in kendisi değil, doğrudan doğruya Türk milletidir. Şairin “ben” zamirini tercihi, Türk milletinin birlik, bütünlük ve tek yumruk oluşunu sezdirme düşüncesindendir. Bunlara, dört defa tekrar edilen “millet” ile iki defa tekrar edilen “ırk” kelimelerini de ilave etmek gerekir. Unutulmamalıdır ki, bu şiir, Türk milletinin İstiklâl Marşı’dır.

 

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.

Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!

 

Türk milleti, -en az- iki bin beş yüz yıllık tarihi içinde, kendine has değer ve vasıfları olan bir millettir. Onu millet yapan da bu nitelik ve değerlerdir. Bunun şuurunda olan Âkif, muhayyel bir milletten değil, kendine has değerleriyle milletler camiasında temayüz etmiş bir milletten bahseder ve onu değerleriyle dikkatlere sunar. Türk milletinin vasıfları; hürriyet severlik, imanlılık/Hakk’a tapmak, hakseverlik, vatanseverlik, kahramanlık; değerleri de; hürriyet, istiklâl, bayrak, din (İslâmiyet), vatan ve hak-hukuktur. Söz konusu değer ve vasıflar arasında öncelik-sonralık veya önemli-önemsiz ayrımı yapmak mümkün değildir. Onlar, birbirini tamamlayan, birbirinden ayrı düşünülemeyen ve -eskilerin ifadesiyle- birbirinin “lâzım ve melzûm”u olan değer ve vasıflardır. Nitekim, değerlerle nitelikler arasında çok açık bir paralellik vardır. Bu da son derece tabiîdir. Çünkü kıymet ve önem verdiğimiz bir şey bizim değerimiz; bizi biz yapan değerimiz de vasfımız olacaktır.

Hürriyet Severlik/Hürriyet/İstiklâl: Türk milletinin temel karakter özelliklerinin başında hürriyet severlik gelir. Hürriyet severlik hayata, hürriyet ve istiklâl olarak yansıyacaktır. Onun içindir ki, Türk milleti tarihi boyunca hep hür yaşamış, bundan sonra da hür yaşayacaktır. Üçüncü dörtlüğün ilk mısraında yer alan “yaşadım” ve “yaşarım” fiilleri, bilinçli olarak dili geçmiş ve geniş zaman kiplerinde kullanılmıştır. Birincisi geçmişi, ikincisi geleceği ifade eder. Birinci fiil, üstelik “ezel” kelimesiyle daha da güçlendirilmiştir. Zaten dörtlüğün bütününde Ergenekon Destanı imajı çok açıktır. Böylece Âkif, hem millete hem de şiire tarihî bir derinlik kazandırmış olur. Ezelden beri hür yaşamış bir millet için hürriyet, istiklâl veya hür yaşama, o milletin en tabi&

İLETİŞİM edebiyatokyanus@gmail.com  
   
edebiyatokyanus 640426 ziyaretçi (1177936 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol