TARİHSEL GELİŞİM SÜRECİ İÇERİSİNDE URDUCA
Durmuş BULGUR*
ÖZET
Bütün dillerin tek bir dilden neşet ettiği inkâr edilemez bir gerçektir. Ancak, dilin ortaya çıktığı
vakit ve yeri tayin etmek ve onun gelişim sürecini izlemek zordur. Bunda yüzyıllar boyu çeşitli
kültürel unsurların rol oynadığı, bu unsurların da tedrici olarak geliştiği, değiştiği ve nihayet yeni
yeni dillerin ortaya çıktığı tarihi bir vakıadır. Öyle ki, bu hazırlık bilinci o dili konuşan kavimde
dahi olmayabilir. Dil, ancak yazıyla kendi yenilik unsurlarını göstermeye başladığında hissedilir. Bu
çalışmada Urdu Dili’nin aslı ile ilgili tartışmalar ve dilin tarihsel gelişiminde rolü olan etkenler
konu edilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Urdu, Hindi, Ahmed Han, Devband, Bhagti Hareketi.
ABSTRACT
That fact that all languages had originated from one language, nobody can deny it. But, it is
difficult to determine the time and the place in which language come to existence, and to trace its
development process. That is a historical fact that in this process different cultural elements acted
own part along the centuries and these elements also developed and changed gradually and in the
end new languages came to out. So much so that, this consciousness of preparation can not exist
in that nation who is speaking that language. Language is being felt only at that time when it
showed its element of newness with writing. In this study we have presented the origin of Urdu
Language and its historical development process.
Keywords: Urdu, Hindi, Ahmad Khan, Deoband, Bhagti Movement.
Giriş
Urdu Dili'nin ortaya çıktığı zaman, mekân ve gelişim sürecini tayin etmek
oldukça zordur. Araştırmacılar bu konuda daha ziyade kendi görüşlerine
dayandıklarından aralarında görüş ayrılıkları vardır. Kimilerine göre Urducanın
doğduğu yer taksimden önceki Hindistan’ın merkezi Delhi ve civarındaki
bölgelerdir. Kimisine göre Lakhnov Urducanın beşiği; bir başkasına göre
Pencab Urducanın asıl vatanıdır. Yine, Sindh ve Dekken'i Urducanın doğduğu
yer olarak kabul eden araştırmacılar da vardır. Aynı şekilde araştırmacılar dilin
doğduğu zamanı tayin etmede de farklı neticelere ulaşmışlardır. Bazıları Şah
Cihan döneminde (1628–1658) Urducanın temelinin atıldığını söylerken; bazıları
bunu Ekber dönemine bağlamış (1555–1605); bazıları Timur'un dönemine
(1370–1405); bazıları da Kalaç dönemine (1290–1321) dayandırmıştır. Yine bazı
araştırmacılar Gur Hanedanı dönemine (1160–1215) kadar giderken, bazıları da
Gaznelilere (963–1186) dayandırmıştır. Bazıları dilin oluşumu ve yayılması
hususunda Muhammed b. Kâsım’ın Sindh ve Multan'ı fethinin (711) kültürel ve
lisanî etkilerini ortaya koymuş; hatta daha da ileri giderek dilin doğuşunu
İslamiyet öncesi Arabistan-Hindistan arasındaki ticari ilişkilerin başlangıcına
kadar götüren araştırmacılar dahi olmuştur. Bununla birlikte, bugün Urduca
olarak adlandırılan bu dilin Hint Yarımadası’nın en eski yerli dili Prakrit’ten
__________
* Arş. Gör. Dr., Selçuk Üniversitesi Fen – Edebiyat Fakültesi
Durmuş BULGUR
170
doğduğu hususunda hiç bir şüphe yoktur. Prakrit, asırlarca çeşitli unsurlardan
etkilenmiş ve bu unsurlar tedricen gelişerek yeni bir kalıp hazırlamıştır. Elbette
Urducanın kendi varlık bilincine Müslümanların yarımadaya gelişlerinden sonra
sahip olduğu hususu inkâr edilemez bir gerçektir. Bir başka deyişle Urduca, Hint
Yarımadası’nın en eski yerli dili Prakrit'in yine bu topraklara dışardan gelen bazı
dillerle (Sanskrit, Apabhramşa) karışması neticesinde ortaya çıkan gelişmiş
şeklidir. Ancak, dilin bu oluşumu yüzlerce yıl sürmüştür.
Simdi bu sürece kısaca bir göz atalım.
Hint Yarımadası’na dışardan gelen birçok kavim dilini de beraberinde
getirmiştir. Nitekim bu diller buranın eski yerli dili Prakrit üzerinde etkili
olmuşlardır. Yarımadaya ilk gelenler Ariler olmuşlardır. Ariler herhangi bir
vakitte, bir anda yarımadaya gelmemişlerdir. Aksine, onların bu göçü yüzlerce yıl
devam etmiş ve çeşitli Ari kabileleri yarımadaya gelerek yerleşmişlerdir.1 Ariler
dilleri olan Sanskrit'i (Hint-Avrupa Dili) de birlikte getirmişlerdi. Her ne kadar
onların dili, ilahların dili olarak başlangıçta Prakrit ile irtibat kuramamış ise de,
sonraları Budha'nın2 tebliğ çalışmaları, Sanskrit ile Prakrit arasında bir kaynaşma
zemini hazırlamıştı. Prakrit sadece Sanskrit ile kaynaşmamış, aynı zamanda
Budhizm'in geniş tebliğine paralel olarak İran, Afganistan, Beluçistan ve diğer
ülkelerin dilleriyle de karışmıştır. Başlangıçtaki bu geniş irtibata Urducanın
hazırlık dönemi denebilir. Çünkü bu ilk irtibatla yerli dil Prakrit’e diğer dillerden
kelimeler girmeye başlamıştı.3
Herat ve Kandahar arasında yerleşik Abher kavmi, Arilerden sonra Hint
Yarımadası’na akın etmiş, kendi dili Apabhramşa'yı m.6. yüzyıla kadar buranın
yerli dilleri Prakrit ve Sanskrit’in seviyesine getirmişti. Abher kavmi, Pencab'a
Hint Yarımadası’nın kuzey batısından gelmiş ve daha sonra Orta Hindistan ve
buradan da 4. yüzyıla kadar Dekken'e ulaşmıştır. Siyasi güçleriyle birlikte onların
dilleri de bütün yarımadaya yayılmıştır. M.2. yüzyıldan 4. yüzyıla kadar
Apabhramşa, Prakrit, Sanskrit ve diğer bölgesel dillerin kelimelerini özümsediği
için yaygın bir dil olarak kullanılmış, ancak farklı bölgelerde farklı adlarla
anılmıştır. Mesela: Pasaçi Apabhramşa, Şorasini Apabhramşa, Magadhi
Apabhramşa, Maharaştri Apabhramşa. Bu Apabhramşalar arasında Şorasini
Apabhramşa'nın etki alanı diğerlerinden daha geniş olmuştur. Zamanla m.700–
1000 yılları arasında Şorasini Apabhramşa kavimler arası Ari dili niteliğiyle
kullanılmaya başlanmış, bu durum farklı bölgelerin dillerini birbirlerine
yakınlaştırmıştır. İşte Urduca, yarımadanın tamamında konuşulan Şorasini
Apabhramşa'nın en yeni şeklidir. Müslümanların yarımadaya gelişlerinden çok
önce Şorasini Apabhramşa, Bengal'den alarak Pencab, Sindh, Keşmir, Gucerat
ve Racputana'ya kadar; Kuzey Hint ve Nepal'den Maharaştar'a kadar yayılmıştır.
Apabhramşa, yerli dillerle birleşerek her bölgede yeni yeni Ari dilleri meydana
__________
1 Abdurresul, 1964, s.35; Çerâğ, 1986, s.54
2 Gotem Budh'un kendi dinini tebliğ ettiği Pali dili de bazı bilim adamlarına göre bugün Urduca
adı verilen dil idi. (Cemil, 1986, s.366).
3 Fârânî, 1953, s.65–66
Tarihsel Gelişim Süreci İçerisinde Urduca
171
getirmiştir. Birc Bhaşa, Avadhî, Pencâbî ve Hindî gibi bölgesel diller Şorasinî
Apabhramşa'nın kollarıdır.4
Ariler ve Abher kavminden sonra Hint Yarımadası’nda Büyük İskender ile
birlikte az da olsa Yunan etkisi görülmüş5; Müslümanların gelişiyle Arap, Türk
ve İran etkileri de görülmeye başlanmıştır.6 Muhammed b. Kâsım’ın h.93'te
Sindh ve Multan bölgelerini ele geçirmesi geniş ölçüde kültür ve dil etkileşimine
zemin hazırlamıştır. Bu etkileşim o kadar güçlü idi ki Sindhliler, Sindhçe
isimlerine Arapça ikinci bir isim dahi eklemeye başlamışlardı. Bu açıdan
bakıldığında Müslümanların ve Hinduların ortak dili olarak gelişen Urduca’nın
ilk beşiği Sindh vadisi ve Multan topraklarıdır.7
Müslüman Arapların seferleri Muhammed b. Kâsım’ın Sindh ve Multan'ı
fethinden sonra yine bu bölgelerle sınırlı kalmıştır. Ancak onların dil ve kültürü,
yarımadanın dil ve kültürünü takriben 300 yıl boyunca etkilemiştir. Nitekim
Müslümanlar, Mahmud Gaznevî'nin seferinden (1001) çok önce batı
Hindistan'da önemli bir konuma yükselmişlerdi. Müslümanlar, Hint
Yarımadası’na geldiklerinde sırasıyla Arapça, Farsça ve Türkçe’yi konuşma ve
yazı dili olarak kullanmışlardır. İktidarı ele geçirdiklerinde ise Farsça resmi dil
olmuştur. İslam kültürü, egemen ulusun kültürü olduğundan, Müslümanlar
iktidarı ellerinde bulundurdukları dönemde kültürleri ve dilleriyle yarımadada
derin izler bırakmışlardır. Bu etkinin en büyük sebebi de onların yarımadaya
geçici olarak değil de, kalıcı olarak gelmiş olmalarıydı. Nitekim Müslümanlar da
Ariler gibi yarımadayı vatanları yapmışlar ve bu etkilerle birlikte dil gelişmeye
devam etmiştir.8 Dil, başlangıçta gayet sade ve halkın ihtiyaçlarını karşılamak
için yeterliydi. Farsça, Arapça ve Türkçe’ye ait kelimeler Urduca’ya girdikçe dilin
ifade gücü artmıştır. Yazarlar, kulağa hoş geldiği için kitaplarında çokça Farsça
kelime9 ve terkibe yer vermişlerdir. Edebiyatta dahi konu ve üslup yönünden
Farsça’nın büyük tesiri olmuştur.10 Bir bütün olarak bakıldığında Müslümanların
yarımadaya gelişleriyle sadece din, sanat, edebiyat ve felsefe İslami unsurları
kabul etmekle kalmamış, aynı zamanda bizzat Hint medeniyetinin ruhu ve
Hindu düşüncesinde de değişiklikler olmuştur. Kısaca, Müslümanlar hayatın her
alanını etkilemekle kalmamışlar, buna paralel olarak yeni bir dil karışımı da
ortaya çıkmıştır.11
Müslümanların yarımada halkına toleranslı davranmaları halkı cezbetmiş ve
idarecilerinin dilini öğrenmeye sevk etmiştir. Aynı şekilde, idareciler de halkın
sevgisini kazanmak için onların diliyle konuşmaya başlamışlardır. Bu karışım
sayesinde, yarımadada konuşulan dilin kelime haznesinde bir artış olmuş, ifade
__________
4 Câlibî, 1987, C.1, s.5–7; Terîn, 1989, s.76–77
5 Çerâğ, 1986, s.79–83
6 Fârânî, 1953, s.66
7 Terîn, 1989, s.79–82
8 Câlibî, 1987, C.1, s.2–9
9 Hindistan'da yaygın olan Farsça, içerisinde pek çok Türkçe kelime olan Turanî Farsça idi.
(Türkmen, 1986, s.3)
10 Saksîna, 1929, s.26–27
11 Câlibî, 1987, C.1, s.10
Durmuş BULGUR
172
tarzı etkilenmiş, terkiplerde yenilik meydana gelmiş, yavaş yavaş bu dilin şekli
yeni bir hal almaya başlamıştır. İşte bu yeni tarz, müstakil şekil kazanarak dile
"Urdu" adının verilmesine sebep olmuştur. Urduca’nın terkibinde Hint
Yarımadası’nın her eyalet ve yöresindeki dillere ait kelimeler bulmak
mümkündür. Örneğin: Talangu, Tamil, Palî, Bircî, Kannucî, Pencâbî, Gucerâtî,
Multânî, Bengâlî v.d. Hint Yarımadası’nda bu dilin konuşulmadığı herhangi bir
eyalet veya bölgede Urduca’nın yabancı bir dil olarak görülmemesinin en büyük
sebebi de işte budur.12
Bu açıdan bakıldığında Urduca’nın Müslümanlarla birlikte ulaştığı yerlerdeki
bölgesel etkileri özümseyerek ortaya çıktığı inkâr edilemez bir gerçektir. Bunun
bir şekli, Sindh ve Multan'da oluşmuş, daha sonra bu lisanî süreç Serhad ve
Pencab'da tezahür etmiş, buradan takriben 200 yıl sonra Delhi'ye ulaşmış ve
buradaki dilleri içine alarak bütün Hint Yarımadası’na yayılmıştır. Gucerat'ta bu
dile Gucrî veya Gucerâtî denilmiş, Dekken'de Dekenî ismiyle anılmıştır. Emir
Hüsrev, buna Hindî veya Hindvî demiştir. Bazıları ona Lahorî veya Dehlevî
adını vermiştir.13 Diğer taraftan bütün bu isimlendirmeler Urduca’nın aslı
noktasında bizi yanılgıya düşürebilir. Bu dil (Urduca), bugün de aynı adlarla
anılan yukarıdaki dillerden farklı bir dildir. Çünkü bu isim (Urduca), Prakrit'in
farklı lehçelerinden oluşan dile verilen isimdir ve Müslümanlar bu dili kendi
alfabe ve kelimeleri ile yazıya geçirmişlerdir. Hâlbuki Hinduların konuştukları
diğer bütün lehçeler, sürekli yerli alfabe Devnagari ile yazılmıştır.14
İsimlendirme Sebebi
Dile Urdu(ca) isminin verilmesiyle ilgili farklı görüşler vardır: Urdu (Ordu)
kelimesi, Türkçe veya Tatarca bir kelime olup15 bir devletin silahlı kuvvetlerinin
tamamını (ordu) veya askerin konakladığı, barındığı yeri ifade etmektedir. Bu
kelimenin eş anlamlısı Urduca’da Leşker’dir. Nitekim Cengiz Han’ın
halifelerinin ordugâhlarına "Urdu-i Mutalla" (Altın Ordu) denilmekteydi.
Babür’ün fetihlerinden sonra askeri kamplar ve padişahın karargâhı için ordu
kelimesi kullanılmıştır. Bu açıdan bakıldığında Urducanın sözlük anlamı
ordunun dili veya askerin dili olmaktadır. Bu dile farklı açılardan yaklaşılarak da
Urdu(ca) denilmiştir. Bazılarına göre ordunun dili birkaç dilden mürekkeptir.
Ordunun içinde farklı bölgelerden, farklı dilleri konuşan askerler bulunur. Farklı
dilleri konuşan askerlerin karışımıyla orduda müşterek veya karışık bir dil
yürürlükte olur. İşte buna ordu dili denir. Urduca da farklı dillerin karışımıyla
oluştuğundan bu karışık dile, yine bu karışım sebebiyle Orduca (Urduca) adı
__________
12 Fârânî, 1953, s.66–68
13 Câlibî, 1987, C.1, s.3; Terîn, 1989, s.83
14 Ahmed, 1990, s.374–375
15 Azîz Ahmed, Urdu (Ordu) kelimesinin Mongolca bir kelime olup "askeri kamp" manasına
geldiğini ve bunu ilk kez tarihçi el-Cuveyni'nin Farsça tarih yazarlığında kullandığını söylemektedir
(Bk. Ahmed, 1990, s.373). Ancak, Erkan Türkmen’e göre bu kelime Türkçe olup Türkçe’den
Mongolca'ya geçmiştir. Çengiz Han'dan sonra yani 13. yüzyılda Mongolca'dan Avrupa dillerine
girmiş ve "horde" şeklini almıştır. (Bk. Türkmen, 1987, C.4, S.7, s.2).
Tarihsel Gelişim Süreci İçerisinde Urduca
173
verilmiştir. Bazı araştırmacılar ise Urduca’nın Türk ve İranlı askerlerin geliş
gidişi ve alış verişleriyle başladığını ileri sürmektedirler. Bundan ötürü dile bu
isim verilmiştir. Hindu dil bilimcilere göre Urdu kelimesi eski İran hükümdarı
Erdebil'in adından türemiştir.
En meşhur görüş ise şöyledir: Ekber döneminde padişahın askerlerine veya
sultanın karargâhına "Urdu-yi Mualla" denilmeye başlanmıştı. Sultanın
karargâhının bulunduğu çarşıya da ordu pazarı (Urdu Bazar) denilirdi. İşte bu
Urdu-yi Mualla veya Urdu Bazar'da konuşulan dile de yine buraya nispetle
"Zeban-i Urdu" (ordunun dili) denilmiştir. Zamanla Zeban-i Urdu yerine sadece
"Urdu" kelimesi söylenir olmuştur. Bu açıklamalardan da anlaşıldığı üzere ordu
veya pazara nispetle bu dilin adı Urdu(ca) olmuştur. Ancak bu isim dilin ortaya
çıkmasından çok sonra verilmiştir. Çünkü bu dile Hindî, Rîhte16, Urdu-i Mualla,
Urdu-i Şah Cihânî, Hindustânî17, Muriz, Langua Industani de denilmekteydi.18
Her halükarda bu kelime ordunun dili anlamında ilk olarak 18. yüzyılın
ortalarında kullanılmıştır.19
Dilin Gelişiminde Sufi ve Âlimlerin Payı
Hindistan'a yönelik ilk sefer önce Sebuk Tegin, daha sonra Gazneli Mahmud
tarafından kuzeybatıdan düzenlemiştir. Mahmud Gaznevi kısa sürede Sindh,
Multan ve Pencab'dan alarak Mirath ve Delhi civarına kadarki bölgeleri
saltanatına katmış ve Gazneliler takriben 300 yıla yakın burada hüküm
sürmüşlerdir.20 Sufiler, Mahmud Gaznevi'nin akınlarından sonra Hint
Yarımadası’na gelmeye başlamışlardır. Bu kişiler yüz binlerce kişiyi İslam’a
kazandırmakla kalmamış, aynı zamanda Müslümanların kimliklerini muhafaza
etmeye de çalışmışlardır. Nitekim Urduca’nın gelişiminde en çok onların payı
vardır.21 Sufiler bu yeni dile oldukça ilgi göstermişlerdir. Çünkü onlar Arapça ve
Farsça’nın resmi ve ilmi dil olduğu dönemlerde Hint Yarımadası’nda herkesin
anladığı Urducayı konuşma dili olarak benimsemişler ve gayri Müslim insanlarla
bu şekilde irtibat kurmuşlardır. Nitekim mahalli diller İslam’ın tebliğinde
__________
16 Sonraki yazarlar Rîhte kelimesini (yani Urduca-Hintçe kelimelerle birlikte Farsça kelimelerin
çokça kullanıldığı dil) edebi dil ile günlük konuşma dilini ayırmak için kullanmışlardır. Rîhte
kelimesi dille ilgili olarak artık çok az kullanılmaktadır. Başlangıçta nazım için bu kelime
kullanılırdı (Saksîna, 1929, s.32).
17 Müslümanların yarımadaya gelişinden önce ülkenin tek bir adı yoktu. Her eyaletin adı ayrı, her
devletin adı ise başkentinin adı ile meşhurdu. İranlılar, yarımadanın bir eyaletini ele geçirdiklerinde
Arapçada Mehran olan bugün de Sindh Nehri denilen nehre Hindhu adını verdiler. Pehlevice ve
Sanskritçe'de -s ve h- harfleri birbirlerinin yerine kullanılırdı. İranlılar, burayı Hindu diyerek
çağırdıklarından dolayı ülkenin adı Hint olmuştur. Sindh'e ilaveten ülkenin diğer şehirlerini de
bilen Araplar, Sindh'e Sindh demeye devam etmişlerdir. Bununla birlikte Hindistan'ın diğer
şehirlerine Hint demişlerdir. Nihayet işte bu isim bütün dünyaya farklı şekillerde yayılmıştır.
Hayber'den gelen kavimler ülkenin adını Hindu İsthan koymuşlardır. Dahası Hint kelimesini çok