I
Onsuz da onunla da yaşanmaz.
Dünyadaki ilk yazar, kitabını tamamlar tamamlamaz tenkidçi ile kütüphaneciyi bulmuş karşısında, biri hemen kötülemiş eseri, öteki alıp saklamış. Bir mizahçı böyle diyor.
Tenkid, batı dillerine Yunancanın armağanı. Kelimenin aslı kritikos: Hüküm vermek. Tenkidçinin sözlükteki tarifi: “güzelliklerini veya kusurlarını sergilemek için, edebiyat veya sanat eserlerini inceleyen kimse.” Voltaire’e sorarsanız, tenkidçinin iyisi, hiçbir önyargısı, hiçbir art niyeti olmayan, geniş bilgili, selim zevkli bir sanat adamı. Diderot daha insafsız: tenkidçi, birkaç zerre altın bulmak için, elindeki sopa ile derelerimizin kumlarını alt üst eden yoksul. Bir papaz: “Askerlikde lağımcı neyse, edebiyatta eleştirici o, diyor, ikisinin de işi yıkmak.”
Aristark’la Zoil tenkidin iki çehresi. Aristark, İskenderiyeli bilgin (İ.Ö. 160-88). Homer’in neşidelerini düzene sokan o, müstensihlerin eklediği mısraları ayıklamış, yanlışları düzeltmiş, Odise ile İlyada’yı 24 bölüme ayırmış. Çalışmaları o kadar ün kazandırmıştır ki hazrete, adı bir cins isim olmuş: Şuurlu, uyanık, titiz, dürüst tenkidçi. Zoil’e gelince… Nerede yaşadığını, ne zaman yaşadığını bilen yok. Günâhı Homer’i yermek. Adı, hırslı, kindar, bir kelime ile, kötü tenkidçi anlamına gelmiş zamanla. Kurbanlar için bütün Aristark’lar Zoil; alkışlananlar için her Zoil, bir Aristark.
Her çağda sert tepkilere yol açmış tenkid, kimi yakmış tenkidçiyi, kimi taş ocaklarına yollamış. Susturabilmiş mi? Hayır.
Yazarların çoğu küçümser tenkidi ama, tenkidçinin susması hiç birinin işine gelmez. Şair doğru söylemiş: “Ün kazanmak isteyen her yazar okuyucuya haraç vermek zorundadır, bu haraç: “tenkid” (Addison). Demek ki ister istemez katlanacağız bu haraca. Tenkid, edebî hayatın köklü bir ihtiyacını karşılamasa, bu kadar uzun ömürlü olabilir miydi?
Sisler içinde kaybolan sınırlar:
Edebiyat tenkidi, kelimenin gerçek manasıyla, edebî bir tür değildir. Ne drama benzer ne romana. Bütün türlerin tamamlayıcısı, şuuru ve hakemidir daha çok, sınırları bunun için kaypak.
Tenkidle edebiyat tarihi birbirinden ayrılabilir mi? Hem evet hem hayır. Bir uzman: “Sosyoloji için politika, fizyoloji için tıp ne ise, edebiyat tarihine kıyasla tenkid de o, diyor…” Birincilerin tespit ve ispat ettiklerini, ikinciler uygular.
Edebiyat tarihi mutlak bir tarafsızlık ister. Tenkidin amacı insanları ve olayları etkilemektir. Tenkidçi hem yazarların, hem okuyucuların akıl hocasıdır. Yazarlara “şu yol iyidir, öteki tehlikeli” diye haykırır. Okuyucuya “şu kitabı okuyun faydalıdır”, seyirciye “şu oyunu seyredin zevklidir” der. Daha çok yaşayanlarla ilgilenir. Görevi, çağdaşlarına kılavuzluk etmek, çıkan sayısız eserler arasında ilk ayıklamayı yapmaktır. Geniş veya dar görüşlü, yumuşak veya sert olması önemli değildir. Tercihlerini bazen açıkça söyler, bazen hissettirir. Beğenmek, “taklid et” demektir; alay etmek, bir sempatinin doğuşunu önlemektir. Tenkidçi, başkalarının zevklerinden, davranışlarından sorumludur. Yani vatandaş olarak bir kavganın içindedir. Taraf tutmak hem hakkı, hem vazifesi. Bazen ölülerle de meşgul olur, ama muhatabı yaşıyanlardır hep. Ölüler, inançlarını veya tercihlerini destekleyen birer şahit sadece. Tarihçiye gelince, kişiliğinden sıyrılmalıdır o. Sevdikleri veya nefret ettikleri değil, anlamak ve açıklamak istedikleri önemlidir. Siyasî veya edebî tercihlerinden bize ne: Bu vicdanıyla kendi arasında bir mesele, hükümlerinde belli etmemesi gereken bir sır. Tarihçi bütün inançları kavramak zorunda. Mizâcına en aykırı düşünceleri anlayacak kadar geniş bir idrâki yoksa, tarihden vazgeçsin. Târihçinin iki tutkusu olmalıdır: Hakîkat ve güzellik. Bir tezin müdafii de olmamalıdır tarihçi. Mazîden alınacak büyük dersler var. Ama tarihin öğrettiklerini uygulamak tenkidin görevi. Tarih hiçbir çıkar gözetilmeden yazılırsa faydalıdır. Tenkid sanattır, tarih ilim. Tenkid özneldir, tarih nesnel” (G.Renard).
Kısaca, tenkitte edebiyat tarihinin payı, eserin kaynaklarını, doğuşunu, muhtevasını, nasıl karşılandığını tesbitten ibaret.
Lanson’a göre, tenkid olmadan edebiyat tarihi yazılabilir, edebiyat tarihinden faydalanmadıkça tenkid yapılamaz. İyi ama yeni çıkan eserleri incelerken tarihin yardımından mahrumuz, çünkü vesikalar yoktur henüz. Yapılacak bazı araştırmalar hassasiyetleri yaralıyabilir. Hüküm vermek için zamanın geçmesini mi bekleyeceğiz? Hayır… Proust’u Shakespeare’den daha iyi tanıyoruz. Tenkidçi yeni çıkan kitap ve yazarı hakkında çok defa geniş bilgiye sahiptir (kıymeti şüpheli ama geniş). Yani tenkidçi henüz tarihi yazamaz, ama malzemesini hazırlar. Elbette ki tenkidçinin verdiği hükümler nihaî değildir, her nesil onları tekrar gözen geçirme, yeniden değerlendirmek zorundadır. Nispetlerde hâtâ edilebilir, zamandan uzaklaşılmadıkça eseri bütün buutlarıyla kavramak imkânsızdır.
P.Van Tieghem, kitapları tanıma işinde üç kronolojik merhaleden söz eder: Birincisi kitabı zevk alarak okumak, ikincisi tenkid etmek, üçüncüsü edebiyat tarihi araştırmaları yapmak (Mukayeseli Edebiyat).
Bir başka güçlük de, tenkidle yayın haberlerinin sınırlarını çizmek. Bunlar mahiyetçe farklıdır birbirinden, ama yine de kolay kolay ayırdedilemezler. Gazete ve dergilerde kaynaşmış gibidirler. Her gazetenin bir tenkidçisi veya tanıtıcısı vardır, bazı gazetelerde ayrı bir edebiyat ilâvesi çıkar. Fransa’da geçen asrın sonlarına kadar uzanan bir gelenek bu. Sonra dergiler, 1931’de “Edebî Hayat” (La Vie Littéraire) yayınlanmaya başlar. “Edebî Haberler” (Nouvelles Littéraires) hem tenkid, hem kronik, hem edebiyat tarihi. “Bütün Basın” (Toute l’Edition) bir yayın haberleri dergisi. Sonra 1946’da kurulan “Tenkid” (Critique) dergisi. Tenkidçiyle tanıtıcıyı ayırmak için tek ölçü, tenkidçinin hüküm veren yani değerlendiren bir kişi olması.
Nereden Nereye:
Çağlar boyunca insan zekâsının bütün fetihlerini, bazen gölge gibi kovalamış bazen, onlara kılavuzluk etmiş; gelişmiş, serpilmiş, olgunlaşmış, tenkit.
Önceleri doğmatik… Doğmatik tenkidin ilk örneklerine eski Yunanda rastlıyoruz: Güzel, akla uygun olandır. Tenkidin işi bu uygunluğu tâyin. XVII. Asır Yunan’daki değer ölçülerinin sadık bir devamcısı. O asırda da tenkidçinin görevi iyi bir kitabı, kötü bir kitaptan ayırmak. Fransız akademisi kısmen bu niyetle kuruldu (1636). Akademinin çalışma alanı, Fransız diliyle, kendisine sunulacak eserlerin değerlendirilmesiydi. Kimse Akademinin böyle bir selâhiyeti olduğundan şüphe etmiyordu. Demek ki, tenkidin başlıca hedefi yazarlara yol göstermekti.
Çağdaş tenkitçinin muhatabı başka. Amaç, yaratıcıyı yetiştirmek değil, okuyucuya yol göstermektir. Okuyucu tenkitçiden hüküm bekler. Nasıl düşünmesi gerektiğini sorar. Sainte-Beuve de, hoca ile tenkitçiyi ayırır birbirinden: “Hoca olarak vazifem, zevki korumak, ve geleneğin bekçisi olmak. Tenkitçi olarak, yeniye açılmak zorundayım.”
Massis içinde tenkitçinin vazifesi bir efkâr-ı umumiye hazırlamaktır. Seçkin bir okuyucu demek, bir gelenek demektir. Gelenek: Bir akıl ve kültür prensibi. Şuur altına işleyen bir prensip. San’atın devamlılığını sağlar ve onunda havada kalmasını önler. Bir kelimeyle tenkitçi, her şeyden önce bir hocadır. İşi haran olmak değil, aydınlatmak.
En âcil vazife, düşünce eserlerini düzene sokmak. Okuyucu aklın, aklın, bilginin, zevk-i selîmin sesine muhtaç. Ne durumdayız? Eserler arasında nasıl bir sıralama yapılacak? Yıkılan mertebeler dizisini tekrar inşâ kâbil mi? Bir kelimeyle dürüst ve uyanık tenkitçinin ilk vazifesi, edebiyat cumhûriyetinde inzibatın teminidir. Çağımızın tenkitçiden beklediği bir nevi uzmanlık. Her tehlikeye göğüs gerecek, bazı aşikâr hatâları düzeltecek ve günün şartlanmalarını önleyecek bir uzman.
Romancı Thérive, yalnız kendi ülkesinin değil, bizim dertlerimizi de ne güzel sergilemiş: “Bir zamanlar bir efkâr-ı umumiye, bir toplum, bir edebiyat dünyası vardı. Bugün beş altı tane. Hepsi de birbiriyle anlaşamamaktan mağrur. İnanılmayacak bir tecessüs yokluğu. Namuslu bir tenkit, bu kapalı mikrokozmozlar, bu penceresiz dünyacıklar arasında irtibat kurmak zorundadır.” Demek ki önce edebiyat kiliselerinin bilgisizliğine, peşin hükümlerine son vermeliyiz. Kendini de, okuyucuyu da şuursuz tutkulardan korumağa çalışmak, mümkünse zamanın ve mekânın dışında yaşamak… Tenkitçinin amacı olmalı. Değişiklik yüzeyde; edebiyatın ezelî prensipleri var: “Düşüncelerde mantıkîlik, tefekkürde tutarlılık, araçlarda ölçü.”
Hülâsa edelim. Doğmatik tenkit, güzelin sâbit ve belli kanunları olduğunu iddia ediyordu; Romantizm, güzelin nisbi olduğunu söyleyince bu kanâat iflas etti. Sonra edebî mektepler arasında, bir çatışmadır başladı. Pedagojik tenkit mâhiyetini aldı ki, bu da bir doktrin eleştirisi demekti.
Mâdem ki, her ülkenin ve her çağın güzellik anlayışı başka; mâdem ki edebî biçimler coğrafyadan coğrafyaya değişiyor; edebî tenkidin yerini psikoloji ve tarihe dayanan bir tenkide bırakması daha doğru olmaz mı? Mukayeseli edebiyat bu istifhamın çocuğudur. Geçen asrın sonlarına doğru Saint Marc Girardin, tutkuların çeşitli edebiyatlarda nasıl dile getirildiğini anlatmağa çalıştı. Paul de Saint Victor, “İki Maske” adlı eserinde, dünya edebiyatının birbirine benzeyen eserlerini taradı. Nisbîlik (relativité) tenkidin görüş ufkunu sonsuza kadar genişletti.
(Devamı var)
Cemil MERİÇ
Hisar Dergisi, Şubat 1977