Yamalı Çelişkiler Semti: Saraybosna'dan Yenibosna'ya
Mustafa Armağan
Profil
Evliya Çelebi'nin yazdığına göre, bizim Edirne'ye yakıştırdığımız "Serhad Şehri" ibaresi vaktiyle Bosna'ya veya o zamanki deyişiyle "Saray-ı Bosna"ya aitmiş. Saraybosna halkı heybet, cesaret ve celadetleriyle parlamışlardır. Serhad kalelerindeki bütün gaziler, Evliya'ya göre, Bosna serhaddindendir!
Gariptir, bugün İstanbul'un Bahçelievler ilçesi sınırları içinde bulunan Yenibosna yerleşmesinin kuruluş öyküsü de Bosna'nın son gaziler kuşağına ulaşır. Rivayete göre, tarihlerimizde "93 Harbi" diye anılan 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'ndan sonra Bosna'dan 15-20 kadar aile kalkıp İstanbul'a gelir ve bugünkü Yenibosna civarına yerleştirilirler. (Yerleşmenin ilk adı, geldikleri yere ayna tutmaktadır: Saraybosna.) İstanbul Ansiklopedisi'nde verilen bilgilere göre "Bu köy, Osmanlı döneminde Saraybosna yakınlarında yararlılık gösteren bir beye tımar olarak verilmesinden sonra bu adı almıştır". Köye bir ara nedense Viranşehir denilmişse de adı 1936'da Yenibosna olarak değiştirilmiştir.1
Bosna'dan göçmen olarak gelen bu 15-20 ailenin bugün yüzbinlerce insanın yaşadığı bu koca yerleşmeye kazandırdığı özellik, göç ve onun doğurduğu sonuçlar olmuştur. Neredeyse büyük bir ilçe, hatta orta ölçekli bir il büyüklüğüne ulaşan nüfus hacmi (1990 sayımına göre 170 bin), 1970'lerde arazisinin gelişigüzel sanayileşmeye açılmasının ardından patlamıştır. Hem Balkanlar ve Trakya'dan (bu arada Bulgaristan'dan), hem de Orta ve Doğu Anadolu'dan gelip yerleşen göçmenler ordusu, Yenibosna'nın pek de kendine özgü olmayan ama ilginç profillerinin oluşumuna katkıda bulunmuşlardır.
Yenibosna'nın göçmen profilindeki ağırlıklı unsurlar şöyledir: Trakya kökenliler, Sivaslılar, Malatyalılar, Erzurumlular, Bayburtlular, Siirtliler, Nevşehirliler, Tokatlılar, Kastamonulular, Erzincanlılar ve Urfalılar.
Hayat
Geçenlerde Yenibosna'nın en işlek caddelerinden Mahmutbey Yolu üzerinde, yeni bir market açılmıştı. Semtimizin bu yeni işletmesinin sahibine "Hayırlı olsun"a gittiğimde, bu gencecik girişimcinin bir müşteriyle konuşmaya can attığını fark ettim. Ayaküstü epey lafladık. Söyledikleri arasında bir şey dikkatimi çekti: "Benim Üsküdar, Bağlarbaşı'nda da bir marketim var ama burada durmayı tercih ediyorum." Tabiatıyla "Neden?" diye sordum. Aldığım cevap ilginçti: "Buradaki insanlar daha samimi, daha cana yakın. Hiç canım sıkılmıyor. İnsanlar konuşuyor. Ama Capitol'ün yakınındaki insanlar hiç böyle değil. Oradaki ilişkiler çok daha mekanik." Bıraksam, gece 22.00'de ayaküstü başladığımız sohbet ertesi günün başlangıcına uzanacaktı.
Belki pek çok yönünü beğenmiyordum ben de oturduğum semtin ama beni burada tutan şeyin ne olduğunu Malatyalı olduğu her halinden belli olan bu genç fısıldamış oldu kulağıma. Gerçekten de, ister tanıyın, isterse tanımayın, buralarda herhangi bir ihtiyacınız olduğunda, söylemeniz yeterli olur insanları harekete geçirmeye. Cep telefonunuzun şarjı mı bitti, girin bir kebapçıya, söyleyin garsona, yemek yemeniz bile şart değil, oturup çayınızı içip muhabbete koyulmuşken, komşulardan bir şarj aleti bulunmuş ve cebiniz dolmaya başlamıştır!
Hemşerilik ilişkileri bugün de tahminlerin ötesinde devam etmektedir. Tıpkı Bosna'dan gelen ailelerin, pek çok aileyi buraya çekmesi gibi, çeşitli illerden gelip de dikiş tutturan aileler, en kısa zamanda köylerindeki akraba ve yakınlarını da çekerler yanlarına. Sık sık bir köyün, hatta komşu birkaç köyün toplu olarak bir mahalleye göçtüklerine ve burada komünal hayatlarını devam ettirdiklerine şahit olursunuz. Gelenekler büyük ölçüde belirleyicidir bu ailelerde. Kadın-erkek ilişkileri, genç-yaşlı ilişkileri, doğum-ölüm ilişkileri, iş ilişkileri, yardımlaşma, dayanışma, bağlılık, komünal kriz günlerinde anında bir araya gelme refleksi, dine ve töreye aşırı duyarlılık, iç-dış ayrımı... metropolün kıyısında kendi ilişki ağını yeniden tesis etmeyi başarır.
Şehirle bütünleşme sağlanmış mıdır? Bu "bütünleşme" savını, fonksiyonalizmin (işlevselcilik) bu dogmasını ne zamana kadar önemsemeye devam edeceğiz? Neden illa bütünleşmesi gerekiyor bu kenardaki insanların "şehir ideolojisi"yle? Alain Touraine tarafından "Çağımızın Marks'ı" unvanıyla tebcil edilen Manuel Castells, bunu sorgulamanın gerekliliğine işaret ediyor haklı olarak.2
Yine de Castells'in, yerel kimliklerin korunması ama onlara zarar vermeden daha geniş bir sosyal kimlikle bütünleşmenin sağlanması önerisi3 büyük ölçüde Yenibosna ölçeğinde kendiliğinden gerçekleşme yolundadır. Geceleri balkonlardan çöp poşetlerini caddeye fırlatanlar, aynı zamanda WAP teknolojisini kullanıyor olabilirler. Ya da uydu yayınları vasıtasıyla dünya televizyonlarını izleyen "çağdaş" bir ailenin evinde ders kitaplarıyla Kur'an-ı Kerim'den başka tek bir kitap bulunmayabilir. Çocukları Lep Top'da çetleşen ailenin büyükleri mahalli ozanların deyişlerini seslendiriyor olabilirler öbür odada.
Yarılma
Bütünleşmeden çok bir yarılmadan bahsetmek belki daha doğru olur burada. Şifahi kültür büyük ölçüde egemendir. Kahvede, berberde, markette, evlerde, komşu gezmelerinde, camilerde... insanların dünyası büyük ölçüde komünal iktidarın ideolojisiyle yapılandırılır. Oysa televizyonlar başka telden çalmaktadır! Televoleler, burada da Etiler'deki kadar -hatta bana göre daha da fazla- izlenmektedir. Çünkü kendisinin ait olmadığı bir dünyadır, belki ait olmak için can atmadığı ama yine de kimliğinin bir yerine hınç itkisiyle yerleştirdiği bir anti-dünyadır.
Enternasyonal "akışlar uzayı"ndan yer döşekleri üzerinde bağdaş kurmuş insanların dualarla biten sofralarına meteorlar gibi düşmektedir bu görüntüler. Yarılma, her gün ekmeklerin yanına katık olmaktadır. Sonuç: AKP'nin İstanbul'da en çok oy aldığı yerlerden birisi, Yenibosna'dır.
Bayburt'un merkez köylerinden gelen büyük bir ailenin karmaşık yapısı, Yenibosna'daki ilişkilerin bir kısmına ışık tutacaktır.
Bu ailenin 1960'lı yıllarda İstanbul'da başlayan macerası bu semte demirlemiş gibidir. Önce tek katlı bir evde hep beraber yaşanan komünal hayat, refah düzeyi arttıkça fiziken parçalara ayrılmış, her parça farklı bir apartman dairesine kapanmıştır. Fiziken uzaklaşılsa da özellikle erkekler hep beraber çalışmaktadır. Büyüyen oğlanlar baba, amca ve dayılarının oluşturduğu koalisyona kabul edilmekte ve aile böylece güç birliğinden oluşan bir yapılanmaya gitmektedir. Şirket büyüdükçe iş ilişkileri profesyonelleşmekte, bu da kabilevi yapılanmanın menteşelerini zorlamaktadır. Her şeye rağmen komünal bağlar profesyonelliğin önündedir ama bu bağ da bir kriz anında bağlayıcılığını kaybeder. Ardından şirket, şirketçiklere bölünür ve herkes kendi başının çaresine bakar iş anlamında. Araları bozulsa da, herhangi bir acil durumda kabile refleksi harekete geçer ve dayanışma çemberi genişleyiverir.
Acil durum, bazen kaza veya ölüm olur, bazen de hastalık ya da kabilenin bir üyesine yapılan haksızlık. Bu, bütün kırgınlıkları silen bir etki yapar geçici olarak. Ayrıca bayramlar ve düğünler, bir de doğumlar ailenin bir araya gelmesinde ve insicamını korumasında hayati olaylardır. Geniş hemşeriler ağı, bugünlerde hatırlanır ve ailenin gözden ırak üyeleri bu günlerde soruşturulur. Ölen kalanın envanteri çıkartılır. Başlar sallanır, dayanışmanın önemi vurgulanır. Cenaze törenleri, kabilenin plebisitidir bir bakıma.
Yama
Öte yandan aile, yarılmayı sadece iş anlamında (profesyonel ilişkiler ile geleneksel ilişkiler arasında) yaşamakla kalmaz, aynı zamanda zihniyet olarak da yaşar. Oğlan çocukları -mümkünse- yurtdışında, tercihen Amerika'da okutulur ama kız çocukları Kur'an kursuna veya İmam-Hatip'e gönderilir. Çarşaflı kadınların dünyası, yabancı dil bilen, okumuş, "dünya görmüş" gençlere emanet edilir!
Çelişkiler yama tutar mı? Yenibosna'da tutar en azından. Zira şehrin üzerine örtülen bütünlük ideolojisinin altında bu yamaların soluğu duyulur.
Notlar
1 Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, cilt VII, İstanbul 1994, s. 470.
2 Manuel Castells, Kent, Sınıf, İktidar, Çeviren: Asuman Erendil, Ankara 1997, Bilim ve Sanat Yayınları, s. 18-20.
3 Manuel Castells, The Informational City: Information Technology, Economic Restructuring and the Urban-Regional Process, Blackwell 1996, s. 350-351.