III. MÂHİR İZ’E
1
İki gözüm Mahir Bey,
Kaç haftadır sana mektup yazmak istediğim halde muvaffak olamadım. Çünkü neşveli bir zamanımın vürûdunu bekliyordum. Baktım ki, intizârım daha bir hayli uzayacak, hemen “her çi bâdâbad” diyerek şu satırları karalamaya başladım.
Bir buçuk aydır Hilvan’dayım. Geleli beri elime kalem almadım. Çünkü biraz okumak niyetinde idim. Vâkıa haylice okudum, lâkin kıyâmete kadar okusam, bizim karihaya küşâyiş geleceği yok! Maamâfih zar-zor yazmaya çalışacağım. İyi kötü bir mahsûl zuhur ederse, hediye olunmak tabiîdir. Artık ne çıkarsa bahtınıza.
Sen ne âlemdesin? Kadıköyü’ndeki vazifenden memnun musun? Sonra, kimya derslerine devam edebiliyor musun? Dârülfünûn’dan başka bir yerde arkadaşlarından biriyle müzâkeren vardı, ne oldu? Her ikisini başa çıkarmakta berdevam mısın?
Servet Bey17 vebâ-yı bakarî mücâdelesinden muzafferen dönebildi mi? Yoksa bir mütâreke ile işin içinden sıyrılıvermek tarafını mı iltizâm etti? Ev bulup çıkabildiniz mi Fahir18 hangi mektepte?
Hayri Bey’i19 görüyor musun? Ferid Bey20 ne yapıyor? Bu sene o taraflarda yaman bir kış var diyorlar, inşâallah aslı yoktur.
Yârân arkadaşların, ihvan kardeşlerin hepsine selâmlarımı, iştiyaklarımı teblîğ edersen, minnetdârın olurum. Emin ellerini öpüyor ve Servet ve Fahir Bey’lere selâm ediyor. Ben her üçünüze arz-ı hürmet ederim. Sıyânet-i Huda’ya emânet olunuz iki gözüm Mahir Bey.
Mehmed Âkif
21 Kânûnuevvel 34, Pazartesi (21 Aralık 1925)
2
İki gözüm Mahir Bey,
Mektubunu aldım. Fahir’in hastalığı canımı sıktı. İnşaallah çocuk kendine gelmiştir. O, bir kere de Ankara’da rahatsızlanmıştı. Aman sıhhatine îtinâ etsin.
Buraya geleli o “Hicrân”lar, “Gece”ler tavrında bir manzume yazabildim. İkincisine başlamıştım, felek müsâade etmedi. Hani, Benî Ümeyye’den Abdülmelik Kur’ân-ı Kerîm okurken halîfe olduğunu haber almış da “Hâzâ firâkun beynî ve beyneke”21 demiş. Ben de şiir ile meşgul iken Kur’ân tercemesi mes’elesinin canlandığını müş’ir mektubu alır almaz, şairliğime “Hâzâ firâkun beynî ve beyneke” dedim! Abdülmelik ile aramızdaki fark; onunla Kur’ân’ın beynine hilafet giriyor; benimle şairliğin beynimize ise Kur’ân giriyor. Acaba ben Allah’ın sevimli kulu muyum, dersin? Maamâfih Sûre-i Bakara tercemesi hitâm bulunca, üç beş gün fasıla verip başladığım eseri itmam edeceğim. Sonra Âl-i İmrân sûresi bitince dîğer bir mevzûum var, onu nazm edeceğim. Maamâfih bunlar benim tasavvurum. Bakalım kader hazretleri ne söylüyor ve ne söyleyecek? “Secde”yi gönderiyorum, bilmem nasıl bulacaksın? Mütâlâatını tamâmiyle bildir ki, benim mütâlâama tevâfuk edecek mi, göreyim. Hafız Yusuf’a da22 göster. Ben Hicran ile Gece’yi ona yazdırmıştım, zannediyorum. Gözlerinden öpdüğünü de söyle.
Emin Arapça ile, İngilizce ile hiç iyi değil. Zâten onun oyundan başka arasının iyi olduğu bir şeyi henüz göremedik! Ma’mâfih buraya getirdiğim çok isabet oldu, mütâlâasındayım.
Hâ! Kuzum evlâdım, Zihni Efendi merhumun (el-Müşezzeb) diye bir risalesi vardır ya, onu lütfen bana yollayıver. Hatırımda kaldığına göre onun sarf iyle nahv’i aynı risalededir. Bunu Emin’e okutmak istiyorum. Gündüzleri mektebe gidiyor, ellerinizi öper. Kardeşi Fahir’e de arz-ı hürmet eder. Kemâl-i iştiyak ile gözlerini öper, cümlenizi Sıyânet-i Mevlâ’ya emânet ederim. Ferid’i, Hayri’yi görürsen, unutma, ikisine de selâmımı söyle.
25 Kânûnusânî 342 (25 Ocak 1926)
Mehmed Âkif
3
Evlâdım Mahir Bey,
Mektubunu tekrar tekrar okudum. “Secde” hakkındaki mütâlaâtın, bana o eseri yazarken çektiğim emekleri unutturdu; hattâ “Keşke biraz daha yorulsaymışım!” dedim. Sizler müşkülpesend olmadıkça, biz kudemâ-yı şuarâ için sinn-i tekaüd o kadar yakın olmayacak!
Evet, ‘el-Müşezzeb’in nahiv kısmı geldi. Sarf kısmını, şayet kitapçılardan bulmak mümkün olamayacaksa, ehibbâdan tedâriki çâresine bakın. Hattâ sizin dostlardan olmazsa, bizimkilerden de benim hesabıma isteyebilirsiniz, olmaz mı evlâdım?
Bizim oğlanda ‘hafıza’ denilen devletliden hiç nasip olmadığı için Arapça’dan, İngilizce’den çok sıkıntı çekecek. Ben kendisiyle uğraşsam, başka bir iş göremiyeceğim. Sonra, evladını pek sersem, pek geri bulan baba, kaabil değil, sinirlenmeden duramıyor. Sinirlenip bağırmaya, çağırmaya başladım mı, çocuk büsbütün alıklaşıyor. Hülâsa hayli müşkül vaziyetteyiz.
Tercemeden de çok üzülüyorum. Açık Türkçe olmak, asıldan ayrılmamak, şîveler arasındaki ayrılık bariz surette belli olmamak gibi nâmütenâhî kuyûd adamın elini kolunu bağlıyor. İşin içinden asgarî vebal ile yakayı kurtarabilirsek, Allah’ın bahtiyar kuluyuz.
Senin kimya nasıl gidiyor? O muallim arkadaşla birleşip müzakere edebiliyor musunuz? Yoksa okutmaktan okumaya vakit bulamıyor musun? Herhalde:
“Noksanını bil, bir işe yâ başlama evvel;
Yâ başladığın kârı pezîrâ-yı hitâm et!”23
nasihatini hiçbir zaman unutmamanı pederâne ihtar ederim. Zâten her zaman söylerim; biz Şarklıların yegâne kusurumuz, Garblılar gibi sebat ehli olmayışımızdır. Her ferdimiz az çok bu nakîsa ile malûl. Bizim İsviçre Sefiri Münir Bey’den24 işitmiştim, demişti ki: “Mektepte iken, bir aralık, İngilizce öğrenmek hevesine düştüm. Elimde o lisâna âid alfabe olduğunu gören Ermeni arkadaşlardan biri -ki oldukça İngilizce bilir geçinirdi- ‘O ne Münir, İngilizce okuyorsun? Beyhude zahmete girme.. Devam edeceğin iki haftadır. Sonra bıkar atarsın..” dedi. Ben ses çıkarmadım. Maamâfih çok zaman geçmeden Ermeni’nin dediği oldu. Bıktım, bırakmak istedim. Şu kadar var ki, oğlanın sözü arıma gittiği için, kendimi sıkarak güç belâ çalıştım, lisânı öğrendim. Üç beş sene sonra, Ermeni’ye Beyoğlu’nda rastgelmiştim, elini sıkarak mükâlemeye İngilizce başladım. O, bir aralık Türkçe’ye çevirmek istedi; lâkin ben inad ederek boyuna İngilizce söyledim. Ömrümde bir defa olmak üzere, duyduğum neşve-i zafer işte o idi.”
Kıssadan hisseyi çıkarmak sizin fetânetinize muhavveldir, öyle değil mi? Biraderlerin gözlerini öperim, Hafız Yusuf’u görürsen, bana pişirdiği kahvelerden bir fincan da sana sunsun, O’nun da gözlerini öperim. Cümleniz sıyânet-i Mevlâ’ya emanet olun. Ferid Bey’e, Hayri Bey’e hürmetlerimi tebliğ etmeyi unutma evlâdım. Emin ellerinizi öpüyor. Allahaısmarladık.
1 Mart 342, Pazartesi (1 Mart 1926)
Mehmed Âkif
4
İki Gözüm Mahir Bey,
Mektubunun gecikmesinden “el-Müşezzeb”i aramakta olduğunu, yakîn mertebesine varan bir tahmin ile biliyordum. Var ol, haftalardan beri beklediğim cevâbnâmen de geldi, kitap da. Her ikisi için ayrı ayrı teşekkür ederim.
Yalnız, Rızâ Efendi Hoca’yı bilemedim. Berhayât olan yârânım içinde, böyle bir âşinâ-yı vefâdârım bulunacağına ihtimâl veremiyorum. Birçok zaman düşündükten sonra hatırıma öyle bir pîr-i muhterem geldi amma, on dördüncü karn-ı hicrîde, bulunduğumuzu gözümün önüne getirince, o muazzez hâtırayı Fâtiha’yla selâmlamak istedim. Çünki ben pek küçük bir çocuktum, mektebe gidip geliyordum. “Üsküdar’da kâin Ravza-i Terakkî mektebinin kudemâ-ı muallimîninden, duası alınacak, himmeti iğtinâm olunacak bir mübarek ihtiyar var” diye beni götürdüler; Ali Rızâ Efendi isminde bir zâtın huzuruna çıkardılar. Elini öptüm, duasını aldım. Şâyed bahsettiğin pîr-i rûşen-zamîr o “Fe-sübhâne men yuhyi’l-‘izâme ve hiye ramîm”25, daha o zamanlar kendisinin onikinci karn-ı hicrîden müdevver olduğunu söylüyorlardı; aman evlâdım duasını, himmetini almaya bak!26
Kimya’ya devam ediyormuşsun, pek âlâ. Hariçte vazîfen olduğu için tabiî günde yedi saat çalışabilen işsiz arkadaşlann kadar meşgul olamazsın. Ne beis var? Vaktinin müsâadesi nisbetinde çalışırsın. ‘Felekte baht utansın bînasîb erbâb-ı himmetten!’27
Bayıldığım hikayelerdendir: Karıncaya “Böyle nereye?” diye sormuşlar; “Hacc’a!” demiş. “A bîçâre! Hiç sen bu ayaklarla Mekke’ye varabilir misin?” demişler. “Şâyed varamazsam, yolunda olsun, ölürüm a!” cevabını vermiş. Ulvî gayelere müteveccih bulunan emekler, hicrana uğrasa da hüsrana uğramaz. Bizler sây ile memuruz, tevfik ile değil. Öyle değil mi? Arkadaşınızın size veda etmek mecbûriyet-i elîmesine düşmesi, beni cidden müteessir etti. Varsın, o da mesleğini takip etsin.
Servet, Pendik’te çalışıyorsa bizim Şefik ile beraber demektir. Şefik28 pek değerli, pek gayretli bir çocuktur. Kendisine benden selâm söylesin.
Kitaba çok memnun oldum. Bakalım, bizim Emin’e onu okutmak istiyorum. Lisan hafıza işi, oğlanda ise o meleke, ötekilerden de berbad! Ramazan’ın başından beri çalıştığı Tebbet Yedâ suresini Kadir gecesi dinletebildi, o da dört yanlışla! Sonra da bana: “Baba, beni hafız mı etmek istiyorsun?” demesin mi! “Oğlum, böyle bir şey aklımdan geçmedi. Zâten, baksana; maazallah öyle bir tasavvurum olsa, bu gidişle ömr-i beşer değil, ömr-i beşeriyyet bile yetişmeyecek!” dedim.
Maamafih, çocuğun gayet iyi bir hâli var: Kendisinden son derecede memnun. Şu hakkını da unutmayalım ki, Ramazan’ı tamâmiyle oruçlu geçirdi. Senin Fahir ne yaptı? Vâkıâ o, zannederim, geçenlerde bir hastalık atlattı. Tabiî zayıf düşmüş, oruç tutamamıştır.
Zavallı Ferid’in başından hiç musîbet eksik olmaz. Kim bilir, bu hastalık mes’elesinden de ne kadar sarsılmıştır. Onun dâmâdı Gebze’de idi, şimdi de orada mı? Görürsen, selâmımı unutma. Mektup yazmıyorum amma bu, kendisini unuttuğuma delâlet etmez. Elbet, bunu o da bilir.
Ali Rızâ Efendi kardeşimizin ellerini, gözlerini öperim. Hediyesinden son derecede müteşekkir kaldık. Bizi duadan unutmasın, gönülden çıkartmasın. Mektubumu kendisine oku.29
Senin beğendiğin “Secde”yi Nazif de beğenmiş. Servet-i Fünûn’a yazdığı makaleyi bana göndermiş, okudum.
Âhır vaktimde beni şımartmasaydı iyi olurdu.30 Hafız Yusuf’un gözlerini öperim. Servet Bey’e, Fahir’e selâm ederim. Hesapça, bu mektubumu bayram ertesi alacaksın. Şimdiden bayramını tebrik ederim iki gözüm evlâdım.
Mahir Bey. İhvanın cümlesine selâmlarımı, iştiyaklarımı tebliğ et. Allah’ın birliğine emânet ol oğlum. Emin ellerinizi öpüyor.
29 Ramazan 344 (12 Nisan 1926)
Mehmed Âkif
5
İki gözüm Mahir Bey,
Her hafta mektup yazmak istiyorum, bir türlü elim varmıyor. Neden? Bilmem. Azıcık sezdiğim bir tarafı varsa, yârân ile, ihvan ile uzun boylu hasbihâle başladığım gibi, sırtıma yüklenen ağır vazifeyi taşımak melekesini kaybediyorum. Kur’ân dinlemek âlâ, Kur’ân okumak iyi, lâkin Kur’ân yazmak yok mu? İşte o müşkil, daha doğrusu müdhiş bir sa’y. Bakalım Allah tevfîkını lütuf buyuracak mı?
Senin kimyagerliğe çalışan arkadaşının, maîşet belâsı, işi yarıda bırakmasına müteessir oldum. Hakk’ın tasarrufâtına akıl ermez ki... Kimine çalışmak için zevk verir de, imkân vermez; kimine de imkanların, meydanların her türlüsünü nâmütenâhî surette bahşeder, lâkin zevk namına bir şey sunmaz. Neyse, ebediyyü’l-işkâl olan bu muammalarla yorulmak beyhude bir emektir. “Kıl san’at-i üstadı tahayyürle temâşâ” vesselâm…
Zannederim, bir kerre daha söylemiştim. Mülkiye Baytar Mektebi’nde Kimyager Fazlı Faik vardır ki benim eski tanıdıklarımdandır. Avdetîliği ve avdetîliğinin îcâbât-ı tabiiyyesinden bulunan menfaatperestliğini iğmâz ile geçiştirdikten sonra, pek mâkul bir çıfıttır. Kendisiyle onbeş sene kadar dargın durduk; geçen yıl barıştık. Arzu edersen seni tavsiye edeyim, arada yanına gider, kimyaya dair konuşursun. Öyle ümid ederim ki, benim hatırım için seni hüsn-i kabul eder ve istifâdene çalışır. Ne hacet! Şimdi iki satırlık bir şey karalayıp leffen göndereyim vesselâm, Sonra elin değdiği bir zaman mektebe uğrar, kendisiyle anlaşır, tanışırsın olmaz mı?
Evet, Mısır’da güzel Kur’ân okuyanlar çok. Hele Cuma namazından bir saat evvel başlayıp ezan vaktine kadar Sûre-i Kehf’i tilâvet eden bir Şeyh Muhammed Rif’at var ki, enfes. Hem sesi, hem okuyuşu, hem hâli insana cidden dokunuyor. Sırf onun için Hilvan’dan Mısır’a kadar şedd-i rahl ettiğim çok olur. Ben burada tamamiyle mûtekifim. Üç dört gün, hiç evin eşiğini atlamadığım çok kerre vâkîdir. Havaların sıcaklığı, evin nisbetle serinliği de öteden beri sevdiğim inziva hâlini adetâ mecburî kılıyor. Ah, bu Hilvan münzevîliği benim evvelce elime geçseydi! Paşa Hazretleri’nin31 kendilerine de söylemiştim. Mücâz dersiâmlardan birini evlendirmişler; etlice butluca bir kadın almışlar. Adamcağız hayızdan, feyizden münkatî denecek hâlde imiş. Arada bir hanımına bakar da “Ah Hanım! Sen benim elime Molla Câmî senesi32 geçmeliydin ki!” dermiş. Ben de Hilvan’ın âsûde muhitini, sonra maîşet kaydıyle o kadar bağlı olmadığımı gördükçe: “Ah şu hayat on onbeş yıl evvel olmalıydı ki!” diyorum. Evet, ben on onbeş yıl evvelden gelerek burada çalışmaya başlayaydım, şimdi hayli eser vücuda getirmiştim, zannediyorum.
Servet Bey oğlumuz ne âlemde? Fahir’in sıhhati yerinde ya İnşaallah? Bütün ihvana arz-ı hürmet ederim. Hele Hayri ile Ferid’i görürsen, her ikisine de mütehassir olduğumu söylersin. Rıza Efendi dedemizin mübarek ellerini öperim. Emin ellerinden öpüyor. Ben de gözlerinden öperek seni sıyânet-i Hakk’a emanet ederim oğlum, iki gözüm Mahir Bey.
8 Haziran 342 Salı (1926)
Mehmed Âkif
6
İki Gözüm Mahir Bey,
Ne zamandır sana mektup yazmak istiyorum. Son iltifatnâmende rüyana girdiğimi söylüyorsun. İnşâallah bu hicran günleri rüya gibi geçer de yine kavuşur, yine edebî, ilmî, rühânî musahabeler tertîb ederiz. İstanbul’da bırakıp çıktığım yârânımı şu aralık çokça göreceğim geldi. Halbuki uzun yıllar kendilerinden ayrı yaşamak mecburiyetini kolayca sîneme çekerim, sanırdım. İşte o müştak olduğum yârân-ı safânın biri de sensin.
Kimya nasıl gidiyor? Arkadaşların kadar çalışamamak ızdırâbı, seni, öyle görüyorum ki, çokça muazzeb ediyor. Zarar yok! Yalnız sebatın arkasını bırakma. Mülkiye Baytar Mektebi Kimya Müderrisi Fazlı Faik Bey’le gidip görüşebildin mi? Ona verilmek üzere sana bir tavsiyenâme göndermiştim, tabiî almışsındır değil mi?33
Ben, bildiğin terceme işiyle uğraşıyorum. Sıcaklar, adam akıllı çalışmaya mâni. Gündüzleri kaynıyor, geceleri soğuyoruz. Bereket versin, yaz bidâyetlerindeki havalar devam etmedi. Yoksa, Hakk’ın civar-ı rahmetini çoktan boylamıştık. Evet, Mayıs sonlarında, Haziran ilklerinde öyle semûmlar esti ki en ağır başlı, en soğukkanlı mîzânü’l-harârelerde bile galeyanlar, feveranlar görüldü!
Ferid Beyden bir tâziyenâme aldım. Bir daha, re’sen iltifat buyurmalarını; yoksa bu âşinâ-yı kadîmi taltif için bendehânelerinden cenaze çıkmasına muntazır olmamalarını rica ettim. Bilmem kabul buyurdular mı?34
Hayri Bey’e hiç tesadüf ettiğin yok mu? Yine Çengelköyü’nde mi oturuyor? Hemşire hanımın35 rahatsızlığı nasıl oldu? İnşâallah iâde-i sıhhat etti yâ? Râif Efendi Hocamız36 ne âlemde? Ziya Bey Hoca’yı37 hiç görmedin mi? Şimdi onlar Ankara’dalar mı, yoksa İstanbul’dalar mı? Bizim Sebîlü’r-Reşad “Peygamberimiz”38 unvanlı bir eser bastırmıştı. Okudun mu? Okumadınsa, mutlaka Eşref’ten39 bir nüsha al da oku. Çok mühim eser. Şimdi de “Hazret-i Ömer” diye bir yeni eser basıyorlar ki, elime geçen dört formasından, mükemmel bir eser olacağını istidlal ettim.
Gerçek, bizim Ali Rızâ Efendi ceddimizden de manzum, mensur bir tâziyetnâme aldım. İnşâallah yarın kendisine bir arîza-i şükran takdim edeceğim. Görürsen, mübarek ellerinden öptüğümü, kendisinin bana yadigâr-ı ecdâd olduğunu söylersin olmaz mı?
Beyoğlu tarafına geçersen, Cadde-i Kebîr’de40 Mısır apartımanı vardır ki, bizim Fuad Şemsi onun müdîridir. Mutlaka uğra, kendisiyle görüş. Benim tarafımdan da birçok selâmlar, iştiyaklar tebliğ et. Mektup yazamıyorum, çünki sıcaklardan baş aldığım yok; kusura bakmasın. Zannederim bizim kızın nikâhında, siz onunla görüşmüştünüz değil mi?
Emin, kemâl-i hürmetle ellerinizi öpüyor, kardeşleri Servet ve Fahir Beylere de selâm ediyor. Ben de cümlenizin gözlerininizi öper, cümlenizi Allah’ın sıyânetine emânet ederim, iki gözüm evlâdım Mahir Bey.
26 Temmuz 342 Pazartesi (1926)
Mehmed Âkif
7
İki Gözüm Mahir Bey,
Bu son mektubun, hakikat, bana pek acı geldi. Muazzam gayene doğru geceli gündüzlü iki yıl taban teptikten sonra yolunu kapayan hâil, doğrusu evvelce hiç tasavvur edilemezdi. Lâkin, evlâdım, me’yus olma; icap eden zevata müracaat ederek şu engeli aradan kaldırmaya çalış. Ferid Bey, Naim Bey41 vâsıtasiyle riyâzî kısmındaki müderrislere meram anlatmak mümkin değil mi? O kısımda, Fatin Hoca’dan42 başka bir de benim tanıdığım Ali Bey43 vardır ki, galiba şimdi cebr-i â’lâ tedris ediyor. Melfuf varakpâreyi kendisine ver, elbette bir fâidesi olur.44 Fatin Hoca’ya da hem kendi tarafından, hem benim tarafımdan rica et. Benim Ali Bey’e yazdığımı da söyle. Hulâsa, nargileyi, sonra içmek üzere şimdilik bırak da, her tarafa baş vurmaya bak.
“Müşkilî nîst ki âsân neşeved
Merd bayed ki her âsân neşeved”45
Öyle değil mi?
Her halde hâtıra gelen esbabın hepsine tevessülden geri durma; sa’y ile me’mur olduğumuzu, tevfik ile me’mur olmadığımızı da aklından çıkarma. Naim Beyle henüz tanışamadınızsa ya Eşref, ya Ferid Bey seni tanıtsın. Riyaziyeci Ali, zannederim kendisinin eski talebesi olacak; çünki Galata Mekteb-i Sultânîsi’nden çıktıktan sonra Avrupa’ya ikmâl-i tahsile gitmişti. İhtimâl ki, gerek Ferid Bey’in, gerek Naim Bey’in o şubede başka seviştikleri müderrisler daha vardır. Kezâlik Fatin Hoca da arkadaşlarını biraz maksada imâle edebilir.
Servet’in ne zabiti olduğunu, ne mücâdelesine gittiğini anlayamadım; izah et. Hayvan hastalıkları mücadelesi ise niçin zabit oldu? Fahir ne âlemde? İnşâallah sıhhati, mektebe devamı, sa’yi mükemmel ya? Bizim Reten-i Hindiyy-i sânî (Reten maddesini Kâmus’dan halledersin)46 pir-i gayr-i fânî, Hâce Ali Rızâ-yı bîmüdânî hangi âlemde? Ferid Bey’le gâhî teşerrüf kabil oluyor mu?
Sizin orada havalar serinlemeye başlamış olacak. Allah muininiz olsun. Hele eviniz Beylerbeyi’ndeki Şamlı’nın barhânesi47 gibi mazbut ise vay başınıza! Beyoğlu tarafına geçersen Fuad Şemsi’ye mutlak uğra, benden de selâmlar, iştiyaklar, hürmetler götür. Ayrıca mektup göndermemek suretiyle kendisini cevap yazmak külfetinden kurtardığım için bana minnetdâr olması lâzım geldiğinden gafil bulunmadığımı da anlat!
Râif Efendi Hoca’yla Ziya Bey Hoca’nın her ikisine arz-ı tazim ederim. Hilvan’da münzeviyâne ömür geçirdiğim, Mısır’da kimseleri tanımadığım için erbâb-ı fenn ü san’ata burada kolaylıkla vazife bulunur mu, bulunmaz mı, tabii bilemiyorum. Ziya Bey’e lütfen bunu söyleyin.
Emin ellerinizi öpüyor, kardeşi Fahir’e de selâm ediyor. Ben her ikinizin gözlerinizden öperek, cümlenizi sıyânet-i Mevlâ’ya emanet ederim, iki gözüm evlâdım Mahir Bey.
Gerçek, Hayri’yi görürsen, sakalından öptüğümü söylersin, olmaz mı?
2 Cumâde’1-ûlâ 1345 (8 Kasım 1926)
Mehmed Âkif
8
Evlâdım, İki Gözüm, Mahir Bey,
Süleyman Nazîf’in irtihâli haberi, mektubunuzdan48 daha evvel gelmiş; beni alt üst etmişti. Dediğiniz gibi ondan kalan boşluk pek kolay dolacak gibi görünmüyor. Koca herif başlı başına bir âlem idi. Ne olurdu, on sene daha yaşasaydı; milletin edebine, irfanına, hissiyât-ı hamasetine on sene daha mebrur hizmetler etseydi, evet, ne olurdu?
Son sekiz on sene zarfında ben merhum ile pek samimi dost olmuştum; birbirimizi çok sevmeye başlamıştık. Onun Malta’ya tagrîbi üzerinde, hayli zaman mütekabil iştiyak içinde yaşadık, sonra yine buluştuk. Lâkin, artık kendisiyle bu arz üzerinde bir daha buluşmamıza imkan kalmadı. İnşaallah Hakk’ın harîm-i rahmetinde birleşiriz. Benim bunda hiç şüphem yok.
“Ey Muhammed, de ki; “Ey nefislerine zulmetmiş olan Allah’ın kulları, Cenab-ı Hakk’ın rahmetinden ümidinizi asla kesmeyin. Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki Allah bağışlayıcıdır, esirgeyicidir.”49
Matbuatı takip edememekle beraber, merhum için adamakıllı bir şey yazılamadığı kanaatindeyim. Vakıa ne yazılsa, onun azamet-i ruhu karşısında pek küçük kalır; lâkin her halde elden gelen diriğ olunmamalı idi. Midhat Cemâl’in mensur, mersiyesinden başka, Cenâb gibi, Hâmid gibi eâzımın, merhuma âid ehemmiyetli bir yazısı intişar ederse, çok rica ederim beni mahrum bırakmayın Mahir Bey.
Dârülfünun işinin arzumuz veçhile neticelenemeyişi, başkaca teessürümü mûcib oldu. “El-hükmü li’llâh”50 demekten gayrı çâre ne?
“Ziya dûr ise evc-î rif âtinden ıztırârîdir.
Felekte baht utansın bî-nasîb erbâb-ı himmetten.”51
Vazife arkasında koşmaktan vakit bulup da bir şey okuyabiliyor musunuz?
Nasıl ediyorsunuz? Fuad Şemsi’yi sık sık mı görüyorsunuz? Onunla sohbeti ne kadar ileriye götürürseniz o kadar memnun kalırsınız. Benim her birinizi ayrı ayrı göreceğim geldi. Allah bana sizlerin yokluğunu göstermesin.
Servet nerelerde, Fahir nasıl? Ali Rızâ Efendi Hoca’nın resmine, iltifatına çok memnun oldum. Ellerinden öpdüğümü, duasına muhtaç olduğumu söylersiniz olmaz mı evlâdım?
Kuzum Mahir Bey, Hind’li şâir İkbal’in birlikte okuduğumuz “Peyâm-ı Meşrık” adlı eseri acaba sizde mi kaldı idi? Eğer sizde bırakmışsam, lütfen onu bizim Ömer Rızâ Bey’e verin ki bana buraya göndermeleri için eve yazmıştım.
Bir ricam daha var: Osman Şems Efendi merhumun “Gözü dünya mı görür âşık-ı dîdâr olanın, döne döne...”sini istiyorum.52 Bu şiirin hatırımda ancak iki üç bendi kalmış, lütfen tekmilini bana yazın gönderin. Şâyed sizde yoksa elbette birinde bulabilirsiniz.
Emin ellerinizi öpüyor; ben de kemâl-i iştiyak ile gözlerinizi öperim iki gözüm evlâdım. Tanıdıklarımızın cümlesine, Hayri ile Ferid başta olmak üzere selâmımı söyleyin. Allah’ın sıyânetine emanet olun Mahir Bey.
1 Şubat 343 (1927)
Mehmed Âkif
Bu Mektubun Öncesinde Mahir İz’in Yazdığı Mektup:
“Üstâd-ı âlicenabım Efendim.
Arîzam, çok müteessirim ki, bir kara haberle başlıyor. Buna, mektubumun vusulünden evvel muttali’ olarak mütelehhif bulunmanız da muhtemeldir. Dünki gazeteler sahifelerini Süleyman Nazif’in haber-i elim-irtihaliyle kararttılar. Evet, insanın hiç inanmak istemediği bu kaza, kendisi ve ailesiyle birlikte, bilumum kadirşinasların başına dün nazil oldu ve merhum, bu gece -ki Leyle-i Regâib’dir- hâk-i Gufrân’a girdi. Cenab-ı Kibriya, Habib’i hürmetine müstağrak-ı eltaf eylesin.
Aman Yâ Rabbi! Daha bir hafta evvel, bir iki makalesini “Yıkılan Müessese” nâmiyle kitap halinde neşretmiş idi. Kim hatırına getirirdi ki, tahrir ve edebiyat âleminin başlı başına bir müessesesi olan koca şâir birden bire yıkılıversin? Arsa-i belagatin o yaman şehsüvârı, meydanı ebediyyen terk edince, ne derin bir boşluk hâsıl oldu? Bu imtilâ kabul etmeyen halâ, kimin cezasıdır Ya Rabbi?
Edebî, içtimai, siyasî hangi bir mevzu vardı ki, haşmet-i beyâniyle ziynetlenmesin? Üslûbu, o selsebîl-i âteşini, dünki ve bugünki nesli aynı suretle lerzedâr-ı tahassüs etmiyor muydu?
Hâlık-ı levh ü kalem, onun nâypâre-i huşk’üne ne feyyaz, ne tarâvetdar bir kudret bahsetmişti ki, Süreyya’dan serâ’ya, zirden bâlâya külfetsiz akıp taşan efkârını, pürüzsüz resm ü tasvir eder; kaarî’i en lâtif heyecanlarla beraberinde götürürdü. “Kahr-ı hasm eylemeye elde asadır hâmem!” fahriyyesinin, ahdinde, bilittifak en liyakatli kaaili idi. Seciyesi hakkında, kaarîlerinin mütâlâatını taglit eden bazı âsârı, bu irfân-ı millet hadiminin rub’u asırlık emeğine bağışlanmaz mı? Onu da, biz Cenab-ı Hâlık’tan niyaz ediyoruz.
Asıl muhtac-ı teselli ve taziye sizlersiniz aziz üstadım. Vâsıtü’l-ıkdi Hâmid olan kılâde-i san’atı Cenab’la siz üçünüz çerçeveliyordunuz. İşte bu akşam dest-i kaza taşın birini toprağa düşürdü. Acaba ayni ayarda bir cevher yerine konabilecek midir? Boş kalan yerini doldurabilecek midir? Heyhat...
Tazim ve hürmetle ellerinizden öperim.
Tafsil ve tasdi’den ictinab ediyorum. Darülfünun işimin olamıyacağı anlaşıldı. Olsa da bu vaziyette devamım imkansızdı. Kısmetimiz bu kadarmış. Ancak, istikbâlim hakkında perverde edilen müşfik tahassüsât-ı üstâdânelerinin, ebediyyen müteşekkir ve minnettarıyım. Fuad Şemsi Bey hürmetle ellerinizden öper. Ali Rıza Efendi’nin berây-ı takdim verdiği fotoğraf melfufdur. İştiyaklarımı arzeder, iltifatlarınızı gözlerim, sevgili mübeccel üstadım efendim.”
Mâhir
9
İki Gözüm Mahir Bey,
Yirmibeş, otuz sene evvel Adana’da bulunuyordum. Vilâyet merkeziyle Mersin Sancağı’nda uzun zaman maârif muallimliği etmiş, oldukça malûmatlı bir adamla dost olmuştuk. Bir gün kendisiyle dereden tepeden konuşurken, hazret: “Mersin şu onbeş yıl içinde filan beyden başka mutasarrıf, Adana da filân paşadan mâada vali görmedi” dedi. Tabiî ben, bu iki recül-i hükümetin icrââtına, yâhud fazlına âid olmak üzere silsile başlayacak diye bekliyordum. Hayli imtidad eden bir sükûttan sonra, hoca efendi: “İşte benim kadrimi o iki adam bilmişti” cümle-i vecizesini ilâve etti.
O zaman gençlik, tecrübesizlik hâli olacak ki, dostumun tar