GÖSTERGEBİLİM
YAHUT
İŞARET BİLİMİ
(Semiotique)
Yard. Doç. Dr. Mustafa Ö Z S A R I
İşaret bilimi (semiotics) Amerikalı filozof Charles Sanders Pierce tarafından semiotics diye adlandırılan bir inceleme yönteminin adıdır. Bu bilim dalının İsviçreli dilbilimci Ferdinand de Saussure tarafından 1915 yılında yazılan Genel Dilbilim Dersleri başlıklı eserde, semiyoloji olarak adlandırılması önerildi. Semiyotik ya da Semiyoloji genel işaret biliminin alternatif bir adı olarak tanımlandı ve beşeri tecrübelerin tamamı bu alanın içine alındı. İşaret (signs) kavramı dil, mors alfabesi, trafik işaretleri gibi bütün bildirişim sistemlerini içine alacak nitelikte sınırsız bir alanı kapsamaktadır. Beşeri faaliyetlerin ve üretimlerin büyük bir bölümü –bedenî duruş ve jestlerimiz, yaptığımız sosyal tören ve ayinler, giydiğimiz elbiseler, yediğimiz yiyecekler, yaşadığımız binalar, ilgilendiğimiz bütün objeler- belirli bir kültür içinde yaşayan bizler için anlamlıdırlar ve anlamlı olan bu şeyler “işaret” olarak adlandırılmakta, işaretleme sisteminin muhtelif türlerinin fonksiyonlarını üzerinde taşıyan işaretler olarak analiz edilmektedir. Dil incelemeleri (bilhassa sözlü işaretlerin kullanımı söz konusudur) genel semiyotiğin sadece tek bir dalıdır. Buna karşılık, dilbilimi sayesinde dil incelemeleri hayli gelişmiştir. Dilbilimi, gerçekte, diğer sosyal işaretleme sitemlerini inceleyen semiyotikçilere temel metot ve kavramları hazırlamaktadır.
İşaret bilimi, genel bir temsil “representation/temsil” teorisidir. “Temsil” bir başka şeyin yerini tutan veya onu insan zihninde canlandıran her şey demektir. C. Sanders Peirce’e göre üç tip “temsil” vardır. Pierce bu üç tip temsili’i işaretleyen ile işaretlenen arasındaki ilişkiye dayalı olarak üç sınıfa ayırmıştır.
1-İkon: Temsil eden şey ile temsil edilen şey arasında benzerlik ilişkisi bulunduğunda işaret ikon adını alır. Bir evin planı, bir fotoğraf birer ikondur. Yine resmi çizilen bir insan portresi, coğrafî bir alanın haritası birer ikondur.
2-İndex (belirti): işaretin işaretlenen ile tabii sebep ya da sonuç ilişkisini taşıyan işarete denir. Duman yanan bir ateşin işaretidir. Bir fırıldak ya da rüzgar gülü fırtınanın ne yönde estiğine işaret eder. Yine beniz sarılığının hastalığa işaret etmesi, divan şiirinde sarı yüz, dağınık saçlar ve solgun yüzün aşıklığın belirtisi olması da birer indextir.
3-Sembol: Peirce burada biraz daha müphem bir ibareyi, yani işaret uygunluğu (sign proper) terimini kullanmıştır. Bu terimi Rıza Filizok “anlamı anlaşmaya veya niyete bağlı olarak belirlenmiş bir işaret türü” olarak tanımlar. Sembolde işaret eden parçalarla işaret edilen şey arasında doğal bir ilişki yoktur. Örneğin el sallama bazı kültürlerde selamlaşma ya da vedalaşmanın geleneksel işaretidir ve ille de bu şekilde olma zorunluluğu yoktur. Trafikteki yeşil ışık geleneksel olarak “geç” anlamına gelir. Bir dile ait kelimeler, aynı şekilde birer semboldür.
Günümüz semiyotikçileri, Saussure’ün teklif ettiği pek çok terimden ve kavramdan yararlanmışlardır. Bu terimlerin en önemlileri aşağıya çıkarılmıştır:
1-Bir işaretin (signe) iki temel bileşeni ya da görünüşü vardır: İşaretleyen (signifier) (dildeki konuşma sesleri, bir sayfa üzerindeki izler) ve işaretlenen (signified) (işaretin anlamı olan fikir ya da kavram).
2-Sözlü işaret, Saussure’ün terimiyle keyfîdir “arbitrary”. Yani ses taklidi kelimeler “onomatope” (kelemenin sesiyle anlamı arasında ilişki bulunan kelimeler/ tabii sesleri yansıtan kelimeler) hariç, sözlü işaretleyen ile işaretlenen şey arasında tabii ve kendi yapısından gelen bir ilişki yoktur.
3-Kelimeleri, kendisini yapan konuşma seslerinin bileşenleriyle, anlamları ya da bu elementlerin kendi aralarında oluşturdukları objektif unsurlar aracılığıyla değil, belirli bir dilbilimsel sistemin ortaya koyduğu diğer konuşma sesleri, diğer kelimeler ve diğer işaretleyenlerin oluşturduğu zıtlıklar ve ayrımların ilişkilerinden doğan ağ içinde kavrarız ve onların farklıkıllarını anlarız.
4-Dilbiliminin ya da herhangi bir semiyotik girişimin amacı “söz” (parol) ile “dil” (langue) arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktır. Söz, dilin kullanımı olarak tanımlanabilir. Buna karşılık dil, sözün dayandığı genel sistemdir, söz konusu unsurlardan doğan genel kurallardır. Semiyotik incelemeler, sözle ilgilenir ancak onu incelemelirinin merkezine yerleştirmez, buna karşılık sözde ifadesini bulan dilin genel sistemi üzerine yoğunlaşır.
Modern semiyotik, tıpkı yapısalcılık gibi, Saussure’ün himayesi altında Fransa’da gelişmiştir. Bu bakımdan pek çok semiyotikçi aynı zamanda yapısalcıdır. Semiyotikçiler “metin” olarak sosyal olguların ya da üretimin herhangi bir unsurunu ele alabilirler. Bunlar belirli işaretlerin ve kodların hiyerarşik yapılarını incelerler; belirli bir işaretleme sistemine sahip olan belirli bir toplumun üyelerince anlamlı hale getirilen semiyotik sistemleri değerlendirirler. 1960’ta ve sonraki yıllarda Calaude Levi-Strauss semiyotik uygulamayı kültürel antropoloji sahasında resmen başlatmıştır. L. Strauss olgu ve uygulamalarında önemli bir değişimin gözlendiği ilkel toplumların yapısını analiz ederken Saussure dilbilimini bir model olarak ele almıştır. Böylece, bir bakıma, genel Fransız yapısalcılığının kuruluculuğunu da üstlenmiştir. Araştırmaları akrabalık sistemlerini, totem sistemlerini, yiyecek hazırlama yollarını, mitleri ve mantık öncesi (prelogical) dünyayı yorumlama modellerini kapsamaktadır. Jacques Lacan semiyotiği bilinç-dışını işaretin yapısı olarak yorumlayan Freud Psikoanalizmine uyguladı. Michel Foucault, kimliğini ifade etmenin, sınıflamanın ve cinnet geçirmenin muhtelif yollarını ve insanın cinselliğiyle ilgili değişen kavramları da içine alan çeşitli hastalıkların tıbbî yorumlarını değiştirmeyi amaçlayan yeni bir semiyotik analiz yöntemi geliştirdi. Saussure prensiplerini ve metotlarını eserlerinde açıkça uygulayan Roland Barthes bir yandan kadın modalarını destekleyen ve tasvir eden reklamlardaki farklı işaretleme sistemlerine ait kodların ile bunları oluşturan parçaların semiyotik analizlerini yazarken, öte yandan dünyaya dair orta sınıf mitlerinin (bourgeois myths) incelemesini yaptı. Barthes, profesyonel güreş müsabakalarının, çocuk oyuncaklarının, aşçılık ve mutfak sistemlerinin ve striptizcilerin faaliyetlerinin sosyal işaret sistemlerinin örneklemeleri olduğunu ileri sürdü. (bk. Mythologies, 1972) Aynı zamanda Roland Barthes ilk yazılarında “ikinci dönem semiyotik sistem” (second-order semiotic system) olarak edebî metinle ilgilenen yapısalcı eleştirinin en başta gelen temsilcilerinden biriydi. Yani yapısalcı eleştiri, farklı elementleri, farklı gelenekleri ve farklı kodları bilhassa edebî sistemle ilişkilendiren edebî metnin semiyotik yapının en yüksek düzeyini şekillendirmede dilin birinci sıra semiyotik sistemini kullandığını ileri sürmektedir.
Semiyotik Teorinin çeşitli unsurları hakkında daha geniş bilgi için Terense Hawkens’in Yapısalcılık ve Semiyotik (Structuralism and Semiotics) (1977), Jonathan Culler’in İşaretlerin Peşinde Koşanlar (The Pursuit of Signs) (1981), Robert Scholes’in Semiyotik ve Yorum (Semiotics and Interpretation) (1982) başlıklı eserlerine Thomas A. Sebeok’un hazırladığı bir antoloji olan İşaretin Masalı: Semiyotik Bir Gezinti (The Tell-Tale: A Suvey of Semiotics) (1975) ile yine Robert E. Innes tarafından hazırlanan Semiyotik: Giriş (Semiotics: An Introductory Reader (1986) başlıkla antolojiye bakabilirsiniz. Ayrıca Umberto Eco’nun Semiyotik Teori (A Theory of Semiotics) (1976), Roland Barthes’ın Semiyolojinin Elemanları (Elements of Semiology) (1967) ve Thomas A. Sebeok’un Amerika Birleşik Devletlerinde Semiyotik (Semiotics in the United States) (1991) başlıklı kitaplarında da semiyotik teoriye dair ayrıntılı bilgi vardır. Bu arada muhtelif sosyal fenomenleri semiyotik yöntemlerle analiz eden ve İngilizce yazılmış olan başka çalışmalar da bulunmaktadır: Claude Levi-Strauss’un Yapısal Antropoloji (Structural Antroplogy) (1968) ve The Raw and Cooked (1966); Roland Barthes’ın Mitoloji (Mythologies) (1972); Jacques Lacan’ın Dilin Kendisi: Psikoanalizde Dilin Fonksiyonu (The Language of the Self:The Function of Language in Psychoanalysis) (1968) ve Michael Foucault’un Bilginin Arkeolojisi (The Archaeolojy of Knovledge) (1972), Delilik ve Medeniyet (Madness and Civilization) (1965) ve Kliniğin Doğuşu (The Birth of the Clinic) (1973). Semiyotik ve edebî analiz yöntemleri için ise Maria Conti’nin Edebî Semiyotiğe Giriş (An Introduction to Literary Semiotics) (1978); Michael Riffaterre’nin Şiirin Semiyotiği (Semiotics of Poetry) (1978), Barbara Hernstein Smith’in Söylemin Sınırları Üzerine: Edebiyatın Dille İlişkisi ( On the Margins of Discourse: The Relation of Literature to Language) (1978). Semiyotik eleştiriye eleştirel bir bakış için J. G. Merquior’ün Prag’dan Paris’e (From Prsgue to Paris) (1986) başlıklı eserine bakabilirsiniz.