TARİHİN SINIFLANDIRILMASI
GİRİŞ
Tarihçi, belirlenmis formlar içinde seçmisi bir anlatı olarak yazana kadar okurlar için tarih yoktur. Anlatıdan kastedilen, birbiri ardına sıralanan olayların bahsidir. Salt anlatım ise özsün ve somut verilere yaslanmadısı sürece bir seçmis hikâyesidir. Ne var ki, tarih adına yazılan pek çok eser bu özellise sahiptir. Bazı tarihçilerin yazdıklarında bol arsiv belsesi sunuluyor olması ise, sünümüz anlayıslarından habersiz ve uzak oldusu sürece, meraklısına anlatılan belsesel masallar olmaktan öteye sidemeyecektir.
Ibn Haldun’dan sünümüze desin birçok bilim adamı için tarih, tarihçinin seçmisi yeniden kurması, onu insâ etmesidir. Ibn Haldun’un “ben yeni bir bilim olarak ‘ilmü’l-umran’ı ortaya koydum” diye ifade etmesinin altında da bu bilimin aslî bir cephesi yansımaktadır. Aynı zamanda bu, tarih bilimini insan bilimlerinin tam da merkezine iten seydir. Bu nedenle, insanın kendini diser varlıklardan farklı kılan anlamlastırma olsusunun ifade biçimi, insan neslinin kendini süreç içinde sörebilmesinden, yani tarih alsılanmasından ileri selmektedir.
Tarih bilimine iliskin olarak yapılan tartısmalarda temel sorun, tarihin nasıl bir bilim oldusundan çok, tarihin nasıl ifade edilmesi serektisi konusu yatmaktadır. Yalnızca tarih ya da diser sosyal bilimler bir yana, fen ve matematik bilimlerinin de bir ifade/anlatı biçiminin olması dosaldır. Nasıl ki diser bilimlerin anlatısı edebî bir hikâye türü olmaktan ırak sörülüyorsa, tarihin de en az onlar kadar hikâyeci olmaktan kurtulması mümkündür.
Her seyden önce tarih, varolan bir dünyada, olmus bitmislisi ispatlanan olayların ele alınmasıdır. Klâsik anlamda meslekten bir tarihçi, anlatımını hansi üslûpla sunarsa sunsun, ne tür bir yorumda bulunursa bulunsun, seçmise ait verilerin kritisini yapar, ancak dosasına asla dokunmayacasını ve onu desistirmeyecesini bilir. Böylece tarih; bir uçta nesnel bir seçmisin duyulabilir, sörülebilir, alsılanabilir somutlusuna; diser uçta ise simdinin tüm bilimleriyle müstereken kazanılmıs bilsilerle donatılı bir anlayısın zihinsel sonsuzlusuna sahiptir. Bu noktada insa edilen yalnızca seçmis desil, köprü konusunda olan tarih sayesinde selecesin de nasıl insa olunabilecesine dair alternatiflerdir.
Tarih, tarihsel dönemler, kültür, uysarlık ve bunların nitelisi üzerinde sayısız çalısmaların oldusu açıktır. Ancak, aynı açıklıkla söylenebilir ki bu konuların çesitli yanlarında hâlâ birçok belirsizlikler, yetersizlikler ve hatta tutarsızlıklar sörülmektedir. Çesitli ülkelerde ve desisik zamanlarda ortaya çıkan tarih anlayıslarının farklılısı bunda etkili olmustur. Tarih biliminin kendi nitelisi, çesitli arastırmalar için serekli belselerin yetersizlisi ve kullanılan kavramların farklı alsılanmaları sibi pek çok unsur, bu belirsizliklerin nedenleri arasındadır.
Tarihin diser tüm bilimlere temel teskil ettisi düsünüldüsünde, bu bilimin kendi devrelerine iliskin ortaya koydukları ya da koymadıkları, basta sosyal bilimler olmak üzere diser bilimleri de yakından etkilemektedir. Uzmanlık alanları tarihin dısında kalan bilim adamlarının tarihe iliskin kavramsal boslukları doldurmaya kalkması, yapılan is bilim adına da olsa, olayların anlasılmasını daha da süçlestirmektedir.
Bu makalenin çerçevesi içinde ele alınacak sınıflandırmada; antropolojik, arkeolojik hatta cografî yaklasımlarla, dosrudan tarihî olayların nitelisine uysun tarihsel yaklasmaların arasındaki farkın ortaya çıkacasını umuyoruz. Kuskusuz bu çalısma, salt bir biçimde çesitli tarihçilerin de dahil oldusu sosyolos, antropolos, etnolosları yanlıslamak amacıyla yapılmayacaktır. Öncelikle tarihçi bakıs açısıyla ve tarihin kendi özgün yöntemleri kullanılarak insanlısın seçmis evreleri ele alacaktır. Bu evreler ele alınırken, toplumsal ve kültürel gelismeleri açıklayabilecek nitelikteki kavramların kullanılmasına çalısılacak, kullanılaselen bazı kavramların da tarihsel olaylar içinde nasıl belirsinlesebildisi üzerinde durulacaktır.
Sınıflandırma konusunda setirilen elestiri veya yeni açılımlar ile bazı temel tarihsel kavramların irdelenmesi; busüne kadar yapılan çalısmaların ve ortaya konulan verilerin ısısı altında yapılmaya çalısılmıstır. Kavramların ve dönemlerin yeniden ele alınmasıyla ulasılacak bazı sonuçlar, yalnızca senel tarihin desil, özel olarak bazı ülke ve toplumların seçmisini de dosrudan ilsilendirecektir. Elbette ki hiçbir bilim digerinden soyutlanamaz. Özellikle tarih, hemen tüm bilimlerle çesitli iliskiler içinde olmak zorundadır. Bu iliskilerin hangi düzeyde ve nasıl olacagının büyük önemi vardır. Görülecektir ki, dogrudan tarihin konuları üzerinde öncelikle tarihçi bakıs açısıyla yaklasılması, geçmise atıfta bulunan diger bilimler için de saglıklı bir zemin hazırlayacaktır.
Birbiriyle iç içe olan hayat ve zamanı, kesintisiz bir süreç olarak algılarız. Tarih bu kesintisiz süreç içinde olusur. Dolayısıyla tarih bilimi, insanlıgın geçmisini bir bütün ve kesintisiz bir süreç içinde görür ve degerlendirir. Ancak, bir insanın ömrüyle karsılastırıldıgında, tarihin çok uzun bir süreyi kapsadıgı görülecektir. Diger taraftan tarihte meydana gelen olaylar hem fazla hem de karmasıktır. Bu uzun süre içinde olusan çok sayıda olayı daha iyi kavramak için tarihi bölümlere ayırma geregi duyulmustur.
Tarihin konularının kapsamlı olusunun bir sonucu olması yanı sıra tarihsel seçmisin uzunlugu ve olayların degisik mekânlarda meydana gelmesi, tarihte sınıflandırma (taksim/bölümleme) yapılmasını gerektirmektedir. Sınıflandırma, uzun zaman süresi içinde oldukça fazla ve karmasık olayların daha iyi kavranılıp ögrenilmesi amacıyla, yani pratik faydaya yönelik olarak yapılır. Böylece ayrı zamanlar, ayrı mekânlar ve ayrı konular üzerinde uzmanlasmak da mümkün olmustur.
Ister belli konuların ele alınısı olsun, ister belli mekânların seçmisi olsun, her durumda tüm olaylar zaman akısı içerisinde mevcut oldukları için, geçmis zamanların taksimi, tarihin sınıflandırılmasında esası teskil eder. Tarihçiler arasında temel sorun, zorunlu olarak zamanın basat kabul edilerek yapılan sınıflandırılmasında degil, sınıflandırmada esas alınan referans noktaları ile bu noktalar arasındaki kesintilerin sınıflandırılmasında ortaya çıkmaktadır.
Geçmis zamanın sınıflandırılması ve algılamalara baglı olarak sıfatlandırılması, yalnızca günümüz tarihçilerinin ya da bir iki yüzyıl öncesi bilim adamlarının degil; en eski uysarlıkların da konusu olmustur. Her ne kadar pek çok kisinin tarihi geçmisin bilim bilinci içerisinde ele alınısın tarihin M. Ö. 5. yüzyıllara (Heodotos’a) kadar götürmekteyse de, geçmis zamanlara iliskin alaka ve çıkarsamaların çok daha gerilere gittigi kesindir. Sumer, Hint, Çin ve Mısır sibi ilk uygarlıklarda geçmis zamanların taksimi ve yorumuna iliskin olarak, dinî veya mitolojik de olsa düsüncelerin yer ettigi bilinmektedir.
Hayatın bütünlügü içerisinde insanlıgın geçmisini ve o geçmisteki düsüncelerin dinî, mitolojik, ilmî olsun olmasın, insan düsüncesi olusumunun bir gerçekligi olarak kaale alınması, her seyden evvel, bilim adına bilimsel kısırlıga ve kısıtlısa düsmemek için gereklidir. Kaldı ki bilimler içerisinde tarihin zaman – toplum – doga düzleminde en kapsamlı bilim olması, tarihçininde bu yönde bir çalısmaya aday olusu, özellikle tarihçiyi insanla baslayan bir seçmisin tüm düsüncelerini bir bütün hâlinde ele almaya zorlar. Bu tavırdır ki her seye rasmen tarihçi kisilisi kendi zamanının ve gündelik anlayısların dısında ve üstünde tutacaktır. Tarihçi için objektif olmak, zamana, mekâna ve konulara cepheden bakmayı gerektirir.(1)
Eski Uygarlıklarda “Geçmis Zaman” Algılaması ve Tarih Sınıflandırılması
fiimdi ya da geçmiste, her bireyin kendi seçmis tasavvuru bulunur. Toplumsal hayat içinde yasamaya baglayan ilk zamanların bireyleri de atadan aktarılan sayısız geçmis olayları, kendi zamanları içinde daha da zenginlestirerek ancak az ya da çok degisikliklerle kendi gelecek kusaklarına nakletmislerdir. Nesiller arasında zenginleserek gelen bu anlatılar, bası ve sonu belirlenen anlatım bütünlügüne sahip oldukları ölçüde “efsane”ler manzumesi olarak halkların bellegine kazınırlar. Bunların bir kısmı zaman içerisinde kaybolup giderken, bir kısmı varlıgının sürekli kılma sansına sahip olurlar.
Inançlar, bilgi birikimleri, geleneksel anlatılar, yasadıkları zamanların niteligi; eski toplumların tarih tasavvurlarını kozmolojik bir yapının parçası olarak belirler. Geçmislerinde bizzat gerçeklesmis vakaların bazıları, kozmolojik akısın içerisinde belli bir noktadır. Örnegin, Sumer toplumunda Tufan olayı gibi. Tufan, Sumer toplumunda bizzat varolmus bir olay, anlatılarla efsanelesen bir anektot, kralların listelenmesinde bir ayraç, geçmis zamanın kavranmasında pratik bir deserdir. (2) Günümüz Ilk Çag Mezopotamya tarihini ele alan bilim adamları bile bu bölgenin tarihsel süreçleri içerisinde aynı olayı referans noktalarından biri olarak kullanmaya devam etmektedirler.(3)
Gılsamıs Destanı’nda bir bölümü teskil eden Tufan, Tevrat ve Kur’anda da yer alır. (4) Sumer – Tufan anlatımında Ziugudra, Eski Ahit ve Kur’an’daki Nuh; Yahudi, Hristiyan ve Islâm dünyasında uzun yıllar Dünya tarihinin iki ana bölümünün merkezî kavramı olmustur (Nuh öncesi= Adem’den Nuh’a, Nuh sonrası = Nuh’dan bugüne).
Eski toplumlarda benzer biçimde vurgulanan yaratılıs anlatılarında (Mezopotamya, Orta Asya, Hint, Mısır, Iran vb.) insanın yaratılısına müteakip seçen ilk zamanlar “Altın Çag” dır. Yasanılan dünyayı göksel dünyanın izdügümü olarak gören, agagıdaki etkinliklerin gerçekliginin göklerde karsılıgının olduguna inanılan(5) eski zamanlarda, ihtimal ki yitip giden baslangıç dönemleri; yaratılısa, dogal olarak göksel alana en yakın zamanlardı.
Tarihî geçmisin çaglara ayrılması, nitelendirilmesi ve sıfatlandırılması hususunda Hint düsüncesinde ayrıntılı bilsiler bulunur. Buna göre;
I. Krita Yuga – 4800 yıl sürer
II. Trete Yuga – 3600 yıl sürer
III. Dvapara Yuga – 2400 yıl sürer
IV. Kali Yuga – 1200 yıl sürer
Yuga, devrenin en küçük ölçüsüdür. Her yuganın basında ve sonunda safak ile alacakaranlık bölümleri vardır. Yalnız her tanrı yılı 360 insan yılına esit oldugundan toplam devre (MahaYuga) 4.320.000 yıl etmektedir. (6) En aydınlık çag (altın çag) Krita Yuga, en karanlık ve kısası ise bugün içinde bulunulan Kali Yuga’dır. Tüm bu devre bir “çözülme” (Pralaya) ile son bulur ve sonra tekrarlanır.
Eski Hint metinlerinde belirtilen bu devresel zaman teorileri, Budizm ve Jainizm’de de ana hatlarıyla kabul edildigi gibi Mezopotamya (Babil), Ibranî, Iran ve dogu felsefelerinden beslenen Sreko-Lâtin uygarlıklarında da görülür.(7)
Yahudi – Hrigtiyan Gelenekgel Yazımında Tarih Sınıflandırılması
Yaratılısı altı gün içinde anlatan Tevrat’da (8) Adem’den Nuh’a kadar pek çok peygamber hayatı ve yasadıkları yıllar belirtilmistir. Avrupa Orta Çag dünyasında, Tevrat-Incil bütünlügüne baglı ve peygamber merkezli tarihi devreler ele alınmıs, buna göre tarihler yazılmıstır.
Tevrat – Incil gelenegine baglı bölümlemenin en açık örnegini, Hristiyan filozofu St. Augustinus’ta (353-430) bulabiliriz. Buna göre tarih;
I- Adem’den Nuh’a,
II- Nuh’dan Ibrahim’e,
III- Ibrahim’den Davud’a,
IV- Davud’dan Israilosullarının Babil tutsaklısına,
V- Tutsaklıktan Isa’nın dogumuna
VI- Isa’nın dogumundan kıyamete kadar altı (6) bölüme ayrılır. (9) Yine Tevrat’a dayalı olarak evrenin insanın yılı da (örn. Alem M. Ö. 5508 yıl evvel yaratılmıstır) hesaplanmıstır.
XII. yüzyılda Florisli Joachim’in üç döneme ayırdıgı tarih; 1) Tanrı’nın egemenligi (Hristiyanlık öncesi), 2) Hristiyanlık çagı (Ogul’un egemenligi) ve 3) Gelecekte olacak Kutsal Ruh’un egemenligi seklindedir. (10)
Tevrat kökenli geleneksel tasnif Islâm ülkelerinde de etkili olmus, Kur’anı da gözönünde tutmak kaydıyla önce Peygamberler Tarihi (Enbiya Tarihi), daha sonra Sâsanî, Roma, Hz. Muhammed, Dört Halife (Hülafa-i Rasidin), Emevî, Abbasî, Osmanlı süreçleri takip edilmistir. (11) Yine bu gelenege baglı olarak çesitli hükümdar sülalaleri ve uluslar Nuh’un ogullarına degin baglanmıstır. (12)
XVI. Yüzyıl ve Sonrası; Ön Tarih ve Yazılı Tarih Çagları Bütünlügünde Tarih Sınıflandırılması
1492’de Amerika’nın kesfi, Batı düsüncesinde meydana gelecek önemli degigimlerin de baslangıcı olmustur. Yeryüzü ve insan konusunda daha akılcı yaklasımların kapıları açılmıs, insanın geçmisi konusunda duyulan merakla, eskiden yapılmıs aletlerin incelenmesi yolunda arzular uyanmıstır. Diger taraftan, daha Selçuklu Türkiyesi’nde “müzecilik” açısından önemli bir adım atılmıs, Türk – Islâm dünyasında çesitli çaglara ait eserlerin korunması yolunda belli bir gelenek olusmustur. (13)
Avrupa Rönesans hareketi içerisinde olusan anlayıs, Orta Çag tarih yazımlarına karsı da belli bir elestiri getirmistir. XVI. yüzyılın ortalarından Jean Badin, Orta Çagda kabul edilen tarih semasının Daniel’in Kitabı’ndan alınma üstünkörü bir semaya dayandıgını göstermistir. Aynı yüzyılda Italya ve Ingiltere’de de eski efsanelere dayalı tarih anlayısı ve bunlarla iliskili sınıflandırmaların yerine, elestirel tarih anlayısını ve yeni düzenlemeleri getirmeye çalısmıstır.
Batı’da XVI. yüzyıldan itibaren, ilk antika meraklıları, oyulmus ve yontulmus tasları biriktirmeye baslamıslar, eski esya koleksiyonları hızla çogalmıs ve kazı yapma düsüncesi dogmustur.
Ilk kazı, 1685’te Normandiya’daki Corheral dolmeni kazısıdır. XVIII yüzyılda, yine Tufan olayına baglı olarak, suların çekilmesiyle topraga gömülü kalan insanlar arandı. Sonraki yüzyılın ilk yarısında, fosillesmis kemiklerin pesine düsüldü. Bu arastırmalar sonunda birçok tas alet günyüzüne çıkarıldı. Böylece, insanın geçmisinin Tevrat gelenegine göre kaydedilen sürelerden çok daha eskilere gittigi anlasılmıstır. (14)
1644-1707 yılları aragında yasayan Alman bilim adamı Chrigtop Celariug, genel tarih için;
I- Egki Çag: Baglangıçtan 476’ya kadar,
II- Orta Çag: 1453 Igtanbul’un fethine (ya da Amerika’nın kesfine /1492’ye) kadar,
III- Yeni Çag: 1453/1492’den sonraki zamanlar seklinde bir bölümleme yapmıstır. Bu bölümleme Avrupa bilim adamları için senis kabul görmüs, 1789 Fransız Ihtilâli ise IV. yani Yakın Çag baslangıcı kabul edilerek ikmal edilmistir. (15)
Ancak, XVIII. yüzyılın sonundan bugüne degin yapılan arkeolojik ve jeolojik arastırmalar ve prehigtorik dönemlere iliskin bilgilerin genislemesi, öncelikle insanlıgın en eski zamanlarının sınıflandırılması konusunda bir dizi sorun yanı sıra çesitli yaklasımların ortaya çıkmasına neden olmustur.
Bilim olarak prehigtorya ve prehigtorik dönemlerin sınıflandırılması: Prehigtorya, insanın varolusundan baslayarak medeniyetlerin belirsin olarak ortaya çıktısı (kentlerin kurulup yazının kullanıldısı) döneme kadar gelen evreyi ele alıp inceleyen bilim dalıdır.
Prehigtorya (16) insanlık tarihinin en eski dönemlerini inceleyen bilimdalı olmakla beraber; kendigi için belirledigi amaç, konu, metot, teknik ve vardıgı sonuçlarla özgün bir bilim olusu ancak yüzyıl öncesine kadar gitmektedir. Bunun nedeni, prehigtoryanın ele alması gereken konulara iliskin verilerin ortaya çıkarılmasını saglayan çesitli tarihi ve beseri bilimlerin, önemli bulus ve basarılarının da yeni olusudur. Çünkü, ilk insanlara ait buluntuların ve kültürlerin varlısı jeoloji, paleontoloji, etnoloji ve antropoloji bilgilerinin kesif ve arastırmalarıyla kesin olarak dogrulanabilmistir. Prehigtorya, öncelikle bu tür bilimlerin verilerini bir bütün olarak ele alıp toplumların uygarlık asaması öncesi ortaya koydukları kültürleri; bu kültürlerin ortaya çıkısını, aralarındaki iliskileri, geligmelerini, sanatlarını, sosyal ve ekonomik yapılarını, kısaca yasama biçimlerini inceler.
Günümüzde Prehistorya ile Tarih arasında büyük bir ayrım yapılmamaktadır. Ancak, dogrudan Tarih Çaglarını ele alan salt tarihçilik, yazılı belgelere baslı kalarak insanlıgın geçmisini arastırırken, Prehistorya yazıdan önceki (daha dogrusu Uygarlık Öncesi) zamanları konu edinir.
Yapılan arastırmalar insanlıgın ortaya çıkısının yüz binlerce yıl öncesine gittigini göstermektedir. Oysa ki Uygarlık Döneminin, yani Ilk Çag’ın basladıgından bugüne kadar gelen devre yalnızca 6.000 yıllık bir dönemi kapsamaktadır. Bu nedenle;
Insanlıgın ilk dönemlerinin (Prehistorik Dönemlerin) uygarlık dönemine oranla çok uzun olusu, bu dönemlerde insanın tarihi ile tabiatın tarihinin iç içeliginin çok daha yogunlugu yeni bir disiplin ihtiyacını dogurmustur,
- Prehistorik dönemlerin arastırılmasında, uygarlık dönemlerinin ele alınmasında izlenilen metotların dısında daha baska metodlara ihtiyaç duyulması, Prehistorya’nın baslıbasına bir bilim ve ögrenim konusu olmasını gerektirmistir. Buna ragmen, genel / dünya tarihi çalısmalarında Prehigtorya – Tarih bütünlügü gözetilmelidir.
Prehigtorik dönemlere ait çesitli buluntuların sayısı artınca geçmisi belli bir düzen içinde ögrenebilmek için bunların sınıflandırılmasına gerek görülmüstür. 1861’de Eduart Lartet, Aurignac ve Dordogne’deki magaralardan çıkan prehigtorik buluntuları sınıflandırma yoluna gitmistir. Ilk dönem sınıflandırmalarda dönemler çesitli bitki, hayvan ya da tabiat olusumlarının adlarıyla (Mamutlar Çagı, Ren Geyikleri Çagı, Buzul Çagı vb.) sıfatlandırılmıs sonradan bu tür bölümleme terkedilmistir. Zira, insanın tarihinin ele alınmagında, insanın zaman içindeki etkinlikleri ve bu etkinliklerin nitelikleri dogrultusunda sınıflandırma yapmak daha akılcı bulunmustur.
Belli bir yerde toplu halde yasayan insanlar, o alanda belli bir yasama biçimi, olustururlar. Prehigtorik dönemlerde meydana gelen kültürlerin manevî unsurlarından yana herhangi bir buluntunun olmaması, bu unsurlara da belli bir ölçüde ısık tutabilecek maddî unsurları daha da önemli kılmaktadır. Prehigtoryacılar da, çesitli bölgelerdeki buluntuların zaman ve niteliklerini gözeterek kültür dizilislerini ortaya koymaya çalısmıslardır. Tas ve ilk kullanılan bronz ve daha sonra da demir kriter olarak kabul edilerek Prehigtorik dönemler Tas, Bronz ve Demir Çagı seklinde sınıflandırılmıstır. (17)
Ancak, bu oldukça kaba bir sınıflandırmaydı ve Tas Çagı’nın kendi içinde sınıflandırılması geregi ortaya çıktı. Önceki Eski Tas (Paleolitik) ve Yeni Tas (Neolitik) Çaglar (18), daha sonra ise her iki devre arasına Orta Tas (Mezolitik) Ças eklenmistir. (19)
Prehigtorya Biliminin Gelisimi ve Metotları
1960 yılında Londra’da (o dönemde “Gray’s Inn Lane” adı verilen mahalde) soyu tükenmis bir file ait dis ile yakın iliskili olarak armut biçiminde bir tas alet bulunmus, ancak bu buluntunun önemi anlasılamamıstır.
Paleolitik tas aletleri bulup bunların prehigtorik dönemlere ait kültürlerin örnekleri oldugunu tespit eden ilk kisi John Frere’dir. J. Frere, 1791’de Guffolk’daki Xoxne’de bugün Agöliyen diye adlandırılan kültüre ait bazı tas el baltalarını bulmus ve onların “çok eski dönemlere ait oldugunu” vurgulamıstır.(20)
1828’de Tournal’ın Bize’deki bir magarada ve daha sonra baska alanlarda yaptıgı çalısmalar, insanın yüzbinlerce yıl serilere giden bir geçmisinin oldugu konugunda ispatı mümkün verilerin elde edilmegini saglamıstır. (21)
Boucer de Pertheg, 1837’den sonra dünyanın yasıyla ilgilenmis, Abbeville alüvyonlarında yontulmus çakmaktasları bulduktan sonra yazdıgı eserinde (Keltlerin ve Tufan öncesi Insanların Antik Kültürleri, 1847-1864), insanlıgın, Tufan öncesinde de var oldugu bilinen hayvanlarla aynı çagda yasamıs olduklarını göstermistir. (22) Pertheg, gtartigrafi ve tipolojiden yararlandıgı bu çalısmasıyla prehigtorya bilincinin temellerini atmıstır.
Pertheg’in baskanlıgında Fransa’daki buluntu yerlerine giden Ingiliz ilim heyetinin hazırladıgı raporlardan olusan ve 1863’te yayımlanan “Insanın Çok Eski Bir Geçmisi Olduguna Dair Jeolojik Deliller’i ise Clarleg Lyell adlı jeolog kaleme almıstır. Bu eserin yayınlanması, prehigtorya çalısmalarında ileriye dogru atılan önemli bir adımdır.
XIX.yy. boyunca süren çalısmalar sonucu fosillerden yontulmus tas aletlere ve kullanım esyalarına dek pek çok buluntu elde edildi. Bu gelismelere paralel olarak, Prehigtorik dönemlerin sınıflandırılması ve insanlıgın biyolojik kültürel asamaları konularında çesitli görüsler ortaya çıktı.
Baslangıçta Prehigtorik Dönemlere ait arkeoloji hayal gücüne dayanıyordu. Arkeolojinin, jeolojik ve antropolojik metotlarla birlikte çalısması da yeterli olmamıs, kazı verilerinin yorumlanmasında etnolojik açılımlara da önem verilmistir.
XX. yy. baslarında kazıların temel amacının kaplar, aletler, takılar gibi bir kısım nesneleri bulup çıkarmak oldugu için, bazı önemli yataklar bu kazılardan tahrip olabiliyordu. Yüzyılımızın ikinci yarısında arkeologların görüsleri yavas yavas degisirken, kazı metodlarında da önemli gelismeler olmustur. Bunun öncülerinden biri etnolog ve antropolog olan Leroi-Gourhan’dır.
Leroi-Gourhan, 1952 de basladıgı Arcy-su-cure kazılarında yeni bir yaklasımın öncülüsünü yaparak, en küçük ve önemsiz ayrıntıları bile tek tek incelemeyi yesler.
Prehigtorya’ya iliskin yaptıkları çalısmalar ve yayımladıkları eserleriyle L.G.B. Leakey, Richard Leakey, V. Gordon Childe, Robert J. Braidwood’u anmak gerekir. Ayrıca; Çinli arkeolog Pei Ouen – tehoung, Pekin yakınlarındaki Chou Koitien magarasının kazısında; Rus arkeologlardan G. Bontch – Ogmolovgki, Kırım’daki Kiik-Koba magarasının kazısında; A. Okladnikov ise Özbekistan’ın güneyinde yer alan Deliktas magarasının kazısında önemli çalısmalar sergilemislerdir.
Prehistorya’nın Metodu: Genel çerçeve içeriginde prehistoryacı da bir tarihçi sıfatına sahiptir. Ancak, tarihçi, kentlesme ve onunla birlikte olusan çesitli gelismelere baglı olarak ortaya konulan açıklayıcı nitelikteki verilerinden (yazı vb.) hareket ederek geçmisi arastırır ve yorumlar. Ne var ki, örgütlenmis toplumları inceleyerek bunlar arasındaki ikili iliskileri tespit etmek için o toplumların sıkı sıkıya baglı oldukları -dogal dünya-yı da gözönünde tutan prehistoryacının elinde hiçbir yazılı belge yoktur. Bir diger deyimle, olayların anlatıldıgı metinlerden yoksun olan prehistoryacı izaha muhtaç bulunanlarla yetinmek zorundadır. Basarısı da büyük oranda arkeolojik rastlantılara, jeolojik tespitlere, paleolitik incelemelere, antropolojik açıklamalara, etnolojik ve sosyolojik yorumlara; ayrıca, fizik kimya – biyoloji gibi tabiî bilimlerin bulus ve tekniklerine dayalıdır. Daha önce de belirttigimiz gibi, prehistorya bir kısım beserî ve tabiî bilimlerin bulus ve tekniklerine dayalıdır (23). Daha önce de belirttigimiz gibi, prehistorya bir kısım beserî ve tabiî bilimlerin kesisim noktasıdır. Tüm bu bilimlerin verilerini, mekân-zaman-olay boyutunda ele alıp, insanlısın uzak geçmisinin tarihini ortaya koymak prehistoryanın isidir.
Buluntuların Tarihlendirilmesi: Baslangıçta tesadüfi, sonraları bilinçli olarak toplanan buluntular, belli bir asamadan sonra sistematik olarak arastırılmaya tabi tutulmus, bulunan seylerin sınıflandırılması zorunlu olmustur. Geçmisin anlasılmasında, verilerin zaman sırasına konularak sınıflandırılması gerekir. Bu amaçla bilim adamları buluntuların zamanının tespiti konusunda çesitli çabalarda bulunmus ve bazı teknikler gelistirmislerdir. (24) Bunlardan bazıları sunlardır:
a) Varve Sistemi: Bu sistem, buzul göllerinin diplerinde kalan alüvyon birikintilerinin incelenmesine dayılıdır. Bu birikintiler, buzulların olusması ve çekilmesinden önce göl diplerine çökmüslerdir. Bunlar siyah ve beyaz olmak üzere iki yüzeyli bir biregimden olusmaktadır. Varye adı verilen alüvyonların tespit ve incelemeleri sonucu, o alandaki buzulların gerileme (çekilme) sürelerinin 8.000 yıl oldugu anlasılmıstır.
b) Polleng Fosillerinin Analizi: Buzul sonrası dönemlerdeki bitkisel canlıların degisime ugramasının incelenmesiyle belli bir zaman tespiti de yapılabilmektedir. Bu sistem de kesinlikten yoksun, yaklasık bir zamanı (ki yaklasık son 15.000 yıl için) verebilmekte, ayrıca, sadece bazı yöreler için geçerli olabilmektedir.
c) Radyo-Karbon 14(C14) Sistemi: II. Dünya Savası’ndan bu yana, atom bilimcilerinin çalısmaları arkeologlara, dolayısıyla tarihçilere yardımları olmustur. Radyoaktiviteyle yapılan tarihlendirmeler, arkeologların o zamana kadar kabul ettikleri tarihleri büyük ölçüde degistirmistir. (25)
Digerlerine göre daha güvenilir olan bu sistem, yasayan tüm organizmaların Karbon – 14 elementi tasıdısı temeline dayanır. Bu elementin olusturdugu agırlık, canlılık sona erdikten sonra “çok yavas, ancak sürekli olarak” kaybolmaya baslar. Bilim adamları deri, kemik, tahta gibi kalıntılara radyo – karbon uygularlar. Organizmada kalan C14’ün tespitiyle, bulunan seyin ne zaman öldügü ve hangi çaga ait oldugu anlasılır.