edebiyatokyanus
İÇERİK  
  ANA SAYFA
  YAZILAR
  => Attila İlhan Şiiri-DoDoç.Dr. Yakup ÇELİK
  => Bunalım Edebiyatı ve Modernizmin Sorunları-Svetlana Uturgauri
  => Karagöz'e Ezgi-Satı Erişen
  => Orta Oyunu Eksikliği-Nihal Türkmen
  => Orta Oyunu ve Karagöz-Nihal Türkmen
  => Dilin Yapısı ve Toplumun Yapısı-Emile Benveniste
  => Türkçe Metinlerde Bağdaşıklık ve Tutarlılık-İrem Onursal
  => Asansörle Yükseltilmek İstenen Çukurlar-Can Yücel
  => KÜLTÜR VE ÖTESİ-Cemil MERİÇ
  => Türkoloji-Cemil MERİÇ
  => Tevfik Fikret ve Batı Retoriği-Rıza Filizok
  => Estetik tarihimize bir bakış-Arslan Kaynardağ
  => MÜRSEL MECAZ-Rıza FİLİZOK
  => Başlıca Dil Bilimi Akımları-Prof.Dr. Rıza FİLİZOK
  => ZİYA OSMAN SABA’NIN NEFES ALMAK ADLI ŞİİR KİTABINDA -Yrd. Doç. Dr. Safiye AKDENİZ
  => HİKAYE VE ROMANDA “ANLATICI”YA GÖRE METİN TİPLERİ, - Yard. Doç. Dr. Safiye AKDENİZ
  => GÖSTERGEBİLİM-Yard. Doç. Dr. Mustafa Ö Z S A R I
  => TÜRKİYE'NİN ÖNEMİ-Emre Kongar
  => KÜRESELLEŞME VE KÜLTÜREL FARKLILIKLAR ÇERÇEVESİNDE ULUSAL KÜLTÜR-Prof. Dr. Emre Kongar
  => TÜRKİYE'NİN KÜLTÜREL ÖZ-ANLAYIŞI: AVRUPA BİRLİĞİ İÇİN BİR ZENGİNLİK-Emre Kongar
  => BARIŞ KÜLTÜRÜ VE DEMOKRASİ-EMRE KONGAR
  => GOP NEYİ AMAÇLIYOR, NEYİ GERÇEKLEŞTİREBİLİR-EMRE KONGAR
  => YENİ EMPERYALİZM, HUNTINGTON VE ELEŞTİRİSİ-Emre Kongar
  => KÜRESELLEŞME BAĞLAMINDA TÜRKİYE-Emre KONGAR
  => DEMOKRASİ KÜLTÜRÜ SORUNLARI-Emre Kongar
  => AVRUPA BİRLİĞİ'NE "ONURLU VE BAŞI DİK" GİRİŞ NE DEMEK-Emre Kongar
  => TOPLUMSAL VE SİYASAL GELİŞMEMİZİ ETKİLEYEN MARKALAR-Emre Kongar
  => KÜRESELLEŞME, MİKRO MİLLİYETÇİLİK, ÇOK KÜLTÜRLÜLÜK, ANAYASAL VATANDAŞLIK-Emre KONGAR
  => NİYAZİ BERKES'DE ÇAĞDAŞLAŞMA KAVRAMI-Emre KONGAR
  => KEMAL TAHİR-Hilm Yavuz
  => OYUNLARIM ÜSTÜNE-Nazım Hikmet
  => OYUN YAZARI OLARAK-Ataol Behramoğlu
  => POPÜLER EDEBİYAT- M. Orhan OKAY
  => HER SÖZ BİR ŞEY SÖYLER-Feyza HEPÇİLİGİRLER
  => Tiyatronun Kökeni, Ritüel ve Mitoslar
  => ROMANDA KURMACA VE GERÇEKLİK
  => Fuzûlî’nin Hikaye-i Leylâ ve Mecnun’u
  => SEZAİ KARAKOÇ ve HİS “;KAR ŞİİRİ”;-Selami Ece
  => İSTANBUL’UN AHMED MİDHAT EFENDİNİN ROMANLARINA TESİRİ
  => AHMET MİDHAT’A ATFEDİLEN BİR ESER: “HÜKM-İ DİL” VE MANASTIRLI MEHMET RIFAT
  => CEZMİ ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER
  => "EDEBİYATEĞİTİMİ"NDE "EDEBÎ METİN"İN YERİ VE ANLAMI
  => Mustafa Kutlu ve Rüzgârlı Pazar
  => BİR BİLİM ADAMININ ROMANI” ÜZERİNE GEÇİKMİŞ BİR TAHLİL
  => ÖLÜMÜNÜN 50. YIL DÖNÜMÜNDE
  => “MİT”TEN “MODERN HİKÂYE” “HİKÂYE”NİN SERGÜZEŞTİ
  => EDEBİYAT DİLİ/EDEBÎ DİL
  => BİR NESLİN VEYA BİR ŞAİRİN ROMANI: MÂİ VE SİYAH
  => İSTİKLÂL MARŞI’NIN TAHLİLİ
  => CAHİT KÜLEBİ
  => TEVFİK FİKRET’İN ŞİİRLERİNDE TRAJİK DURUM
  => MEHMED RAUF’UN ANILARI yahut EDEBÎ HATIRALARIN YAYIMI ÜZERİNE BİR DENEME
  => MEÇHUL BİR AŞKIN SON NAĞMELERİ: TEVFİK FİKRET’İN “TESADÜF” ŞİİRLERİ / YARD. DOÇ. DR. NURİ SAĞLAM
  => Tarihsel Romanın Eğitimsel İşlevi
  => ALIMLAMA ESTETİĞİ VE EDEBİYAT ÖĞRETİMİ1
  => Tanzimat Dönemi Oyun Yazarliginda Batililasma
  => SİNEMA VE EDEBİYAT TÜRLERİ
  => EDEBİYAT EĞİTİMİ, ESTETİK BİR HAZZIN EDİNİMİ
  => EDEBÎ TENKİT
  => ADALET AĞAOĞLU’NUN DAR ZAMANLAR ÜÇLEMESİNDE KİMLİK SORUNU
  => Halit Ziya ve Mehmet Rauf'un hayatları ile romanları
  => YAZIN VE GERÇEKLİK
  => MİLLÎ EDEBİYAT
  => HECE-ARUZ TARTIŞMASI/ Arş.Gör.Oğuzhan
  => AHMET HAŞİM’İN ŞİİRLERİNDE ATEŞİN DİLİ / ARŞ. GÖR. VEYSEL ŞAHİN
  => ROMAN TEKNİĞİ BAKIMINDAN YABAN
  => TANZİMATTAN GÜNÜMÜZE COCUK EDEBİYATI
  => KADIN VE EDEBİYAT
  => Şiirin Temel Özellikleri-Christopher Caudwell
  => EDEBİYAT EĞİTİMİ: HERMENEUTİK BİR YAKLAŞIM Vefa TAŞDELEN
  => VOLTAİRE VE ROUSSEAU ETRAFINDA AYDINLANMA ÇAĞI FRANSIZ YAZINI
  => TÜRKİYE’DE ULUSAL KÜLTÜR TARTIŞMALARI BAĞLAMINDA ÇAĞDAŞ UYGARLIK SORUNU
  => EDEBİYATIN DİLİ ÜZERİNE
  => TARİHİN SINIFLANDIRILMASI
  => Türk Milletini Uyandıran Adam: Attila İlhan
  => EDEBİYAT DERSLERİNİN İÇERİĞİNİN DEĞİŞTİRİLMESİ KONUSUNDA
  => "Yalancı şöhretlerin Gerçek Yüzünü Ortaya Koydum"-Hilmi Yavuz
  => AVRUPA BİRLİĞİNİ YARATAN NEDENLER VE TÜRKİYE Metin AYDOĞAN
  => DİVAN ŞİİRİYLE HALK ŞİİRİNDE ORTAK BİR SÖYLEYİŞ BİÇİMİ
  => divan şiirindeki sevgili tipini alaya alan bir roman
  => ALIMLAMA ESTETİĞİ VE EDEBİYAT ÖĞRETİMİ
  => BAĞLANMA VE ÇELİŞKİ
  => Antik Çağ’da Tarih Yazmak
  => TARİHÎ ROMANDA POST-MODERN ARAYIŞLAR
  => Kültürel Batılılaşma
  => GARPÇILAR VE GARPÇILAR ARASINDAKİ FİKİR AYRILIKLARI
  => Harf Devrimi Üzerine Yeniden Düşünmek
  => EDEBİYAT ÖĞRETİMİNDE WALDMANN MODELİ
  => KEMÂL AHMED DEDE VE TERCÜME-İ MENÂKIB-IMEVLÂNÂ’SI
  => TARİHSEL GELİŞİM SÜRECİ İÇERİSİNDE URDUCA
  => Avrupalılaşmak mı, Avrupalılaştırmak mı?CEMİL MERİÇ
  => ŞAİRANE BİR ÇEVİRİ yahut TOPLUMBİLİMİN SERÜVENLERİ Cemil MERİÇ
  => 47 LİLER YAHUT BİR ROMANIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
  => ZAMAN, ZAMAN – I TERAKKİ Cemil Meriç,
  => Kırk Ambar (Cilt1)
  => KADIN RUHU, Cemil Meriç
  => Umrandan Uygarlığa-C.Meriç
  => Balzac’tan önce modern roman-Cemil Meriç
  => ARİSTARK’LA ZOİL-c.meriç
  => ELİNDE CENNET AÇAN ZEND AVESTA- c.meriç
  => SELEFÎLİK–SÛFÎLİK VE ÂKİF-SÜLEYMAN ULUDAĞ
  => Mehmet Âkif- Mâhir İz’e Yazdığı Mektuplar
  => DİDO SOTİRİYU’NUN ROMANI GİBİ BİR ROMANIMIZIN OLMAYIŞI
  => HİLMİ YAVUZ’UN DENEMECİLİĞİ
  => İRONİ KAVRAMI, GERÇEKÜSTÜCÜLÜK VE ERCÜMEND BEHZAD LAV ŞİİRİ ÜZERİNE
  => OKUNAMAYAN ROMANLAR
  => Gelenekçilik Geleneğe Dahil Değil
  => Türk Tiyatrosunda İronik Söz, İronisiz Metin
  => Postmodernist İroni
  => NÂZIM HİKMET ŞİİRİNİN SİYASİ ETKİLERİ
  => NÂZIM HİKMET ŞİİRİNDE SİNEMASAL ÖĞELER
  => Savaş
  => Newton, Goethe ve Sosyal Bilimler
  => Bir Afyon (!) Olarak Diktatörlükten Demokrasiye Futbol
  => Adorno Yüz Yaşında
  => Theodor Adorno: Kültür Endüstrisini Yeniden Düsünürken
  => ADORNO'NUN KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ KAVRAMI ÜZERİNE
  => ADORNO’NUN KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ KAVRAMI ÜZERİNE
  => Frankfurt Okulu
  => TARİHİ MADDECİLİK VE KAPİTALİZM - ÖNCESİ TOPLUMLARASYA TOPLUMU - FEODALİTE Asaf Savaş AKAT
  => POSTMODERNİZM GEÇ KAPİTALİZMİN KÜLTÜREL MANTIĞI
  => Postmodernizm Ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı 2
  => Postmodernizm Ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı 3
  => DİMİTRİ KANTEMİR'İN DOĞUBİLİM ARAŞTIRMALARINA KATKISI Georges Cioranesco
  => DİMİTRİ KANTEMİR'İN DOĞUBİLİM ARAŞTIRMALARINA KATKISI Georges Cioranesco 2
  => II. MEŞRUTİYET'TE SOLİDARİST DÜŞÜNCE: HALKÇILIK Zafer Toprak
  => II. MEŞRUTİYET'TE SOLİDARİST DÜŞÜNCE: HALKÇILIK Zafer Toprak 2
  => Türkoloji Araştırmaları Makaleler Veritabanı
  => Yeni Makaleler
  => Türkoloji Araştırmaları Dergisi
  => Türkoloji Makaleleri
  => ŞAİR DUYARLILIĞI Afşar TİMUÇİN
  => Yazılar.....
  => SEÇME YAZILAR
  => EDEBİYAT Tez / Makale / Kitap ara
  => Orhan Pamuk: Babamın bavulu Nobel konuşması
  => PiVOLKA'da Çıkan Yazılar
  => Amin Maalouf Üstüne
  => Öykünün Yüzyılı /Feridun ANDAÇ
  => Cumhuriyet Dönemi Türk Felsefesinde Bir Hareket Noktası Olarak Teoman Duralı-oktay taftalı
  => Sofist Bilgeliğin "Empirist" Dayanakları Üzerine 0.TAFTALI
  => Birlik ve Liderlik Hayalleri O.TAFTALI
  => Eğitilemeyen Bir Varlık Olarak İnsan O.TAFTALI
  => Çağdaş Bir Tarım Toplumuna Doğru O.TAFTALI
  => Sosyo-Politik Bağlamda Bir Dekadans Olarak Bilgi Toplumu O.TAFTALI
  => Aşkla Varolan Hayatlar O.TAFTALI
  => Batı Medeniyetinin Mutsuz Çocuğu Entelektüel O.TAFTALI
  => Nihat Genç Yazıları
  => Batılı Tarih Bilimi ve Tarihin Mantığı
  => Bir Hayat Alanı Olarak Aile O.TAFTALI
  => Bir Savaşın Kavramları Üzerine
  => Çalışma ve Erdem Kavramları Arasındaki İlgi Üzerine O.TAFTALI
  => Değer Üreten Hayatlar
  => Doğu'nun Hayal Ülkesi O.TAFTALI
  => Dostlukla Yükselen Hayatlar O.TAFTALI
  => Şiirimizin Hazin Sonu O. TAFTALI
  => Soğuk ve Sıcak Hayatlar OKTAY TAFTALI
  => Yalanın Fenomenolojisi O. TAFTALI
  => Günümüzde Medya Kılavuzluğu - Günümüzde Medya Kılavuzluğu
  => Ermeni Meselesinin Kökenini Batının Irkçılığında Aramak Lazım Prof. Dr. Türkkaya Ataöv
  => Osmanlı’dan Lozan’a Musul-Kerkük
  => “Sözümü Tutamadım, Artık Yaşayamam” Turhan Feyizoğlu
  => Gerilla Mustafa Kemal ve Türk Yurtsever Kurtuluş Hareketi Turhan Feyizoğlu"
  => SİYASİ TARİH YAZILARI -YEREL TARİH YAZILARI
  => Yazarlar - yazılar
  => TÜRKİYE’DE MUHAFAZAKÂRLIĞIN DÜŞÜNSEL - SİYASAL TEMELLERİ
  => yazılar 1
  => yazılar2
  => türk dünyası
  => Derin devlet
  => YAZILAR,
  => SOSYOLOJİ.
  => YAZILAR,,.
  => TANZİMAT DÖNEMİ
  => İdealizm-Realizm
  => Cemil Meriç..
  => ilhan berk
  => NİYAZİ BERKES’İN TÜRK KİTLE İLETİŞİM TARİHİNE KATKILARI
  => yazılar.
  => yazılar..
  => yazılar,
  => yazılar,,
  => yazılar.,
  => YAZILAR.
  => YAZILAR..
  => YAZILAR-
  => YAZILAR-,
  => yazılar.1
  => y.1
  => y.2
  => y.3
  => y.4
  => y.5
  => y.6
  => y.7
  => y.8
  => y.9
  => y.10
  => y.11
  => y.12
  => y.13
  => y.14
  => y.15
  => y.16
  => y.17
  => y.18
  => y.19
  => y.20
  => y.21
  => y.22
  => y.23
  => y.24
  => y.25
  => y.30
  => y.31
  => y.32
  => y.33
  => y.34
  => y.35
  => y.36
  => y.37
  => y,38
  => y.39
  => y.40
  => y.41
  => y.42
  => y.43
  => y.44
  => y.45
  => y.46
  => y.47
  => İnsan-Mekan İlişkileri
  => SANAT VE ELEŞTİRİ
  => Türkiye’de olumsuz Pierre Loti eleştirileri
  => TÜRKiYE’DE MODERN EDEBİYAT ELEŞTİRİSİ
  => ATATÜRK,
  => MAKALELER:
  => MAKALELER,
  => yz
  => yz1
  => yz2
  => yz3
  => yz4
  => yz5
  => yz6
  => yz7
  => yz8
  => FRIEDRICH NIETZSCHE’NİN TARİH ANLAYIŞI
  => Edebiyat Nedir?
  => YM1
  => YM2
  => YM3
  => YM4
  => YM7
  => YM8
  => YM9
  => İbn Battûta’da “Ahı” Kelimesi ve Anadolu
  => Simone de Beauvoir: Abjeksiyon ve Eros Etiği
  => Toplumsal Cinsiyet Düzenlemeleri
  => Psikanalitik ve Post-Yapısalcı Feminizm ve Deleuze
  => Tarihsel Bir Perspektif Üzerinden İroni Tür ve Tekniklerinin Gelişimi ve Bazı Uygulama Örnekleri Tarihi Gelişim
  => İroni ve Melankoli*
  => İroni, Nostalji ve Postmodern
  => “Daha İyi Anlamak İçin Daha Fazla Açıklamak” İsteyen Bir Yorumbilimci: Paul Ricœur
  => Kendi (Paul Ricœur Üstüne)
  => Sersemleşme Okulu
  => Osmanlı ve Avrupa Arasındaki Karşılıklı Etkileşimde Etnomaskeleme
  => Antik Yunan Tragedyasının Metafiziği
  => Sonbahar Mitosu: Tragedya*
  => Ayrışma, Çatışma ve Fanatizm
  => Fanatizm İlkelliktir
  => Tuhaf Bir Çocuk
  => Huzursuz
  => Benjamin’in Mistisizmine “Üç Yönlü Yol”
  => Renan, Irk ve Millet
  => Varlık, Benlik, Hatırlayış ve Unutuş Üzerine
  => Hangi Kilidin, Hangi Anahtarı?
  => Romanda Tarih
  => Bugün Psikanalizi Tartışmak
  => Kültürde Bakış
  => 1930 Goethe Ödülü Dolayısıyla Frankfurt Goethe Evi’nde Konuşma
  => Jacques Derrida ve Konukseverlik Sorusu
  => Metafiziğin Kalesi Hakkında Düşünmek
  => Hakların İadesi
  => Modern Etiğin İki Temel Direği Agnes Heller
  => Ezoterizme Genel Bir Giriş
  => Turnanın Semahı, Ezoterizmin Zamanı: Bektaşi ve Alevi Zaman Kavrayışla
  => Yeni sayfanın başlığı
  => Ulus-Ötesinden Hukuka Bakmak: Jürgen Habermas
  => Yeni Perspektifler Gerçeğin Çölüne Hoşgeldiniz
  => Orlan: Kırılan Ten Kubilay Akman
  => Pusudaki Ten, Vice Versa
  => Cimri ve Çöp Arasındaki Güçlü İlişki Üzerine
  => Demokrasi Kavramı Üzerine Hayli Spekülatif Bir İrdeleme
  => Benim Çöp Bayramım
  => Kamu Yeniden Kurulurken Kadınlara Ne Olacak?
  => Sonsuzluğun Sınırında: Immanuel Kant
  => Kant ve Üniversite İdeası
  => İki Yüzüncü Ölüm Yıldönümünde: Immanuel Kant ve Kantçılık
  => Kant ve Yeni Kantçılık
  => Otuz Beşinci Gece: Ruh, Can, Hayat, Ölüm, Akıl ve Öte Dünya Üzerine1
  => Ölüm Üzerine Tıbbi Çeşitlemeler
  => Ölüme Karşı Ölüm
  => Avrupa İçin Yeni Bir Ethos Üzerine Düşünceler
  => Avrupa ve Ötekileri
  => Sûfî Şiirinin Poetikası
  => Byron ve Romantiklik
  => Kötülük Toplumu ve Biçimin Muhalefeti
  => Balkanlar: Metaforların Çarpıştığı Bir Savaş Alanı
  => Badiou: Etik Üzerine
  => “Semen est Sanguis" Yahudilikte ve Hıristiyanlıkta Kan
  => Âdet Kanaması Tecrübesi: Sınırlar ve Ufuklar
  => Said ve Saidciler ya da Üçüncü Dünya Entelektüel Terörizmi
  => Kültür Endüstrisini Yeniden Düşünürken
  => Adorno ve Tanrının Adı
  => Kant, Adorno ve Estetiğin Toplumsal Geçişsizliği
  => Adorno ve Berg
  => İbn Battûta Seyahatnamesi
  => Irak Savaşı ve Sivil Etkinlikler
  => Yamalı Çelişkiler Semti: Saraybosna'dan Yenibosna'ya
  => Halkla Birlikte Bir Çağdaş Kent Söylemi Üzerine
  => Yeni Dünya Düzeninin Sonu?
  => Selçuklular Anadolu’da
  => Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubâd Dönemine (1220-1237) Bir Bakış
  => 13. Yüzyılın Başında Anadolu’da Ticaret
  => Selçuklular Döneminde Anadolu’da Felsefe ve Bilim (Bir Giriş)
  => Nietzsche ve ‘Akla’ İsyan
  => Bizans Manastır Sistemine Giriş
  => Öğrenci Radikalizmi Üzerine Düşünceler
  => 1968’i Yargılamak ya da 68 Kuşağına Mersiye
  => “Gelecekte İnsanlara Çok Güzel Görüneceğiz”
  => Nevroz, Psikoz ve Sapkınlık
  => Üniversitede Psikanaliz Öğretmeli miyiz? Sigmund Freud
  => Psikanalist Kimdir?
  => Nerelisiniz?
  => Irak’a Kant Çıkarması
  => Bizans Şaşırtıyor
  => 12 eylül dosyası
  => FETHİ NACİ: Cesur, Gerçekçi Ve Halkçı... İzzet Harun Akçay
  => SON OKUDUKLARIM- İzzet Harun Akçay
  => Sabahın yalnız kuşları-İzzet Harun Akçay
  => Bir Portre - Cahit Sıtkı TARANCI - Şükran KURDAKUL
  => ŞİİR NEDİR? Cahit Sıtkı TARANCI
  => Afşar TİMUÇİN - Şair Duyarlığı
  => Ahmet KÖKLÜGİLLER - Karacaoğlan'ın Yaşamı ve Şiirleri
  => Atilla ÖZKIRIMLI - Dadaloğlu ve Çevresi
  => Aysıt TANSEL - Metin Eloğlu
  ARAŞTIRMA-İNCELEME
  SÖYLEŞİ
  DENEME
  ATTİLA İLHAN
  ATTİLA İLHAN-KÖŞE YAZILARI
  E-KİTAP
  ANSİKLOPEDİK
  SATRANÇ VİDEO DERSLERİ DÖKÜMANLAR
  SATRANÇ OYNA
  ŞİİR
  DİL ANLATIM TÜRK EDEBİYATI - LİSE KAYNAK
  EDEBİYAT RADYO
  EDEBİYATIMIZDA ŞİİR ROMAN ÖYKÜ (dinle)
  100 TEMEL ESER (dinle)
  100 TÜRK EDEBİYATÇISI (dinle)
  SESLİ KİTAPLAR
  FOTOĞRAF ÇILIK
  E-DEVLET
  EĞİTİM YÖNETİMİ DENETİMİ
  RADYO TİYATROSU
  ÖĞRETMEN KAYNAK
  EDEBİYAT TV
  SÖYLEŞİLER - BELGESELLER TV
  RADYO KLASİK
  TÜRKÜLER
  GAZETELER MANŞETLER
  ÖYKÜ ANTOLOJİSİ
  DERGİLER - KİTAPLAR - KÜTÜPHANELER
  E-DERGİ
  KİM KİMDİR BİYOGRAFİLER
  ZİYARETÇİ DEFTERİ
  İLETİŞİM
  EDEBİYAT OKYANUS
Selçuklular Anadolu’da
Selçuklular Anadolu’da
Jean-Pierre Bodmer


 

19 Ağustos 1071’de, Büyük Selçuklu Sultanı Alp Arslan’ın süvari ordusu, Bizans ordusunu Van Gölü’ne uzak olmayan bir mesafede bulunan Malazgirt’te yendi ve imparator IV. Romanos’u esir aldı.

1071 Öncesi Bizans İmparatorluğu
Bizans İmparatorluğu, Kutsal Roma İmparatorluğu’nun mirasçısı idi; ama 1071’de,  imparator I. Theodosios’un ölüm tarihi olan 395’te son kez  ulaştığı genişlikteki sınırlara sahip değildi artık. Batıda Roma devlet düzeni daha 5. yüzyılda çökmüştü. Doğuda ise Bizans İmparatorluğu’nun karşısına Sasanîler Devleti İran’da, aynı ağırlıkta ve hatta birçok alanda benzer bir rakip olarak ortaya çıkmıştı. Bizans, Balkan sınırında da Slavların ve Asyalı Barbarların gittikçe artan tehdidini sineye çekmek durumundaydı. Gerçi imparator I. İustinianos (527-565), düzeni sağlamış ve hatta batıda kaybedilen toprakları tekrar ele geçirmişti, ancak  Reconquista’nın [kaybedilen toprakları geri alma girişimi] başarısı sürekli olmadı. 7. yüzyıl başında imparatorluğun nihai çöküşü herkesçe görülüyordu. Bu günlerde “kurtarıcı” olarak ortaya çıkan imparator Herakleios (610-641), diplomatik çabalarla Balkanlarda güvenliği sağladıktan sonra, Sasanîlere karşı başarılı bir savaşla, 630’a kadar, kaybedilen doğu eyaletlerini geri almakla kalmadı, aynı zamanda Ermenistan’da yeni toprakları da ilhak etti. Dinsel bir heyecanla yürütülen bu ölüm-kalım savaşında, en önemli maddesini “thema sistemi”nin oluşturduğu devlet reformu büyük rol oynamıştır. “Thema” aslında ordu demekti ve sistemde ordunun birliği öngörülmekteydi; buna göre hem askerî hem de sivil yönetimin, “Strategos” denilen yetkili asker kumandanın elinde toplandığı “thema” bölgeleri yaratılmaktaydı. Sosyal temeli ise “Stratiot” denilen, askerlik hizmetiyle yükümlü hür köylüler oluşturmaktaydı. Çok çabuk harekete geçirilebiliyor, devlete o zamana dek alışılagelen paralı ordulara göre daha az masraf çıkarıyor ve hatta düzenli vergi ödedikleri için, bir miktar gelir de sağlıyorlardı. Herakleios’un ardılları zamanında geliştirilen bu sistem öncelikle, daha sonraları devletin omurgası işlevini üstlenen Anadolu’da yürürlüğe konmuştur.
Herakleios’un başarısı İslam karşısında boşa çıktı. Çok kısa zamanda halifelerin orduları İran’ı fethettiler; Roma İmparatorluğu’ndan Suriye ve Filistin’i (630), Mısır’ı (640) ve Afrika’nın Trablus’a kadar kuzey kıyılarını (647) kopardılar. Ancak Anadolu ve aynı şekilde, ilki 674’te olmak üzere, defalarca Araplar tarafından kuşatılan başkent Konstantinopolis elde tutulabilmişti.
Toprak kayıpları imparatorluk için olumsuz etkiler yapmakla kalmadı. Özellikle Patrikhane merkezi İskenderiye, epeydir Konstantinopolis’in önceliği karşısında, Hz. İsa’nın yaratılışı hususunda farklı görüşleri savunan ulusal ve dinsel bir muhalefetin odağı durumuna gelmişti. İmparatorlar, sokaktaki insanı da, bugün tahmin edilemeyecek ölçüde meşgul eden bu soruna, konsilleri görevlendirerek, birlik sağlamak amacıyla çözüm bulmaya çabalıyorlardı. Mısır’ın düşmesiyle birlikte imparatorluk 7. yüzyıl ortalarından itibaren özellikle Rum karakteri taşımaya başladı ve Ortodoksluk, artık İskenderiyeli ilahiyatçılar tarafından eleştiriye uğramıyordu. Tarihsel ve siyasal ideolojisi bakımından bu Roma İmparatorluğu için artık “Bizans” terimi gündeme gelmişti. Kuzey Suriyeli İsauria Sülalesi zamanında (717-802) kilise barışı bir kez daha ciddi biçimde tehlikeye düştü, çünkü bu yöneticiler –herhalde başarılı bir şekilde yayılan İslam’ın da etkisiyle– ikona düşmanlığı (İkonoklazma = tasvir kırıcılık) taraftarı idiler. 9. yüzyılda Ortodoksluk yeniden tesis edildi ve İslam akınları da geçici olarak durdu, öyle ki, Amorion (820-867) ve Makedonya (867-1056) sülaleleri zamanında Bizans İmparatorluğu parlak bir dönem yaşadı. “Bulgar kasabı” lakaplı II. Basileios Anadolu’yu, Balkan Yarımadası’nı ve Güney İtalya’yı, Kırım’ı, Ermenistan’ı ve Suriye’nin belli bölümlerini hâkimiyeti altında tutuyordu. Zengin ve soylu aileleri karşısına almaktan çekinmeyerek, popülariteyi umursamadığını açıkça belli eden bu güçlü imparator, devletin içinde çok farklı etnik, dinsel ve sosyal çıkarlar arasında denge kurmayı başarmıştı. Zayıf ardılları zamanında Konstantinopolis’teki memur aristokrasisi, gücü kendi elinde topladı; bu ise sadece mücadele içinde olduğu askerî aristokrasinin değil, aynı zamanda imparatorluğun savunulmasının da aleyhine sonuç verdi. Savunmanın zaafa uğramasında kuşkusuz yüksek rütbeli askerlerin ve toprak sahiplerinin de payı vardı, çünkü Stratiot denilen hür köylüleri, toprağa bağlı ve sadece elde edilen ürünün sahibi durumuna indirmişlerdi. Halbuki, o sıralarda Bizans, batıda Normanlar, kuzeyde Asyalı Peçenekler ve doğuda Türkler olmak üzere, tüm sınırlarında düşman veya en azından huzursuz komşuların başgöstermeye başladığı dikkate alınırsa, o ölçüde güçlü ve yıldırıcı bir orduya gereksinim duyuyordu. Durum, askerleri iktidardan daha fazla uzak tutmanın olanağı kalmayacak denli tehlikeli bir hal almıştı: Kapadokyalı soylu ve deneyimli bir komutan olan Romanos Diogenes, 1068’de imparator olarak tanındı. Fakat 1071’de birçok milletten gelen lejyonerlerle oluşturulan orduyla, Türklere karşı saldırıya geçtiğinde, memur aristokrasisinin entrikalarıyla Romanos Diogenes’in altı çoktan oyulmaya başlanmıştı bile. Sonuç Malazgirt felaketiydi. Bizans İmparatorluğu’nun, iç ve dış sorunlarını aşmada yetersiz olduğu artık daha açık bir şekilde ortaya çıkmıştı.

1071’den Önce Türkler, Türkmenler ve Selçuklular
Türk boylarının daha 6. yüzyılda, İstemi Han (ölümü 576) yönetiminde, Altaylar’dan Volga kıyısına kadar uzanan bir devleti vardı. Geçici bir süre Çin hâkimiyetinde kaldıktan sonra, bugünkü Moğolistan’da 744’e kadar varlığını koruyan başka bir devlet kurdular; Orhun nehri kıyısında bulunan yazıtlar işte bu dönemle ilişkilidir. Bu bozkır devletleri, boyların federasyonu biçiminde, bir beylik etrafında birleşmeyle meydana geliyor, bu beyliğin başı da bütün boyların lideri oluyordu. Boylar, oymak ve obalardan oluşuyor, birey ise doğuştan itibaren karışık bir haklar ve görevler sistemi içinde yerini alıyordu. Orta Asya’da her ne kadar kentler ve tarım alanları var idiyse de, yine de  göçebeler hayvan yetiştiricisi olarak toplumun ekonomik, okçu süvari olarak da askerin çekirdeğini oluşturmaktaydılar. Göçebeler, hanlarından sadece korunma değil, aynı zamanda savaşta başarı ve buna bağlı olarak da ganimet beklerlerdi.
İslamî yayılma, İran’ın kuzey doğusunda Türk boylarıyla karşı karşıya geldi. Abbasî halifeleri ve daha sonra diğer Müslüman yöneticiler, Türklerin askerî yeteneğini gördüler. Türk kölemenlerden kendilerine ordu kurdular; Türkler ise beklentilerin aksine, efendilerini iktidardan indirmeye eğilimliydiler. Böylece 10. ve 11. yüzyıllarda Türk asker kölemenlerden ortaya çıkan Gazneli hanedanlığı, Hindistan ile Hazar Denizi arasındaki büyük bir bölgeye hâkim oldular; emirleri altındaki insanlar ise Türk değil, diğer yerli Müslümanlardı.
Türk boylarının Şaman inancı, misyoner faaliyetlerini hoş gördüğü için, bunlar arasında Nestoryanik Hıristiyanlık, Budizm ve İslam gibi dinler kolaylıkla kabul görmeye başladı. Boylar halinde yaşayan Müslüman Türk göçebeler için “Türkmen” nitelemesi kullanılır oldu. Bu müslümanlık, Ortodoks olmayan, kısmen Heterodoks bir İslam anlayışı idi ki, Türkler bunu gezgin dervişlerden ve gezici tacirlerden, ilkel biçimiyle dinin inceliklerine vakıf olmadan öğrenmişlerdi. Bu şekilde göçebeler arasında hep gündemde olan ganimet savaşları, dinsel bir gerekçeye de kavuşmuştu. İslam topraklarının sınırlarında kâfirlere karşı savaşan erkekler artık “Gazi” unvanı taşıyorlardı (Arapça “gaza” kökünden gelir, Avrupa dillerine ise “Razzia” şeklinde girmiştir).
10. yüzyılda Maveraünnehir’e hâkim olan Karahanlı federatif devletini, bazı haklı gerekçelerle ilk Türk-İslam devleti olarak gösterebiliriz. Bunların daha kuzeyinde Sir Derya’nın aşağı mecrasında aynı şekilde Oğuz Türkleri bulunuyordu. 1000 yılı civarında, Kınık boyundan olup, adıyla anılan hanedanlığın babası olan Oğuz beyi Selçuk, tebaasına örnek olarak İslam dinine geçti. Ardılları Tuğrul Beg (ö. 1063) ve Çağrı Beg (ö. 1058), Gaznelilerin hizmetine geçtiler. Horasan ve Harezm’de öyle yerleştiler ki, Türkmenlerin kültürel açıdan ileri olan bu ülkeye verdiği zararlardan ötürü, çekilmez hale geldiler. Onlardan kurtulmak yönünde tüm çabalar boşa gitti. Gazneli Mesud’a savaş alanında galip gelen hep Selçuklular olmuştur. Tuğrul Beg, fetih çalışmalarında tedbiren Bağdat’ta Şiî Büveyhîlerin himayesinde bulunan halifenin onayını alıyordu. Büveyhîleri 1055 yılında devirdi ve halife ona Sultan unvanını verdi. Bundan böyle Selçuklu tarihinde Sünnî inanca angaje olmaklık, belirgin biçimde izlenebilir; ancak bu, dinsel bağnazlıkla değil, daha çok siyasal hesaplarla ilgili bir tutumdur. Çünkü Selçukluları ilgilendiren husus, Şiî yöneticilerin yerine geçmekti. Çok kısa bir zamanda Selçuklular fethettikleri ülkelerin kültürel geleneklerini kabullendiler; bu ise onları kendi boydaşlarıyla karşı karşıya getirdi. Çünkü Türkmenler Sünnî karakterli büyük bir İslam devletinden ziyade, hayvanları için otlak yeriyle ilgileniyorlardı. Tuğrul Beg ve onun ardılı Alp Arslan (1063-1072), kontrolü zor, ama savaşçı olarak vazgeçilmez olan bu Türkmenleri devletin sınır bölgelerinde tutmaya çaba gösteriyorlardı. Türkmenlerin yoğun olarak yaşadığı Azerbaycan’dan ve Kuzey Mezopotamya’dan hareketle Anadolu içlerine doğru ani akınlar düzenlendi. Afşin adlı bir Türkmen beyi, 1067-1068 yıllarında Kayseri kentini kuşatma altına aldı. Sultanın ise Anadolu’yu fethetme gibi bir amacı kanıtlanamamıştır; o daha çok Şiî Fatımîler tarafından yönetilen Mısır’ın ön bölgeleri olan Suriye ve Filistin ile ilgileniyordu. Bu savaş alanlarını ise Türkmenler hiç sevmiyordu, çünkü Orta Asya iklimine alışkın olan atları, çöl sıcağına karşı dayanıklı değildi. Diğer yanda Anadolu çok cazibeli otlak alanları sunuyordu. Alp Arslan, çok hassas bir prestij kaybını göze almaksızın, Türkmen boylarının kaderine karşı kayıtsız kalamazdı. İmparator Romanos Diogenes, Türkmenlere saldırdığında, Sultan Alp Arslan bu meydan okumayı fırsat bildi. Anadolu’nun Türkleşmesinin başlangıcı olan Malazgirt Savaşı anında, Türkmenlerin, tamamen İslamlaşmış ülkeyle olan temaslarından bu yana yüz yıl bile geçmemişti.

Malazgirt’ten Birinci Haçlı Seferi’ne (1071-1097)
Alp Arslan, barış imzalamak ve tutsak imparatoru serbest bırakmakla, kontrollü bir muzaffer komutan olduğunu gösterdi. Anlaşılan odur ki, istese yapabileceği halde, Bizans’ı yok etmek gibi bir düşünceye sahip değildi. Oğlu ve ardılı Melikşah da (1072-1092) böyle bir amaç dile getirmedi. İran ekolünden bir devlet adamı olan veziri Nizamü’l-Mülk’ün desteğiyle, öncüllerinin Maveraünnehir’den Suriye’ye kadar fethettiği toprakları güvenlik altına aldı. İmparatorluğunun sınırlarını uydu devletlerle sağlamlaştırdı ve etki alanını uzak Hicaz topraklarındaki kutsal Mekke ve Medine kentlerine kadar genişletti. Daha geç dönemde kurulan Anadolu Selçukluları’ndan farklı olarak Büyük Selçuklu denilen bu imparatorluk, Melikşah’ın ölümünden sonra hemen dağılma belirtileri gösterdi.
Bizans’ın merkezi gücü Anadolu’da 1071’den sonraki yıllarda tamamen çöktü. Bir yandan Kilikya’da ve Batı Toroslar’da Ermeni Hetumi ve Rupeni hanedanlıkları ortaya çıkarken, kökeni itibariyle bir Ermeni olan vali Philaretes ve onun gibi diğerleri de Doğu Toroslar’ın güney yakasında bağımsızlıklarını ilan ettiler.
Türkmen beyleri bu kaostan yararlanarak, kendi adam ve çabalarıyla Anadolu’ya sızıyorlardı. Bu harekâtın kesin döküm ve tarihleri belgelenememekle  birlikte, mahiyeti ortadadır: Batıya dönük bir kavimler göçü. Türkmen beyi Çaka, kıyıda birkaç yerleşim bölgesini ele geçirdi ve yerli denizcilerle bir filo oluşturup, korsan saldırılarla Ege’yi huzursuz etmeye başladı. Kendilerini İslam mücahidi olarak gören Türkmen beyliği Danişmendliler, Anadolu’nun kuzeyinde önemli bir güce sahiptiler. Fakat aynı zamanda dört Selçuklu beyi ortaya çıkmıştı. Bunlar, halden memnun olmayan Türkmenlerin yardımıyla kuzeni Alp Arslan’a başkaldıran ve bu uğurda can veren Kutalmış’ın oğullarıydı; babalarının bu durumu onlara Anadolu yaylasının güney kıyılarında belli bir itibar kazandırmıştı. Kutalmışoğulları, Fatımîlerle bağlantı kurmayı amaçlıyorlardı, ama Süleyman hariç, hepsi Melikşah’ın takibinden kurtulamayıp öldüler.
Birlik içindeki bir Bizans, rahatlıkla Türkmen akınına karşı koyabilirdi, ancak general ve bürokratlar arasındaki iç savaş artan şiddetiyle devam etti. Tutsaklıktan kurtulan İmparator Romanos’un gözlerine rakipleri tarafından mil çekildi ve bu kötü muamele sonucunda öldü. Veliahtlık iddiasında bulunanlar, Türkmenlerin desteğine gereksinme duyuyor, Türkmen beyleri de böylece yeni yeni kentleri ele geçirme fırsatını yakalıyorlardı. Bu bağlamda Süleyman, Nikaia’ya (İznik) yerleşti ve böylece Rum Selçuklu Sultanlığı’nın, yani Roma İmparatorluğu’nun toprakları üzerinde bulunan Anadolu Selçuklu Sultanlığı’nın kurucusu oldu. Dikkati çeken önemli husus, Sultanlık unvanını veren bu kez Büyük Selçuklu İmparatorluğu ile ittifak eden halife değil, aksine Anadolu Selçukluları’nı o zamanlar henüz güçlü olan Danişmendlilere karşı kullanmayı uman Bizans diplomasisi olmuştu.
Askeriyenin ve toprak ağalarının temsilcisi olan imparator Aleksios I. Komnenos’un (1081-1118) yönetiminde Bizans yeniden istikrara kavuştu, ve 1086’da imparatorluğun batıdaki en tehlikeli düşmanı olan Norman kontu Robert Guiscard aniden öldü. Türkmenlere gelince; imparator biliyordu ki, daha önce IV. Romanos’un da denediği gibi, büyük bir askerî saldırıyla bile bu işin üstesinden gelinemezdi. Aleksios, Süleyman’la bir tür saldırmazlık antlaşması (Modus vivendi) imzaladı; bu da kendisine doğuda gücünü genişletme olanağı veriyordu. Bu ise Melikşah ile sürtüşmeye yol açtı. Süleyman 1086’da Büyük Selçuklu ordusuyla giriştiği bir savaşta öldü. Genç oğlu Kılıç Arslan esir alındı. Türkmenleri kontrol altında tutmayı önemsediği ve yeni bir Selçuklu hanedanlığı ile doğacak rekabeti önlemek için her şeyini ortaya koyduğu halde, Melikşah bu ülkeyi doğrudan işgal etmeyi düşünmedi. Hatta Aleksios’a bir antlaşma önerdi, ancak temkinli imparator bunu imzalamayı, Sultanın ölümüne kadar erteledi. I. Kılıç Arslan (1092-1107), daha sonra babasının mirasını üstlenebildi, ancak hem Bizans’ın hem de Büyük Selçukluların desteklediği Danişmendlilerin tehdidi altındaydı.
Birinci Haçlı Seferi’nden İstanbul’un Fethine (1097-1204)
Anadolu’da küçük adımlar stratejisi uygulayan Aleksios, İstanbul’un kapıları önüne kadar gelmiş olan büyük Haçlı Orduları tarafından ciddi biçimde rahatsız ediliyordu. Karakteristik özelliği olan diplomasi sanatındaki ustalığıyla, Anadolu’yu ele geçirmek değil, geçiş yolu olarak kullanmak isteyen Haçlıların savaş gücünden, kendi planları doğrultusunda yararlandı. 1097’de İznik’i, kısa bir süre içinde de Anadolu’nun tüm kıyılarını yeniden ele geçirdi. Türkmenler böylece Anadolu’nun içlerine hapsedilmiş ve yeni oluşan Haçlı devletleri sayesinde klasik İslam ülkeleriyle olan bağlantıları kesilmişti. Başkenti Ikonion’a (Konya) kaydıran Anadolu Selçukluları için ise Danişmendlilerle sürtüşme ana sorunu oluşturuyordu. İran’daki Büyük Selçuklu kuzenleriyle olan ilişkileri ise her zamanki gibi kötüydü. Sonunda I. Kılıç Arslan da tıpkı bir zamanlar babası gibi bunlara karşı savaşırken öldü. İmparator İoannes Komnenos’un (1118-1143) Anadolu’nun güney kıyılarında başarıyla yürüttüğü kara harekâtları, Anadolu Selçukluları ile Danişmendlilerin zaman zaman birlikte hareket etmelerine neden oldu. 1141’de son önemli Danişmendlinin ölümünden sonra durum değişti. Anadolu Selçukluları sultanı II. Kılıç Arslan (1156-1192) artık Anadolu topraklarındaki en önemli İslam hükümdarı haline geldi. Bizans tarafında, doğu Akdeniz havzasında en kudretli ve saygın Hıristiyan monark olan imparator Manuel I. Komnenos (1143-1180), Türklere karşı askerî bir harekâtı gerçekleştirebilmek için yeteri kadar güçlüydü. Ancak 1176 tarihinde felaketle sonuçlanan ve ikinci Malazgirt olarak nitelenen Myriokephalon (Sultan Dağı üzerinde bir boğaz) Savaşı, bunun için artık çok geç olduğunu açıkça ortaya koydu. Sultan doğudaki küçük Türk beylikleriyle savaşlarında daha serbest hareket edebilmek uğruna bu zaferden gerçi tam olarak yararlanmadı, ama Türkmenlerin Batı Anadolu’ya gerçekleştirdikleri ani akınları önlemek için de ne istekli ne de buna muktedirdi. II. Kılıç Arslan’ın 1186’da belli ki, göçebe miras uygulamasına dayanarak imparatorluğu 10 oğlu arasında paylaştırması, herkesin herkesle çatışmasına neden oldu. Bu, zayıflamış Bizanslıların değil, Kilikya Ermenilerinin lehine oldu; Hükümdarları II. Leon (1187-1219), Antakya Prensliği’nin hamisi olarak ortaya çıktı ve 1198’de Kutsal Roma-Cermen İmparatoru VI. Heinrich’in elinden krallık tacı giydi. Anadolu Selçukluları’nda en nihayet I. Keyhüsrev’le (1204-1211) tek hükümdarlık sistemi yerleşmiş oldu. 1204’te İstanbul, tarihinde ilk kez bir dış düşman tarafından fethedildi. Ama Müslümanlar ya da dinsizler değil, Dördüncü Haçlı Seferi’ne katılanlar tarafından. Bu, Bizanslılar ve Romalılar arasında yüzyıllardır süregelen ve Haçlı seferlerinin beklentileri karşılamaması dolayısıyla derinleşen güvensizliğin bir sonucuydu.

Anadolu Selçukluları’nın Parlak Dönemi (1204-1243)
İstanbul artık, boğazın iki yanındaki bölgeleri içine alan Latin İmparatorluğu’nun başkentiydi. Ege’deki adalar Venedik’e verilmiş iken, imparatorluğun uydu devletleri, Yunanistan’ın da büyük bölümünü ellerinde bulunduruyordu. Epir, Trabzon ve Kuzeybatı Anadolu’da Rum beylikleri ortaya çıktı. Bu arada, Bizans İmparatorluk geleneğine değer veren Theodor I. Laskaris (1204-1222) İznik Bizans İmparatorluğu’nu kurdu. Büyük Selçuklu Sultanlığı, nihai olarak küçük devletlere ayrılarak dağıldı ve Mısır ve Suriye’deki Eyyubî sultanlarının gücü, Sultan Selahaddin’in 1193’te ölümüyle kayıplara uğradı, öyle ki Doğu Akdeniz havzası, çok sayıda devlet arasında parçalandı.
Anadolu Selçukluları bu durumdan hemen yararlandılar. Gerçi karşılıklı savaşlardan sonra –bu arada I. Keyhüsrev 1211’de savaşta öldü– Laskaris hanedanlığının ele geçirdiği bölgeyi tanımak zorunda kaldılar, ama Karadeniz ve Akdeniz kıyılarında geniş bir alanı ele geçirip, Kırım, Ermeni Kilikya ve Trabzon’da da etkilerini artırdılar. Doğudaki yerel Türk beyliklerini dikkate almadılar ve etki alanlarını Ağrı’ya kadar genişlettiler. Fakat bu çatışmalar bittikten hemen sonra, Anadolu Selçukluları, tüm komşu güçlerle dostane ilişkiler kurmayı başarıyla gerçekleştirdiler, öyle ki Anadolu, hanedanlığın en önemli hükümdarı Sultan I. Keykubâd (1219-1236) yönetiminde altın çağını yaşadı.
13. yüzyıl seyahatnameleri Anadolu’yu, tıpkı Bizans’ın en iyi dönemlerinde olduğu gibi, ekonomik gelişmeler ülkesi olarak betimler. Her zaman olduğu üzere ziraat ön plandadır, fakat sultan artık somut teşviklerde bulunmaktadır; ayrıca bağcılık, bahçecilik ve meyvecilik de yapılmaktadır. Maden ocaklarından gümüş, bakır, demir ve şap çıkarılmakta ve dağlık ormanlardan odun indirilmektedir. Türkmenlerin tarımdaki payı zor teşhis edilebilir, ama her halükârda ülkenin sadece bir bölümü göçebeleşme sürecine girmiş ve huzurlu dönemlerde göçebelerle yerleşik halk arasında ortak bir yaşam sürdürülebilmiştir. Göçebe yaşam tarzının temelini her ne kadar hayvancılık oluşturuyorsa da, sığır ve at yetiştiriciliğinin Türkler gelmeden önce de Anadolu’da önemli bir rol oynadığı dikkatten kaçırılmamalıdır. Gerçi Türkmenler halı dokumacılığını Anadolu’ya getirdiler, ama kaynakların “halı” terimiyle, Anadolu’da eskiden beri yapımı bilinen altın ve simle işlenmiş halı veya lüks tekstil dokumacılığını kastedip etmediği belli değildir. Bazı alanlarda, örneğin moda ürünü olarak da Fransa ve İngiltere’de bile revaçta olan Türkmen başlığı gibi kuşkusuz spesifik bazı ipuçları var. Her ne ise, çoğu tarım ürünü, dış satım malı olarak saptanabilir. Bir geçiş ülkesi olarak da Anadolu belli bir rol oynar. Ticaret anlaşmalarının imzalanması ve değerli altın sikkelerin bastırılmasıyla Sultanlar Anadolu Selçuklu ülkesini, dünya ticaret ailesi halkasına dahil etmişlerdir. Bizzat kendileri ve diğer yüksek rütbeli devlet adamları, ulaşımı; insan, hayvan ve eşyalar için konaklama ve depolama amaçlı tesisler yaptırmak suretiyle teşvik etmişlerdir. 13. yüzyıldan kalan kervansarayların kalıntıları bugün, Samsun’dan çıkıp, Tokat, Sivas ve Kayseri üzerinden Konya’ya giden ve buradan da Alanya, Antalya, Denizli ve Kütahya’ya ayrılan kervan yolunun etrafını süslemektedir. Selçuklu döneminden kalma bazı köprüler hâlâ günümüzde ulaşıma hizmet etmektedir.
“Rum ülkesinin, Ermenilerin, Frenklerin ve Suriye’nin Sultanı” hükümdar kentteki köşklerde, taşradaki saraylarda ikâmet eder, etrafındaki bilgin ve sanatçılara değer verirdi. İran örneğine göre işleri yürüten ve birçoğu da zaten İranlı olan memurları görevlendirirdi. Yazı dili Arapça ve Farsçaydı. İç ve dış yönetim biçiminin ayrıntılarına burada girmeyecek, bürokratik ve merkezi yönetim anlayışları üzerine genel bir değinmeyle yetineceğiz.”
Resmi din Sünnî İslam’dı. 13. yüzyılda yapılıp da sultan ve onun devlet adamları tarafından vakfedilen cami ve medreselerin sayısı çoktur. Medreseler din adamıyla yetinmiyor, aynı zamanda memur da yetiştiriyordu. İslam’ın, yöneticilerden istediği sosyal talepler; hamam, şifahane ve diğer hayır kurumları gibi çeşitli yapılarla karşılanıyordu. Sultanlar, Sünnî hükümdarlar olarak tanınmaya büyük önem verdikleri halde, diğer farklı görüşlere, siyasal ve sosyal ayaklanmalara kaynaklık etmedikleri sürece hoşgörüyle yaklaşıyorlardı. Hatta Anadolu’da uygulanan İslam anlayışı, diğer Arap-İslam ülkelerinde kuşkuyla algılanan din dışı izler taşıyordu. Öyle ki, ünlü mutasavvıf ve şair Celâleddin Rumî (ö. 1271) tarafından Konya’da kurulan ve sultanlarca hararetle desteklenen Mevlevî Dergâhı’nın ibadet biçiminde, müzik ve dansa [sema], merkezi bir işlev yüklenmiştir.
Devletin hoşgörüsü, Hıristiyan kiliselerin cemaatini de kapsıyordu. Dinler arası evlilikler toplumun her sınıfında sık rastlanan bir olaydı. Hatta Konya sarayında Hıristiyan olup hanedanla akrabalığı bulunan yüksek rütbeli kişiler vardı. Zamanla İslam’a geçişler arttı; bunun nedeni bazen kariyerinde yükselme isteği, bazen de İslam’ın başarısını Tanrının istediği yönündeki samimi inanış idi. Dinler arası sohbetleriyle Mevlevî Dergâhı, Hıristiyanların İslam toplumuna uyumu hususunda çok katkı sağlamıştır. Fakat Anadolu’daki Rum Hıristiyan cemaati, metropol İstanbul’dan ayrı olmak ve kilise mallarına el konulması nedenleriyle dağınık bir durumda kalmışlar ve yok olmaya mahkûm olmuşlardır.
Saray kültürü, ekonomik gelişmesi, dışarıya karşı barışçıllığı ve dinsel hoşgörüsüyle Anadolu Selçuklu Sultanlığı, tarihçiler tarafından çoğunlukla çok pembe gözlüklerle betimlenmiştir. Bu arada, ancak yeni araştırmalarla lâyıkıyla ortaya çıkan bir husus göz ardı edilmiştir: Türkmenlerin rolü.
Türkmenler, beylerinin yönetiminde, imparatorluğun kenar bölgelerinde yaşıyor, böylece sınır korumasında yararlı oldukları gibi, kültürel gelişim içindeki ülkeye en az zarar verecek konumda bulunuyorlardı. Onları kontrol etmek, güçlü bir merkezi yönetim için dahi zordu, ve bu bir kez ortadan kalktı mı, kendilerine verilen otlak alanlarının sınırlarını genişletmek için akınlara kalkışırlardı. Söz konusu halk grupları, örneğin Batı Anadolu’daki Rumlar için böyle akınlar, sonuçları itibariyle korkunç olurdu. Sadece, güvenilmez boydaşlarına muhtaç olmak istemeyen sultanlar, köle ve paralı askerlerden oluşan hazır bir ordu kurdular; böylece Türkmenlerin devletle olan zoraki bağları daha da gevşedi. Otlakçılık aleyhine tarımın gelişmesi ve yönetimin merkezi uygulamaları, Türkmenlerin yaşam alanlarını gittikçe daralttı. Bunun sonucunda, onlar da devlete karşı kayıtsız, hatta düşmanca bir tutum içine girdiler.
Türkmenler kendi İslam anlayışlarını Orta Asya’dan beraberlerinde getirmişlerdi. Her zamanki  gibi, cami ve medreselerin uzak olduğu yerlerde, bazıları olasılıkla eski Şamanlara benzeyen şeyhler ve dervişler, artık sivilleşmiş devlette yeri olmayan “gaza” geleneğini canlı tutuyorlardı. Tarikat izlerinden başka bu ilkel dindarlık anlayışında, ağaç ve taşların yüceltilmesi veya ilkel toplumlarda olduğu üzere konuk ağırlama pratikleri gibi İslam öncesi unsurlar da vardı. Göçebe kadınları yüzlerini açıkta bırakır, toplum içinde, kentlerde hoş karşılanmayacak ölçüde serbestçe dolaşırlardı. İster Hıristiyan ister Müslüman olsun, kent halkı Türkmenleri itici bulur, onları aşağılardı. Türkmenler bu ülkenin imajını, Batılı gözlemcilerin daha 12. yüzyılda “Türkiye”den bahsedebileceği kadar belirlemişlerse de, yaşamlarını devletten ve sultanlığın yarattığı kültürden neredeyse tamamen soyutlanmış bir şekilde sürdürüyorlardı.
Daha I. Keykubâd zamanında Anadolu Selçuklu Sultanlığı’nın dış politika ufukları kararmaya başlamıştı. 1220’de Moğol hükümdarı Cengiz Han’ın (ö. 1227) orduları İran’ı zapt edip, Türkmen ve diğer halklardan oluşan bir grubu batıya doğru zorladılar. Sultan, Doğu Anadolu’da baş gösteren bu huzursuzluğun üstesinden geldi, ancak oğlu ve ardılı II. Keyhüsrev’e (1236-1246) ağır bir miras bıraktı. Yeni sultan bu durumun farkında görünüyordu. Monarşik yönetimini güçlendirmek için, tahta geçer geçmez, kardeşini bertaraf etti; bu, Selçuklu Hanedanlığı’nın tarihinde eşi görülmemiş bir uygulama idi. 1240 yılında, gezgin Türkmen şeyhi Baba İshak’tan etkilenerek Türkmenler Doğu Anadolu’da ayaklandılar ve sultan bu halk ayaklanmasını acımasız bir sertlikle bastırdı. Bu şekilde sarsılmış Anadolu Selçuklu Sultanlığı, Moğollarla askerî açıdan karşı karşıya gelmek için yeteri kadar güçlü değildi. 1243 tarihli Kösedağı yenilgisinden sonra II. Keyhüsrev, ülkesinin batısına kaçtı; bu arada muzaffer Moğollar, Kayseri’yi talan ediyorlardı. II. Keyhüsrev’in veziri ise duruma hâkim olup, onlarla bir ateşkes anlaşması sağladı.
(…)
İLETİŞİM edebiyatokyanus@gmail.com  
   
edebiyatokyanus 640543 ziyaretçi (1178207 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol