ABDULLAH ŞEVKİ
OKUNAMAYAN ROMANLAR
Bir roman neden okunmaz ya da okunamaz? Ayrıntılı düşünülmeli bu olgu üzerinde. En çok uyduruk romanın yazıldığı ülkelerden birisi de Türkiye son zamanlarda... Neden ünlenmek, toplumda öne çıkmak için roman yazıyorlar dersiniz? Cesaretlendiren tinsel itki nedir bu sözümona yazarları? Romanın, yazarının ünsüz oluşu, sayfa sayısı, baskısının, tasarımının albenili olmaması, reklam yapılmaması okunurluğunu etkileyebilir günümüzde. Sahi neden okunmaz ya da okunamaz bir roman: Zamanım yok, kim uğraşacak, okuyup da ne olacak denildiği için mi? Daha çok okuma özürlü toplumumuzda geçerli mazeretler olabilir bunlar. Fransız edebiyatında on yedinci yüzyılda yazılan aristokratik romanların yazıldıkları dönemden bir süre sonra –toplumsal gelişmeler bağlamında– okunabilirliklerini yitirdiklerinden söz edilir. Reel sosyalizmin çöküşünden sonra da böylesi bir gelişme oldu! Sosyalizmin “ideolojik romanları” nı okuyan var mı günümüzde? Bu romanların yeni baskıları yapılıyor mu? Dan Brown’ın post-modern “Da Vinci Şifresi” romanı gibi... Bir romanın “okunamaması” ile “okunmaması” da aynı şey değil kuşkusuz. Kimi romanların çağı geçtiğinden, devir değiştiğinden okunmaması söz konusu olabiliyor... Klasikleşememek de denilebilir buna. Şolohov’un Don serisi klasik ama... Bu romanı klasik yapan, içeriğindeki, batının sahip çıktığı sosyalist dizgenin burjuva hümanist eleştirisi olabilir. İnsani özü asıl klasik yapıyor bir romanı bence. Klasikleşmeyi sağlayan hümanist özün her romanda bulunmadığı da bilinen bir gerçek. Yüzyılları aşacak ortak insanlık durumlarını içermeli ki klasikleşebilsin bir roman. Kimine göre de siyasi açıdan bir işe yaramalı. Siyasal işlevi olmalı onun. Kanımca roman dil ve anlatım olarak da klasikleşiyor. Ayrıksı bir tadı var klasik her romanın. Bu bağlamda okudukça insanı sürükleyen arkadaşlığı ve sıcaklığı...
Ne kadar roman yazıldı kimbilir dünya ülkelerinde bu edebiyat türü ortaya çıktığından beri? Başvurabileceğimiz bütünlüklü, kapsamlı bir istatistik olabilse... Ölümsüz toplumcu gerçekçi romanlar da yok değil. Gorki’ninkiler örneğin... Ostrovski’nin “ Ve Çeliğe Su Verildisi”ni, Gladkov’un “Çimentosu” nu kaç kişi okur şimdilerde? Buna gereksinim duyar... Sosyalist dizgenin klasikleri yaklaşımı kabul ediliyor mu dünya edebiyatında? Ülkemizde, toplumcu kuram bu çeviri romanlar üzerinden öğrenilmeye çalışılmıştı bir dönem.Yanlış ve eksik öğrenildi, yorumlandı bu yüzden. Bir edebiyatçı, bir roman okuru ekonomik bir kuram olan toplumculuğun yabancılaşma bölümünü felsefi açıdan öğrenebilir ancak. O bile tam anlaşılmış olmaz kanımca. Roman bilgi taşımaktan çok yazınsal ve dil açısından haz vermeli okuruna. Her neyse, derin bir konu bu. Bir de, okur tercihi bir yana, kapsamı, oylumu itibariyle okunamaz romanlar var ki yazımın konusunu asıl bu yabancı romanlar oluşturuyor. Gerçekten, ansiklopediler gibi çok sayıda ciltten oluşan bu romanlar (Les romans de longue haleine) gereksiz biçimde uzun ve sıkıcı olduklarından burjuva çağında “okunamaz romanlar” ünvanına sahip olmuşlardır. Aşağıda bu romanlarla ilgili çözümleyici bilgiler vermek istiyorum.
Okunamayan değil de okunmayan romanlar Türkçe’de de var. Tanzimattan bu yana ünlü ünsüz pek çok yazarımız roman yazmış ama bunların tümüne ulaşmak çok güç. Hatta olanaksız denebilir... Edebiyatımızın istatistik ve arşivleme yönü çok zayıf. Tüm romanları, şiir kitaplarını, edebiyat dergilerini eksiksiz derleyen bir arşivimiz, bir kütüphanemiz neden yok bilmem? Belleksel ve kayıtlara değin çalışma yapma sorumluluğunu, gereksinimini duyamıyoruz nedense. Örneğin, bir konuyu araştırırken o kütüphaneden bu kütüphaneye dolaşıyorum ben. Bulamıyorum aradığımı çoğu kez ve zamanım boşuna geçmiş oluyor. Biraz içimi dökmüş oldum. Sorunlarımı paylaşmak istedim...
Bir romanın okunamazlığının nedeni uzunluk ve sıkıcılık olabilir mi? Bana göre içerikte yansıtılan gerçeklik eskidiğinden okunmaz duruma gelebiliyor roman. “Don Kişot türünden gecikmiş gerçeklik algılamasını” kastediyorum... Edebiyatın toplumsal gelişme ile yakın ilişkisine iyi birer örnektir “aristokratik Fransız romanları”. Bir romanın yazıldığı dönemin sonrasında klasikleşemeyip okunamaz hale gelmesini daha çok toplumsal gelişme ile açıklamaya çalışanlardanım. Temel nedenin bu olduğunu düşünüyorum. Görüşlerim tartışmaya açık doğal olarak.
On yedinci yüzyılın uzun soluklu aristokratik Fransız romanları, yazıldıkları çağlarda aristokrat sınıfın gereksinimlerine yanıt verdiklerinden okunuyorlardı elbet. Çünkü, tıpkı bir ayna gibi dönemlerindeki aristokratik kültürü yansıtıyorlardı ve çağlarına değin deneyimleri, yaşamsal kodları(düzgüleri) içermekteydiler. Stendhal’in roman için “ayna tutmak” dediğinden... Modernizmin okurunun bu romanları okuyamamasının başlıca nedeni, onların 18.yy.’dan başlayarak gelişen yazınsal gerçekçiliğin biçimlenmelerine yaklaşmakta başarısız olması, anlatmak istediklerini dolaylı biçimde yöneterek değil de, çılgınca ve kötü bir biçimde yeniden üretmeleridir. Aristokratik romanlar burjuva gerçekçiliği bakış açısından eleştirildiklerinden giderek gözden düşmüşlerdir. Şimdilerde toplumcu gerçekçi romanların post-modern gerçeklik açısından eleştirilmeleri gibi... Okunamayan aristokratik romanların genellikle kırsal / pastoral ve kahramanlık konularına işleyen kurgular olduklarını söyleyebiliriz. Kahramanlık kurguları –Madeleine de Scudéry, Martin Le Roy de Gomberville ve Gautier de Coste de la Calprenède’nin romanları– bütünüyle aristokratik sınıfın dünya görüşünü, yaşam biçimini toplumsal sorumluluğunu destansı (epic) anlatımla yansıtacak biçemle yazılmışlardır. Bu romanların kahramanları asil olarak doğmuşlardır ama bundan haberleri yoktur ilk aşamalarda. Ithaka kralı Odysseus’unkine benzer biçimde uzak yerlere giderler. Kahramanlık olayları, savaşlar ve aşklar zamansal olarak hep uzak geçmişte geçer. Pastoral romanlar 17. yy’ın ilk çeyreğinde yazılmışlardır. Günün aristokratik yaşamına hizmet ederler. Bu romanlardan döneminde en popüler olanı Honoré d’Urfé’nin 1607-1627 yılları arasında yayımlanan “L’Astrée” sidir. Beşinci yüzyılda Forez’de geçer burada da 17. yy. Fransa’sında gerçek yaşamda olduğu gibi siyasi, askeri çatışmalar, karışıklıklar vardır. Céladon ve Astrée adlı iki çoban karakter arasındaki sevi ilişkileri sorunludur. Astrée, Céladon’un kendisine olan sadakatsizliğinden kuşkulanmaktadır. Bu nedenle onu terk eder. Çok sayıdaki deneme ve tehlikelerden sonra Céladon Astree’ye olan aşkını kanıtlar ve çift yeniden birleşirler. Çok sayıda ciltlerden oluşan bu romanda da lirik biçimlere, sonelere, aşk öyküleri, ihanet ve mertliğe yer verilmiştir. Pastoral romanlarda asil duygular vardır. Pastoral kurgu (Sorel’in, Zırzop Çoban/Berger Extravagant romanında olduğu gibi) 17. yy’ın ortalarına doğru aristokrat dünyayı değerlendirme yetisini yitirmişti. Daha sonra yazılan kahramanlık romanları dil ile dünya arasındaki ilişkiyi aristokratlar adına yeniden kurmuştur. Böylelikle, aristokrat sınıf mitolojisi, idealize edilmiş tarih ve dil, kahramanlık romanlarında geniş biçimde işlenmiştir. 17.yy. romanlarında dünyanın ahlaki düzeni ve dilin bu düzenle ilişkisi ve onu doğrulaması söz konusudur. Bu romanlarda dilin eşi görülmemiş biçimde biçimlendirdiği kurgu malzemesi –anlatıma ilişkin sözcükler, poetik metaforlar, başdöndürücü karakter betimlemeleri ve gezintiler– vardır. Böylelikle anlamın potansiyelini çoğaltma ve temsil etmenin simgesi olacak dil dünyasını kurmak mümkün olmuştur. Bu amaca tam olarak Comtesse de Marie-Madeleine de la Fayette’in “la Princesse de Cléves” (1678, Paris:Gallimard, 2000) adlı romanında ulaşılmıştır.
Çok ciltli “okunamaz” kahramanlık romanları 1630 yılından başlayarak sonraki otuz yıl boyunca yazılmıştır. Pastoral romanlar çok uzun ve tutarsız olmakla birlikte, ondan sonra yazılan kahramanlık romanları, pastoral romanlardan daha kapsamlı, düzinelerce kahramanı olan romanlar olarak başdöndürücü, labirente benzeyen kurgulara sahiptir. Bu romanlardaki bilmecemsi, karmaşık anlatım biçimi nedeniyle okur giderek sıkılmakta, bağlantıları yitirebilmektedir. Ayrıca, bu romanlar, okunurken uzun bir süre ara verilip kalınan yerden tekrar başlanabilecek romanlar da değildir. Çünkü, çok sayıdaki kahraman karakteri, iç içe geçmiş olayları yeniden anımsamak her okur açısından kolay değildir.
Aristokratik roman yazarlarından Madeleine de Scudéry’nin “Artaméne ya da Muhteşem Cyrus” (Artaméne ou le Grand Cyrus, Augustine Courbé, 1650, Paris) adlı romanı, toplam on ciltten oluşmaktadır. Bizdeki pehlivan tefrikaları gibi oku oku bitmez ölçüdeki bu roman, vurduladığım gibi tıpkı labirenti andıran çıkışsız anlatımıyla eski Yunan kaynaklarına dayanır; Xenephon ve Heredotos’un işlerini, onların başından geçenlerin benzerlerini anlatır durur. Romanın kahramanı Muhteşem Cyrus, yazıldığı dönemde aristokratları simgeleyen bir karakterdir, yarı tanrı niteliğine sahiptir; ama romanın sonuna doğru insani bir karakter haline gelir. Mark Bannister’e göre bu roman kahramanlık kurgusunun en son aşamasıdır. Romanın kahramanı, toplumda aristokrat sınıfa yönelik eleştirilerin artması bağlamında, incelik, sadakat ve sempati gibi değerlere sahiptir. Diğer sınıfların(özellikle burjuvazinin) varlığını da kabul etmektedir. Toplumdan aristokratça kopukluk, kendi dünyasına çekilme, üstten bakma yoktur. Aristokratlar bu romanı okunamaz, anlaşılamaz bulmamış, okumuşlardır. Ancak, bu roman günümüz okuru açısından gerçekten “anlaşılamaz” bir karmaşa içersindedir. Yayımlandığından tam bir yüzyıl sonra Antoine Adam, bu kahramanlık romanını okunamaz olarak nitelendirmiştir (Adam, Antoine(1948), Histoire de la Littérature Française au XVIIé siècle, 5 vols., Paris: Domat). Adam’ın bu nitelendirmesi günümüzde de sürüp gitmektedir. Muhteşem Cyrus’dan başka, “Poexandre” (Augustine Courbé, 1641, Paris) ve “L’Astrée” gibi on yedinci yüzyıl Fransız aristokrat romanlarının günümüz okuruna neden yabancı geldikleri, okunamaz olduklarının edebiyat bilimi çerçevesinde araştırılması daha ilginç sonuçlar ortaya çıkartabilecektir.
Beş ya da on ciltten oluşan 17. yy’ın aristokrat romanlarının çağımız okurunu korkuttuğundan okunmadığını söyleyemeyiz. Çünkü, Tolkien’in, Proust’un, Tolstoy’un kalın ciltlerden oluşan romanları yeni baskılar yapmakta, pekala okur bulabilmektedir günümüzde. Modern okur, “roman tüketimi” olarak bakıldığında, on yedinci yüzyıl pastoral ve kahramanlık romanlarını değerlendirme konusunda başarısız olabilir. Yayıncıların okuru yönlendirmesi faktörünü de akla getirmeliyiz. Bu romanların yeni baskıları yapılıp tanıtılsalar belki okuyanlar çıkacaktır. Çok ciltten oluşan bir romanın baskısı ekonomik olabilir mi onu da düşünmek gerekir. Bir de okur bir romana başladığında onu tek ciltte bitirmek isteyebilir. Eleştirmenler, ilk aristokrat pastoral romanlarda, günümüzdeki kavramlara göre, etik ve siyasi alanda kavramsal farklılıklar, yabancı kodlar bulunduğunu da düşünmektedir. Modern okura itici gelen budur belki. Charles Sorel örneğin, söz konusu romanlarda okuma kolaylığı olmadığını vurgulayan eleştirmenlerdendir.Bu romanlar, diğer edebi türlerle karşılaştırıldığında, özellikle komik ve hicivsel olan romanlar zararlılık açısından onlardan hiç de aşağıda kalmamaktadır. Sorel’e göre günümüzde yazılan romanların okuma kolaylığının yanısıra hoş ve etkileyici yazımının altında okurun ruhunu avucunun içine alan gizli tahrikler ve ürkütücü telkinler bulunmaktadır. Doğaldır ki, ilk aristokratik romanlar günümüz anlatım tekniklerinden yoksundur. Ve de oldukça tekdüzedir.
On yedinci yüzyıl romanlarının okunamazlığı konusunda sınıfsal çözümlemeler yapıldığında daha doğru sonuçlara ulaşmak olanaklıdır. Aristokrasinin tarih sahnesinden çekilmesinden sonra Avrupa toplumunda orta sınıfların yükselişi aristokrasinin kültürünü öldürmüş, yerine o döneme göre öykünmeci ve bayağı(kitsch) denilebilecek orta sınıfın, yani burjuva kültürünün geçmesine yol açmıştır. 17.yy. sonrasında yükselişi ivme kazanan burjuva sınıfı, kültürel eksikliğini genellikle aristokrat kültüre öykünerek, onu kendine göre değiştirerek gidermeye çalışmıştır. Bu dönemde aristokratik kültüre ilişkin her türlü öğeye burjuvanın sahip çıktığını görüyoruz. Söz gelimi aristokratik romanlar yavaş yavaş burjuva gerçekçi akım tarafından ortadan kaldırılmıştır. Ancak, bu romanların okunamaz hale gelmeleri bütünüyle gerçekçilik öncesi döneme ait olmalarından kaynaklanmıyor. Burjuva gerçekçiliğinin doruğa ulaştığı dönemde yazılmış bazı romanlar da aynı on yedinci yüzyıl aristokrat romanları gibi okunamazlığa mahkûm edilmiştir. Burada önemli olan aristokratik romanların dil ve anlatımının çok eleştirilmiş olmasıdır. Bununla birlikte, okunma açısından on yedinci yüzyılın destansı ve lirik şiirlerinin günümüzde okunuyor olması aristokrat romanların dil ve anlatım engeli nedeniyle okunamadığı tezini çürütmektedir. On yedinci yüzyıl Fransız kurgularının dönemine değin estetik ve toplumsal işlevleri de modern romanınkinden farklıdır. Bu romanlardaki kadın ve erkek kahramanların güzelliği, gücü, sahip oldukları değerler en abartılı biçimde anlatılmıştır.
Bir romanın okunmazlığı bakımından tartışılabilecek şöyle bir şey daha var: Romanı kurgulamaktan ne beklendiği de önemli olmalıdır. Çağdaş okurun aristokratik romanlardaki özelliklere alışkın olamayacağı da kabul edilmelidir. Kırsal ve kahramanlık kurgusunun hayret verici karmaşıklığını, geç burjuva gerçekçiliği de tam olarak anlamamıştır. Aristokrat kurguların özellikleri on sekiz ve on dokuzuncu yüzyıllardaki gerçekçilik içinde evrimleşmiştir. Romanın bütünüyle bir burjuva yazınsal kurgu biçimi olduğunu düşündüğümüzde, on yedinci yüzyıl aristokrat romanları giderek burjuva romanındaki gerçekçilik anlamında gerçeğin taklidi konusuyla karşı karşıya kalmışlardır. Aristokratik romanlar, ideolojik olarak burjuvaya dönük siyasi sempatileri ve amaçları paylaşmamakla birlikte, tarihsel ve destansı biçimde kurgulanan dünyanın temsili biçimsel mekanizmalarının çoğunu içerirken, rekabet eden ve çatışan çağdaş kültürel gerçekler için tutarsız tek bir yazınsal alan olarak ifade araçları sağlamıştır. Buna ek olarak, farklı siyasi sempatilerin ve zıt kültürel doğruların soruşturması bizi özetle romanın bir kentsoylu olayı olduğuna ilişkin herkes tarafından kabul edilen görüşü tekrar gözöünde bulundurmaya yöneltmektedir. Burjuva romanı aristokratik kurgunun tam olarak gelişmiş biçimidir. Aristokrat romanlar 17.yy.’dan sonra küçülmüş, sayfa adedi azalmıştır. Böylelikle aristokrat romanın okunmazlığı burjuva romanının başıyla sonuyla derli toplu ve kısa olmasıyla aşılmıştır. 17.yy.’ın ortalarında romanlar uygulamada deneysel gerçeklikte kanıtlanabilir olmak ile ilgilenmemişlerdir. Oysa burjuva gerçekçiliği ve toplumcu gerçekçilikte ne de olsa gerçek yaşamla koşutluk aranmaktadır. Günümüzde okur profilinin geniş ölçüde değiştiği kabul edilmekle birlikte, kültürün, özelde yazının post-modern metalaştırılması, “tüketim malı kültür” olgusu, yayıncıya, genellikle “fast food” gibi hemen haz alınacak, tüketilecek, para kazandıracak kitapları pazarlatmaktadır. Edebiyat “fast-food” anlayışıyla pazarlandıkça geçmiş çağların uzun soluklu romanlarının piyasaya çıkamaması, okunmaz olması doğaldır. Anamalcı toplumlardaki sıradan, niteliksiz okur kitlesi, yani tüketici-okur, “fast-food” edebiyat ürünlerinden hoşlanır hale getirilmiştir. Çoğu kez sansasyonel yazarlar, eski suçlular, katiller, fahişeler, rezalet çıkaranlar, büyük magazinsel olaylarla manşetlerde gündeme gelenler birden yazar yapılmakta, bunların el birliğiyle yazılıveren kitapları kapışılmaktadır. Bu durumda küresel kapitalizm çağının tüketici okurunun romanları kesinlikle 17.yy’ın bitmez tükenmez, okunamaz aristokratik romanları olmayacaktır.
|