edebiyatokyanus
İÇERİK  
  ANA SAYFA
  YAZILAR
  => Attila İlhan Şiiri-DoDoç.Dr. Yakup ÇELİK
  => Bunalım Edebiyatı ve Modernizmin Sorunları-Svetlana Uturgauri
  => Karagöz'e Ezgi-Satı Erişen
  => Orta Oyunu Eksikliği-Nihal Türkmen
  => Orta Oyunu ve Karagöz-Nihal Türkmen
  => Dilin Yapısı ve Toplumun Yapısı-Emile Benveniste
  => Türkçe Metinlerde Bağdaşıklık ve Tutarlılık-İrem Onursal
  => Asansörle Yükseltilmek İstenen Çukurlar-Can Yücel
  => KÜLTÜR VE ÖTESİ-Cemil MERİÇ
  => Türkoloji-Cemil MERİÇ
  => Tevfik Fikret ve Batı Retoriği-Rıza Filizok
  => Estetik tarihimize bir bakış-Arslan Kaynardağ
  => MÜRSEL MECAZ-Rıza FİLİZOK
  => Başlıca Dil Bilimi Akımları-Prof.Dr. Rıza FİLİZOK
  => ZİYA OSMAN SABA’NIN NEFES ALMAK ADLI ŞİİR KİTABINDA -Yrd. Doç. Dr. Safiye AKDENİZ
  => HİKAYE VE ROMANDA “ANLATICI”YA GÖRE METİN TİPLERİ, - Yard. Doç. Dr. Safiye AKDENİZ
  => GÖSTERGEBİLİM-Yard. Doç. Dr. Mustafa Ö Z S A R I
  => TÜRKİYE'NİN ÖNEMİ-Emre Kongar
  => KÜRESELLEŞME VE KÜLTÜREL FARKLILIKLAR ÇERÇEVESİNDE ULUSAL KÜLTÜR-Prof. Dr. Emre Kongar
  => TÜRKİYE'NİN KÜLTÜREL ÖZ-ANLAYIŞI: AVRUPA BİRLİĞİ İÇİN BİR ZENGİNLİK-Emre Kongar
  => BARIŞ KÜLTÜRÜ VE DEMOKRASİ-EMRE KONGAR
  => GOP NEYİ AMAÇLIYOR, NEYİ GERÇEKLEŞTİREBİLİR-EMRE KONGAR
  => YENİ EMPERYALİZM, HUNTINGTON VE ELEŞTİRİSİ-Emre Kongar
  => KÜRESELLEŞME BAĞLAMINDA TÜRKİYE-Emre KONGAR
  => DEMOKRASİ KÜLTÜRÜ SORUNLARI-Emre Kongar
  => AVRUPA BİRLİĞİ'NE "ONURLU VE BAŞI DİK" GİRİŞ NE DEMEK-Emre Kongar
  => TOPLUMSAL VE SİYASAL GELİŞMEMİZİ ETKİLEYEN MARKALAR-Emre Kongar
  => KÜRESELLEŞME, MİKRO MİLLİYETÇİLİK, ÇOK KÜLTÜRLÜLÜK, ANAYASAL VATANDAŞLIK-Emre KONGAR
  => NİYAZİ BERKES'DE ÇAĞDAŞLAŞMA KAVRAMI-Emre KONGAR
  => KEMAL TAHİR-Hilm Yavuz
  => OYUNLARIM ÜSTÜNE-Nazım Hikmet
  => OYUN YAZARI OLARAK-Ataol Behramoğlu
  => POPÜLER EDEBİYAT- M. Orhan OKAY
  => HER SÖZ BİR ŞEY SÖYLER-Feyza HEPÇİLİGİRLER
  => Tiyatronun Kökeni, Ritüel ve Mitoslar
  => ROMANDA KURMACA VE GERÇEKLİK
  => Fuzûlî’nin Hikaye-i Leylâ ve Mecnun’u
  => SEZAİ KARAKOÇ ve HİS “;KAR ŞİİRİ”;-Selami Ece
  => İSTANBUL’UN AHMED MİDHAT EFENDİNİN ROMANLARINA TESİRİ
  => AHMET MİDHAT’A ATFEDİLEN BİR ESER: “HÜKM-İ DİL” VE MANASTIRLI MEHMET RIFAT
  => CEZMİ ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER
  => "EDEBİYATEĞİTİMİ"NDE "EDEBÎ METİN"İN YERİ VE ANLAMI
  => Mustafa Kutlu ve Rüzgârlı Pazar
  => BİR BİLİM ADAMININ ROMANI” ÜZERİNE GEÇİKMİŞ BİR TAHLİL
  => ÖLÜMÜNÜN 50. YIL DÖNÜMÜNDE
  => “MİT”TEN “MODERN HİKÂYE” “HİKÂYE”NİN SERGÜZEŞTİ
  => EDEBİYAT DİLİ/EDEBÎ DİL
  => BİR NESLİN VEYA BİR ŞAİRİN ROMANI: MÂİ VE SİYAH
  => İSTİKLÂL MARŞI’NIN TAHLİLİ
  => CAHİT KÜLEBİ
  => TEVFİK FİKRET’İN ŞİİRLERİNDE TRAJİK DURUM
  => MEHMED RAUF’UN ANILARI yahut EDEBÎ HATIRALARIN YAYIMI ÜZERİNE BİR DENEME
  => MEÇHUL BİR AŞKIN SON NAĞMELERİ: TEVFİK FİKRET’İN “TESADÜF” ŞİİRLERİ / YARD. DOÇ. DR. NURİ SAĞLAM
  => Tarihsel Romanın Eğitimsel İşlevi
  => ALIMLAMA ESTETİĞİ VE EDEBİYAT ÖĞRETİMİ1
  => Tanzimat Dönemi Oyun Yazarliginda Batililasma
  => SİNEMA VE EDEBİYAT TÜRLERİ
  => EDEBİYAT EĞİTİMİ, ESTETİK BİR HAZZIN EDİNİMİ
  => EDEBÎ TENKİT
  => ADALET AĞAOĞLU’NUN DAR ZAMANLAR ÜÇLEMESİNDE KİMLİK SORUNU
  => Halit Ziya ve Mehmet Rauf'un hayatları ile romanları
  => YAZIN VE GERÇEKLİK
  => MİLLÎ EDEBİYAT
  => HECE-ARUZ TARTIŞMASI/ Arş.Gör.Oğuzhan
  => AHMET HAŞİM’İN ŞİİRLERİNDE ATEŞİN DİLİ / ARŞ. GÖR. VEYSEL ŞAHİN
  => ROMAN TEKNİĞİ BAKIMINDAN YABAN
  => TANZİMATTAN GÜNÜMÜZE COCUK EDEBİYATI
  => KADIN VE EDEBİYAT
  => Şiirin Temel Özellikleri-Christopher Caudwell
  => EDEBİYAT EĞİTİMİ: HERMENEUTİK BİR YAKLAŞIM Vefa TAŞDELEN
  => VOLTAİRE VE ROUSSEAU ETRAFINDA AYDINLANMA ÇAĞI FRANSIZ YAZINI
  => TÜRKİYE’DE ULUSAL KÜLTÜR TARTIŞMALARI BAĞLAMINDA ÇAĞDAŞ UYGARLIK SORUNU
  => EDEBİYATIN DİLİ ÜZERİNE
  => TARİHİN SINIFLANDIRILMASI
  => Türk Milletini Uyandıran Adam: Attila İlhan
  => EDEBİYAT DERSLERİNİN İÇERİĞİNİN DEĞİŞTİRİLMESİ KONUSUNDA
  => "Yalancı şöhretlerin Gerçek Yüzünü Ortaya Koydum"-Hilmi Yavuz
  => AVRUPA BİRLİĞİNİ YARATAN NEDENLER VE TÜRKİYE Metin AYDOĞAN
  => DİVAN ŞİİRİYLE HALK ŞİİRİNDE ORTAK BİR SÖYLEYİŞ BİÇİMİ
  => divan şiirindeki sevgili tipini alaya alan bir roman
  => ALIMLAMA ESTETİĞİ VE EDEBİYAT ÖĞRETİMİ
  => BAĞLANMA VE ÇELİŞKİ
  => Antik Çağ’da Tarih Yazmak
  => TARİHÎ ROMANDA POST-MODERN ARAYIŞLAR
  => Kültürel Batılılaşma
  => GARPÇILAR VE GARPÇILAR ARASINDAKİ FİKİR AYRILIKLARI
  => Harf Devrimi Üzerine Yeniden Düşünmek
  => EDEBİYAT ÖĞRETİMİNDE WALDMANN MODELİ
  => KEMÂL AHMED DEDE VE TERCÜME-İ MENÂKIB-IMEVLÂNÂ’SI
  => TARİHSEL GELİŞİM SÜRECİ İÇERİSİNDE URDUCA
  => Avrupalılaşmak mı, Avrupalılaştırmak mı?CEMİL MERİÇ
  => ŞAİRANE BİR ÇEVİRİ yahut TOPLUMBİLİMİN SERÜVENLERİ Cemil MERİÇ
  => 47 LİLER YAHUT BİR ROMANIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
  => ZAMAN, ZAMAN – I TERAKKİ Cemil Meriç,
  => Kırk Ambar (Cilt1)
  => KADIN RUHU, Cemil Meriç
  => Umrandan Uygarlığa-C.Meriç
  => Balzac’tan önce modern roman-Cemil Meriç
  => ARİSTARK’LA ZOİL-c.meriç
  => ELİNDE CENNET AÇAN ZEND AVESTA- c.meriç
  => SELEFÎLİK–SÛFÎLİK VE ÂKİF-SÜLEYMAN ULUDAĞ
  => Mehmet Âkif- Mâhir İz’e Yazdığı Mektuplar
  => DİDO SOTİRİYU’NUN ROMANI GİBİ BİR ROMANIMIZIN OLMAYIŞI
  => HİLMİ YAVUZ’UN DENEMECİLİĞİ
  => İRONİ KAVRAMI, GERÇEKÜSTÜCÜLÜK VE ERCÜMEND BEHZAD LAV ŞİİRİ ÜZERİNE
  => OKUNAMAYAN ROMANLAR
  => Gelenekçilik Geleneğe Dahil Değil
  => Türk Tiyatrosunda İronik Söz, İronisiz Metin
  => Postmodernist İroni
  => NÂZIM HİKMET ŞİİRİNİN SİYASİ ETKİLERİ
  => NÂZIM HİKMET ŞİİRİNDE SİNEMASAL ÖĞELER
  => Savaş
  => Newton, Goethe ve Sosyal Bilimler
  => Bir Afyon (!) Olarak Diktatörlükten Demokrasiye Futbol
  => Adorno Yüz Yaşında
  => Theodor Adorno: Kültür Endüstrisini Yeniden Düsünürken
  => ADORNO'NUN KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ KAVRAMI ÜZERİNE
  => ADORNO’NUN KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ KAVRAMI ÜZERİNE
  => Frankfurt Okulu
  => TARİHİ MADDECİLİK VE KAPİTALİZM - ÖNCESİ TOPLUMLARASYA TOPLUMU - FEODALİTE Asaf Savaş AKAT
  => POSTMODERNİZM GEÇ KAPİTALİZMİN KÜLTÜREL MANTIĞI
  => Postmodernizm Ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı 2
  => Postmodernizm Ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı 3
  => DİMİTRİ KANTEMİR'İN DOĞUBİLİM ARAŞTIRMALARINA KATKISI Georges Cioranesco
  => DİMİTRİ KANTEMİR'İN DOĞUBİLİM ARAŞTIRMALARINA KATKISI Georges Cioranesco 2
  => II. MEŞRUTİYET'TE SOLİDARİST DÜŞÜNCE: HALKÇILIK Zafer Toprak
  => II. MEŞRUTİYET'TE SOLİDARİST DÜŞÜNCE: HALKÇILIK Zafer Toprak 2
  => Türkoloji Araştırmaları Makaleler Veritabanı
  => Yeni Makaleler
  => Türkoloji Araştırmaları Dergisi
  => Türkoloji Makaleleri
  => ŞAİR DUYARLILIĞI Afşar TİMUÇİN
  => Yazılar.....
  => SEÇME YAZILAR
  => EDEBİYAT Tez / Makale / Kitap ara
  => Orhan Pamuk: Babamın bavulu Nobel konuşması
  => PiVOLKA'da Çıkan Yazılar
  => Amin Maalouf Üstüne
  => Öykünün Yüzyılı /Feridun ANDAÇ
  => Cumhuriyet Dönemi Türk Felsefesinde Bir Hareket Noktası Olarak Teoman Duralı-oktay taftalı
  => Sofist Bilgeliğin "Empirist" Dayanakları Üzerine 0.TAFTALI
  => Birlik ve Liderlik Hayalleri O.TAFTALI
  => Eğitilemeyen Bir Varlık Olarak İnsan O.TAFTALI
  => Çağdaş Bir Tarım Toplumuna Doğru O.TAFTALI
  => Sosyo-Politik Bağlamda Bir Dekadans Olarak Bilgi Toplumu O.TAFTALI
  => Aşkla Varolan Hayatlar O.TAFTALI
  => Batı Medeniyetinin Mutsuz Çocuğu Entelektüel O.TAFTALI
  => Nihat Genç Yazıları
  => Batılı Tarih Bilimi ve Tarihin Mantığı
  => Bir Hayat Alanı Olarak Aile O.TAFTALI
  => Bir Savaşın Kavramları Üzerine
  => Çalışma ve Erdem Kavramları Arasındaki İlgi Üzerine O.TAFTALI
  => Değer Üreten Hayatlar
  => Doğu'nun Hayal Ülkesi O.TAFTALI
  => Dostlukla Yükselen Hayatlar O.TAFTALI
  => Şiirimizin Hazin Sonu O. TAFTALI
  => Soğuk ve Sıcak Hayatlar OKTAY TAFTALI
  => Yalanın Fenomenolojisi O. TAFTALI
  => Günümüzde Medya Kılavuzluğu - Günümüzde Medya Kılavuzluğu
  => Ermeni Meselesinin Kökenini Batının Irkçılığında Aramak Lazım Prof. Dr. Türkkaya Ataöv
  => Osmanlı’dan Lozan’a Musul-Kerkük
  => “Sözümü Tutamadım, Artık Yaşayamam” Turhan Feyizoğlu
  => Gerilla Mustafa Kemal ve Türk Yurtsever Kurtuluş Hareketi Turhan Feyizoğlu"
  => SİYASİ TARİH YAZILARI -YEREL TARİH YAZILARI
  => Yazarlar - yazılar
  => TÜRKİYE’DE MUHAFAZAKÂRLIĞIN DÜŞÜNSEL - SİYASAL TEMELLERİ
  => yazılar 1
  => yazılar2
  => türk dünyası
  => Derin devlet
  => YAZILAR,
  => SOSYOLOJİ.
  => YAZILAR,,.
  => TANZİMAT DÖNEMİ
  => İdealizm-Realizm
  => Cemil Meriç..
  => ilhan berk
  => NİYAZİ BERKES’İN TÜRK KİTLE İLETİŞİM TARİHİNE KATKILARI
  => yazılar.
  => yazılar..
  => yazılar,
  => yazılar,,
  => yazılar.,
  => YAZILAR.
  => YAZILAR..
  => YAZILAR-
  => YAZILAR-,
  => yazılar.1
  => y.1
  => y.2
  => y.3
  => y.4
  => y.5
  => y.6
  => y.7
  => y.8
  => y.9
  => y.10
  => y.11
  => y.12
  => y.13
  => y.14
  => y.15
  => y.16
  => y.17
  => y.18
  => y.19
  => y.20
  => y.21
  => y.22
  => y.23
  => y.24
  => y.25
  => y.30
  => y.31
  => y.32
  => y.33
  => y.34
  => y.35
  => y.36
  => y.37
  => y,38
  => y.39
  => y.40
  => y.41
  => y.42
  => y.43
  => y.44
  => y.45
  => y.46
  => y.47
  => İnsan-Mekan İlişkileri
  => SANAT VE ELEŞTİRİ
  => Türkiye’de olumsuz Pierre Loti eleştirileri
  => TÜRKiYE’DE MODERN EDEBİYAT ELEŞTİRİSİ
  => ATATÜRK,
  => MAKALELER:
  => MAKALELER,
  => yz
  => yz1
  => yz2
  => yz3
  => yz4
  => yz5
  => yz6
  => yz7
  => yz8
  => FRIEDRICH NIETZSCHE’NİN TARİH ANLAYIŞI
  => Edebiyat Nedir?
  => YM1
  => YM2
  => YM3
  => YM4
  => YM7
  => YM8
  => YM9
  => İbn Battûta’da “Ahı” Kelimesi ve Anadolu
  => Simone de Beauvoir: Abjeksiyon ve Eros Etiği
  => Toplumsal Cinsiyet Düzenlemeleri
  => Psikanalitik ve Post-Yapısalcı Feminizm ve Deleuze
  => Tarihsel Bir Perspektif Üzerinden İroni Tür ve Tekniklerinin Gelişimi ve Bazı Uygulama Örnekleri Tarihi Gelişim
  => İroni ve Melankoli*
  => İroni, Nostalji ve Postmodern
  => “Daha İyi Anlamak İçin Daha Fazla Açıklamak” İsteyen Bir Yorumbilimci: Paul Ricœur
  => Kendi (Paul Ricœur Üstüne)
  => Sersemleşme Okulu
  => Osmanlı ve Avrupa Arasındaki Karşılıklı Etkileşimde Etnomaskeleme
  => Antik Yunan Tragedyasının Metafiziği
  => Sonbahar Mitosu: Tragedya*
  => Ayrışma, Çatışma ve Fanatizm
  => Fanatizm İlkelliktir
  => Tuhaf Bir Çocuk
  => Huzursuz
  => Benjamin’in Mistisizmine “Üç Yönlü Yol”
  => Renan, Irk ve Millet
  => Varlık, Benlik, Hatırlayış ve Unutuş Üzerine
  => Hangi Kilidin, Hangi Anahtarı?
  => Romanda Tarih
  => Bugün Psikanalizi Tartışmak
  => Kültürde Bakış
  => 1930 Goethe Ödülü Dolayısıyla Frankfurt Goethe Evi’nde Konuşma
  => Jacques Derrida ve Konukseverlik Sorusu
  => Metafiziğin Kalesi Hakkında Düşünmek
  => Hakların İadesi
  => Modern Etiğin İki Temel Direği Agnes Heller
  => Ezoterizme Genel Bir Giriş
  => Turnanın Semahı, Ezoterizmin Zamanı: Bektaşi ve Alevi Zaman Kavrayışla
  => Yeni sayfanın başlığı
  => Ulus-Ötesinden Hukuka Bakmak: Jürgen Habermas
  => Yeni Perspektifler Gerçeğin Çölüne Hoşgeldiniz
  => Orlan: Kırılan Ten Kubilay Akman
  => Pusudaki Ten, Vice Versa
  => Cimri ve Çöp Arasındaki Güçlü İlişki Üzerine
  => Demokrasi Kavramı Üzerine Hayli Spekülatif Bir İrdeleme
  => Benim Çöp Bayramım
  => Kamu Yeniden Kurulurken Kadınlara Ne Olacak?
  => Sonsuzluğun Sınırında: Immanuel Kant
  => Kant ve Üniversite İdeası
  => İki Yüzüncü Ölüm Yıldönümünde: Immanuel Kant ve Kantçılık
  => Kant ve Yeni Kantçılık
  => Otuz Beşinci Gece: Ruh, Can, Hayat, Ölüm, Akıl ve Öte Dünya Üzerine1
  => Ölüm Üzerine Tıbbi Çeşitlemeler
  => Ölüme Karşı Ölüm
  => Avrupa İçin Yeni Bir Ethos Üzerine Düşünceler
  => Avrupa ve Ötekileri
  => Sûfî Şiirinin Poetikası
  => Byron ve Romantiklik
  => Kötülük Toplumu ve Biçimin Muhalefeti
  => Balkanlar: Metaforların Çarpıştığı Bir Savaş Alanı
  => Badiou: Etik Üzerine
  => “Semen est Sanguis" Yahudilikte ve Hıristiyanlıkta Kan
  => Âdet Kanaması Tecrübesi: Sınırlar ve Ufuklar
  => Said ve Saidciler ya da Üçüncü Dünya Entelektüel Terörizmi
  => Kültür Endüstrisini Yeniden Düşünürken
  => Adorno ve Tanrının Adı
  => Kant, Adorno ve Estetiğin Toplumsal Geçişsizliği
  => Adorno ve Berg
  => İbn Battûta Seyahatnamesi
  => Irak Savaşı ve Sivil Etkinlikler
  => Yamalı Çelişkiler Semti: Saraybosna'dan Yenibosna'ya
  => Halkla Birlikte Bir Çağdaş Kent Söylemi Üzerine
  => Yeni Dünya Düzeninin Sonu?
  => Selçuklular Anadolu’da
  => Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubâd Dönemine (1220-1237) Bir Bakış
  => 13. Yüzyılın Başında Anadolu’da Ticaret
  => Selçuklular Döneminde Anadolu’da Felsefe ve Bilim (Bir Giriş)
  => Nietzsche ve ‘Akla’ İsyan
  => Bizans Manastır Sistemine Giriş
  => Öğrenci Radikalizmi Üzerine Düşünceler
  => 1968’i Yargılamak ya da 68 Kuşağına Mersiye
  => “Gelecekte İnsanlara Çok Güzel Görüneceğiz”
  => Nevroz, Psikoz ve Sapkınlık
  => Üniversitede Psikanaliz Öğretmeli miyiz? Sigmund Freud
  => Psikanalist Kimdir?
  => Nerelisiniz?
  => Irak’a Kant Çıkarması
  => Bizans Şaşırtıyor
  => 12 eylül dosyası
  => FETHİ NACİ: Cesur, Gerçekçi Ve Halkçı... İzzet Harun Akçay
  => SON OKUDUKLARIM- İzzet Harun Akçay
  => Sabahın yalnız kuşları-İzzet Harun Akçay
  => Bir Portre - Cahit Sıtkı TARANCI - Şükran KURDAKUL
  => ŞİİR NEDİR? Cahit Sıtkı TARANCI
  => Afşar TİMUÇİN - Şair Duyarlığı
  => Ahmet KÖKLÜGİLLER - Karacaoğlan'ın Yaşamı ve Şiirleri
  => Atilla ÖZKIRIMLI - Dadaloğlu ve Çevresi
  => Aysıt TANSEL - Metin Eloğlu
  ARAŞTIRMA-İNCELEME
  SÖYLEŞİ
  DENEME
  ATTİLA İLHAN
  ATTİLA İLHAN-KÖŞE YAZILARI
  E-KİTAP
  ANSİKLOPEDİK
  SATRANÇ VİDEO DERSLERİ DÖKÜMANLAR
  SATRANÇ OYNA
  ŞİİR
  DİL ANLATIM TÜRK EDEBİYATI - LİSE KAYNAK
  EDEBİYAT RADYO
  EDEBİYATIMIZDA ŞİİR ROMAN ÖYKÜ (dinle)
  100 TEMEL ESER (dinle)
  100 TÜRK EDEBİYATÇISI (dinle)
  SESLİ KİTAPLAR
  FOTOĞRAF ÇILIK
  E-DEVLET
  EĞİTİM YÖNETİMİ DENETİMİ
  RADYO TİYATROSU
  ÖĞRETMEN KAYNAK
  EDEBİYAT TV
  SÖYLEŞİLER - BELGESELLER TV
  RADYO KLASİK
  TÜRKÜLER
  GAZETELER MANŞETLER
  ÖYKÜ ANTOLOJİSİ
  DERGİLER - KİTAPLAR - KÜTÜPHANELER
  E-DERGİ
  KİM KİMDİR BİYOGRAFİLER
  ZİYARETÇİ DEFTERİ
  İLETİŞİM
  EDEBİYAT OKYANUS
EDEBİYAT DİLİ/EDEBÎ DİL

EDEBİYAT DİLİ/EDEBÎ DİL

Fizyolojik ve psikolojik yapısı bakımından son derece kompleks bir kimliğe sahip olan insanoğlunun en temel niteliklerden birisi, “güzellik” duygusudur. Kendi “ben”i ve bu ben’i kuşatan fizikî ve fizikötesi âlemde yaşadığı, müşahede ettiği, hissettiği güzel ve güzelliklerle gözleri kamaşan, ruhu gaşyolan insan, gerek bu güzelliklerin ruhunda uyandırdığı hayret ve hayranlık, gerekse yaratılışından getirdiği güzellik duygusu ile -oldum olası- yeni güzellikler yaratma iştiyakı duymuştur. Onun böyle bir iştiyakla içinde yaşadığı tabiat ve hayata; bunları dolduran her türlü varlık, eşya, ses, şekil, renk, hareket, olay ve durumlara yepyeni bir düzen, nizam ve biçim verme gayreti ise, “sanat”ı doğurmuştur.

“Bir duygu veya düşüncenin maddî bir malzemeden (mimarî, heykel, resim) veya sesten (musiki) veya sözden (edebiyat) faydalanmak suretiyle heyecan ve hayranlık uyandıracak şekilde ifadesi" [1], biçiminde tarif edilebilecek olan sanat, insan eli, zihni, gönlü ve ruhunun var ettiği sun’î bir güzelliktir. Bir başka söyleyişle sanat; insanın psikolojik hayatının temellerinden birini teşkil eden güzellik duygusunun kelime, nota, renk, taş, mermer, tunç gibi çeşitli malzemelerle, estetik formlara dönüştürülmüş somut hâli veya ifadesidir. Sanatkâr ise, ruhu ve gönlünün güzellik iştiyakını, söz konusu malzemelere içirerek dinleyen, okuyan ve seyredende heyecan ve hayranlık uyandıracak biçimde ifade etme kabiliyet, hüner, ustalık ve sırrına mazhar olmuş insandır.

Kendi içinde beş ana kola ayrılan “güzel sanatlar”ın (mimarî, heykel, resim, musiki) en yaygın ve insan üzerinde en etkili kollarından birisi “edebiyat”tır. Edebiyat; “yazar” veya “şair” olarak isimlendirdiğimiz sanatkârın fizikî ve fizikötesi âlem karşısında hissettiği hayret ve hayranlık duygusu ile yaratılışından getirdiği güzellik duygusu çerçevesinde yeni güzellikler var etme arzusunu, dil malzemesinde somutlaştırdığı bir güzel sanat eseri; sun’î bir güzellik objesidir. Bir başka tarifle edebiyat veya edebî eser; itibârî bir dünya ekseninde şekillendirilmiş çok çeşitli yorumlara imkân veren ve nice beyin ve ruh sancılarının eseri olan bir muhteva; bu muhtevanın en güzel ve en etkili bir biçimde sunulmasını üstlenmiş ve dil zevki imbiğinden sabırla damıtılarak elde edilmiş bir edebî dil; muhteva-dil ikilisinin orijinal ve ferdî kompozisyonundan teşekkül etmiş bir form; bunlar ve bunların dışındaki daha pek çok unsurun, birbirleriyle birlik ve bütünlük prensibi dâhilindeki çok yönlü ilişkileri ve edebîlik potası içindeki sentezinden meydana gelmiş bir üslûp çerçevesinde teşekkül etmiş karmaşık, ama estetik bir yapı ve dil sanatıdır.

Edebiyatı daha yakından tanıyıp anlayabilmek için, onun mahiyeti, nitelikleri ve unsurlarını bilmek icap eder. Acaba bir metin veya sözü, edebiyat sanatı seviyesine yükselten veya onu edebî kılan nedir? Hangi veya nasıl bir konu, şekil, tür, ifade tarzı, bir metin veya sözün edebiyat sanatı sınırları içerisinde kabul edilmesini mümkün kılar?  Edebîlik, eserin muhtevasında mı, hayal unsurlarında mı, türünde mi, yapısında mı, ifade biçiminde mi, söz sanatlarında mı, yoksa bunların hepsinin oluşturduğu “bütün”de mi aranmalıdır? Kısacası, edebîliğin gerekli ve yeterli şartları, sınırları ve sırları nelerdir?

Bu sorulara bir çırpıda cevap verebilmek ve verilen cevabın herkes tarafından kabul görmesini beklemek, elbette ki zordur. Bununla birlikte konu, cevapsız ve çözümsüz de değildir.

Bütün sanat eserlerinde olduğu gibi, edebî eser/edebiyat eseri de pek çok unsurun, yaratmanın sihirli potasında vücut bulmuş özel ve özgün bir “bütün”, tamamlanmış bir “sistem” ve müstesna bir “terkip”tir. Söz konusu terkip, temelde üç ana unsurdan teşekkül etmektedir. Bunlar; “muhteva”, “yapı/form” ve “dil”dir. Muhteva, yapı/form ve dil üçlüsünün bütünlüğe kavuşturulmasında ihtiyaç duyulan sentez, edebî eserin hâkim ve vazgeçilemez unsuru olan “üslûp”ta hayat bulur. Yani şair ve yazarın, eserini teşkil eden her türlü unsuru, ferdî ve orijinal bir tarzda senteze tâbi tutup belli bir terkibe kavuşturmasındaki tavır ve yöntemdir üslûp. Edebî eserin en temel amacı olan ve bu sayede okuyucuyu heyecan ve hayranlık içinde bırakan “güzellik” değeri, parçalarda değil, parçaların oluşturduğu bütün veya terkipte gizlidir.

Bu yazının amacı, edebiyat eserinin üç temel unsurundan biri olan “dil”ini tasvir, tavsif ve izah edip bünyesinde taşıdığı güzellik değerinin sırlarını okuyucuya sezdirebilmektir.

Edebiyat, bir dil sanatıdır. Onun yegâne ifade vasıtası veya malzemesi dildir. Dolayısıyla her edebî eser, kelime, deyim, ibâre, tamlama, cümlecik ve cümle gibi dil birimleri veya dil unsurlarından teşekkül eder. Nasıl mimar, taş, demir, çimento, kireç, kum, tahta vb.; heykeltıraş, tunç, mermer, kil, seramik vb.; ressam, boya, fırça, tuval vb; müzisyen, nota, ses vb. malzemelerden faydalanarak köşkünü, heykelini, tablosunu ve bestesini inşa ediyorsa, yazar ve şair de dili kullanarak edebiyat eserine hayat verir. Bu itibarla dil, edebiyatı diğer sanat dallarından ayıran ve ona başlı başına müstakil bir sanat olma hüviyeti kazandıran yegâne unsurdur. O zaman dikkatimizi dil üzerinde yoğunlaştırmak, hem edebiyatın mahiyeti ve niteliklerini daha yakından tanımamıza hem de onun diğer sanatlardan farklı olan taraflarını daha iyi görmemize imkân verecektir. Zira güzel sanatlar, öncelikle kullandıkları veya bağlı oldukları malzemelerin farklılıklarıyla birbirlerinden ayrılırlar. Onların sanat olmalarını sağlayan sır da, varlıklarını borçlu oldukları malzemede; daha doğrusu bu malzemenin kullanılış biçiminde gizlidir.

Burada -edebiyat dili/edebî dil bahsine geçmeden önce-, bir parça genel mânâdaki dil üzerinde durmanın faydalı ve lüzumlu olacağı kanaatindeyiz. Çünkü dil, edebiyat sanatının dışında, onu konuşan fert ve toplumu çok yakından ilgilendiren sosyal, kültürel ve millî bir müessesedir.

İnsanoğlunu diğer canlı varlıklardan ayıran en temel niteliklerden birisi, muhakkak ki, onun konuşma/konuşabilme yeteneğidir. Bu yetenek, insanın sosyal bir varlık olmasının en tabiî ve bir o kadar da zarurî sonucudur. Hemcinsleriyle bir arada yaşayan/yaşamak mecburiyetinde olan insan, bu birlikteliğini -en asgarî düzeyde bile olsa- sürdürebilmek için diğer insanlarla iletişim kurmak mecburiyetindedir. İşte bu mecburiyet, onun konuşma yeteneğini ortaya çıkarır ve bu yetenek hem kendisinin hem de sosyal hayatın gelişmesine hizmet eder. Dil, böyle bir mecburiyet ve böyle bir yeteneğin ürünüdür. Bu açıdan dil, diğer insanlarla ilişki kurabilmemizin en yaygın, en kesin, en açık, en sağlam ve en sağlıklı yoludur.

Söz konusu izahlar, bize, dilin bir “iletişim vasıtası” olduğu gerçeğini gayet açık bir biçimde hatırlatmış olur. Dilin varlık sebebi veya varoluş amacı, insanlar arası iletişimi sağlamaktır. En basitinden en karmaşığına, en soyutundan en somutuna, en önemlisinden en önemsizine kadar her türlü dertlerimizi, sıkıntılarımızı, isteklerimizi, arzularımızı, düşüncelerimizi, ümitlerimizi, hayallerimizi, tepkilerimizi karşımızdaki insan veya insanlara dil vasıtasıyla anlatırız. Elbette ki, onlar da bize aynı yolla ulaşırlar.

Bununla birlikte dil, sadece basit bir iletişim vasıtası değildir ve bu dar çerçeveye hapsedilemez. Onun, bunun dışında ferdî ve içtimaî pek çok fonksiyonu daha vardır. Bunların başında da insanın hem ferdî hem de sosyal bakımdan gelişmesinin temel dinamiklerinden birisi olması gelir. Bir başka ifadeyle dil, bizim “insan olma” noktasındaki kimlik ve kişiliğimizi inşa eden aslî değerlerin başında yer alır. Unutmamak gerekir ki, insan, dille varlıkları tanır, dille düşünür, dille inanır, dille dua eder, dille hayal kurar, dille rüya görür ve kendisini dille ifade eder. Şarkılarını, türkülerini, efsanelerini, menkıbelerini, masallarını, ninnilerini dille söyler; arzularını, isteklerini, düşüncelerini, fikirlerini, hayallerini, rüyalarını, ümitlerini, nefretlerini, isyanlarını dille anlatır. Dilin olmadığı bir ortamda bunlardan bahsedilemez. Zira insan gerek ruhî gerek zihnî gerekse fizyolojik tepkilerini dil vasıtasıyla hayat verir, şekillendirir ve zenginleştirir. Dile dökülemeyen ruhî, zihnî ve fizyolojik tepkiler, -jest ve mimiklerle bir dereceye kadar anlatılmaya çalışılsa bile- bir anlamda yok demektir.

Dilin fert açısından bir başka önemli yanı, mensubu bulunduğu ve dilini konuştuğu milletin kültürel değerlerinden biri olmasıdır. Fert, ancak dil vasıtasıyla milleti ve milletinin yüzyılların ötesinden taşıyageldiği kültürü ile iletişim kurabilir. Daha annesinin kucağında iken kulağına fısıldanan ismi ve ninnilerle başlayan bu iletişim, bir ömür boyu sürer. İnsan, kimlik ve kişiliğini de böyle bir iletişim süreci içinde şekillendirir. Onun içindir ki dil, fert ile millet arasında kurulması zarurî olan iletişimin en sağlam ve en sağlıklı köprüsüdür.

Dilin millet hayatındaki önemi, sadece o milleti teşkil eden milyonların günlük hayatta birbirlerini anlamaları veya birbirleriyle iletişim kurmalarında vasıta olması değildir. Onun bundan çok daha önemli işlevleri de vardır. Söz konusu işlevler; kültürün aynası, mahfazası, taşıyıcısı ve ifade vasıtası olması şeklinde sıralanabilir.

Her dil, kendini konuşan milletin, yüzyıllar içinde müştereken yarattığı sosyal ve millî bir müessesesidir. Dolayısıyla dilde, kendini var eden milletin mantığı, düşünce tarzı ve yaratıcılığı saklıdır. Daha açık bir ifadeyle, her dilin sahip olduğu mânâ, ses, yapı ve mantık dokusu, o dili konuşan millete aittir. Daha da önemlisi, yüzyıllar boyunca bu dili işleyen, geliştirip zenginleştiren millet, kendi tarihini ve kimliğini diline yükler. Çoğu zaman değişik sayılardaki seslerden teşekkül etmiş basit mânâlı birlikler olarak gördüğümüz kelimeler, gerçekte o kelimelere hayat veren milletin kültür atomcuklarıdır. Her birinin içinde de o milletin kültürüne ait değerler saklıdır. Zevklerimiz, ihtiraslarımız, hüzünlerimiz, sevinçlerimiz, ideallerimiz, inançlarımız, dünya görüşümüz ve hayatımız, zamanla kelimelerin mânâ, duygu, çağrışım ve ses dünyasına siner. Öyle ki, bir kelime bir tarih, bir kültür olur.

Bununda ötesinde milletler, bütün kültür değerlerini çok büyük ölçüde dillerine yüklerler. Türkülerimizi, şarkılarımızı, masallarımızı, efsanelerimizi, hikâyelerimizi, ninnilerimizi, manilerimizi, atasözlerimizi yüzyılların ötesinden bize getiren kimdir? Hele bu değerler yine dil vasıtasıyla, insanoğlunun en önemli icatlarından biri olan yazıya geçirildiğinde, çok daha kalıcı olacaktır.

Hulâsa dil; ferdin kendini ifade etmesini sağlayan, çevresi ve milletiyle iletişim kurmasını gerçekleştiren; bir adım sonra da toplumları millet kılan en temel ve en hayatî kültür değeridir. Bunun da ötesinde dil, milletin kültürünün kendinde yansıdığı bir ayna, kültürün kendinde saklandığı ve korunduğu bir mahfaza, kültürün ifade vasıtası ve geniş kitlelere taşınması veya gelecek nesillere aktarılmasında en sağlam ve sağlıklı bir köprüdür.

İşte edebiyat, yine kendisi gibi sosyal ve kültürel bir müessese olan dili kullanır; ancak kendine has bir yaklaşım, tavır ve biçimde. Edebiyat dili/edebî dil, bu noktada cevaplandırılması gereken bir soru olarak edebiyat bilimcisinin karşısına çıkar ve onu, “Edebiyat dili/edebî dil nedir?” sorusu üzerinde düşünmeye sevk eder.

Kanaatimizce edebiyat dili/edebî dili, şu nitelikler veya başlıklar çerçevesinde tasvir ve izah edilebilecektir:

 

1- Edebî Dilin Kaynağı, Milletin Ortak Dil Hazinesidir

Yukarıda belirtildiği gibi, edebiyat bir dil sanatıdır. Dolayısıyla onun yegâne ifade vasıtası veya malzemesi dildir. Şair ve yazarın bildiği ve mensubu bulunduğu milletin, yüzyıllar içinde geliştirip zenginleştirdiği sosyal, kültürel ve millî bir müessese olan dil. Bu sebeple edebiyat sanatkârı duygu, düşünce, hayal, intiba ve müşahedelerini estetik bir biçimde ifade etmek arzusuyla eserini var ederken milletin diline müracaat etmek mecburiyetindedir. Onun, başta kelimeler olmak üzere, ibâre, deyim, kavram, cümle ve ifade biçimleri gibi her türlü dil malzemesinin temini için, milletin dil hazinesine başvurmaktan başka bir imkânı yoktur. Tıpkı mimarın taş, demir, çimento, kireç, kum, tahta vb.; heykeltıraşın tunç, mermer, kil, seramik vb.; ressamın boya, fırça, tuval vb.; müzisyenin nota, ses vb. malzemelere müracaat etme mecburiyetinde olması gibi. Aradaki tek fark, edebiyat sanatının malzemesi olan dilin, milletin sosyal ve kültürel bir değeri olmasıdır. Hâlbuki mimar, heykeltıraş, ressam ve bestekârın malzemeleri millî değil, beynelmileldir. Bu bakımdan edebiyat, en millî sanattır.

Söz konusu durum, edebiyat sanatının en zor taraflarından biri olarak şair ve yazarın karşısına çıkar. Zira onlardan beklediğimiz, milletin müşterek hazinesi olan; dolayısıyla her ağza girip çıkan, her zekâ ve zevk seviyesinin sabah-akşam kullandığı bir dilden ferdî, orijinal ve estetik bir sanat eseri yaratmalarıdır. Yazar ve şairlerin böyle bir zorluğu yenme gayret ve başarılarına rağmen, pek çok okuyucu, onların dillerinin, kendisinin evde, sokakta, çarşıda, kahvehânede konuştuğu dil ile aynı olduğu yanılgısı içinde eserlerine yaklaşacak ve onları üzecektir.

Nitekim Ahmet Haşim, şiirine yöneltilen tenkitlerin böyle bir yanılgıdan kaynaklandığı kanaatindedir. “Şiirin bu mahiyette telakki olunuşu, resim, mûsiki ve heykeltıraşî gibi sanatların, kendilerine has ve münhasır fırça, boya, nota ve kalem gibi istimali güç bir hünere mütevakkıf vasıtalara mâlik bulunmalarına mukabil, şiirin bu gibi hususî vesâitten mahrum ve ifadesini konuşulan lisandan istiâreye mecbur olmasındandır. Bundan dolayıdır ki, parmaklarının tutmasını bilmediği fırçaya ve gözlerinin okumasını bilmediği notaya karşı mütehâşî ve hürmetkâr olan nâehiller, kendi kullandıkları kelimelerden vücuda gelmiş gibi gördükleri şiiri alelâde ‘lisan’ mahiyetinde telakki ile, sırf bu zâviye-i rü’yetten bakarak, başkaca hazırlıklı olmağa hiç lüzum görmeksizin, onu küstahâne bir lâubâlilikle muhakeme etmek hakkını kendilerinde bulurlar.”[2]             

 

2- Edebî Dil, Günlük Hayatta Kullanılan Dil Değildir

Dilin en yaygın ve en yoğun kullanım alanı, hiç şüphesiz, ferdin veya toplumun günlük hayatıdır. Zira ferdin sosyalliği veya sosyalleşmesi için zarurî olan günlük hayat içindeki her türlü iletişimin vazgeçilemez vasıtası dildir. Başlangıçta sadece dış gerçeklik ve günlük ihtiyaçların ifadesi ile sınırlı olan dilin iletişim sahası, insan ve toplumların her bakımdan gelişmesi, ihtiyaçların çeşitlenmesine paralel olarak gelişip zenginleşmiştir. O kadar ki, günlük dil zamanla kendi içinde, ticaret dili, resmî dil, dinî dil, hukuk dili, argo dili gibi birçok kollara ayrılmıştır.

Günlük dil, çok büyük ölçüde fertler arası iletişimi sağlama amacı ekseninde şekillenir. Ondan beklenen, konuşanın muhatabına iletmek istediği mesajı, en açık, en kesin, en yalın, en sağlam ve sağlıklı bir biçimde iletmesidir. Bu sebeple günlük dil, muhatabın dikkatini, işaret edilen üzerinde yoğunlaştırır. Bunun için de kelimeler, çok büyük ölçüde “temel anlam” çerçevesinde kullanılır. Açıklık, yalınlık ve anlaşılırlık, günlük dilin en temel ve vazgeçilemez nitelikleridir.

Söz konusu genel nitelikler asıl olmakla birlikte, günlük dil, zaman zaman daha farklı nitelik ve fonksiyonlara sahip olabilir. Konuşanın duygularını yansıtmanın yanında, dinleyeni etkileme fonksiyonu, bunların başında gelir. Bu ortamda kelimeler, temel anlamın dışına taşan bir mânâ yüklenebilir; edebiyat diline has, birtakım ses ve mânâ sanatlarıyla teçhiz edilebilirler. Söz konusu nitelikleriyle de günlük dil, edebî dile yaklaşabilir.

Günlük dil, zaman zaman edebî dille birtakım girift ilişkiler içine girmesine rağmen, hiçbir zaman edebî dil seviyesine yükselemez. Daha açık bir ifadeyle, manav, kasap, bakkal, memur, öğrenci ve işçinin günlük hayat içinde evde, sokakta, çarşıda, dairede, okulda, iş yerinde konuştuğu dil, edebî dil veya edebiyat değildir. Tabiîdir ki, bu hususu tersinden de görmek mümkündür. Yani, edebî dil, günlük dilden beslenmek veya pek çok unsur taşımakla birlikte, ondan oldukça farklı ve başkadır. Bu noktada Ahmet Haşim’in yukarıdaki açıklamalarını bir kez daha hatırlamakta fayda var.

 

3- Edebî Dil, İlmî Hayatta Kullanılan Dil Değildir

Günlük hayattan sonra dilin ikinci temel kullanım sahası, ilmî hayattır. Matematik, fizik, kimya, biyoloji; tarih, felsefe, sosyoloji, ilahiyat vb. bütün fen ve sosyal bilim alanlarındaki bilgi, buluş, icat, fikir ve yorumlarımızı da dille ifade ederiz. Bu çerçevedeki dile, “ilim dili” veya “ilmî dil” diyoruz.

İlim dili, günlük dilin de ötesinde açık, yalın; açıklayıcı ve didaktiktir. Amacı, işaret edenle edilen arasında tam bir uygunluk kurmaktır. Bu sebeple muhatabının dikkatini kendi üzerine çekmeden işaret ettiği şeye, açık ve kesin bir biçimde götürür. Kelimeler bütünüyle temel anlamda kullanırlar. Ayrıca ilim dilinin kendine has “terim”leri mevcuttur; ifade bu terimler ekseninde vücut bulur. Dolayısıyla ilim dili matematik ve sembolik mantık gibi, bir işaretler sistemi olma ve evrenselleşme eğilimi gösterir.[3]

İlim dili çerçevesinde vücut bulmuş konuşma, tartışma, konferans, makale ve kitaplar edebiyat; bunlarda kullanılan dil edebiyat dili midir? Cevabımız elbette ki, yine “hayır” olacaktır. Zira edebiyat veya edebî eser, her şeyden önce dilin kullanım tarzı bakımından bunlardan çok farklı ve başkadır.

 

4- Edebî Dil, Ortak Yazı Dilini Esas Alır

Edebiyat dili, genel görünümü itibariyle, dil hazinesine müracaat ettiği milletin ortak yazı dilini esas alır. Dolayısıyla yazar ve şairler, eserini bütünüyle herhangi bir bölge, sınıf ve mesleğe ait konuşma dili veya “ağız” üzerine inşa edemezler. Zira böyle bir tavır, öncelikle milletin dil birliğini zedeleyebilecektir. Ayrıca sanatkârın dil şuuru, ortak yazı diline olan saygısı ve daha geniş okuyucu kitlesine hitap edebilme arzu ve endişesi, böyle bir tavra izin vermez. Üstelik konuşma dili, hem kelime hazinesi hem de ifade kalıplarındaki çeşitlilik bakımından bir hayli sınırlı ve dardır.

Tabiîdir ki, konuşma dili ile yazı dili veya bölgeler, meslekler, sınıflar arası diller arası farklılıkların asgarî düzeyde olması, milletin bütünlüğü kadar edebiyat sanatının da menfaatine olacaktır. Diller veya ağızlar arasındaki mesafenin büyümesi, edebiyatın toplumla olan ve olması gereken bağın zedelenmesi, hatta kopmasına zemin hazırlayacaktır. Bu noktada edebî dil, ortak yazı dilinin oluşması ve yaygınlaşmasında büyük bir hizmet üstlenmiş olur. “Bir millet, büyük yazarlar, özellikle büyük şairler yaratmaya devam etmezse, o milletin konuştuğu dil de, kültür de bozulur ve belki de daha güçlü bir dilin içinde eriyip gider.”[4]                  

Söz konusu durum geçerli olmak şartıyla, edebî dil, zaman zaman konuşma dili, bölge, sınıf ve meslek ağızlarını kullanabilir ve kullanır. Özellikle roman, hikâye ve tiyatro türlerinde kişilerin gerçekçi bir anlayışla sahnelenebilmesi için buna ihtiyaç duyulur. Ayrıca konuşma dilindeki tabiîlik, okuyucu ile eser arasında daha sıcak bir diyaloğun kurulmasına hizmet eder. Bununla birlikte konuşma dili; bölge, sınıf ve meslek ağızları hiçbir zaman edebî dilin esası ve sınırları olamaz.

 

5- Edebî Dil, İşlenmiştir

Kabul etmek gerekir ki sanat, onu var edecek olan malzemenin ciddî mânâda işlenmesinden doğar. Bir başka ifadeyle sanat, sanatkârın malzemeyi zekâ, beceri, cehd ve sabrıyla yenmesi; duygu, düşünce, hayal ve heyecanlarının dili hâline dönüştürebilmesi durumunda mümkün olabilir. Yoksa işlenmemiş, kaba ve ham bir malzemede, -mahiyeti ne olursa olsun- ne güzellik ne de sanatın büyüsü söz konusu olabilir. “En büyük eserler, en büyük çalışmaların mahsulüdür.”[5] “Bakıyorum da bütün sanatlarda insanı şaşırtan bir yan var: O da, en güzel eserlerin hep bir işçiliğin ürünü olması ve hoşa gitme tutkusuna yabancı kalmasıdır.”[6]

Edebiyat, bir dil sanatı olduğuna göre, sanatkârdan beklenen dil malzemesini işleyebilme; duygu, düşünce, hayal, intiba ve müşahedelerinin en güzel ifadesi kılabilme  ustalık, hüner ve becerisini gösterebilmesidir. Tıpkı mimarın taşı, ressamın renkleri, heykeltıraşın mermeri, bestekârın sesi işleyip yenmesi gibi.

Dilin işlenmesi, öncelikle dil ve dil unsurlarının mahiyet, nitelik ve sahip olduğu/oldukları imkânların çok iyi bilinmesi ile mümkündür. Bu da ciddî bir dil kültürü, dil hassasiyeti ve dil zevk-i selimini lüzumlu kılar. Yazar ve şairler, bir kuyumcudan daha hassas bir duyarlılık içinde zihnindeki mânâyı veya ruhundaki duyguyu en iyi ifade edebilecek kelimeyi seçebilmeli; kelimeleri mısra ve cümle içinde en uygun biçimde yerleştirebilmelidir. Bu esnada da onların sadece mânâ değerlerine dikkat etmekle yetinmemeli, aynı zamanda her birinin duygu, ses ve çağrışım değerlerine dikkat etmelidir. Zira kelimeler, sadece zihnimizdeki mânânın taşıyıcıları değildirler. Onların her birinin yüzyıllar içinde oluşmuş duygu, ses ve çağrışım değerleri de mevcuttur. Edebî eserin okuyucuyu sarıveren derinliği, zenginliği, âhenkliliği ve güzelliği, söz konusu imkânların en üst derecede kullanılması ile elde edilir.

Meselâ; “Şiirde her kelime, kendi zatı ve öbür kelimelerle nisbeti yönünden şairin gözünde, içine renk renk, çizgi çizgi ve yankı yankı cihanlar sığdırılmış birer esrârlı billûr zerresidir. Şair bu kelimeleri göz bebeğine ve kulak zarına dayanarak seçer, dizer, kaynaştırır; ve bir simyacı hüneriyle terkibini tamamlarken, iç şekli, kendi içindeki mânâ heykeline eş olarak, kalıba döker.”[7]

Dili işlemeye kelimeden başlayan sanatkâr, bu gayretini metnin bütününe kadar götürme sabrını gösterebilmelidir. Zira edebî eser, ne sadece kelime, ne sadece mısra, ne de sadece cümledir. Üstelik kelimeler kendi başlarına estetik bir değer ifade etmezler. Dilin estetik değeri, birden fazla kelime, kelime grubu, cümle ve cümle gruplarının peş peşe, yan yana ve iç içe inşasında ortaya çıkar. Dolayısıyla edebiyat eseri, ilk kelimeden son kelimeye kadar olan süreçte görev almış bütün dil unsurlarının oluşturduğu bir bütün veya bir terkip; yani “metin”dir. Bu sebeple böyle bir metinden herhangi bir kelimeyi çıkarmak veya yerini değiştirmek mümkün değildir. Bu çerçevedeki herhangi bir müdahale, bütünün terkibinde gizli olan güzellik sihrinin bir anda bozulması ve yok olmasına sebep olacaktır.

Yahya Kemal, -Nedim’in bir mısraından hareketle- bırakın bir kelimenin yerini değiştirmeyi, okuyuştaki en küçük dikkatsizliğin bile, mısraın büyüsünü bozacağı kanaatindedir.

Dökülen mey kırılan şîşe-i rindân olsun

Bu mısrada altı kelime vardır. Bu altı kelimeyi şair derûnî âhenk kudretiyle muayyen bir istifle tecelli ettirmiştir. Bu kelimelerin hiçbiri yerinden oynayamaz. Bu kelimelerin hiçbiri fazla veyahut eksik değildir. Altısı birden bir mûsıkî cümlesi teşkil etmektedirler. Baştaki dökülen bin türlü mânâda kullandığımız dökülen değildir. Nedim’in tam o şevk ânını ifade ettiği bir tınnettedir. Mısraın sonundaki olsun’a kadar her kelime böyledir. Yani her biri münhasıran mûsıkîsini ifade eden bir ayardadırlar. Şimdi bu mısraı bozalım. Eski sarf muallimlerinin okudukları ve okuttukları gibi okuyalım; yani veznin âhengine ircâ edelim:

Dökülen mey - kırılan şî - şe-i rindâ - n olsun

diyelim. Bu okuyuşta mısraın asıl mahiyeti olan derûnî âhenk kaybolmuştur. Demek mısra da ortada yoktur.

Bu mısraı ikinci bir türlü bozalım. “Varsın, dökülen şarap olsun, kırılan da şarap şişesi olsun..” diyelim. Bu cümlede Nedim’in mısraının tam bir mânâsı vardır. Lâkin şiir tamamıyle kaybolmuştur. Artık tamamıyle anlıyoruz ki; Şairin bir mısraa verdiği istif ve derûnî âhenk zâil olunca şiir zâil oldu demektir.”[8]

 

6- Edebî Dil, Zengindir

Her dil, o dili var edip yüzyıllardır konuşan milletin tarihi, hayatı, sahip olduğu sosyal, siyasî, ekonomik ve kültürel değerlerin gelişmişliği ile zihinlerdeki dil şuuruna paralel bir zenginliğe sahiptir. Ancak bu zenginliğin hayatın her alanında ve her anında bütün genişlik ve derinliği ile kullanıldığını söylemek mümkün değildir. Meselâ; günlük hayatta insanların çoğu zaman 300-500 kelimelik bir kelime dağarcığı ve birkaç basit cümle kalıbı ile sınırlı kaldıkları bilenen bir gerçektir.

Yazı ve ilim dili, günlük dile göre daha zengindir; fakat bunlarda da konunun (fizik, kimya, ekonomi, ilahiyat vb.) sınırlılığına paralel bir sınırlılık söz konusudur. Üstelik bu dillerde amaç, mesajın en açık ve anlaşılır biçimde ifadesidir. Ayrıca dili kullanan kişinin, bu alandaki bilgi, tecrübe, gayret ve sabrı, hiçbir zaman şair ve yazarla mukayese edilemez. Dolayısıyla ne günlük ne yazı ne de ilim dilinde, dilin kaynak ve imkânları yeterince kullanılır.

Hâlbuki edebiyat sanatı, dilin en zengin kullanım sahasıdır. Söz konusu zenginlik, hem nitelik hem de nicelik bakımından kendisini açıkça hissettirir. Birer dil işçisi ve ustası olan yazar ve şairler, temelde insanı esas alan eserlerinde, dilin her türlü imkânından en geniş ölçüde faydalanan, hatta bu noktada onu zaman zaman zorlayan ve yeni söyleyişler yaratan sanatkârlardır. Onlar eserlerinde insanın “ben”i, bu ben’i kuşatan metafizik ve fizikî âleme ait her türlü varlık, eşya, olay, hareket ve durumların ruh, gönül ve zihinde uyandırdığı bir yığın duyguları, düşünceleri, hayalleri, kırılışları, ümitleri anlatacaklardır. Üstelik bunların anlatımında genel, alışılmış ve alelâde olanı değil, ferdî, orijinal ve çarpıcı olanı seçmek durumundadırlar.

İşte bu mecburiyet, yazar ve şairi, dilin bütün imkânlarını yoklamaya, bütün seslerini dinlemeye, bütün kapılarını zorlamaya itecektir. Dolayısıyla bu tavır, edebî eserin dilinin gerek kelime sayısı, türleri ve nüansları, gerekse cümle ve ifade tarzları bakımından zengin olmasına zemin hazırlayacaktır.

 

7- Edebî Dil, Ferdîdir

Edebî dilin, genel yazı dili ile günlük ve ilmî dilden en temel farklılıklarından bir başkası, ferdî olmasıdır. Burada “ferdîlik”i iki anlamda kullandığımızı belirtmek isteriz. Bunlardan birincisi, edebî eserin doğrudan doğruya herhangi bir şair veya yazara ait olmasıdır. Yani ondaki her kelime, deyim, ibâre, cümlecik ve cümle gibi bütün dil unsurları, belli bir sanatkârın dil hassasiyeti, zevk-i selimi çerçevesindeki seçim ve tercihinin eseridir. Sanatkâr, aynı anlamı ifade eden kelimelerden istediğini seçebileceği gibi, dilin pek çok cümle tarzlarından da istediğini tercih edebilir veya yepyeni ifade kalıpları oluşturabilir. Bu noktada o, her türlü dil tasarrufunda hürdür ve eserindeki her türlü tasarruf da ona aittir.

Burada anonim eserlerin, belli ölçüde bu hususun dışında yer aldığını belirtmek gerekir. Gerçi başlangıçta onların da mutlaka bir sanatkârı vardır; yani ferdîdirler. Ancak zaman içinde sanatkârları unutulmuş, ağızdan ağıza aktarıla aktarıla anonimleşmiş ve milletin ortak malı olmuşlardır.

Ferdîlikten kastettiğimiz ikinci husus; edebî eserin dili ile sanatkârının kimlik ve kişiliğini aksettiren bir ayna olmasıdır. Bu sebeple edebî eserdeki kelimeler, sadece dış dünyaya ait bir varlığın veya duygunun adı değil, aynı zamanda sanatkârın tavır ve psikolojisini sezdiren somut varlıklardır. “Bir sanatkârın duyuş ve düşünüş tarzı, hayalleri şekillendirme gücü, varlığı ve kâinatı idrak şekli, güzellik şuuru, karmaşık bir bütün hâlinde hususî tarz ve vasıflarıyla dilin bünyesinde teneffüs ve tecellî eder.”[9]

Edebî dilin ferdîliği, asıl bu noktada çok daha önemlidir. Zira her türlü sanatın ilk ve vazgeçilemez niteliği “ferdîlik”, “orijinallik” ve “teklik”tir. Bu nitelikleri sağlayacak olan temel değer de, sanatkârın malzemeyi kullanım tarzıdır. Gerçek yazar ve şair, kelime seçiminden cümle tarzlarına, söz kalıplarından metnin bütününe kadar olan dil kullanımlarında kendine has ve münhasır bir tavır ve tarz yakalamak zorundadır. Aksi hâlde alelâdelik düzeyinde kalmak veya birilerinin mukallidi olmaktan kurtulamayacaktır. Sanatın en temel ve vazgeçilemez niteliği olan “üslûp” bu noktada tezahür eder. Unutulmamalıdır ki, edebiyatın konu ve temaları sınırlıdır. İnsanın duyguları, düşünceleri, hayalleri, müşahedeleri, intibaları, yaşadıkları ve onu kuşatan varlıklar âlemi. Yazar ve şaire düşen, bu sınırlılık içinde orijinal ve ferdî olanı yakalayabilmektir. Bunun sadece iki yolu vardır; konu ve temaya farklı ve şahsî bir bakış açısıyla yaklaşıp ele almak; ferdî ve orijinal bir söyleyişle dile dökebilmek. Bunu başaran sanatkâr, eseriyle ölümsüzleşme şansını yakalamış demektir.

Şeyh Gâlip bu hususu;

Bir başka lisân tekellüm ettim

mısraıyla ifade eder.

 

8- Edebî Dil, “Söz”dür

Ferdînand Saussure, toplumun ortak malı olması ve bu ortak malın fertler tarafından kullanılması noktasında dili, “dil” ve “söz” olarak ikiye ayırır. Yukarıda vurgulandığı gibi, dilin temel varlık sebebi, insanlar arası anlaşmayı, iletişimi sağlamaktır. Yüzyıllar içinde asıl bu amaçla kullanılan dil, toplumun ortak malı; ortak bir şifreler manzumesidir. Dili bilen herkes, söz konusu şifreler bütününü bilir ve onu bu çerçevede kullanır. Gramer kitapları da dili bu çerçevede ele alıp inceler, değerlendirir ve ortak hükümlere varır. Kelimenin ses değerlerinden mânâsına, alabileceği yapım ve çekim eklerinden diğer kelimelerle oluşturabileceği söz kalıplarına, cümle olarak isimlendirdiğimiz dil birliğinden bu birlik içinde kelimelerin nerede yer alması gerektiğine kadar uzanan kurallar manzumesi, bu çerçevede oluşur. İşte buna “tabiî dil” veya sadece “dil” denir.

İnsanlar her türlü iletişim ihtiyacı için öncelikle tabiî dil kaynağına müracaat ederler. Ancak içinde bulundukları ruh hâli, zihinlerindeki anlam değeri, gönüllerindeki duygu fırtınası karşısında tabiî dilin imkânları yetersiz kalabilir. İşte bu noktada insan ve özellikle sanatkâr, tabiî dilin imkânlarını zorlar. O güne kadar duyulmamış bir ifade kalıbına ulaşabilir. Söz konusu yeni, ferdî ve orijinal söyleyişe “söz” denir.

Güvercin bakışlı sessizlik bile

Çınlıyor bir sonsuz devam vehmiyle.

“Bursa’da Zaman” şiirinden alınan birinci mısradaki ilk üç kelimenin teşkil ettiği dil birliği, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın duyduğu sessizliği anlatmakla görevlidir. Ancak tabiî dilde sessizliğin “güvercin bakışlı” tarzında ifadesi söz konusu değildir. O zaman “güvercin bakışlı sessizlik” söz kalıbı, Ahmet Hamdi Tanpınar’a ait bir “söz”dür.

“Bize öyle geliyor ki, söz-dil ayrımı bir sanat eserindeki imajlar seviyesinde de varlığını hissettirir. Dilin geleneğine yerleşmiş imajlar ile yeni ve orijinal olanlar kaynak ve mahiyet itibariyle birbirinden farklıdır. Bunlardan birinci gruba girenler dile, ikinciler ise söze daha yakındırlar.”[10]

 

9- Edebî Dil, Ortak/Tabiî Dile Göre Sapmadır

Yukarıda anlatılan “işlenmişlik”, “ferdîlik” ve “söz olma” nitelikleri, edebî dilin, toplumun ortak konuşma ve yazı dilinden bir hayli farklı, başka, özel ve özgün olduğu gerçeğini ortaya koyar. İşte bu noktada edebî dilin bir başka farklılığı olan, tabiî dile göre bir “sapma” olması özelliği ile karşılaşırız. Yani; kelime veya dilin, -bilinçli olarak- alışılmış ve kabul edilmiş kullanım tarz veya tarzlarından farklı biçimde kullanılması.

Edebî dildeki “sapma”ya herhangi bir sınır getirmek mümkün değildir. Nitekim edebiyat eserlerine dikkatle baktığımızda pek çok sapma tarzı veya türü ile (mânâ, ses, söz dizimi vb.) karşılaşırız.[11] Aşağıdaki Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “Fransa Afrikası” isimli şiirinin son mısraı, edebî dildeki sapmaya güzel bir örnektir.

Neden dedim yanımdakine

Neden Fransa Afrikası

Hâlâ

Elbet, dedi, uygarlık götürüyoruz

Din taşıyoruz ışıldayan haçlar üstünde

Bizimle olabilir o yerlerin uyanması

İLETİŞİM edebiyatokyanus@gmail.com  
   
edebiyatokyanus 646466 ziyaretçi (1187557 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol