HER SÖZ BİR ŞEY SÖYLER
Feyza HEPÇİLİGİRLER
GİRİŞ
"Popüler müzik" ya da kısaca "pop müzik" her ne kadar bir müzik türünün adı olarak, "Türkçe sözlü hafif müzik" anlamında kullanılıyorsa da bu sözü, yazı boyunca, daha çok bu anlamıyla; ama sıklıkla da halkın beğenisine uygun, halk tarafından tutulan müzik anlamında kullanacağım. En sık duyduğumuz müzik, özel olarak dinleme isteği taşımasak da her gün, her yerde duyabildiğimiz, dahası, dinlemek zorunda kaldığımız, hatta kaçmamızın olanak dışı olduğu müziklerin tümü... Bu yüzden, kimi zaman "Türk sanat müziği", kimi zaman "arabesk", kimi zaman da "türkü" formundaki parçaların sözleri de karşımıza çıkacak. Çünkü niyetim, en sık duyduğumuz şarkıların sözlerine biraz daha yakından bakmak. Sözlerin çoğunu, şarkıyı dinleyerek not ettiğimden, olabildiğince dikkatli dinlememe karşın, kimi yanlış anlamalar olabilir. Varsa bunlar için baştan özür dilerim. Bu arada, "şair, dize, dörtlük" gibi terimleri, şiire ihanet endişesi taşıyarak da olsa "şarkı sözü yazarı, şarkı sözünün her bir satırı, dört satırdan oluşan bölüm" anlamlarında, "şarkı" sözcüğünü, en genel anlamıyla, besteli söz anlamında kullanacağım. Bu şarkıların kimler tarafından söylendiğini bilsem de bu adı vermekten kaçındım. Hem işim şarkıcılarla değil, sözlerle olduğu için, hem de şarkıyı söyleyenin sözlerle çoğu zaman hiçbir ilişkisinin bulunmadığını bildiğim için.
Olabildiğince suçlamadan, yargılamadan, ayıplamadan bakmaya çalışacağım şarkı sözlerine. Çünkü Türkiye'nin, her an dinlediğimiz müziğe yansıyan yüzünü görmenin yanısıra popun gölgesinde nasıl bir yaşam sürdürdüğümüzü de anlamak istiyorum. Asıl çabam bu olacak: Anlama çabası.
BİÇİMSEL ÖZELLİKLER
Şarkı sözlerinin ölçülü uyaklı olmasına özel dikkat gösterilmese de genellikle uyak ya da ses benzerliğiyle şiirsel bir söyleyiş yaratılmaya çalışılmış. Sözü müziğe uydurma (prozodi) çabası, olmayacak yerlerde sözü uzatmaya ya da "Ee, bu kadarı mı, bu kadarı mı / Acımasız oldun sen?" gibi, söze yeni yeni sesler eklemeye kadar varmışsa da biz bunlardan çok sözlere bakacağız.
Uyak:
"12'ye on kala / Beni biraz oyala" gibi sözlerin, herhangi bir anlam kaygısı taşıdığını düşünemeyeceğimize göre, olsa olsa uyak zoruyla yan yana ( ya da alt alta) getirilmiş olacaklarını varsayıyorum. Ses benzerliği uğruna sözdiminin bozulduğuna, yanlış sözcük kullanıldığına, alışılmadık kalıplara başvurulduğuna da sıklıkla rastlanıyor. "Canevinden" sözcüğüne uyak olsun diye "eliylen"denebildiği gibi, "Tekrar birbirimizi bulamayız mı?" gibi, alışılmadık soru biçimlerine de yer verilebiliyor. "Küt küt atıyor kalbim /Bitmedi gitti şu harbim / Liseli kızlar gibi pır pır / Uykusuz gecelere talim" gibi dörtlüklerde, "harbim" ve "talim" sözcükleri, çağrıştırdıkları "askeri" anlam dışında kullanıldığı gibi yazılan sözler oldu. Türkçenin "söylendiği gibi yazılan bir dil olmadığını", bu konudaki yanlış bilgiyi düzeltmek gerektiğini söylediğimde (*) kimi çevreler kıyameti koparmışlardı. Söylendiği gibi yazmanın ne demek olduğunu bu yıl gördüler:
Sen beni öldürcen mi? / Çıldırtcan mı canım?
Ayağını yerden kesçem senin
Çeksene elini, kırıcan mı belimi?
Buralar yıkılıyo, benden yıkılıyo
Ölçü:
Şiirdeki ölçüden çok, doğal olarak, müziğin ölçüsüne uymak zorunda şarkı sözleri. Bu zorundalık kimi zaman yanlış sözcük kullanımına yol açabiliyor:
Dağları deldim tek başıma / Çölleri aştım bir tek ben /Erleri yendim kız başıma / Sende yıkılmam
"Er" sözcüğünün anlamını açıklamaya gerek yok. Bu dörtlükte ise "erler", besbelli "erkekler" yerine kullanılmış.
Pop müziğe söz yazanların, daha çok türkülerde kalmış "yâr" sözcüğünü sıklıkla kullanmalarının, tek hecelik bir sözcüğe gereksinme duyulan her yere bir "yâr" eklemelerinin açıklaması da ölçü zorudur sanırım.
Söyleyiş:
Ağır basan bir eğilim, şarkı sözlerinde sokak dilini kullanmak. Sokak dilinin yanısıra "itiraf sayılacak açıklamalar da var kimi şarkı sözlerinde:
Her akşam hasretinle yarılıyorum / Yastığa yorgana sarılıyorum /Ben ilk kez seni sevmiştim hain /Söylemiştim sana hatırlıyorum / Benim kadar aptalını bulamazsın yâr
Pop müzik sözlerinde en çok tepki çeken, söylendiğine göre, "kalbim"e uyak olsun diye bulunmuş olmalı.
"Çet" (chat) dilinden, cep telefonu mesajlarından günlük dile giren kötü bir alışkanlık bu ve yaygınlaşması önlenemeyecek gibi görünüyor.
Düzeysizlik diye niteleyebileceğim bir eğilim ise argodan öte, kabalık olarak kendini gösterdi. En çok tepki çekeni şöyle sözler içeriyordu:
Ayılık var senin hamurunda / Sarılmandan be, /Kırıcan mı belimi?
Hoşgörüyü biraz geniş tutmak koşuluyla sevimli bile gelebilecek bu sözlerin yanında kabadayı ağzı söylenmiş daha niceleri var:
Azar azar / Kader bize ne yazar?
Ankara Devlet Su İşleri / Bırak kızım bu işle
Son sözü söyledim koymadı mı?
Ben kaçın kurrasıyım kızım
Fıstık mısın yoksa nesin / Seni niye eller yesin?
ANLATIM ÖZELLİKLERİ
Sözcükler:
Sözcüklerin yerli yerinde kullanıldığını söyle çok zor. Sözcüğün kendi anlamıyla bulunduğu kazanması istenen anlam çoğu zaman örtüş Önce bir reklam filminde kullanılan Fransızca "d sözcüğü, verev kesilmiş kumaşın kat kat dökülmesi oluşan bir yaka modeli, bir terzilik terimiyken şarkı sözüne de girmiş: "Haydi yasla başını /Degajeme doğru", farkının klibinde sözü edilen yaka modelinden eser bulunmaması, bu sözcüğün (yine Fransızca) "dekolte" sözcüğü yerine kullanılmış olabileceği kuşkusu doğuruyor.
"Sus mu geldi aniden susmayan dudaklarına" / "Küs mü geldi aniden, içinden" gibi, Türkçede bulunmayan kimi söyleyiş kalıpları, belli belirsiz bir anlam yükü iletmesine karşın, Türkçeye tam bir ihanet anlamı taşıyor.
Argo, kaba söyleyişler:
"Ela" ve "bela" sözcüklerinin söylenişinde ciddi bir telaffuz hatası içerse de asıl kabalığıyla öne çıkan söyleyişlerden biri şu:
Elalarını elalarını / Allah versin belalarını
İrkiltici derecedeki kaba söyleyişlere çok örnek vermek istemiyorum. Aşağıdaki tek başına bile yeter aslında:
Garajında TIR'ları, / Sayılır hatırları / Her akşam çıtırlan / Götür / Her yerde büroları / Satın almış buraları / Dolarları öroları / Götür evladım götür
Benzetmeler:
Hani o gözlerin var ya / Vatan millet Sakarya
Bu dizelerde olduğu gibi, benzetme yapmak için kendini hiç yormayıp en kolayından bir şeyler çarpıştıranlar çok.
"Acı domates" derken, "olmamış, ham" domatesi mi kastediyor acaba; yoksa bildiğimiz domatesin, bilmediğimiz böyle bir çeşidi mi var, diye insanı düşündüren benzetmeler de var:
Geberiyorum canım, geberiyorum / Acı domates gibi kızanyorum
Kimileri de artistik benzetmeler yapmak için çok uğraşmış gibi görünüyor:
Yâr aynada güvendiğin ne? / Melek misin, gümüş söğüt dalı mı?
"0 mu, yoksa bu mu?" kalıbı bildiğimiz bir kalıp; ancak "o" ve "bu" arasında bir ilişkiyi de zorunlu kılan bir kalıp. "İn misin, cin misin?" der gibi, "Melek misin, şeytan mısın?" denebilir. "Gümüş söğüt dalı" sözü tek başına pek anlamlı, pek güzel bir söz de olabilir; ancak "melek" olmayanın olabileceği öteki şey diye karşımıza çıkarıldığında hâlâ anlamlı olduğunu söylemek zor. Yani bir insan "melek" değilse "gümüş söğüt dalı"dır; "gümüş söğüt dalı" değilse melektir, deniyor. Öyle midir?
Gözlerin menekşe bahçesi / Sözlerin ipek gül denizi
Bu dizelerde de tek başına anlamlı olan; ama yan yana geldiğinde o kadar da anlamlı olmayan "deniz", "ipek" ve "gül" sözcüklerinden bir tamlama oluşturulmak istenmiş gibi. Yalnız istenmemiş, yapılmış da... Anlamlı mı? Bilemem.
Şarkı sözlerini tararken eskilerin "hüsni talil" dediği, "güzel neden bulma" sanatının etkili örnekleriyle de karşılaşılıyor:
Aygaz geçmez kapımdan sen olmayınca / Ekmek çıkmaz fırından sen olmayınca
Ekmeğin çıkmamasının ve Aygaz'm geçmemesinin mutlaka, sokağa çıkma yasağı gibi, askeri darbe gibi başka bir nedeni vardır; ancak görüldüğü gibi şair bunu sevgilinin yokluğuna bağlamakta.
Mantık uyuşmazlığı:
Pop müzik parçalarına dikkatlice baktığımda hangi mantıkla art arda getirildiğini anlayamadığım o kadar çok söz çıktı ki karşıma, işte en çok dinlenen şarkılardan biri:
Zalim, oyunbozan / Sen de bu büyü de yalan/Gelip de bi' tanem olmaya ne hakkın var?
"Sen de bu büyü de yalan"da bir anlatım sorunu var. "Sen de yalan(sın), bu büyü de yalan" denmeli doğrusunu arayacaksak. Ancak ben ona değil, şu "bir tanem" meselesine bakmak niyetindeyim. Bir kız (herhalde) gelmiş ve "Ben senin bir tanen olacağım." diye direnmiş. Oysa kimse böyle bir iddiayla ortaya çıkamaz. O kişiyi "bir tane" yapan, bu sözü söyleyenden başkası değildir çünkü. "Sen de onu 'bir tanen' yapmasaydın!" demezler mi insana? Bunun için karşı tarafa kızmaya hakkın yok ki!
Bir şarkıda geçen, "Sana taptığım yıl geçen seneydi "biçimindeki söyleyişi nereye alacağımı bilemedim. Geçen yıl taptığı kişiye bu yıl tapmadığı belli de bu sözün ne düşünülerek yazıldığı pek belli değil.
En büyük bedduam / Doğduğundan beri /Aşksız kal, aşksız kal, aşksız
İnsan bugünden sonrası için dua ya da beddua edebilir. Geriye dönük beddua olur mu? Doğduğundan beri aşksız kalmışsa kalmıştır, kalmamışsa kalmamıştır. Beddualar geriye doğru işlemez.
Dilbilgisi bozuklukları:
Kimi zaman anlamsal bir boşluk bırakan özne eksikliğine rastlanıyor:
Benden başka böyle var mı?
Bu sözü duyan, "Senden başka böyle NE var mı?" diye sorar ki doğru bir sorudur.
Şu sözlerde de bir çeşit yamyamlık çağrıştıran "lokma lokma" ikilemesi sorun yaratıyor.
Serçe parmağını / Fıstık yanaklarını / Lokma lokma her yanını / Öpsem yeniden / Dönsen köşeden
Bu dizime bakılırsa sevgilinin her yanı lokma lokma küçük parçalara bölünmüş. Yanlış yerde mi kullanılmış, "lokma lokma öpsem" diyordur belki diyeceğim; ama bu da pek anlamsız kaçacak. Çünkü öpmenin değil, yemenin belirtecidir "lokma lokma". Lokma lokma yenir de lokma lokma öpmek biraz zor. Aynı şarkı sözlerinde bir de sıralama hatası var sanki. "Öpsem" ve "dönsen" arasındaki öncelik sonralık ilişkisi biraz garip. Daha sevgili köşeden dönmeden nasıl öpülebilir? Hoş, köşeden dönmesi de yetmez. Öpmek için sevgilinin ulaşılabilir bir yere, öpme mesafesine gelmesi lazım.
Sen hem kötü hem kaba hem sabasın
Üçüncü "hem" olmamış. "Alaycı bir söyleyiş" olarak almaya çalışsak da "saba" diye bir sözcük bulunmadığını söylemek zorundayız. Daha doğrusu, böyle bir sözcük var da konumuzla ilgisi yok. "Kaba saba" ikilemesi bölünüp böyle tek sözcükler halinde kullanılamaz; çünkü adı üstünde, ikileme bu!
Tutarsız (çelişkili ) anlatım:
Bu başlık altında incelenebilecek çok örnek var. İşte onlardan biri:
İstersen dağlar dağlar / Yerinden oynar oynar / Sabırsız kalbim bir tek/Aşkına isyankâr
"İstersen dağlar (bile) yerinden oynar" dendiğini elbette anlıyoruz. Sabırsız bir kalp var. O da tamam. "Aşkına isyankâr" ne peki? İstemiyor mu aşkı, karşı tarafın aşkına isyan mı ediyor? Peki bunun sabırla, sabırsızlıkla ne ilişkisi var?
Asıl sabırla ilgili parça şu:
Buralara yaz günü kar yağıyor canım / Ölene kadar seni bekleyemem / Ona buna benzemem, oyuna gelmem / Senin için ölmeye söz veremem
Sevgili biraz oyuncuymuş anlaşılan, bizim âşık da resti çekmiş, beklemeyecek onu. Peki, bunun yaz günü kar yagmasıyla ilgisi ne? Kar kendi mevsiminde, kışın yağsa, ölene kadar bekleyecekti; ama kar, yağacağı mevsimi bilemeyip yazın yağdığı için, bizim âşık da bekleyemeyecek (mi demek?).
Bu yazın "hit" (Öyle diyorlar!) parçalarından biri de şöyle:
Hatayı ben en başında yaptım aynı evi senle paylaşarak / Kendimi çok takdir edeceğim ayrılığı kutlayarak / Vedalaşırken üzülmüş gibi tutma ellerimi acıyarak / Kendine dev aynasında değil boy aynasında bir bak / Acım taze kurtulamazsın gözlerini kaçırarak/Belki birazcık bozuldun, ruhun belki can çekişiyor/Belki biraz da kızardın; ama sana kırmızı çok yakışıyor
Parçanın adı "Kırmızı". En vurucu olacağı ı len söz, sevgilinin yüzünün kızarmasıyla dalga geçilen, son dize. Anlayışlar elbette farklı. Bence en özgün söyleyiş, "Kendine dev aynasında değil, boy aynasında bir bak". Kendini dev aynasında gören biri söz konusu İdi kendine boy aynasında bakması önerilmiş. Buluş gerçekten hoş! Biz kız tarafı oluyoruz, bizim tarafta da "ayrılığı kutlayarak kendini takdir edecek" biri var. Kendini takdir etmesi, herhalde ayrılmayı başardığı için. Ayrılığı kutlayarak mı takdir edecek kendisini; kendisini takdir ederek mi ayrılığı kutlayacak, burası biraz çapraşık. O kendini dev aynasında gören, vedalaşma sırasında bizimkinin ellerini üzülmüş gibi tutuyor; hemde acıyarak. Bu iki duygunun aynı yüze yansıması olanaksız. Üzülmüş gibi duran biri, aynı zamanda acıyarak bakamaz çünkü. Sonra bu acıyan kişi gözleri! kaçıracak. İyi ki bizimkinin acısı taze; yoksa öyle gözleri kaçırarak falan elinden kurtulmak pek mümkün olmazdı. Acısı taze olduğu için bir şey yapamıyor. Yo ne yapardı, o kadarını bilemiyoruz. Kırmızının bu dd kanlıya yakışması dışında bir de ruhun can çekişmesi var. Ruh nasıl can çekişir; can çekişen ruh mudur; yoksa ruh insanın, can çekişmesi söz konusu olmayan, zaten ölümsüz olduğuna inanılan yanı mıdır?
Her ne kadar "doğal olarak" dense de bir türlü doğal bir ilişki ya da herhangi bir ilişki kurulamayan iki aykırı yargı da şu tümcelerde var:
Aya benzer yüreğim / Eee doğal olarak takipteyim
Yürekle ay arasındaki benzerlik ilişkisini sorgulamayacağım gibi, yüreği aya benzeyenlerin takipte olması doğalsa, sözgelimi yüreği güneşe benzeyenler istirahatte midir, diye de sormayacağım.
Madem öldürdün / Akbaba olmasın /Eğer sen yoksan/ Kimsem olmasın / Ne olur olmasın
Bu şarkıya "akbaba"nın nasıl girdiği konusunda bir fikri olan varsa kedine saklasın, asla öğrenmek istemiyorum.
Şu aşağıdaki sözlerin arka arkaya söylendiğine inanmak çok zor:
Yalnızlıktan sıkıldım, usandım / Sımsıkı sarıl bana / Benimle oynama, şansını zorlama / Uğurlar olsun
Yalnızlıktan sıkılıp bunalan ve "Sımsıkı sarıl bana" diyen kişi, hiçbir şey olmadan (bir şeyler olduğu bize söylenmeden) nasıl ve neden fikrini değiştiriyor ve az önce kendisine sarılmasını istediği kişiye, "Uğurlar olsun" diyor?
Hele şunu, akıl sağlığımı korumak için, okumadan geçmeyi yeğlemeliyim:
Yaşandı bitti saygısızca / Aldatmanın tadına varınca / Doğru söylesen kimin umurunda / Gözüme inanırım haydi zıpla
Saygısızca yaşanan nedir? Aldatmanın tadına varan ne yapar? Sürekli aldatır mı? Doğruyu söyleyen ne diyebilir? Doğmsu var mıdır? Varsa nedir? Gözünden başka neye inanma önerilmiştir de reddedilmektedir? Zıplaması istenen kimdir? Zıplamadan gitse olmaz mı? Yürüyerek uzaklaşması yasak mı?"
Bu sözlere anlam vermekte zorlanmam, benim anlayışsızlığımdan olabilir. Sözler Türkçe. Hesapça, Türkçe bilen herkesin anlaması gerek. Bir de "Ay lav yu, ay lavyu/Duyu lav mi, yes ay du"\x, 'Ah tu leyt, tu tu leyt’li bir geçmişten gelen ve nece olduğuna asla karar veremeyeceğimiz sözler var:
Hey güzeller güzeli / Hey kamon şeyk yor badi / Hey seksi beybi/ Essah mı yani?
Gecikmiş bir Tanzimat eğilimiyle aşkını ilan etmek için Fransızcayı yeğleyerek, "Mecburen jötem, ille de jötem" diyenler olduğu gibi, günün modasına uyup "Yu ar cast e fuliş Kazanova" diye tümden Ingilizceye yönelenler, bir de köpekleşme ile ingilizce arasında kalanlar var:
Hav hav hav hav hav ar yu / Ver ver ver ver ver aryu
İÇERİK ÇÖZÜMLEMESİ Değişen değer yargılan:
Son 20 25 yıldır pek çok değer yargısının değiştiğini söylemek çok kolay bir saptama olur. Bu değişen değer yargıları elbette şarkılara da yansımış. Hülya Avşar'm her fırsatta söylediği, "Tahsil cehaleti alır, eşeklik baki kalır." sözü, bir pop müzik parçasında şöyle dile getiriliyor:
Kırık dökük yazılmış yazım / İnsan saraylarda doğmuyor / Kaç defa söyledim sana / Okumakla adam olmuyor
Besbelli alınyazısının kötülüğünden yakınılıyor. Peki, "însan saraylarda doğmuyor" ne demek? Sen sarayda doğmamış olabilirsin; ama sarayda doğanlar insan değil mi? Üstünde asıl duracağım, "adam olma okuma" ilişkisi. Bu yargı, okulları tümden gereksiz kurumlar olarak görmemize yol açacak kadar çok söylendi. Okumakla adam olunmuyorsa nasıl olunur? Neye güvenilecek, neye inanılacak, diye soracak olsak yanıt |