Psikanalist Kimdir?*
Dr. Talat Parman
Psikanalist kimdir sorusu birçok açıdan ele alınabilir. Önce psikanalist nasıl olunur diye sorulabilir. Bu sorunun psikanalist olmanın resmi prosedürünü açıklamakla verilecek bir yanıtı vardır. Ayrıca, psikanalist olmak ne anlama gelir ve hatta psikanalist neden olunur gibi sorular da konunun açılımı için gereklidir.
Bir psikanalist olarak psikanalistin kim olduğuna dair bir yazı yazmayı istemek bir meydan okumadır. Bu meydan okuma anlamını ancak, bu satırların yazarının herhangi bir psikanalistten değil de, bir psikanalist olarak kendisinden söz etmesiyle bulabilir. Oysa psikanalist kendisinden söz edilebilir mi?
Analize aldığım kişilerden biri bana şöyle diyordu; Ben nereye konuşuyorum? İşte bu soruyu bir başka biçimde Georges Favez sorar: Psikanalist, nerdesin? Favez psikanalisti önce hekimler, psikiyatrlar ve nöro-psikiyatrlar arasında arar; ruh hastalıkları üzerinde bilgi sahibi olmanın psikanalist olmak için bir avantaj olduğunu düşünür ama, Freud’ün iyi bir psikanalist olmak için tıp eğitiminin çok iyi bir başlangıç olmadığını söylediğini hatırlar. Sonra filozofların arasına bakar psikanalisti bulmak için; bilgi birikimlerinin ve insan bilimleri arasında en önde yer almak savlarının onları psikanalistlere yaklaştırdığını düşünür, ancak felsefi bakış açıları psikanaliz pratiği için hayal kırıcıdır.
Psikanalisti bulmakta güçlük çeken Favez sonunda onu saklandığı yerde, o çok şaşırtıcı ve gerçek ötesi konumda, analizden geçenin arkasında bir koltuğa oturmuş olarak bulur! Birçok açıdan saklanmaktadır analist, hem görüş açısının dışındadır görünmez, hem de hayatından hiç söz etmez. Kendisi ile ilgili olarak verebileceği tek yanıt buradayım, arkanızda oturuyorum ve sizi dinliyorumdur. Analizdeki kişi arkasında oturan, saklanmış, görmediği bir kişiyi konuşur. Sanki bir saklambaç oyunudur söz konusu olan. Psikanalist saklanan ama bulunmayandır. Oyunu anlamlı kılan onun bulunmamasıdır. Onsuz oyun olmaz. Ancak onun bu konumunun tanınması oyunu bitirir, anlamsız kılar. Hamlet’in ilk cümlesi Kim var orada?dır. Bu soru psikanalitik süreç içersinde hem en temel, hem de en sorulmaması gereken sorudur. Psikanalisti psikanalist olarak tanımlamak, analitik konumda fantazmdan çıkmanın yani analizi bitirmenin tek yoludur. Klasik anlamda analizin sonu aslında aktarımın sonudur. Yani, analizden geçenin analistinden arzuladığı kişiyi yaratma hayalinin sonudur. Bir anlamda çocukluğun da sonudur. Psikanalist bu çocukça oyuna katılan, bulunmayacağını bile bile saklambaç oynayan kişidir. Peki, neden yapar bunu? Sahi, neden psikanalist olunur?
Bu sorunun yanıtını, ilk psikanalist Sigmund Freud’ün yaşamında arayabiliriz. Freud psikanalizi, orta yaş krizi sırasında ve gerek babasının ölümünün, gerekse sigaranın neden olduğu kalp rahatsızlığının iyice canlandırdığı depresif bir ruh hali içinde yaratmıştır. 23 Ekim 1896’da babası Jacob bir kaç ay süren bir hastalık sonucu ölür. Freud babasının ölümünden kısa süre sonra bir rüya görür. Rüyasında garlardaki bekleme salonlarında görülen Lütfen sigara içmeyiniz yazılarını andıran bir yazı vardır: Lütfen gözünüzü/gözlerinizi kapayınız. Freud bir süredir uyguladığı otoanalizi sayesinde rüyasının anlamını çözmeye çalışır. Tekil olarak kullanıldığında göz kapamak Almancada göz yummak, müsamaha göstermek anlamına gelir ki oğul tarafından saygı görmemeye göz yummak olarak değerlendirilebilir. Aynı kelime çoğul olarak ise Sigmund’un babasına karşı yerine getirdiği son vazifesini, ölünün gözlerini kapamasını çağrıştırmaktadır. Ayrıca yazının yeri ve bizzat kendisi de anlamlıdır. Gar Freud’ün tren fobisine bir göndermedir; sigara içme yasağı, Freud’ün 1894 baharında geçirdiği kalp krizini çağrıştırır ki, bu olay Freud’a ölümsüz olmadığını göstermiştir. Bu anlamda, trene yetişmemekten korkma, ölümle randevuyu erkene almaktan korkmak olarak yorumlanabilir.
Freud, Rüyaların Yorumu adlı kitabının 1908’deki ikinci basımının önsözünde “Bu kitabın benim için çok ayrı bir önemi olduğunu kitap bittikten sonra farkettim: Anladım ki analizimin bir parçasıdır; babamın ölümüne, bir insanın yaşamının en acı olayına gösterdiğim bir tepkidir”der. Fakat Freud, hem sevdiği hem de nefret ettiği babasının ölümüne tuttuğu yas dolayımı ile, yaklaşan kendi ölümünün de yasını tutmaya başlar. Ufukta görünen ölüm onu trajik bir seçim karşısında bırakır; boyun eğmek ya da yaratmak. Oysa bu kez yaratma süreci öncekilerden daha uzun sürecektir. Entelektüel bir çıkmazda olan Freud’un morali de bozuktur. 1897’nin ilkbaharında artık evlerine yerleşen baldızı Minna ile ilk kez kısa bir yolculuğa çıkar, ve aynı yılın 28 Eylül günü trenle gece yolculuğu yaparak dostu Fliess’i görmeye, onunla konuşmaya, onu dinlemeye gider. Hikâyenin bundan sonrasını, Freud’un kısa bir süre sonra Oedipus kompleksinin evrenselliğini keşfettiğini biliyoruz.
Psikanaliz bugün de, gerek kuramsal içeriğinde gerekse tekniğinde bir takım depresif öğeler içermektedir. Analistin kendi hakkında susması, en az analizden geçenin kendisinden söz etmesi kadar zorlu bir sınavdır. Psikanalist analizden geçenin nefretinin hedefi olmaya katlanabilmelidir; onun tarafından bütünüyle tüketilmek, bitirilmek fantazmına dayanmak zorundadır. René Char İstihkamcılar şiirinde “Gerçeğe iki kıyı gerekir; biri gitmek bir de dönmek için” der. İşte analizden geçenin böylesi bir iç yolculukta dönüşünü garanti eden analistin varlığıdır. Analist seans sırasında hastanın ızdırabını anlama kapasitesini uyanık tutmalıdır. Oysa hangi analist kişisel sorunları ile sarsılmış olmasına karşın, kendini hastası için sürekli kullanılabilir (disponsible) tutmanın zorluğunu yaşamamıştır? Böyle durumlarda iyiden iyiye hisseder yalnızlığını. Freud, koltuğunu hastalarının arkasına yerleştirmek kararını nasıl aldığını anlatır; kendini hem hastalarına, hem de kendine karşı daha açık hale getirmenin, onların görme alanından çıkmakla mümkün olduğunu düşünmüştür. Ancak, yine de arkaik nesnelerinin sureti olan o ünlü heykelciklerini görebileceği ve elinin ulaşabileceği bir mesafeye yerleştirmekten kendini alamamıştır.
Analistin Ben’i, bu depresif duruma karşı sürekli bir mücadele içindedir. Ölüm itkisi seansların stereotipik yapısında gizlidir; sabit saatler, kas gevşekliğinin olabildiğince sağlanması, dış dünyadan soyutlanma... Koltuk ve divanın simgelediği bu yapay atmosferde ölüm her zaman vardır. Ölüm, yani analizanın ve analistin ölümü hep gündemdedir. Oysa, çocukluk anılarının analiz sırasında hatırlanması ve yeniden yaşanması zamanın inkarı, dolayısı ile ölümün inkarı anlamına gelir. Yani geçmişin, geçmiş olanın inkarıdır söz konusu olan. Ama kendi içinde bir paradoks içerir bu durum, çünkü geçmişi hatırlamak aynı zamanda, gelecek olanı, yani ölümü de kabul etmek demektir. Bu paradoksa ise ancak psikanalitik durumun gerçek ötesi (déréel) niteliği ile tahammül edilebilir.
Evet, psikanaliz gerçek ötesi bir konum sunar, ama onu mümkün kılan da zaten budur. Psikanalizde söz konusu olan, bu gerçek ötesi konuma rağmen, hayattır. İnsan hayattır ve ölümdür, her zaman önümüzde olan ve sürekli sorularla dolu olan yaşamın sonu olarak ölümdür. Bu açıdan psikanalitik süreci de anlamlandıran tek şey sonudur. Tıpkı yaşamı anlamlandıranın ölüm olması gibi.
Analist koltuk yanlızlığı deneyiminde kendi üzerine düşünmenin ve ilerlemenin yeni bir fırsatını elde etmektedir. Kendi analizi sırasında bir başka yalnızlığı, divan üzerindeki yanlızlığı yaşamak fırsatını elde etmiştir. Analistinin varlığı onun narsissik güvencesi olmuş ve onun önünde, hem olduğu ve dahil olduğu, hem de dahil olmadığı ilk sahneye (scéne primitive) şahit olan çocuğun ödipiyen yalnızlığını yeniden yaşamak şansını elde etmiştir. Bu anlamda psikanaliz yalnız olabilmeyi öğrenmektir.
Freud’ün psikanalizi bulduğu yıllar elbette özel yaşamının, çok önemli olaylarla çalkalandığı bir dönemdir; ancak unutmamak gerekir ki aynı zamanda içinde yaşadığı dünya da çok önemli bir dönemecin eşiğindeydi. Artık bir yüzyıl bitmekte, ufukta bambaşka bir toplumsal yapıyı muştalayan yirminci yüzyıl gözükmektedir. Öyleyse, Freud’ün ölüm içtepisine verdiği önem, yalnızca onun dünya savaşının eşiğinde olmaktan dolayı yaşadığı karamsarlıktan değil, ama aynı zamanda gelişini haber veren kaotik ve şiddet dolu modern dünyanın ruhsal kimlik kavramını bütünüyle değiştireceğini görmesindendir.
Kristeva’nın belirttiği gibi, melankoli eğer yirminci yüzyılın hastalığı haline gelmişse, bu günümüzün toplumsal yapısında simgesel bağların kopmasındandır. Üstelik şu anda eşiğinde bulunduğumuz yüzyıl ve hatta binyıl sonunun, toplumsal dokuda yarattığı dağılma, psikanalizi hem mümkün hem de zorunlu kılar. Psikanalizden geçme arzusu bu dağılmanın yarattığı depresif duruma karşı son ve belki de tek anlamlı çabadır. Bu anlamda psikanalizin tek gerçek endikasyonu depresyondur diyebiliriz.
Yeniden en başta sorduğumuz soruya dönelim: psikanalist nasıl olunur? Analist olmanın analizden geçme şartına bağlı olduğunu biliyoruz. Ama bu şart yeterli değildir. Her analizden geçen analist olmuyorsa ya da olamıyorsa, analistlerin analizden geçmek dışında başka ortak noktaları olması gerekir. Bunlardan biri analistlerin o ünlü narsisizmidir. Analist olacakların narsisizminin daha başlangıçta kuvvetli olduğu düşünülebilir. Üstelik analitik süreç yalnızlığı ve iç tatminleri öylesine artırır ki bu da bireyin dış yatırımlarının azalması sonucunu doğurur. Ancak analistin narsisizmi çelişmeli olarak, kendi üzerine değil de başkası üzerine yönelmiştir. Analistleri birleştiren bir diğer ortak nokta, her analistin yeni bir aile hikâyesini benimsemesidir. Başka bir deyişle analist olmanın yolu yeni bir soy zincirini kabul etmekten geçer. Ancak analistlerin en önemli ortak noktaları, şüphesiz analizlerinin bitmemiş olmasıdır. Freud, Ferenczi’ye yazdığı 1937 tarihli Biten analiz, bitmeyen analiz başlıklı yanıtta “Analistler hiç bir zaman kendi kişiliklerinde, hastalarını ulaştırmaya çalıştıkları ruhsal olgunluk düzeyine ulaşamazlar” der ve şöyle ekler “Kişisel analizin yarattığı etkiler analizin sonlanması ile bitmez. Ben’deki değişiklikler sonra da sürer, analizden geçeni analist yapan da budur.” Evet, bu değişiklikler devam eder ve senfoni hep bitmemiş kalır. Bitmeyen, analiz değil analistin kendisidir. Manet Ben hep aynı natürmort’u yapıyorum der. Analist de hep aynı kişiyi analiz eder.
Öyleyse psikanalist kimdir sorusunun olası tek yanıtı bir totolojiden öteye gidemez; “psikanalist psikanalisttir”.
Bu yazıda psikanalistin kim olduğunu anlamaya çalışmak hedeflendi. Belki de en iyisi sözü analizden geçenlere vermek ve onlardan analistlerini tarif etmelerini istemek.
Fransız psikanalisti Annie Anzieu analizini bitiren bir hastasının kendisine şöyle dediğini aktarır: Bir analist görmeye geldim, bir insanla karşılaştım. Anzieu’nün hastası analistini insan olarak tanımladığı anda analizini bitirmiştir. Kanadalı psikanalist Claude Brodeur’e ise, yine analizini sonlandıran bir hastası şunları söylemiştir: Sizinle aşk dolu diyemeyeceğim ama, sevgi dolu bir ilişki yaşadım. Ve devam etmiştir. Ancak sanırım, sizi sokakta görsem tanımam, siz de beni tanıyamazsınız herhalde. İşte Brodeur’ün hastası hem analitik gerçeğin sokaktaki gerçeğin çok dışında bir yerde olduğunu belirtmekte hem de analistin tanımazlığına ve bulunmazlığına işaret etmektedir. Aynı şekilde Claude Brodeur analistin hastası tarafından gri bir adam olarak tanımlandığını da aktarır. Evet, analist gri olmayı bilen kişidir.
Analizanları analistleri böyle görürler. Analistler de bitmeyen analizleri ile hep aynı kişiyi analiz ederek o uzun ve yalnız yolculuklarına devam ederler. Peki, ne öğrenirler hastalarından, o arada kendilerinden? Ya da, psikanaliz pratiği insanlar hakkında ne öğretir?
Bu soruya da yanıtı bırakalım André Malraux versin. Drôme köyünün papazı günah çıkarmak size insanlar hakkında ne öğretti? sorusunu önce hiç bir şey diye yanıtlar, ama sonra ekler. Yine de, insanların sanıldığından da fazla mutsuz olduklarını ve en önemlisi büyük insan olmadığını...
Yararlanılan Kaynaklar
Anzieu Annie Le psychanalyste dans son fauteuil in Etre Psychanalyste, Dunod, 1976, Paris.
Anzieu Didier Devenir psychanalyste aujourd’hui in Etre Psychanalyste, Dunod, 1976, Paris.
Brodeur Claude Profil d’un psychanalyste, Le Coq-Héron, No: 101, 1987, Paris.
Brodeur Claude Fins d’analyse, Le Coq-Héron, No: 101, 1987, Paris.
Favez Georges Psychanalyste où es-tu? Privat, 1986, Toulouse.
Freud Sigmund Die endliche und die unendliche Analyse (1937) Frans. Çev. RFP, 1938-1939, 10-11, No.1, s 3-33.
Kristeva Julia Les abîmes de l’âme. Magazine Littéraire, No: 244, 1987, Paris.
Malraux André Antimémoires, Gallimard, 1967, Paris.