edebiyatokyanus
İÇERİK  
  ANA SAYFA
  YAZILAR
  => Attila İlhan Şiiri-DoDoç.Dr. Yakup ÇELİK
  => Bunalım Edebiyatı ve Modernizmin Sorunları-Svetlana Uturgauri
  => Karagöz'e Ezgi-Satı Erişen
  => Orta Oyunu Eksikliği-Nihal Türkmen
  => Orta Oyunu ve Karagöz-Nihal Türkmen
  => Dilin Yapısı ve Toplumun Yapısı-Emile Benveniste
  => Türkçe Metinlerde Bağdaşıklık ve Tutarlılık-İrem Onursal
  => Asansörle Yükseltilmek İstenen Çukurlar-Can Yücel
  => KÜLTÜR VE ÖTESİ-Cemil MERİÇ
  => Türkoloji-Cemil MERİÇ
  => Tevfik Fikret ve Batı Retoriği-Rıza Filizok
  => Estetik tarihimize bir bakış-Arslan Kaynardağ
  => MÜRSEL MECAZ-Rıza FİLİZOK
  => Başlıca Dil Bilimi Akımları-Prof.Dr. Rıza FİLİZOK
  => ZİYA OSMAN SABA’NIN NEFES ALMAK ADLI ŞİİR KİTABINDA -Yrd. Doç. Dr. Safiye AKDENİZ
  => HİKAYE VE ROMANDA “ANLATICI”YA GÖRE METİN TİPLERİ, - Yard. Doç. Dr. Safiye AKDENİZ
  => GÖSTERGEBİLİM-Yard. Doç. Dr. Mustafa Ö Z S A R I
  => TÜRKİYE'NİN ÖNEMİ-Emre Kongar
  => KÜRESELLEŞME VE KÜLTÜREL FARKLILIKLAR ÇERÇEVESİNDE ULUSAL KÜLTÜR-Prof. Dr. Emre Kongar
  => TÜRKİYE'NİN KÜLTÜREL ÖZ-ANLAYIŞI: AVRUPA BİRLİĞİ İÇİN BİR ZENGİNLİK-Emre Kongar
  => BARIŞ KÜLTÜRÜ VE DEMOKRASİ-EMRE KONGAR
  => GOP NEYİ AMAÇLIYOR, NEYİ GERÇEKLEŞTİREBİLİR-EMRE KONGAR
  => YENİ EMPERYALİZM, HUNTINGTON VE ELEŞTİRİSİ-Emre Kongar
  => KÜRESELLEŞME BAĞLAMINDA TÜRKİYE-Emre KONGAR
  => DEMOKRASİ KÜLTÜRÜ SORUNLARI-Emre Kongar
  => AVRUPA BİRLİĞİ'NE "ONURLU VE BAŞI DİK" GİRİŞ NE DEMEK-Emre Kongar
  => TOPLUMSAL VE SİYASAL GELİŞMEMİZİ ETKİLEYEN MARKALAR-Emre Kongar
  => KÜRESELLEŞME, MİKRO MİLLİYETÇİLİK, ÇOK KÜLTÜRLÜLÜK, ANAYASAL VATANDAŞLIK-Emre KONGAR
  => NİYAZİ BERKES'DE ÇAĞDAŞLAŞMA KAVRAMI-Emre KONGAR
  => KEMAL TAHİR-Hilm Yavuz
  => OYUNLARIM ÜSTÜNE-Nazım Hikmet
  => OYUN YAZARI OLARAK-Ataol Behramoğlu
  => POPÜLER EDEBİYAT- M. Orhan OKAY
  => HER SÖZ BİR ŞEY SÖYLER-Feyza HEPÇİLİGİRLER
  => Tiyatronun Kökeni, Ritüel ve Mitoslar
  => ROMANDA KURMACA VE GERÇEKLİK
  => Fuzûlî’nin Hikaye-i Leylâ ve Mecnun’u
  => SEZAİ KARAKOÇ ve HİS “;KAR ŞİİRİ”;-Selami Ece
  => İSTANBUL’UN AHMED MİDHAT EFENDİNİN ROMANLARINA TESİRİ
  => AHMET MİDHAT’A ATFEDİLEN BİR ESER: “HÜKM-İ DİL” VE MANASTIRLI MEHMET RIFAT
  => CEZMİ ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER
  => "EDEBİYATEĞİTİMİ"NDE "EDEBÎ METİN"İN YERİ VE ANLAMI
  => Mustafa Kutlu ve Rüzgârlı Pazar
  => BİR BİLİM ADAMININ ROMANI” ÜZERİNE GEÇİKMİŞ BİR TAHLİL
  => ÖLÜMÜNÜN 50. YIL DÖNÜMÜNDE
  => “MİT”TEN “MODERN HİKÂYE” “HİKÂYE”NİN SERGÜZEŞTİ
  => EDEBİYAT DİLİ/EDEBÎ DİL
  => BİR NESLİN VEYA BİR ŞAİRİN ROMANI: MÂİ VE SİYAH
  => İSTİKLÂL MARŞI’NIN TAHLİLİ
  => CAHİT KÜLEBİ
  => TEVFİK FİKRET’İN ŞİİRLERİNDE TRAJİK DURUM
  => MEHMED RAUF’UN ANILARI yahut EDEBÎ HATIRALARIN YAYIMI ÜZERİNE BİR DENEME
  => MEÇHUL BİR AŞKIN SON NAĞMELERİ: TEVFİK FİKRET’İN “TESADÜF” ŞİİRLERİ / YARD. DOÇ. DR. NURİ SAĞLAM
  => Tarihsel Romanın Eğitimsel İşlevi
  => ALIMLAMA ESTETİĞİ VE EDEBİYAT ÖĞRETİMİ1
  => Tanzimat Dönemi Oyun Yazarliginda Batililasma
  => SİNEMA VE EDEBİYAT TÜRLERİ
  => EDEBİYAT EĞİTİMİ, ESTETİK BİR HAZZIN EDİNİMİ
  => EDEBÎ TENKİT
  => ADALET AĞAOĞLU’NUN DAR ZAMANLAR ÜÇLEMESİNDE KİMLİK SORUNU
  => Halit Ziya ve Mehmet Rauf'un hayatları ile romanları
  => YAZIN VE GERÇEKLİK
  => MİLLÎ EDEBİYAT
  => HECE-ARUZ TARTIŞMASI/ Arş.Gör.Oğuzhan
  => AHMET HAŞİM’İN ŞİİRLERİNDE ATEŞİN DİLİ / ARŞ. GÖR. VEYSEL ŞAHİN
  => ROMAN TEKNİĞİ BAKIMINDAN YABAN
  => TANZİMATTAN GÜNÜMÜZE COCUK EDEBİYATI
  => KADIN VE EDEBİYAT
  => Şiirin Temel Özellikleri-Christopher Caudwell
  => EDEBİYAT EĞİTİMİ: HERMENEUTİK BİR YAKLAŞIM Vefa TAŞDELEN
  => VOLTAİRE VE ROUSSEAU ETRAFINDA AYDINLANMA ÇAĞI FRANSIZ YAZINI
  => TÜRKİYE’DE ULUSAL KÜLTÜR TARTIŞMALARI BAĞLAMINDA ÇAĞDAŞ UYGARLIK SORUNU
  => EDEBİYATIN DİLİ ÜZERİNE
  => TARİHİN SINIFLANDIRILMASI
  => Türk Milletini Uyandıran Adam: Attila İlhan
  => EDEBİYAT DERSLERİNİN İÇERİĞİNİN DEĞİŞTİRİLMESİ KONUSUNDA
  => "Yalancı şöhretlerin Gerçek Yüzünü Ortaya Koydum"-Hilmi Yavuz
  => AVRUPA BİRLİĞİNİ YARATAN NEDENLER VE TÜRKİYE Metin AYDOĞAN
  => DİVAN ŞİİRİYLE HALK ŞİİRİNDE ORTAK BİR SÖYLEYİŞ BİÇİMİ
  => divan şiirindeki sevgili tipini alaya alan bir roman
  => ALIMLAMA ESTETİĞİ VE EDEBİYAT ÖĞRETİMİ
  => BAĞLANMA VE ÇELİŞKİ
  => Antik Çağ’da Tarih Yazmak
  => TARİHÎ ROMANDA POST-MODERN ARAYIŞLAR
  => Kültürel Batılılaşma
  => GARPÇILAR VE GARPÇILAR ARASINDAKİ FİKİR AYRILIKLARI
  => Harf Devrimi Üzerine Yeniden Düşünmek
  => EDEBİYAT ÖĞRETİMİNDE WALDMANN MODELİ
  => KEMÂL AHMED DEDE VE TERCÜME-İ MENÂKIB-IMEVLÂNÂ’SI
  => TARİHSEL GELİŞİM SÜRECİ İÇERİSİNDE URDUCA
  => Avrupalılaşmak mı, Avrupalılaştırmak mı?CEMİL MERİÇ
  => ŞAİRANE BİR ÇEVİRİ yahut TOPLUMBİLİMİN SERÜVENLERİ Cemil MERİÇ
  => 47 LİLER YAHUT BİR ROMANIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
  => ZAMAN, ZAMAN – I TERAKKİ Cemil Meriç,
  => Kırk Ambar (Cilt1)
  => KADIN RUHU, Cemil Meriç
  => Umrandan Uygarlığa-C.Meriç
  => Balzac’tan önce modern roman-Cemil Meriç
  => ARİSTARK’LA ZOİL-c.meriç
  => ELİNDE CENNET AÇAN ZEND AVESTA- c.meriç
  => SELEFÎLİK–SÛFÎLİK VE ÂKİF-SÜLEYMAN ULUDAĞ
  => Mehmet Âkif- Mâhir İz’e Yazdığı Mektuplar
  => DİDO SOTİRİYU’NUN ROMANI GİBİ BİR ROMANIMIZIN OLMAYIŞI
  => HİLMİ YAVUZ’UN DENEMECİLİĞİ
  => İRONİ KAVRAMI, GERÇEKÜSTÜCÜLÜK VE ERCÜMEND BEHZAD LAV ŞİİRİ ÜZERİNE
  => OKUNAMAYAN ROMANLAR
  => Gelenekçilik Geleneğe Dahil Değil
  => Türk Tiyatrosunda İronik Söz, İronisiz Metin
  => Postmodernist İroni
  => NÂZIM HİKMET ŞİİRİNİN SİYASİ ETKİLERİ
  => NÂZIM HİKMET ŞİİRİNDE SİNEMASAL ÖĞELER
  => Savaş
  => Newton, Goethe ve Sosyal Bilimler
  => Bir Afyon (!) Olarak Diktatörlükten Demokrasiye Futbol
  => Adorno Yüz Yaşında
  => Theodor Adorno: Kültür Endüstrisini Yeniden Düsünürken
  => ADORNO'NUN KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ KAVRAMI ÜZERİNE
  => ADORNO’NUN KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ KAVRAMI ÜZERİNE
  => Frankfurt Okulu
  => TARİHİ MADDECİLİK VE KAPİTALİZM - ÖNCESİ TOPLUMLARASYA TOPLUMU - FEODALİTE Asaf Savaş AKAT
  => POSTMODERNİZM GEÇ KAPİTALİZMİN KÜLTÜREL MANTIĞI
  => Postmodernizm Ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı 2
  => Postmodernizm Ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı 3
  => DİMİTRİ KANTEMİR'İN DOĞUBİLİM ARAŞTIRMALARINA KATKISI Georges Cioranesco
  => DİMİTRİ KANTEMİR'İN DOĞUBİLİM ARAŞTIRMALARINA KATKISI Georges Cioranesco 2
  => II. MEŞRUTİYET'TE SOLİDARİST DÜŞÜNCE: HALKÇILIK Zafer Toprak
  => II. MEŞRUTİYET'TE SOLİDARİST DÜŞÜNCE: HALKÇILIK Zafer Toprak 2
  => Türkoloji Araştırmaları Makaleler Veritabanı
  => Yeni Makaleler
  => Türkoloji Araştırmaları Dergisi
  => Türkoloji Makaleleri
  => ŞAİR DUYARLILIĞI Afşar TİMUÇİN
  => Yazılar.....
  => SEÇME YAZILAR
  => EDEBİYAT Tez / Makale / Kitap ara
  => Orhan Pamuk: Babamın bavulu Nobel konuşması
  => PiVOLKA'da Çıkan Yazılar
  => Amin Maalouf Üstüne
  => Öykünün Yüzyılı /Feridun ANDAÇ
  => Cumhuriyet Dönemi Türk Felsefesinde Bir Hareket Noktası Olarak Teoman Duralı-oktay taftalı
  => Sofist Bilgeliğin "Empirist" Dayanakları Üzerine 0.TAFTALI
  => Birlik ve Liderlik Hayalleri O.TAFTALI
  => Eğitilemeyen Bir Varlık Olarak İnsan O.TAFTALI
  => Çağdaş Bir Tarım Toplumuna Doğru O.TAFTALI
  => Sosyo-Politik Bağlamda Bir Dekadans Olarak Bilgi Toplumu O.TAFTALI
  => Aşkla Varolan Hayatlar O.TAFTALI
  => Batı Medeniyetinin Mutsuz Çocuğu Entelektüel O.TAFTALI
  => Nihat Genç Yazıları
  => Batılı Tarih Bilimi ve Tarihin Mantığı
  => Bir Hayat Alanı Olarak Aile O.TAFTALI
  => Bir Savaşın Kavramları Üzerine
  => Çalışma ve Erdem Kavramları Arasındaki İlgi Üzerine O.TAFTALI
  => Değer Üreten Hayatlar
  => Doğu'nun Hayal Ülkesi O.TAFTALI
  => Dostlukla Yükselen Hayatlar O.TAFTALI
  => Şiirimizin Hazin Sonu O. TAFTALI
  => Soğuk ve Sıcak Hayatlar OKTAY TAFTALI
  => Yalanın Fenomenolojisi O. TAFTALI
  => Günümüzde Medya Kılavuzluğu - Günümüzde Medya Kılavuzluğu
  => Ermeni Meselesinin Kökenini Batının Irkçılığında Aramak Lazım Prof. Dr. Türkkaya Ataöv
  => Osmanlı’dan Lozan’a Musul-Kerkük
  => “Sözümü Tutamadım, Artık Yaşayamam” Turhan Feyizoğlu
  => Gerilla Mustafa Kemal ve Türk Yurtsever Kurtuluş Hareketi Turhan Feyizoğlu"
  => SİYASİ TARİH YAZILARI -YEREL TARİH YAZILARI
  => Yazarlar - yazılar
  => TÜRKİYE’DE MUHAFAZAKÂRLIĞIN DÜŞÜNSEL - SİYASAL TEMELLERİ
  => yazılar 1
  => yazılar2
  => türk dünyası
  => Derin devlet
  => YAZILAR,
  => SOSYOLOJİ.
  => YAZILAR,,.
  => TANZİMAT DÖNEMİ
  => İdealizm-Realizm
  => Cemil Meriç..
  => ilhan berk
  => NİYAZİ BERKES’İN TÜRK KİTLE İLETİŞİM TARİHİNE KATKILARI
  => yazılar.
  => yazılar..
  => yazılar,
  => yazılar,,
  => yazılar.,
  => YAZILAR.
  => YAZILAR..
  => YAZILAR-
  => YAZILAR-,
  => yazılar.1
  => y.1
  => y.2
  => y.3
  => y.4
  => y.5
  => y.6
  => y.7
  => y.8
  => y.9
  => y.10
  => y.11
  => y.12
  => y.13
  => y.14
  => y.15
  => y.16
  => y.17
  => y.18
  => y.19
  => y.20
  => y.21
  => y.22
  => y.23
  => y.24
  => y.25
  => y.30
  => y.31
  => y.32
  => y.33
  => y.34
  => y.35
  => y.36
  => y.37
  => y,38
  => y.39
  => y.40
  => y.41
  => y.42
  => y.43
  => y.44
  => y.45
  => y.46
  => y.47
  => İnsan-Mekan İlişkileri
  => SANAT VE ELEŞTİRİ
  => Türkiye’de olumsuz Pierre Loti eleştirileri
  => TÜRKiYE’DE MODERN EDEBİYAT ELEŞTİRİSİ
  => ATATÜRK,
  => MAKALELER:
  => MAKALELER,
  => yz
  => yz1
  => yz2
  => yz3
  => yz4
  => yz5
  => yz6
  => yz7
  => yz8
  => FRIEDRICH NIETZSCHE’NİN TARİH ANLAYIŞI
  => Edebiyat Nedir?
  => YM1
  => YM2
  => YM3
  => YM4
  => YM7
  => YM8
  => YM9
  => İbn Battûta’da “Ahı” Kelimesi ve Anadolu
  => Simone de Beauvoir: Abjeksiyon ve Eros Etiği
  => Toplumsal Cinsiyet Düzenlemeleri
  => Psikanalitik ve Post-Yapısalcı Feminizm ve Deleuze
  => Tarihsel Bir Perspektif Üzerinden İroni Tür ve Tekniklerinin Gelişimi ve Bazı Uygulama Örnekleri Tarihi Gelişim
  => İroni ve Melankoli*
  => İroni, Nostalji ve Postmodern
  => “Daha İyi Anlamak İçin Daha Fazla Açıklamak” İsteyen Bir Yorumbilimci: Paul Ricœur
  => Kendi (Paul Ricœur Üstüne)
  => Sersemleşme Okulu
  => Osmanlı ve Avrupa Arasındaki Karşılıklı Etkileşimde Etnomaskeleme
  => Antik Yunan Tragedyasının Metafiziği
  => Sonbahar Mitosu: Tragedya*
  => Ayrışma, Çatışma ve Fanatizm
  => Fanatizm İlkelliktir
  => Tuhaf Bir Çocuk
  => Huzursuz
  => Benjamin’in Mistisizmine “Üç Yönlü Yol”
  => Renan, Irk ve Millet
  => Varlık, Benlik, Hatırlayış ve Unutuş Üzerine
  => Hangi Kilidin, Hangi Anahtarı?
  => Romanda Tarih
  => Bugün Psikanalizi Tartışmak
  => Kültürde Bakış
  => 1930 Goethe Ödülü Dolayısıyla Frankfurt Goethe Evi’nde Konuşma
  => Jacques Derrida ve Konukseverlik Sorusu
  => Metafiziğin Kalesi Hakkında Düşünmek
  => Hakların İadesi
  => Modern Etiğin İki Temel Direği Agnes Heller
  => Ezoterizme Genel Bir Giriş
  => Turnanın Semahı, Ezoterizmin Zamanı: Bektaşi ve Alevi Zaman Kavrayışla
  => Yeni sayfanın başlığı
  => Ulus-Ötesinden Hukuka Bakmak: Jürgen Habermas
  => Yeni Perspektifler Gerçeğin Çölüne Hoşgeldiniz
  => Orlan: Kırılan Ten Kubilay Akman
  => Pusudaki Ten, Vice Versa
  => Cimri ve Çöp Arasındaki Güçlü İlişki Üzerine
  => Demokrasi Kavramı Üzerine Hayli Spekülatif Bir İrdeleme
  => Benim Çöp Bayramım
  => Kamu Yeniden Kurulurken Kadınlara Ne Olacak?
  => Sonsuzluğun Sınırında: Immanuel Kant
  => Kant ve Üniversite İdeası
  => İki Yüzüncü Ölüm Yıldönümünde: Immanuel Kant ve Kantçılık
  => Kant ve Yeni Kantçılık
  => Otuz Beşinci Gece: Ruh, Can, Hayat, Ölüm, Akıl ve Öte Dünya Üzerine1
  => Ölüm Üzerine Tıbbi Çeşitlemeler
  => Ölüme Karşı Ölüm
  => Avrupa İçin Yeni Bir Ethos Üzerine Düşünceler
  => Avrupa ve Ötekileri
  => Sûfî Şiirinin Poetikası
  => Byron ve Romantiklik
  => Kötülük Toplumu ve Biçimin Muhalefeti
  => Balkanlar: Metaforların Çarpıştığı Bir Savaş Alanı
  => Badiou: Etik Üzerine
  => “Semen est Sanguis" Yahudilikte ve Hıristiyanlıkta Kan
  => Âdet Kanaması Tecrübesi: Sınırlar ve Ufuklar
  => Said ve Saidciler ya da Üçüncü Dünya Entelektüel Terörizmi
  => Kültür Endüstrisini Yeniden Düşünürken
  => Adorno ve Tanrının Adı
  => Kant, Adorno ve Estetiğin Toplumsal Geçişsizliği
  => Adorno ve Berg
  => İbn Battûta Seyahatnamesi
  => Irak Savaşı ve Sivil Etkinlikler
  => Yamalı Çelişkiler Semti: Saraybosna'dan Yenibosna'ya
  => Halkla Birlikte Bir Çağdaş Kent Söylemi Üzerine
  => Yeni Dünya Düzeninin Sonu?
  => Selçuklular Anadolu’da
  => Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubâd Dönemine (1220-1237) Bir Bakış
  => 13. Yüzyılın Başında Anadolu’da Ticaret
  => Selçuklular Döneminde Anadolu’da Felsefe ve Bilim (Bir Giriş)
  => Nietzsche ve ‘Akla’ İsyan
  => Bizans Manastır Sistemine Giriş
  => Öğrenci Radikalizmi Üzerine Düşünceler
  => 1968’i Yargılamak ya da 68 Kuşağına Mersiye
  => “Gelecekte İnsanlara Çok Güzel Görüneceğiz”
  => Nevroz, Psikoz ve Sapkınlık
  => Üniversitede Psikanaliz Öğretmeli miyiz? Sigmund Freud
  => Psikanalist Kimdir?
  => Nerelisiniz?
  => Irak’a Kant Çıkarması
  => Bizans Şaşırtıyor
  => 12 eylül dosyası
  => FETHİ NACİ: Cesur, Gerçekçi Ve Halkçı... İzzet Harun Akçay
  => SON OKUDUKLARIM- İzzet Harun Akçay
  => Sabahın yalnız kuşları-İzzet Harun Akçay
  => Bir Portre - Cahit Sıtkı TARANCI - Şükran KURDAKUL
  => ŞİİR NEDİR? Cahit Sıtkı TARANCI
  => Afşar TİMUÇİN - Şair Duyarlığı
  => Ahmet KÖKLÜGİLLER - Karacaoğlan'ın Yaşamı ve Şiirleri
  => Atilla ÖZKIRIMLI - Dadaloğlu ve Çevresi
  => Aysıt TANSEL - Metin Eloğlu
  ARAŞTIRMA-İNCELEME
  SÖYLEŞİ
  DENEME
  ATTİLA İLHAN
  ATTİLA İLHAN-KÖŞE YAZILARI
  E-KİTAP
  ANSİKLOPEDİK
  SATRANÇ VİDEO DERSLERİ DÖKÜMANLAR
  SATRANÇ OYNA
  ŞİİR
  DİL ANLATIM TÜRK EDEBİYATI - LİSE KAYNAK
  EDEBİYAT RADYO
  EDEBİYATIMIZDA ŞİİR ROMAN ÖYKÜ (dinle)
  100 TEMEL ESER (dinle)
  100 TÜRK EDEBİYATÇISI (dinle)
  SESLİ KİTAPLAR
  FOTOĞRAF ÇILIK
  E-DEVLET
  EĞİTİM YÖNETİMİ DENETİMİ
  RADYO TİYATROSU
  ÖĞRETMEN KAYNAK
  EDEBİYAT TV
  SÖYLEŞİLER - BELGESELLER TV
  RADYO KLASİK
  TÜRKÜLER
  GAZETELER MANŞETLER
  ÖYKÜ ANTOLOJİSİ
  DERGİLER - KİTAPLAR - KÜTÜPHANELER
  E-DERGİ
  KİM KİMDİR BİYOGRAFİLER
  ZİYARETÇİ DEFTERİ
  İLETİŞİM
  EDEBİYAT OKYANUS
Avrupa İçin Yeni Bir Ethos Üzerine Düşünceler
Avrupa İçin Yeni Bir Ethos Üzerine Düşünceler
Paul Ricoeur


 

Avrupa'nın geleceği sorununu imgelem terimleriyle formülleştirmek boşa harcanmış bir çaba değildir. Avrupa'nın politik örgütlenmesi, daha önceden bilinmeyen bir sorunu ortaya çıkarır: onun iyi bilinen yapılarını daha yüksek ‘uluslar-üstü' bir düzeyde tekrarlamaksızın, kurumsal düzeyde ulus-devlet biçiminin ötesine nasıl ulaşılacaktır. Ayrıca, (İsviçre, Almanya, Amerika Birleşik Devletleri gibi) daha az karmaşık ulus-devletlerle aynı egemenlik simgelerine (para, ordu, diplomasi) sahip, bugün var olan federal devletlerden herhangi birini örnek alarak yeni kurumlar da oluşturulamaz. ‘Ulusal devlet-sonrası' (post-national state) deyimi bu iki gereksinmeyi karşılar, çünkü hangi yeni kurumların daha önce benzeri olmayan bir politik duruma cevap verebileceği sorusu –tamamen imgeleme– açık bir soru olarak kalmaktadır.
Burada, bireylerin, entelektüellerin ve kültür insanlarının, aynı zamanda entelektüel toplulukların, kiliselerin ve öteki dinsel inanç gruplarının etik ve tinsel etkinlikleri üzerine odaklanarak düşünmenin, bu politik imgeleme nasıl katkıda bulunabileceğini belirtmek istiyorum.
Gerçekten de, henüz tamamıyla gerçekleşmemiş bir politik varlığa destek olarak egemenlik aktarımlarının, gücünü bireylerin, grupların ve halkların ethos'undaki tavır değişikliklerinden alan bu aktarımları gerçekleştirme istenci olmaksızın, biçimsel politik ve yargısal kurumlar düzeyinde başarılabileceğine inanmak yanlış olurdu.
Sorun yeterince biliniyor. Bir bütün olarak alındığında, ‘özdeşliği' ve ‘farklılığı', birbirinden ayrı tutulması gerekecek pek çok düzeyde birleştirme sorunudur. Bizim büyük ölçüde yoksunu olduğumuz şey, bu iki kutbu bütünleştirme modelleridir. Şimdilik, bu iki kutuptan, Platon'un Diyaloglar'ının üst-kategorilerinden pek de farklı olmayan hayli soyut terimlerle söz ediyorum! Bununla birlikte, bu akıl karıştırıcı soyutlama izlenimini kırmak için özdeşlik ve farklılığı bütünleştirme modellerini, artan bir tinsel yoğunluk sırasına göre sıralamayı öneriyorum.

I. Çeviri modeli
Üzerinde düşünülecek ilk model, bir dilden bir başka dile çeviri modelidir. Bu ilk model, dil açısından, korunması son derece arzu edilir bir çoğulluk gösteren Avrupa'nın bu durumuna tamamen uygundur. Tabii, bizi en çok tehdit eden şey, Esperanto'ya yeni bir fırsat tanıma düşü, ya da bir büyük kültür dilinin tek iletişim aracı olarak üstün duruma gelmesi değil; daha çok, her kültürün kendini korumak üzere kendi dil geleneğine çekilmesiyle ortaya çıkacak iletişimsizlik tehlikesidir. Fakat Avrupa, kaçınılmaz biçimde çokdillidir ve öyle kalacaktır. Çeviri modeli işte burada, doğrudan hem bireylerin hem de halkların etik ve tinsel yaşamının özüne uzanan gereksinmeleri ve sözvermeleri beraberinde getiriyor.
Bu modeli anlamak için dilin en temel işleyiş koşullarına dönüp bakmak gerekir. Dil'in [le language] dillerden [des langue] başka hiçbir yerde var olmadığı olgusuyla başlamak gerekir. Dil, evrensel gizilgüçlerini yalnızca sesbilimsel, sözlüksel, sözdizimsel ve deyişbilimsel vb düzeylerde farklılaşmış dizgelerde gerçekleştirir. Fakat diller iletişimi dışlayan kapalı dizgeler oluşturmaz. Böyle olsaydı, dil grupları arasında, canlı türleri arasında biyolojik düzeyde var olanlara benzer farklılıklar olurdu. Yalnızca bir tek insan ırkı var ise, bir dilden diğerine anlam aktarımları mümkün olduğu için, kısacası, bir dilden diğerine çeviri yapabildiğimiz içindir bu.
Peki, çeviri yapabilmek ne demektir? Bu olanak, ya da daha çok bu yetenek, yalnızca, konuşmaları ve metinleri bir dilden diğerine tamamen zararsız, ya da büsbütün giderilmez anlam kaybı olmadan fiilen çevirebilmemizle doğrulanamaz. Çevirme olanağı daha temelde iletişimin bir önsel'i [a priori] olarak kabul edilir. Bu anlamda, ‘evrensel çevrilebilirlik ilkesi'nden söz edeceğim. Çeviri edimseldir [de facto]; çevrilebilirlik ise hukuksaldır [de jure]. Bazıları hâlâ çözülmemiş olarak duran hiyeroglifleri ve öteki gösterge dizgelerini çözenleri cesaretlendiren ve ustalıklarını teşvik eden de, işte bu önvarsayımdır. Çeviri sürecinin kendisine daha yakından bakalım. Bu süreç, önce iki dilli çevirmenleri, yani etten ve kemikten aracıları gerektirir; daha sonra, alıcı dille köken dilin birbirinden farklı kaynakları arasında en uygun ortak paydanın araştırılması gelir. Bu bakımdan, bir yerde Aziz Augustinus'ta bulduğumuz, ‘Mısırlıların kalıntıları' gibi üstten bakan bir model, değerli bir model değildir. Tercih edilecek model, von Humboldt'un önerdiği daha alçakgönüllü modeldir, yani, kendi dilinin özgül ruhunu yabancı dilin özgül ruhu düzeyine yükseltme modeli, özellikle de alıcı dil için bir meydan okuma oluşturan özgün üretimler söz konusu olduğunda. Gerçekten de, öteki'ni bir konuk olarak kendi evine almak üzere, öteki ile birlikte yaşama sorunudur bu.
Çevirinin, Avrupa'nın yapısının ortaya koyduğu özgül soruna nasıl uygun bir model oluşturduğunu hemen görürüz. Önce, kurumsal düzeyde, iletişimde başat bir konumda olmayan her bir dil için bir izler kitle sağlamak üzere, bütün Avrupa'da en azından iki dilin öğretimini cesaretlendirmeye götürür bizi. Fakat hepsinden çok, gerçekten tinsel bir düzeyde, çeviri ruhunu kültürler arasında ilişkiye, bu demek, çevirinin ilettiği anlamın özüne doğru genişletmeye götürür bizi. İşte burada, kültürden kültüre çeviri yapanlara; öteki kültürün zihinsel evrenine bu aktarım işini, onun törelerini, temel inançlarını ve en derin inanlarını, özetle onun tüm önemli özelliklerini dikkate alarak yapabilecek kültürel ikidillilere gerek vardır. Bu anlamda, amacı, yukarda değindiğimiz dilbilimsel konukseverlik jestini kültürel ve tinsel düzeyde tekrarlamak olacak olan bir çeviri ethos'undan söz edebiliriz.

II. Belleklerin karşılıklı değişimi modeli
İkinci modeli belleklerin karşılıklı değişimi modeli diye adlandırıyorum. Bunun bir önceki modelle nasıl bağlantılı olduğu hemen görülebilir: yabancı bir kültürü kendi kültürüne özgü kategorilere çevirmek, demin söylediğimiz gibi, ötekinin etik ve tinsel kategorilerinin belirlediği kültürel ortama hazırlayıcı bir aktarımı önkoşul olarak varsayar. İmdi, aktarımı ve konukseverliği gerekli kılan ilk fark, bütünüyle, bir kültürün kimliğini oluşturan töreler, kurallar, normlar, inançlar ve inanlar düzeyinde bir bellek farkıdır. Fakat bellekten söz etmek, geçmişin izlerini saklama ve anımsamayla ilgili psiko-fizyolojik bir yetiyi düşünmek demek değildir yalnızca; bu saklama ve anımsama birincil yeteneğinin dilin kamusal düzeyinde gerçekleştirildiği ‘anlatı' işlevini ileri sürmektir. Bireysel düzeyde bile, kendi cismaniliğimizi, ötekilerin ve kendimizin çevresinde dönen öyküler yoluyla dile getirir ve şekillendiririz. Burada iki önemli olgu ilgilendiriyor bizi.
İlki, öyküdeki karakterlerin ‘anlatı kimliği'dir. Anlatılan eylemlerin, bir öykünün zamansal birliğini olaylar örgüsünden alışıyla aynı zamanda, öyküdeki karakterlerin de kurgulandığı (mise en intrigue) söylenebilir. Bunlar, öyküyle aynı zamanda anlatılırlar. Bu ilk işaretin birçok sonucu vardır, en önemlisi şudur: Anlatı kimliği, değişmez bir özün ya da sabit bir yapının kimliği değil, daha çok kurulmuş bir bütünsellik olarak alınan, öyküdeki uyumun, karşılaşılan olayların zorladığı uyumsuzlukla birleşmesinden kaynaklanan devingen kimliktir. Bir başka biçimde söylenirse, anlatı kimliği, öykünün devingenliğinde, düzenin ve düzensizliğin diyalektiğinde rol oynar. Burada önemli bir sonuç ileri sürülmektedir: anlatılmış öykü değiştirilebilir, öteki olayları dikkate alan, hatta anlatılmış olayları farklı bir biçimde düzenleyen bir anlatı çıkar ortaya. Bir yere kadar, aynı olaylara dayanan birçok öykü anlatılabilir (o zaman anlatıya ne anlam verirsek verelim, olaylar aynıdır). Öteki insanların öykülerini ele almaya çalışırken olan da budur.
Bu son nokta bizi burada üzerinde durulması gereken ikinci olguya götürür. Her birimiz, erkek ya da kadın, bir başkasına anlatılmış öykülerden ya da kendimiz hakkında anlattığımız öykülerden belli bir anlatı kimliği alıyorsak, bu kimlik başkalarının kimliğiyle öylesine karışır ki, birçok öykü arasında kavşak noktaları olan ikinci sıradan öyküler oluşturulabilir. Yani benim yaşamöyküm, sizin yaşamöykünüzün, ana-babamın, dostlarımın, düşmanlarımın ve sayısız yabancının öyküsünün bir parçasıdır. W. Schapp'ın o çok güzel başlığına –Geschichten Verstrickt– göre gerçek anlamda ‘öykülerde birbirine karışmış' oluruz.
Bu iki olgu birlikte alınınca (1– her kişisel kimliğin anlatı bileşimi, ve 2– bazılarının naklettiği ve ötekilerin dinlediği, bütün bunlardan öte bazılarının ötekiler üzerine anlattığı öykülerdeki kişisel olayların iç içe geçmesi) etik anlamı kolayca kavranan bir bellek-değişimi modeli ortaya çıkar. Çeviri işini, nakletme sanatı ve dilsel konukseverlik etiği ile yürütmekte olduğumuz düzeyde iletişimde bulunmak, bir adım daha atmayı gerektirir: imgelemde ve duygudaşlıkta, başkası ile ilgili yaşam anlatıları yoluyla, o başkasının öyküsü için sorumluluk alma. Okuma yoluyla geçici olarak özdeşleştiğimiz kurgusal karakterlerle ilişkiye girmede ne yapmamız gerektiğini öğreniriz böylece. Bu devingen kimlikler, bazıları başkalarına ait anlattığımız öyküleri durmadan yeniden düzenleme yoluyla, kendi geçmişimizin ve başkalarının geçmişinin yeniden şekillendirilmesine katkıda bulunur. Fakat kurgu düzeyinden tarihsel gerçeklik düzeyine geçiş, daha büyük bir uğraş gerektirir. Kuşkusuz, başkalarının başından geçenleri fiilen yeniden yaşama sorunu değildir bu; yaşam deneyimlerinin başkasına devredilemezlik özelliği bu hayali entropatiyi olanaksız kılar. Daha alçakgönüllü fakat daha güçlü olarak, anlaşılmak üzere sunuldukları anlatı düzeyinde belleklerin karşılıklı değişimi sorunudur bu. Bellekler arasında kavşak noktaları yapan ve onları biçimlendiren yeni öykülerin karmaşık örgüsüne uygulanan, yeni bir anlayış ethos'u doğar. Burada gerçek bir görev, gerçek bir çaba söz konusudur: Alman İdealizminin Anerkennung'unu, yani anlatı boyutunda düşünülen ‘tanıma'yı bu görev ve çaba içinde açıklıkla görebiliriz.
Avrupa sorunsalı düzeyine yer değiştirme, belirgindir. Fakat öykülerin kişilerarası düzeyde birbirine geçişinden çıkan ikinci ders, ancak birincisi –özgül kimliğin anlatı yapısı– iyice anlaşılır ve tamamen kabul edilirse amacına ulaşır. Bir grubun, kültürün, halkların ya da ulusun kimliği, ne değişmez bir özün ne de sabit bir yapının kimliği değil, daha çok yeniden anlatılmış bir öykünün kimliğidir. İmdi, bu anlatı kimliği ilkesinin çağdaş içermeleri henüz kavranmış değildir. Katı ve yukarıdan bakan bir kültürel kimlik kavramı, yukarıda sözünü ettiğimiz bu ilkenin sonuçlarını kavramamızı: kuşaktan kuşağa aktarılan her öyküyü yeniden gözden geçirme ve aynı geçmişe yöneltilmiş başka diğer öykülere yer açma olanaklarını önler. Kültürlerin, kendilerini farklı bir biçimde yeniden anlatabilmesini gerçekten önleyen şey, bizim ‘kurucu olaylar' dediğimiz, her kültür grubunun tarihini yalnızca değişmez olmakla kalmayıp aynı zamanda bile isteye ve dizgeli bir biçimde ifade edilemez olan bir kimlik içinde dondurmak isteyen, boyuna tekrarlanan anma ve kutlamaların ortak bellek üzerine yaptığı etkidir. Aranmakta olan Avrupa ethos'u, elbette bu önemli tarihsel dönüm noktalarının terk edilmesini değil, daha çok bir çoğul okuma çabasını gerektirir: bunun ilk örneği, Fransız Devrimi'nin anlamı konusunda Fransız tarihçileri arasındaki tartışmadır; bir başkası, Alman tarihçileri arasındaki, İkinci Dünya Savaşı'nın suç olaylarının anlamıyla ilgili tartışma. Farklı biçimde yeniden anlatma, olayın tükenmez zenginliği, ondan çıkarılan çeşitli öykülerle ve bu çeşitliliğin yol açtığı yarışmayla yüceltildiği ölçüde, belli bir tarihsel saygınlığa zarar getirici değildir.
Ulusal tarihimizin kurucu olaylarını farklı şekillerde yeniden anlatma yeteneği, kültürel belleklerin karşılıklı değişimi yoluyla güçlendirilir. Bu değişim yetisinde, bir denek taşı olarak, öteki ulusal kültürler kadar onların etnik azınlıklarının ve dini azınlık mezheplerinin kurucu olaylarının da anılmasına simgesel olarak ve saygıyla katılma arzusu vardır.
Bu bellek değişiminde, yalnızca her iki kültürün kurucu olaylarının bir çapraz okumaya tabi tutulması değil, aynı zamanda katı, mumyalaşmış ve ölü gelenekler içinde esir durumda bulunan yaşam parçasının serbest bırakılması ve yenilenmesinde birbirine yardım da söz konusudur. Bu bakımdan şu ana kadar ‘gelenek'ten söz etmedim. Aslında, ancak, yukarda sözünü ettiğimiz ikili dilbilimsel ve anlatı sürecinin sonunda, gelenekle ilgili klişe sözlerin ve aforozların ötesine geçebiliriz. Gelenek olgusuna özellikle diyalektik boyutunda yaklaşabilmek için, çevirinin etik gereksinmelerini –benim dilsel konukseverlik dediğim– ve karşılıklı bellek değişiminin gereksinmelerini –anlatı konukseverliği– yerine getirmiş olmamız gerekir. Gelenek, taşıma, iletme demektir, söylenen şeylerin, benimsenen inançların, kabul edilmiş normların...vb. iletilmesi. İmdi, böyle bir iletme, ancak gelenek yenileşmeyle bir ortaklık oluşturmayı sürdürüyorsa canlı bir şeydir. Gelenek, borcun geçmişi ilgilendiren yanını temsil eder ve hiçten hiçbir şey çıkmayacağını anımsatır bize. Fakat bir gelenek, ancak kesintisiz bir yeniden yorumlanma sürecinde tutulabiliyorsa, canlı kalır. Geçmişe ait anlatıların yeniden değerlendirilmesi ve kurucu olayların çoğul okuması işte bu noktada etkili olmaya başlar.
Geriye, üzerinde düşünülmesi gereken ikinci kutup kalıyor: geleneğin ve yenileşmenin ortaklığı. Yenileşmeyle ilgili olarak, bugüne taşınan geleneklerin yeniden okunmasının ve yeniden değerlendirilmesinin önemli yanı, yerine getirilmemiş geçmiş vaatleri sezebilmesidir. Gerçekte geçmiş, geçip gitmiş şeyler değildir yalnızca –olup bitmiş ve artık değişemez şey–; geçmiş, geleceğin henüz atılmamış ya da yörüngesi kesintiye uğratılmış okları sayesinde, bellekte de yaşar. Geçmişin gerçekleştirilmemiş geleceği, bir geleneğin belki de en zengin parçasını oluşturur. Geçmişin bu gerçekleşmemiş geleceğinin özgür bırakılması, belleklerin karşılaşmasından ve anlatıların karşılıklı değişiminden bekleyebileceğimiz en büyük yarardır. Tarihin sonraki sürecinin taşıdığı ve daha sonra ortada bıraktığı beklenti yükünden kurtulmak için bu eleştirel okumaya bırakılması gereken, bir tarihsel topluluğun temelde kurucu olaylarıdır. Geçmiş, verilen ve tutulmamış sözler mezarlığıdır. Söz konusu olan, onların, Ezeikel kehanetinde anlatılan vadideki kurumuş kemikler gibi hayata taşınmasıdır.

III. Bağışlama modeli
Geçmişin tutulmamış sözlerinin yeniden canlandırılması üzerine demin söylenmiş olan şeyler üçüncü bir kapıya götürür: bağışlama kapısı. Aşağıdaki düşünceler, ikili bir anlamda, daha önceki tartışmaya bağlanır. Bir yandan, anlatıcı kimliğin yapısında öykünün rolü, geçmişin yeniden ele alınması dediğimiz şeyi, farklı bir yoldan anlatmayla gerçekleştirilen bir yeniden gözden geçirmeyi işaret etmektedir. Bağışlama, geçmişin ve bu yolla özel anlatı kimliklerinin yeniden gözden geçirilmesinin özel bir biçimidir. Öte yandan, yaşamöykülerinin birbirine geçmesi bir gözden geçirmeye fırsat verir, bu kendi geçmişinin ne tek başına ne de içebakışçı olmayıp daha çok karşılıklı bir gözden geçirmedir, bellek değişimlerinin en değerli sonuçlarını bu yolla görürüz. Bağışlama, bu karşılıklı gözden geçirmenin özel bir biçimidir de, bunun en değerli sonucu ise geçmişin tutulmamış sözlerinin özgür bırakılmasıdır.
Bu üçüncü modelin yeniliği, bir olguyla –tarihsel bir topluluğun gurur duyduğu kurucu olayların bir tamamlayıcısıyla– yani, Mircea Eliade'ın ‘tarih terörü' dediği şeyin açtığı yaralarla ilişkilidir. Yukarda belleklerin karşılıklı değişimi başlığı altında söylenmiş olan şeyler, şanlı edimler bakış açısından değil, daha çok yeni acı çekme bakış açısından araştırılmalıdır. O zaman, acı çekme, düşünce tablomuzda iki kez görünür: birinci durumda, öykünün kişilerini kurbanlara döndüren katlanılmış acılar şeklinde; ikinci kez, başkalarına çektirilmiş acılar şeklinde. Bu nokta o denli önemlidir ki, yukarda anlatıcı kimlikten yaşamöykülerinin birbirine karışmasına geçerken izlediğimiz sırayı tersine döndürmek gerekir. Bu kez başkalarının acılarından ilerlemek gerekir; kendi acılarını yeniden gözden geçirmeden önce başkalarının acılarını hayal etme.
Avrupa tarihinin bir büyük özelliği, ikişer ikişer ya da bağlaşıklar olarak alındığında, büyük ya da küçük devletler çoğunluğunun geçmişte çektirdiği acının olağanüstü ağırlığıdır. Avrupa'nın geçmişi zalimdir: din savaşları, fetih savaşları, imha savaşları, etnik azınlıklara boyun eğdirme, dinsel azınlıkların kovulması ya da köleliğe indirgenmesi; ağıtların sonu yoktur. Avrupa bu karabasandan güçbela uyanmaktadır. Ancak hangi eğilimlerin bu dehşet verici şeylere yol açtığını çok iyi biliyoruz: yukarıda belirtilen giderici önemli çarelerden, –yani kendi öykülerinin gözden geçirilmesi ve bizim öykülerimizi başkalarının öyküleriyle karıştırılması– yoksun olan anlatı kimliğine ters bir başvuru. Bu önemli giderici çarelere şimdi aşağıdaki tamamlayıcıyı ekliyoruz: geçmişte ve şimdi başkalarının çektiği acıların anlaşılması. O zaman, bu yeni modele göre, ikinci modelimizin gerekli kıldığı belleklerin karşılıklı değişimi, işlenmiş ve katlanılmış acılara ait anıların karşılıklı değişimini gerektirir. Bu değişim, yukarıda istenen imgelem ve duygudaşlıktan daha öte bir şey ister. Bu ‘fazladan şey'in bağışlamayla ilgili bir yönü vardır, çünkü bağışlama, Editions Autrement'in bağışlama temasına adadığı kitabın harika altbaşlığına göre, ‘borcun silinmesi'ni da içerir.
Tam anlamıyla alındığında bağışlama, politik kategorileri kesinlikle aşar. Ahlak düzenini bile aşan bir düzene aittir: merhamet düzenidir bu. Bağışlama, aşırı bolluk mantığı karşılıklılık mantığını aşan hibe ekonomisi alanına girer. Bunun bir uygulamasını yukarda görmüştük (çeviri modelinin ve çapraz anlatı modelinin önceden varsaydığı tanıma uygulaması). Ahlak düzenini aştığı kadarıyla, ‘poetika' teriminin ikili anlamını, yani eyleme dinamikleri düzeyinde yaratıcılık anlamı ile sözel anlatım düzeyinde şarkı ve ilahi anlamını elde tutma koşuluyla, hibe ekonomisi, etik yaşamın ‘poetika'sı diye adlandırabileceğimiz şeye aittir. Böylece, bağışlama temelde, işte bu tinsel ekonomiye, etik yaşamın bu poetikasına aittir. Onun poetik gücü, bütün olmuş olan şeylerin kaydı olarak değil, fakat bugün bizim için taşıdığı anlam olarak geçmişi değiştirerek, zamanın geriye döndürülemezliği yasasını ortadan kaldırmasındadır. Bunu, eyleyen bireylerle kendi tarihlerinden acı duyan bireyler arasındaki ilişkileri felce uğratan suç yükünü kaldırmak yoluyla yapar. Geçmişin mirasçıları olduğumuz ve öyle kaldığımız sürece borcu ortadan kaldırmaz, ama borcun acısını kaldırır.
Bu düşüncelerin, ilkesi merhamet ve hibe değil de, adalet ve karşılıklılık olan politik alanda birincil yeri yoktur. Yine de, adalet ve karşılıklılık düzeninin merhamet ve hibe düzeniyle birbirine yaklaştırılabileceğini, yani, denilebilirse, acımaya taşınabileceğini ileri sürebilir miydik? Bunun affetme, zaman aşımı ve ceza indirimi yolu ile ceza yasası alanında örnekleri yok mudur elimizde? Bazı duygusal dayanışma deyimlerinde başka örnekleri bulunamaz mı bunun? Peki, halklar ve uluslar düzeyinde alınırsa ne olurdu? Yukarıda, zarar ziyanla ilgili bellek değişiminin gerektirdiği bir ‘fazladan şey'e değinmiş ve bu ‘fazladan şey'in bağışlamayla ilgisi olduğunu söylemiştim. Gerçekte, Avrupa halklarının, –yineliyorum– başkalarının acılarının, onları geçmişte kendilerine verilmiş zararların öcünü almaya götüreceğini hayal ederek, birbirine karşı sevecen olmaları gerekir. Burada istenen şey, bağışlamaya yakından benzemektedir.
Bununla birlikte, çok büyük bir dikkatle girmemiz gerekir bu yola. İki tuzaktan kaçınmalıyız. İlki, bağışlamayla unutmayı birbirine karıştırma tuzağı olabilir. Tersine, biz ancak unutmanın olmadığı, zayıf olanların bir sözveriden masun tutulduğu yerde bağışlayabiliriz. ‘Borcun yok sayılması ve unutulması' yukarda adını verdiğimiz kitabın altbaşlığıdır. Hiçbir şey, Jankélévich'in unutkan bağışlayıcılık dediği şeyden, bir ciddiyetsizlik ve umursamazlık ürünü olan şeyden daha iğrenç olamazdı. Gerçekten de, bağışlama işinin anlatı dilinde bellek işine eklenmesinin nedeni budur. İkinci tuzak, bağışlayıcılığı en kötü yanıyla alma olabilir. Bağışlamayla ilk ilişkimiz, –yine unutkanlığa indirgenebilecek– bir kolayına sunulan bağışlama uygulaması değil, bir bağışlama isteğine yanıt verme gibi zor bir uygulamadır. Hiçbir zaman hükümsüz sayılamayacak suçların kurbanlarına gelince –onların bağışlanamaz kabul ettikleri suçlardır bunlar– daha iyi bir zamanın gelmesini beklemekten başka salık verilecek şey yoktur. İlk iyileştirici etki, zarara uğrayanların uğradığı yanlış işlerin apaçık dile getirildiğinde; kurbanların, suçlunun –erkek ya da kadın– işlediği suçu tam olarak anlayabildiğini gördüğünde kendini gösterecektir. Bağışlanamaz şeylerin de, bağışlamanın da bir zamanı vardır. Bağışlama devamlı sabır ister.
Bu bakımdan, bağışlama modeline başvurma, politik alanda sandığımız kadar uzağa götürmez bizi. Son yılların tarihi, poetik olanla politik olan arasında bir tür kısa devrenin bazı çok güzel örneklerini sunuyor bize. Varşova'da diz çöken Willy Brandt imgesi hâlâ gözlerimizin önünde; İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Sudet Almanlarına çektirilen acıların bağışlanması için Federal Almanya Cumhurbaşkanı'na mektup yazan Vàclav Havel'i de düşünüyoruz; Alman makamlarının Yahudi halkından bağışlanma dileklerini, onların son çözümde hayatta kalanlarından çeşitli yollarla özür dilemede gösterdikleri titiz dikkati de unutmuyoruz. Nihayet, Enver Sedat'ın Kudüs'e o harika ziyaretini düşünüyoruz. Fakat merhametin adaleti aştığı ölçüde, adaletin yerini almaması için de dikkatli bulunmamız gerekir. Merhamet fazladan bir şey olarak kalır; bu acıma ve sevecenlik fazlası, karşılıklı bellek değişimine en büyük güdülemeyi, cesareti ve hızı verebilir.
Özdeşlik ve farklılık dolayımı olarak üç model önerdik. Çevirinin, dillerin (langues) dağılmasında dil'in (language) evrenselliğini göstermenin en iyi yolu olduğunu belirttik. Birbiriyle kesişen anlatının, ötekilerin anılarını paylaşmanın en iyi yolu olduğunu ekledik. Daha sonra da, bağışlamanın, borcu silmenin ve bu yolla adalet ve tanınma uygulamasının önündeki engelleri kaldırmanın en iyi yolu olduğu savıyla bitirdik. Başından sonuna kadar, ‘dolayımlar' tasarısına bağlı kaldık. Bu anlamda, önerilen modeller evrensellik hakkı ile tarihsel farklılık isteği arasında sürmekte olan önemli tartışmaya katkıda bulunabilecek şeyler olarak görülebilir.1

Çeviren: Mehmet H.Doğan

Notlar
1 Bağışlama ve düşmanlarını sevme üzerine İncil'de söylenenlerin yasal varisleri olduklarına göre, Hıristiyan mezheplerinin de bu çeviri, karşılıklı anlatı ve karşılıklı sevecenlik üçlü çalışmasında oynayacak rolleri olabilir. Bu anlamda, burada tartışılan sorunlara nasıl yaklaştıkları, başat tema olarak öteki ikisinin (anıların karşılaştırılması ve bir kültür dilinden ötekine çeviri) üzerinde bir yere yerleştirilen bağışlama ile başlayabilirdi. Fakat Hıristiyan cemiyetleri de işitilmeleri için bir bedel öder. Bu bedel ikilidir: bir yandan, iktidardan özveri yolunu tam olarak izlemeleri gerekir –bazan doğrudan, bazan seküler otoritenin ara girmesiyle dolaylı yoldan, kimi zaman daha incelikli olarak da, yetkelerini, birlikte yaşama arzusunun ufki ilişkisi zararına zorbalığın dikey boyutu aracılığıyla –genellikle ulus-devletler bağlamında görülen egemenlik olgusunun karakteristiği– artırarak işletilen bir iktidardır bu. Hıristiyan cemiyetler gelecekte bir gün belli bir ‘dinsel politika' ile ilişkilerini açıkça kopardıkları ölçüde –dinin politik ilişkilerde hakimiyet boyutunu doğruladıkları birincil yerdir burası– ve bunun tersine, dizginleri bir başka ‘dinsel politika'ya teslim edebildikleri ölçüde –kilise, kendini kurtuluş umuduyla bir karşılıklı yardım yeri sayarak, bütün öteki kurumlar için bir kardeşlik modeli olacaktır o zaman–, İncil'in bildirisi de büyük Avrupa ölçeğinde politikalarca o derece işitilebilir olacaktır. Bu bizi şunu söylemeye götürüyor –Hıristiyan cemiyetlerinin ödeyecekleri ikinci bedeldir bu– bağışlama modelinin denenmeye sokulmak istendiği birincil bağlam, mezheplerarası değişim bağlamıdır. Öncelikle, Hıristiyan cemiyetleri, bazı cemiyetlerin ötekilere karşı ya da bütün cemiyetlerin Hıristiyan olmayanlara ve inanmayanlara karşı işlediği uzun bir zulüm, engizisyon, bastırma, şiddet eylemleri tarihinden miras alınmış borcu ‘silmek' üzere birbirlerini karşılıklı bağışlama uygulamasına gitmelidirler. Avrupa'nın İncil'i öğrenme-öğretme yeni dönemi, bu ikili bedeli beraberinde getiren bir tasarıdır.


İLETİŞİM edebiyatokyanus@gmail.com  
   
edebiyatokyanus 640475 ziyaretçi (1178035 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol