13. Yüzyılın Başında Anadolu’da Ticaret
Claude Cahen
Anadolu’da 13. yüzyılın başında ilk kez örgütlü bir Müslüman devletin ortaya çıkışı Yakındoğu ticaretine yeni bir öğenin katılmasına yol açar. Bu bölgede var olan ve çevre ülkelerin bu konudaki yoksulluğuyla çelişki oluşturan maden zenginliklerinin (demir, bakır, gümüş, şap) değerlendirilmesi, büyük miktarlarda tuz, çivit, safran, yün üretimi1, dışsatımı önemli ölçüde besleyebilir, aynı zamanda kentlerin yeniden doğmasını, saray yaşamının ve kültürlü bir soylu sınıfın gelişmesini, ayrıca uzak ülkelerden pahalı malların dışalımını sağlayabilirdi. Öte yandan Anadolu’nun transit ticaretinde benzersiz bir yer almasını sağlayacak çeşitli koşullar da bu bölgede bir araya gelmişti. Gerçekten de modern Rusya topraklarının güney steplerinde Kumanların (Kıpçaklar) ortaya çıkışı, Karadeniz ve Volga havzasının Baltık ülkeleriyle eski bağlantısını uzun süreden beri canlı tutuyordu; öte yandan Karadeniz’in güney kıyılarında tuzlanmış balık trafiği, daha geniş ölçüde de kürk ticareti vardı; ayrıca Kumanlar, Bizans’tan Harizm’e kadar çok sayıda ülkeye, özellikle de Müslüman ülkelere, birçok ordunun yararlandığı köleleri büyük ölçekte sağlayan kaynaktır2; ordusunu Mısır’dan sağladığı kaynaklarla genişletebilecek güçlü Eyyubî monarşisinin kurulması, alışverişleri görünürde artırır; öte yandan, Kafkasya’yı aşan kara yolu, savaşlarla yakılıp yıkılan ülkelerden geçmektedir; Hıristiyanların elinde bulunan deniz yolu ve Boğazlar; İskenderiye’den başlayıp denizden Antalya’ya, oradan da kara yoluyla Anadolu’yu aşarak Karadeniz limanlarına ulaşan yol, Mısır’ın geleneksel olarak ağaca, demire, vb. gerek duyduğu, Anadolu’nun da ona bunları sağlayacak en yakın ülke olduğu düşünüldüğünde oldukça önemlidir. Doğu’dan gelen ürünleri Mezopotamya’dan ya da İran’dan batıya taşıyan kervanlara gelince, bunlar eskiden olduğu gibi, taşıdıkları malları Trabzon’da yeniden gemilere yükleyip Kırım’a ya da Konstantinopolis’e göndereceklerine, Selçuklu devletinin gelişmesini sürdürüp Karadeniz’e açılacak bir toprak parçası fethetmesiyle, aşılması gereken Hıristiyan sınırı ortadan kalkacağından, batıya doğru daha fazla ilerlemeye can atıyorlardı; bu bölgede zaten Harezmlilerden ve Moğollardan kaçıp buraya yerleşmiş İranlı kardeşleri vardı. Öte yandan o dönemde Latinler de Konstantinopolis’te Yunanlıların yerini almış, Karadeniz’in ve Anadolu’nun sunduğu ticaret olanaklarından doğrudan yararlanmayı düşünüyorlardı; bu bölgeye zaten Suriye’de ve Kıbrıs’ta kurdukları kolonilerden ulaşıyorlardı. Yüzyılın ortasında gerçekleşen Moğol istilası bu verileri tümüyle alt üst etti. Dolayısıyla, bu istiladan hemen önceki dönemi değerlendiren özel bir inceleme yapmakta yarar vardır.
II. Kılıç Arslan (1155-1192) tarafından Konya ile Kayseri arasında yaptırılan birkaç kervansaray, 12. yüzyıldan önce ticaret alanında bir yeniden doğuşun başlamış olmasının tek belirtisi olmakla birlikte, o tarihten sonra ticari ilişkilerin geliştiğini gösteren kanıtların çoğaldığını görüyoruz. Bu kanıtlardan biri, 1197 yılında Mısır sultanı el-Aziz’in Bizans imparatoru III. Aleksios Angelos’a gönderdiği armağanların Anadolu’dan geçişi; özellikle de bu armağanlara Selçuk sultanı I. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından el konması, buna misilleme olarak da o sırada Konstantinopolis’te bulunan Konyalı tüccarların tutuklanmasıdır.3 Yine aynı dönemden günümüze ulaşan dinsel bir vakıf belgesinden anladığımıza göre Konya’da 598/1201-1202 yılında eski sûk’un yanında yeni bir sûk ve dükkâncılarla zanaatçıların yanında Tebrizli iki büyük tüccar, bir de Konyalı Türk tüccar vardı.8 Dahası, Angeloslar döneminin karışıklıklarından yararlanan Türkmenler, 12. yüzyılın hemen sonunda Rodos’un doğusundaki kıyılara girdiler, aynı dönemde Karadeniz kıyısındaki Samsun da olasılıkla Türkleşmişti; her ne olursa olsun, aralarında Selçukluların da bulunduğu tüccarlar, Konstantinopolis’e gitmek üzere buradan gemilere biniyorlardı; III. Aleksios Angelos 1200 yılına doğru, Kerasont’ta batan bir gemiyi arama bahanesiyle, Samsun’dan yola çıkan gemileri kovalamış, Türkler de zararlarının karşılanması için Selçuk sultanı Rükneddin’e baş vurmuşlardı.5 Daha o zamandan Sivas’ta oluşmuş büyük pazarda önemli ölçüde ticaret yapılıyor, o dönemde yaşamış İbnü’l-Esîr’e göre, 602/1205-1206 yılının hemen öncesinde burada Rusya’dan ve Kıpçak ülkesinden, Suriye’den ve Mezopotamya’dan gelen tüccarlar bir araya geliyorlardı ve söz konusu ticari etkinlikler o ölçüde önemliydi ki, tüm Karadeniz kıyısının, Trabzonlu Aleksios Kommenos’un kardeşi David Kommenos tarafından, Konstantinopolis’e yapılan IV. Haçlı Seferi lehine fethedilmesi ve Rükneddin’in Konya’da ölümünden sonra tahta bir çocuğun geçirilmesi, Türklerin denizle bağını yeniden kopardığından, bu durum Sivaslı tüccarların önemli bir krizle karşılaşmasına yol açmış, bu karışıklıklardan yararlanıp Konya’da sultanlığı yeniden ele geçiren I. Gıyaseddin Keyhüsrev Trabzon topraklarına askeri bir sefer düzenlemiş, anlaşıldığına göre bu sefer başarısız olmuştu.6
Bu başarısızlığa karşın, güneyde Anadolu’ya açılan büyük bir kapı olan ve Akdeniz kıyısında bulunan Antalya limanının fethi I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in sultanlık döneminde gerçekleştirilmiş, Rodos’un ve Kıbrıs’ın karşısında yer alan bu kıyılar kısa sürede Türkleşmişti. Bu fetih, İskenderiye’den gelen ve Bizans imparatorluğunun yıkılmasından sonra buranın hâkimi olan Toscanalı maceraperest Aldobrandini tarafından Antalya’da mallarına el konan tüccarların sultana durumdan yakınması üzerine gerçekleştirilmişti: dört yıl sonra Frankların Kıbrıs’ta toplanması üzerine, Antalya’nın yerli halkının ve Selçuklu bir tüccarın isyan etmesi, bu limana Aldobrandini’nin dışında başka Frankların da ilgi duyduğunu ortaya koyar.7 Ne var ki gerçekleştirilen fetih kalıcı hale geldiğinden, Selçuklularla Kıbrıslılar arasında barışçı ilişkilerin kurulması Frankların da, Türklerin de işine geliyordu. 1213 yılının sonundan başlayarak, esas olarak ticari alandaki yakınlaşmalarla ilgili, elli yıl önce Lampros tarafından yayınlanan önemli mektupların hiç kimsenin dikkatini çekmemiş olduğu görülüyor. 1214 yılının ocak ayında Selçuklu sultanı Keykavus’un (1211-1218) bir mektubuna yanıt veren Kral Lusignanlı Hugues, ona kendi egemenliği altındaki devletlerde ticaret yapmaya gelen Selçukluların karşılıklılık kurallarına uygun olarak tam güvenlik altında olacaklarına söz veriyor; o dönemde yazıldığı anlaşılan ikinci bir mektubunda da sultanın yanında bulunan Kıbrıs elçisini, “emirler emiri, Konya ve Likaonya valisi”ne övüyor ve aynı güvenceleri yineliyor. Ayrıca elimizde 1216 yılının temmuz ayında yapılmış, üç yıllık bir “ateşkes”i içeren bir anlaşma metni var. Bu anlaşma esas olarak, yalnızca yürürlükte olan vergileri ödemekle yükümlü tüccarlara sağlanan güvenceyi kesin olarak bir kez daha doğruluyor: bunlara, “yürürlükteki uygulamanın tersine”, deniz kazası geçirdikleri durumda mallarının tazmini ve korsanlar tarafından sıkıştırıldıklarında sığınma hakkı tanıyor; nihayet, eylül ayında sultanın Kıbrıslı tüccarlara aynı hakları tanıdığını bildiren yanıtını görüyoruz.8 Bu metinler bize, söz konusu ticaretin büyük hacimli bir ticaret mi, yoksa belirli kabotaj haklarının kullanılmasından ibaret mi olduğu konusunda bilgi vermemekle birlikte, Doğu Akdeniz’de bir Anadolu ticaret filosunun ortaya çıktığını ve Selçuk limanlarına Kıbrıs kralının tebaasının uğradığını gözler önüne seriyor.
Aynı dönemde (1214), Karadeniz’de bu limanın tam karşısında bulunan liman kapısının kesin olarak fethedildiğini görüyoruz. I. Theodoros Laskaris kısa süre önce David Kommenos’u yenmiş ve Paphlagonia kıyılarını, Sinop’un batısına kadar bütünüyle eline geçirmişti. Sultan Keykavus onunla barış içinde olmasına karşılık, onun Pontus kıyılarında gücünü daha da artıracağından korkuyordu; ona sınırlı bir kıyı parçası bırakmak amacıyla Trabzon’daki karışıklıklardan yararlanıp Sinop’u eline geçirebilir, böylelikle iki Rum devletini birbirinden ayırabilirdi: bu düşüncesini, Samsun’un iç bölgesinde savaşan Trabzon imparatoru Aleksios Kommenos’u süpriz bir baskınla ele geçirip, fidye olarak Sinop’u alarak gerçekleştirdi.9 Ermeni kökenli Hethoum buraya vali atandı, kentin surları, on beş Türk emirinin sağladığı para ve işgücü yardımıyla kısa sürede onarıldı; daha sonra Türkleşecek olan Samsun’u Türklerin fırsattan yararlanarak yeniden o sırada mı ele geçirdikleri bilinmiyor, ama Türkler her halükârda bundan böyle Karadeniz’in gözetim altında tutulması ve Rusya ile ilişkiler açısından Pontos bölgesinin en önemli deniz üssünü ele geçirmiş oluyordu.
Karadeniz’in güneyinde yer alan Hellenleşmiş eski koloniler Angeloslar döneminin karışıklıklarını yaşıyordu, Trabzon, Konstantinopolis’ten kopmuştu ve bu koloniler Trabzon İmparatorluğu ile yakınlaşmıştı. Konstantinopolis’teki Latinlerle aralarında hiçbir sorun olmamasına karşılık, 1204’ten sonra, Nikea’ya bağlı kalmalarında ticari açıdan hiç çıkarları yoktu ve anlaşıldığına göre, yüzyılın başında Trabzon’a bağlanmışlardı; bunun nedeni kuşkusuz, karşılıklı köle ve pamuklu, ipekli ve doğudan gelen baharat ticaretinin o yöreye kaymasıydı. Sinop’un fethi Türklerin de sisteme girmelerine neden oldu. Bunun kanıtını, 1223 felaketini kaleme almış olan İbnü’l-Esîr’de buluyoruz. O yıl, Kafkasları aşan bir Moğol ordusu Kıpçakları ezip, Kırım’ın büyük limanı olan Suğdak’a saldırıyordu; adı geçen yazar, bu vesileyle söz konusu limandaki önemli ticaret trafiğinden söz ediyor ve burada oturan çok sayıda kişinin canlarını kurtarmak için Selçuk ülkesine kaçtığını belirtiyor. Yazara göre, Moğollar daha sonra çevredeki Ruslara saldırdılar, bu halktan birçok zengin tüccar, servetlerinin yanlarına alabildikleri kadarını alıp deniz yoluyla Türkiye’ye kaçtı, ne var ki bir talihsizlik eseri olarak bu ülkeye varırlarken deniz kazası geçirdiler ve sultan, o zamanki uygulamaya göre, kurtarılabilen bütün mallara el koydu; bununla birlikte, bir Trabzon kaynağı bu konuda farklı bilgi veriyor: Buna göre, 1223’te, Kerson’dan gelen ve bordasında bu kent ile “Gothia”nın vergilerini toplayan ve bu vergileri Trabzon’a getirmekte olan bir görevli bulunan bir gemi Sinop açıklarında kaza geçiriyor; Kersonluların Yunanlılara bağlılığından hoşlanmayan Hethoum, bunu fırsat bilerek, gemiyi yağmalamak üzere bir donanma gönderiyor. Bundan sonra Selçuklularla Trabzonlular arasında, hangi koşullarda olduğu kesin olarak açıklanamayan düşmanlıklar sürüp gitti;10 bu düşmanlık, biraz da Trabzon ile Azerbaycan arasındaki ticari dayanışma ve Yunanlıların Harezm sultanı istilacı Celâleddin Mengüberti ile işbirliği yapmaları yüzünden, Selçuk sultanı Alâeddin Keykubâd tarafından bozguna uğratılmaları (1229), Trabzon’un Selçukluların vasalı düzeyine indirgenmesi ve Pontos kıyılarına Türklerin kesin olarak el koymasıyla son buldu.
(…)